23. Bölüm

20.bölüm ÇOCUKSU YANIMIN ZARİF İNCİSİ

Simay
sima.d

 

"aşk güvenle başlar ihanetle ölür"

**

SAVAŞ KARAARSLANLI

...

Elimi sakallarıma doğru götürdüm, düşüncelerimi toparlamam gerekiyordu. Bu hareket neredeyse alışkanlık olmuştu; zihnimi berraklaştırmamın, kontrolümü sağlamamın bir yolu. Yüzümdeki ifadenin tek bir kas hareketiyle bile değişmesine izin vermeden Arat’a döndüm.

 

"Ezim burada kalacak. Sen de benimle gel," dedim, sesimdeki otoritenin her kelimeme yansımasını sağlayarak. Onun güvenliğini sağlamak zorundaydım; bu durumun başka bir yolu yoktu.

 

Arat başını eğip onaylayınca içimde bir nebze de olsa rahatlama hissettim. Ancak, Ezim’in kolumdan tutup beni durdurması ve sözleri, bu rahatlığı kısa sürede parçaladı. Beklediğim gibi tepki göstermişti. Hiç çekinmeden, her zamanki inatçı tavrıyla karşı çıkıyordu.

 

"Bir dakika, bir dakika! Burada elim kolum bağlı oturacağımı düşünmüyorsun, değil mi?"

 

Onun kararlı bakışları gözlerime kilitlenmişti. İkna olması için ne desem yetersiz kalacaktı, bunu biliyordum, ama yine de denemek zorundaydım. Derin bir nefes alarak bakışlarımı yumuşattım ve ona olabildiğince sakince seslendim.

 

"Bu çok tehlikeli, Ezim. Bu sefer başına buyruk hareket etmeni istemiyorum. O yüzden, kendin için olmasa bile benim için burada kal... gözünü seveyim, bir de seninle uğraşmayayım."

 

Bu sözlerin onun inatçılığını kırmasını umuyordum. Sesimdeki endişeyi gizlemek için elimden geleni yapmıştım ama kalbimin derinliklerinde, onu korumak için duyduğum korku her şeyin önüne geçiyordu. Fakat, Ezim’in bana baktığı gözlerle bir kez daha vazgeçmeyeceğini anlamıştım.

 

“Bittiyse, ben de geliyorum,” diyerek bir adım ileri çıktı. Kararlıydı, o adımı atarken benimle eşit seviyede olmak istiyordu. Ama bu kez, kendi güvenliği için onun bu isteğine karşı durmalıydım. Kolundan tuttum, sert değildim; ama ona bu konuda taviz vermeyeceğimi gösteriyordum.

 

"Hayatında bir kez olsun benim için bir şey yap, Ezim. Çok bir şey istemiyorum, sadece güvende olmanı istiyorum." Sözlerim, duygularımı kontrol altına alarak söylesem de, ona karşı duyduğum endişeyi tamamen saklayamadım. Bu yüzden, o güvenli sınırı koruyarak söyledim bu sözleri.

 

Bir an gözlerinde inatçı bir ışık parladı. “Bırak kolumu,” dedi, sesinde her zamanki kararlılığıyla. Zorlanarak elimi çekmek zorunda kaldım, ama yüzümdeki ciddi ifadeyi bozmadan onu son kez uyardım. "Uslu dur," dedikten sonra başına bir öpücük kondurdum.

 

Arat’la birlikte kapıya yönelip hızla çıktık. Kapı kapanırken içimde bıraktığım endişe ağır bir yük gibi omuzlarımdaydı, ama başka bir yolu yoktu.

 

Dışarı adım attığımızda, her şeyin kontrolüm altında olmasına rağmen içimdeki gerginlik dinmemişti. Bahçede korumalar bekliyordu; tetikte, eli silahında, en ufak bir harekete bile hazır. Ama hepsi bir anda gözlerimde silikleşti. Pencereye baktığımda, Ezim’i gördüm. Perdelerin ardından bize bakıyordu. Bir an için göz göze geldik, ve o bakış, orada bıraktığım koruma içgüdümün ne kadar zorlayıcı olduğunu bana bir kez daha hatırlattı.

 

Elim belimdeki silaha gitti, belki sakinleşmeme yardım eder diye sımsıkı kavradım. Onun güvenliğini sağlamak için yapamayacağım şey yoktu; ama beni geride bırakma isteğini de asla kabul etmiyordu. Ezim, her zaman olduğu gibi, her şeye meydan okuyordu.

 

Derin bir nefes alıp silahı tekrar yerine yerleştirirken Arat’a işaret ettim. "Gidelim," dedim, araca binerken huzursuzdum uslu durmayacaktı biliyordum ama yinede onu burdan ayıramazdım. hissettirmemeye çalışarak Ezim’i bir kez daha ardımda bırakmıştım, ama bunun tek bir sebebi vardı: Onu korumak için gerekirse kendimden bile vazgeçerdim.

 

Arat arabayı dar bir sokağa kırarken, gözlerimi yoldan ayırmadan öne doğru eğildim. Düşünceler kafamda sıralanıyordu, her biri soğukkanlı bir plana dönüşene dek sıralı ve keskin bir düzende. Bu işte duygulara yer yoktu. Yol boyunca tek düşündüğüm, önümdeki engeli aşmak, karşımızdaki adamlara onlara kim olduklarını hatırlatmaktı.

 

Sakince elim belimdeki silaha gitti. Güvenliğinizi sağlamak için değil, gereği neyse onu yapmak için taşırsınız bu demir parçasını. O anda Arat’a göz ucuyla baktım. Gözlerinde biraz tedirginlik sezdim, ama aynı zamanda bana olan güveni de netti. Yanımdaki adam, sorgusuz sualsiz bu yolda benimle yürüyenlerden biriydi. Bu dünyada başka türlüsüne yer yok. Ya korkusuzca adım atarsın ya da çoktan kaybetmişsindir.

 

Arat, aracı dar sokaktan çıkarıp geniş, ışıkları loş bir sokağa saptığında mekânın önündeydik. Barlas'ın yuvası... Her karışında hırs, entrika, ve yozlaşmış bir güven vardı bu yerin. Tam bize göre, tam bana göre.

 

Arat'a bir bakış attım. İkimizin de yüzünde aynı kararlılık vardı. "Silahları hazırlayın," dedim, sesimdeki keskinlik, savaşın öncesindeki o tanıdık gerginliği taşıyordu. İçeride bizi bekleyen ne varsa, onun hesabını kapatmanın vakti gelmişti. Arat’ın sert bakışlarımla baktım aramızda gereksiz lafa yer yoktu. Kapıya yönelirken adamlar peşimdeydi; her biri, adım atarken etrafına bakıyor, her hareketi dikkatle izliyordu.

 

Kapıya geldim ve tok bir sesle kapıya sertçe vurdum. İçeriden bir uğultu yükseldi. Mekânın ahşap kapısı yavaşça aralandı, karşıma çıkan adama en ufak bir selam vermeden kafayı gömüp içeri daldım. Ortamın havası kalabalık ve ağırdı; kirli işlerin yapıldığı, dostun düşmandan seçilemediği bir yer... bizi bekliyordu. Mekanın arka köşesinde, masasında keyif içinde oturuyordu. Beni görünce yüzündeki sırıtış daha da yayıldı, ama o an ne düşündüyse yüzündeki ifade bir anda dondu. " Oo kadim dostum, sen buralara uğrar mıydın?" dedi hafif alaycı bir sesle.

 

Gülümseyerek ona bir adım daha yaklaştım. "Sen kim oluyorsun da, benim arkamdan kuyumu kazmaya çalıyorsun!" Sesimdeki öfke iyice belirginleşmişti. Elimi belimdeki silaha götürürken gözlerim çevredeki adamlarda, elleri tetikte bekliyordu.

 

Barlas, gözlerinde çılgın bir kıvılcım parlayarak karşılık verdi. " Bir sakin ol.. ben ne yapmışım yine"

 

Bu sırada Arat’a göz ucuyla baktım ve kaşlarımla işaret ettim. O da silahını çekip karşımdaki it sürüsüne doğrulttu. İçimdeki öfke, her an tetiklenmeye hazır bir ateş gibiydi. Ona doğru yaklaşıp yüzüne daha sert bir ifadeyle bakarken sesimi iyice kısarak, dişlerimi sıkarak konuştum. " Bana bak lan, karşında aptal yok. Sen kiminle oyun oynadığını bilmiyorsun ama yok senin suyun fazla ısındı!"

 

Adamlarıma bir bakış attım ve bir el hareketiyle saldırı pozisyonuna geçmelerini sağladım. Mekân bir anda soğuk bir sessizliğe büründü. Tüm gözler üzerimizdeydi, adamlarıyla bizimkiler arasındaki gerilim gittikçe artıyordu.

 

ayağa kalktı, ellerini masaya yaslayarak üzerime doğru eğildi. " Sen ancak diğerlerini korkutursun, bana sökmez. Bu alemin raconunu da kitabı da ben yazarım." dedi, sesindeki öfke kabaran bir fırtına gibiydi.

 

o lafları, beni resmen delirtmişti. Adam öyle bir noktaya geldi ki, gözlerimdeki öfke ve nefret adeta patlayacak gibiydi. İğrenç bir şekilde gülümsedi, ama ben artık ne gülüşünü, ne de o büyük ağzını görüyordum. Gözümde sadece bir hedef vardı: Barlas’ın suratını, o kendini beğenmiş kafasını paramparça etmek.

 

Hızla, yerden adımın sesini bile duymadım. Gözlerim ona odaklanmıştı, beynimde tek bir şey vardı: kafasına iki tane sıkmak!

 

Masanın kenarına geldiğimde, gözümdeki delilik, herkesin içine işledi. daha ne olduğunu anlamadan, kafasını masaya bastım. O kadar sert yaptım ki, masanın üstü sallandı, adam neredeyse bayılacak gibi oldu. Ama ben durmadım, ellerimle kafasını daha da bastırdım, burnumun dibinde öfkemin kokusunu duyuyordu.

 

“ne diyorsun lan sen, benle kafa mı buluyorsun” diye bağırdım, sesim boğazımdan aniden çıkarken. Dudaklarımın arasından o kadar korkutucu bir ses geldi ki, karşımdaki adamın gözlerinde korku belirdi. Ama ben de bir köşede durup bekleyen, bunu geçiştireceğim diye bir şey düşünmüyordum.

 

Hızla belimdeki silahı çıkardım, soğuk metal parmaklarımın arasına tam oturdu. Silahımın ucunu başına dayadım, neredeyse patlamak üzere olan bir bomba gibiydim.

 

“Sen kim oluyorsun gevşek.. Kim lan bu Barlas?” dedim, gözlerimden alevler fışkırıyordu. “Ezim’e saldırmak ne demek? Kimsin oğlum, sen? Ezim’e kadar elin kolun yerinde durmuyorsa ben o eli kökünden koparırım sen bilmiyor musun, Şimdi senin... kafanda kocaman bir delik açsam haksız mıyım lan ben!”

 

ağzını açmaya çalıştı, ama ben o kadar hızlıydım ki, adamdan hiç bir ses çıkmadan kolumu salladım. Arkadakiler bir şey yapmaya kalktı, ama ne olursa olsun onlar da kendi sonlarını hazırlamış oldular.

 

“ seni geberteceğim lan, bundan sorma bu alemde bana karşı çıkanlar için ibreti alem olacaksın” diye devam ettim.

 

yüzü bembeyaz oldu. Gözlerindeki korku, beni daha da çileden çıkardı. Artık durmam imkansızdı. Hızla kafasını masadan kaldırdım, gözlerine bakarken sözlerimi tekrar ettim. “merak etme canın çok yanacak” derken, gözlerim yanıyor, ateşimi ona doğrultuyordum.

 

korkudan ne diyeceğini bilemiyordu. Ama o kadar netti ki; gözlerimdeki öfke, sözlerimin katili gibiydi.

 

Ayağa kalktım, üzerimdeki ağırlık odada yankı buluyordu. Etrafımda sinen bir sessizlik vardı; herkesin bakışları üzerimde, nefesler sıkışmış, bekliyorlardı. karşımda öylece dikilmiş, gözleri kaçacak bir yer arıyordu. Gözlerimi ondan ayırmadan hafif bir gülümseme yerleştirdim yüzüme, ne kadar keyif aldığımı göstermek istercesine.

 

“sen beni galiba tanımamışsın,” dedim, sesim soğuk, sert ve ağırdı. "Bu alemde racon kesecek, hesap soracak biri varsa o da benim. Ama senin gibi nankör çakallar da var, baban karaarslanlılar sayesinde iflasın eşiğinden döndü ama karşılık bulduğumuz yüze bak.”

 

Yanımdaki adamlara başımla işaret ettim. İki adam hemen atılıp koltuklarından sıyırarak masanın ortasına doğru sürükledi. Yüzündeki çaresizlik ve korku daha da belirginleşirken bakışlarını kaçırmaya başladı. Tam karşısına geçtim, gözlerinin içine dikildim. Her saniye biraz daha küçüldüğünü görmek hoşuma gidiyordu.

 

“Ne oldu? Daha demin bana ahkam kesiyordun, dilini mi yuttun?” dedim, yavaşça, alaycı bir tonla.

 

Bir kahkaha attım, ardından tokat gibi bir sesle yüzüne sertçe bir darbe indirdim. Kafası yana savrulurken yüzündeki dehşet ifadesi daha da derinleşti. Ellerim yavaşça belimdeki silaha doğru gitti, soğuk metal parmaklarımın arasında tam oturdu, ardından silahın ucunu çenesine dayadım. Kaskatı kesildi, ter içinde kalmıştı, nefesleri sıkışmıştı.

 

“Dinle beni,” dedim, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan. "Sana iki seçenek veriyorum: Ya burada, herkesin önünde suratında kocaman bir delikle ölmeyi kabul edeceksin, ya da bana Ezim’e uzanmaya kalkıştığın ellerinin hesabını vereceksin.”

 

kendini geri çekmeye çalıştı, ama kaçacak yeri olmadığını anladı. Adamlarıma göz ucuyla bir işaret daha verdim. Hemen kollarından tutup yere çökerttiler, şimdi tam önümde boynunu eğmiş halde titriyordu.

 

“ konuşsa, oğlum” dedim, sesim soğuk, alaycı ve öldürücü bir tondaydı. “Kim oluyorsun lan sen? Ezim’e yaklaşmak da neymiş, sen kendini ne sanıyorsun?”

 

Arkadaki adamlardan biri ileri doğru hamle yaptı, o anda sert bir bakışla onu durdurdum. “sakın! bi kahramanlık yapıyım deme, yoksa onun sırasını sana veririm.”

 

Tekrar ona döndüm, alnına dayadığım silahın soğuk ucuyla onu köşeye sıkıştırdım. Bedenindeki titremeler daha da şiddetlenmişti, yüzündeki dehşeti görmek beni daha da çileden çıkarıyordu.

 

“Bak,” dedim, soğukkanlılıkla. " kuralları yazan hep bendim hâlâ da benim, ulan yaptıklarının yanına kalacağını mı sandın!”

 

İçimde biriken öfke, damarlarımdan geçip bana onu lime lime etmemi söylüyordu. herkes sessizdi, gözleri dehşet içinde üzerimdeydi. o korkudan donmuş, zavallı hâline bir kez daha baktım, ama daha fazlasını istiyordum.

 

“Racon kesmeyi biliyorsun ya, öyle mi? O zaman kesilen raconu, yazılan hesabı ödemeyi de bileceksin! Bana yanlış yapanın hele ki bana ve benim kadınıma bulaşanı bedelini öyle bi keserim ki, lan adını bile duyan titrer duydun mu? Bundan sonra adımı bile korkuyla anarsın, eğer ölmez de yaşarsan tâbi” dedim. Ardından adamlarıma döndüm, işaret ettiğim gibi ortaya aldılar. Mekandaki herkes o sahneyi izlemek zorundaydı. Gözlerimle tüm adamlara meydan okuyordum.

 

Sonra ağır ağır ayağa kalktım. Bir baş hareketiyle Adamlarıma işaret verdim, onu ayağa kaldırıp karşıma getirdiler.

 

" Şimdi bana bir sebep ver" sesim tehditkâr bir tondaydı." Neden burdan sağ çıkmalısın?, tek bir sebep söyle belki fikrimi değiştiririm. "

Konuşmaya çalıştı ama ses yok, ağzından çıkmaya çalışan boğuk hırıltılar bana Bir şey ifade etmiyordu. Alaycı bir gülümseme yerleştirdim yüzüme " yok herhalde" dedim.

 

Silahı adama doğrultmuşken öfkem her saniye biraz daha artıyordu. Tetiği çekmek üzereydim ki o cılız sesiyle konuşmaya başladı.

 

“Şansına küs, seni kader bile elimden alamadı,” dedim, silahın emniyetini indirdim. Tetiği çekecektim ki adam birden konuştu.

 

“O kız…” dedi, sesi zor duyuluyordu.

 

Silahı hafifçe indirip ona doğru bir adım yaklaştım. Alaycı bir ifadeyle, “Ne diyorsun lan?” dedim.

 

“Ezim…” dedi tekrar, sesi biraz daha netleşmişti.

 

Kaşlarımı çatıp gözlerini delip geçercesine baktım. “Ne olmuş Ezim’e?”

 

“O kız… bize çalışıyordu. Sonra ne olduysa vazgeçti. Seninle beraberken bile tehdit ediliyordu, ama sana bir şey söylemedi,” dedi, yüzündeki dehşet ve çaresizlikle.

 

“Ne çalışması? Ne tehdidi lan? Tane tane anlat!” dedim, öfkemin alevi iyice yükseliyordu.

 

Bir yutkunup devam etti. “Sen onu öyle ortada bırakınca, haliyle onu yanımda istedim. Sana öfkeliydi, üstelik ona zaafın vardı. Onu kullanmak istedim. Kabul de etti. Ama sonra, ne olduysa seni affetti…”

 

Onun bu sözleri sinirlerimi alt üst ederken, dudaklarımdan dökülmemesi gereken o cümle döküldü: “Ezim böyle bir şey yapmaz! Hadi yaptı diyelim, bunu bana söylerdi.”

 

Adam hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Yalan söylemiyorum. Hem o kız, şimdi de sana yalan söylüyor. Seni gerçekten sevdiğini mi sanıyorsun? Başka bir şey var. Sedef’i bile gözden çıkardıysa, mutlaka başka bir sebebi vardır.”

 

Burnumda kan kokusu dolaşıyormuşçasına, gözlerimdeki öfkeyle ona bir adım daha yaklaştım. “Bula bula bu yalanı mı buldun? Ulan, sesini kesmek farz oldu artık!”

 

Silahı yeniden kaldırdım, parmağımı tetikte sıkıyordum ki bir anda arkamdan tanıdık bir ses duydum.

 

“Savaş!” diye seslenildi.

 

Sesin geldiği yöne dönüp baktığımda amcam Ünal Zahit’i ve yanında Cihan’ı gördüm. O an içimde bir çelişki oluştu; tam da hesaplaşmanın ortasında, onların burada olması işleri daha da karmaşık hale getiriyordu. Gözüm amcama ilişti, yüzündeki sert ifade, olayın ciddiyetini bildiğini gösteriyordu.

 

bakışları üzerime dikilmişti. Sanki tüm olup biteni gözlerinden anlamaya çalışıyordu, ama asıl derdi beni durdurmaktı, bunu sezmiştim. Birkaç adım daha yaklaşarak sesini alçak ama otoriter bir tona indirdi.

 

“Savaş,” dedi, kararlı ve soğukkanlı bir sesle. “Hesaplaşmanın zamanı değil. Düşünmeden hareket edersen, kendine açacağın yarayı daha sonra kapatamazsın.”

 

Kaşlarımı çatıp gözlerimi ona diktim. Öfkemin ortasında, amcamın durdurmaya çalışması içimdeki ateşi söndürmüyordu. Cihan ise yanında sessizce duruyordu, ama gözleri bana meydan okurcasına bakıyordu.

 

“Bu adam,” dedim dişlerimi sıkarak, “benim benim olana el sürmeye kaktı onu kendim için öldürmüyorum, Ezim’e zarar vermeye kalktı. Bunu hak etti, amca.” Sesimdeki öfke bir yanardağ gibi patlamaya hazırdı.

 

Amcam, gözlerini Barlas’a dikti, onun zavallı haline kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. “Savaş, senin yerinde olsam düşünürdüm. Bu adamı burada ortadan kaldırırsan, onunla bağlantılı tüm sırları da mezara gömmüş olursun. Oysa bazen ihanetin kökünü kurutmak için düşmanı hayatta bırakmak gerekir. Belki, onun sana daha faydası olabilir.”

 

Bu sözleri bir süre sindirmeye çalışırken, içimdeki öfke hâlâ taze ve canlıydı. Yine de, amcam’ın sözlerinde mantık vardı; eğer şimdi bu işi burada bitirirsem, Barlas’ın anlattıkları yarım kalacaktı.

 

“Ne faydasından bahsediyorsun, amca? Bu adamın güvenilecek bir yanı mı kaldı?” dedim.

 

Amcam, başını hafifçe eğdi ve sakin bir sesle devam etti. “Güven meselesi değil bu, Savaş. Önemli olan, düşmanın ne bildiğini ve kimlerle bağlantısı olduğunu öğrenmek. Eğer her şeyi ortaya dökmesini istiyorsan, yaşamaya mecbur bırakmalısın.”

 

Cihan, bu noktada araya girdi, gözleri parlayarak konuştu. “Savaş, babam haklı. Eğer onu şimdi öldürürsen, sadece kendi öfkeni doyurmuş olacaksın. Ama onu canlı bırakıp köşeye sıkıştırırsan, belki bize daha fazlasını anlatır. Daha fazlasını öğrenmek varken onu burada öldürmek işimize yaramaz.”

 

Bu sözler içimdeki öfkeyi tamamen söndürmese de kafamda yeni bir planın tohumlarını ekmişti. Tetiğe olan baskımı azalttım ve silahı indirirken Barlas’a alaycı bir gülümsemeyle baktım.

 

“Bana bir faydan olacak, ha?” dedim, gözlerimi onun üstünden ayırmadan. “Tamam, amcamın hatırı için şimdilik canını bağışlıyorum. Ama unutma, her adımını izleyeceğim. Tek bir yanlış hareketinde, benden kurtulamayacaksın.”

 

büyük bir rahatlamayla derin bir nefes aldı, ama bu rahatlığın uzun sürmeyeceğini biliyordum. Adamlarıma dönerek başımla işaret verdim ve Barlas’ı çekip uzaklaştırmaları için emir verdim.

 

Arkamı dönerken amcam’a baktım, o da hafif bir baş hareketiyle onayladı. Cihan ise soğukkanlı bir şekilde bana bakarak başını salladı.

 

Sakinliğimi korumaya çalışarak amcama baktım. Kontrolümü geri kazanmalıydım, ama ne söyleyeceğini bilmediğim her kelime, içimde daha büyük bir korkuya sebep oluyordu.

 

“Sizin ne işiniz var burada, amca?” dedim, sesime soğukkanlılık katmaya çalışarak. Gözlerindeki öfkeyi görmezden gelmem mümkün değildi. Soluk alışı bile hızlanmıştı, burnundan soluyarak konuşmaya başladı.

 

“Asıl senin o ne idüğü belirsiz kızla işin ne, Savaş?” dedi, sesi her zamankinden daha ağırdı. “O kız yüzünden polis her yerde seni arıyor. Sen de kalkmış burada, onun için adam öldürmeye kalkıyorsun!”

 

Söyledikleri içimdeki öfkenin kıvılcımlarını ateşlemeye başladı ama sesimi yükseltmeden, “Ama amca…” diyerek itiraz etmeye çalıştım. Fakat o an cümlemi bile tamamlamama izin vermedi.

 

“Sus oğlum, sus!” diye bağırdı, öfkesi giderek daha da belirginleşiyordu. “Bana masal anlatma! Ben sana böyle mi öğrettim? Seni kendi oğlumdan ayırmadım. Baban öldükten sonra sana da, kardeşlerine de ben sahip çıktım. Senin elinden ben tuttum, eğittim, yetiştirdim, bu soyadın ne demek olduğunu öğrettim!”

 

Sözleriyle daha da küçülmüş hissettim. Evet, üzerimde büyük bir emeği vardı ve ben de bunu biliyordum. Ona karşı hissettiğim saygı, içimdeki öfkeyi bir nebze olsun bastırmaya yetmişti.

 

“Ama sen,” diye devam etti, sözlerini adeta dişlerinin arasından çıkarıyordu, “tuttun bir tane kız için, Karaarslanlı soyadını ayaklar altına aldın. Üstelik bu kız, senin bildiğin gibi bir kız da değil.”

 

Amcamın son cümlesiyle kaşlarım havaya kalktı, içime bir kuşku düştü. “Ne demek bu, amca?” dedim, sesimdeki o alışılmış sertliği kaybetmeden. Bu duyduğum şey, beni ilk defa bu kadar endişelendiriyordu. İlk defa, gözümün önünde olanları görmekten korkuyordum.

 

Amcam derin bir nefes aldı, iç çekişinde bir sıkıntı vardı. Konuşmak üzereydi ama o anda Cihan araya girdi, soğukkanlı bir ifadeyle bana doğru eğildi.

 

“O Ezim denen kız, şirketine girip kasayı patlatmış,” dedi. “İçinde ne var ne yoksa almış, Savaş.”

 

Bu sözler bir kurşun gibi beynimde patladı. İnanmak istemiyordum ama Cihan’ın gözlerinde en ufak bir yalan emaresi yoktu. Kafamın içinde Ezim’le ilgili anılarım dönmeye başladı; bana her şeyden vazgeçtiğini söyleyen o bakışları, benim için aldığı riskler, yanımda olmak için ödediği bedeller… Ama ya hepsi bir yalandan ibaretse?

 

“Cihan, ne saçmalıyorsun?” dedim, gözlerimi ona dikerek. İçimdeki güvensizlik ve kızgınlık karışmıştı. “Ezim Neden böyle bir şey yapsın? Bir yanlışlık vardır”

 

Cihan omuzlarını silkti, ifadesi hiç değişmedi. “Belki de ona düşündüğünden daha fazla güveniyorsun,” dedi sakin bir sesle. “Biz elimizdeki belgelerle konuşuyoruz. Güvenlik kameralarına kadar her şey var. Kendi öz ailesi onun yüzünden tehlike üstelik abisi de onu korumak isterken ölmüş, ama bu kadın hâlâ oyun oynamanın derdinde” dedi.

 

Amcam araya girdi, gözlerini gözlerime dikerek. “Savaş, gözünü boyamasına izin verdin. Bu kız sana oyun oynamış. Şirketine girip kasayı patlattı, birçok önemli evrak ve bilgi ortadan kayboldu. Sana bu soyadın ağırlığını öğretirken, bu soyadın bir anlamı olduğunu da öğretmiştim. Şimdi bu kız yüzünden, tüm emeklerin heba oluyor.”

 

Başımı önüme eğdim. İçimde bir öfke fırtınası koparken mantığımı korumaya çalışıyordum. Gerçekten güvenimi boşa çıkarmış olabilir miydi? Gerçekten bu kadar kör olmuş olabilir miydim? Kafamın içinde bin bir düşünce dolanıyordu ama bir şeyin farkındaydım: İçimdeki şüphe büyüyordu.

 

“Peki,” dedim, derin bir nefes alarak. “Bu işin peşini bırakmayacağım. Ama bu işin arkasında başka bir şey varsa, bunu da öğrenmemi kimse engelleyemez. Eğer Ezim beni gerçekten kandırdıysa, bunun bedelini ona ben ödeteceğim. Ama bu işin arkasında başka bir şey varsa... bunu ortaya çıkarmak için gerekirse herkesi karşıma alırım.”

 

Amcam bana bir an baktı, gözlerindeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak. “umarım,” dedi. “Ama bu kız için bir hata daha yaparsan, o soyadını tekrar gözden geçirmem gerekecek. Sakın unutma.”

Binanın ağır kapısından çıkarken derin bir nefes aldım, ama ne ciğerlerime dolan hava ne de gecenin serinliği içimdeki yangını söndürebildi. Amcamın sözleri kulağımda yankılanıyordu. Aklımın köşesinden bile geçirmediğim şeyler dökülmüştü ağızlarından. Bu kadar mı gözüm kör olmuştu? Bu kadar mı uzak düşmüştüm ailemin bana öğrettiği yoldan?

 

Aklımda bir sürü düşünceyle arabaya geçtim, direksiyona sıkıca yapıştım. Ezim’e olan hislerimi sorgularken buldum kendimi. Gerçekten bir hain olabilir miydi? Şirkete sızıp kasayı patlatacak kadar gözü dönmüş biri miydi? Ona inanmak istiyordum, ama bu iş, duyduklarımla çok daha büyük bir oyun haline gelmişti. Gözümde her ne kadar o ezilmiş çocuk halini kaybetmese de, artık inançla ilerleyebileceğim bir zemin kalmamıştı.

 

Amcam Ünal’ın sert bakışları geldi aklıma. Çocukken nasıl da güvenirdim o bakışa, sığınırdım o sözlere. Ama şimdi, amcamı karşıma alma ihtimali bile olsa, ne kadar ileri giderdim? Ezim için verdiğim her karar, soyadımın altında ezilmiş gibi hissettiriyordu. Artık işin içine duygular değil, racon girmişti.

 

Arabanın içinde beklerken, amcam sessizce yanıma yaklaşıp “Bir süre ortadan kaybolacaksın. Polis peşinde, herkes gözünü dikmiş seni izliyor,” dedi. Bu, planlanması gereken bir iş demekti. Amcamın yanındaki Cihan da sanki bu duruma alışıkmış gibi soğukkanlıydı. “Her şeyle ilgileneceğiz, ama şimdi yok olman lazım, Savaş,” dedi, yüzünde o buz gibi ifadesiyle.

 

Başımı salladım. Gitmek zorunda olduğumu biliyordum, ama aklımı burada bırakıyordum. Ezim’i, bu işin ardındaki gerçeği, her şeyi kökünden kazıyana kadar nefes almayacaktım. Bu geri çekilme, düşmanın gözünden kaybolmak içindi, ama döndüğümde burayı alt üst edecektim. Bir tek onu anlamadan, her detayı sorgulamadan huzura eremeyecektim. O arabaya bindikten sonra içimdeki öfke, kin ve hırs kaynamaya devam ediyordu. Beni bu şehirden bir süreliğine koparacaklardı, ama asıl iş dönünce başlayacaktı.

Bir saat süren yolculuktan sonra ormanlık bir alana vardık. Cihan’ın kullandığı araç arkamda durdu. Onunla birlikte, beni amcamın ayarladığı bir güvenli eve götürmekle görevli birkaç adam daha vardı. Kapıdan içeri girerken adamların soğuk bakışları üzerimdeydi. Bu ev, sanki karanlık sırlarla dolu bir geçmişin parçasıymış gibi hissettiriyordu. İçerisi basit ama fonksiyoneldi. Ne bir anı, ne de bir anlam barındırıyordu. Sadece geçici bir durak.

 

Cihan yanıma yaklaştı, yüzünde o değişmeyen ifadeyle, “Burası bir süreliğine saklanacağın yer. Telefonun ve diğer bağlantı araçların kısıtlanacak. Dışarı çıkmaman gerekiyor. Biz gerekli bilgileri getireceğiz, en azından bir süre burda idare edebilirsin” dedi.

 

“ yok benim içim hiç rahat değil ” dedim, sesimdeki sabırsızlık gizlenemezdi. “Ezim’le konuşmam gerek. Bu olanların hepsi bir yanlış anlaşılma olabilir.”

 

Cihan yüzünde küçümser bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Sen hâlâ anlamadın herhalde, Bu kızın seni kandırdığını kabul etmek istemiyorsun farkındayım, Ama gerçekler ortada. Eğer peşinden gidersen, sadece kendini değil, bizi de riske atarsın.”

 

“Siz kimden korkuyorsunuz?” diye sordum, sesimdeki öfkeyi kontrol edemeden. “Polisten mi, yoksa bu işin arkasındaki asıl kişiden mi? Ezim’in tek başına bu kadar büyük bir şey planladığına inanmıyorum. Onun biri tarafından kullanıldığına da hem bu kim olabilir ki, kızın abisi öldü kim kaldı ki hayatında, hayatına girdim gireli bir gün yüzü görmedi üstüne bu kız kiminle iş birliği kuracak fırsatı bulabilir, hem farz et bizim camiyadan anında benim haberim olurdu.”

 

Cihan bir an sessiz kaldı. Ardından omuzlarını silkti. “Belki haklısın,” dedi soğuk bir ifadeyle. “Ama bunu öğrenmek senin işin değil. Bu işin üzerine gitme. Babam da, ben de ne gerekiyorsa yapacağız. sen o kız yüzünden başına daha fazla bela açma yeter”

 

“bana bak cihan” dedim kararlı bir sesle. “Ezim’i bırakacak değilim. Onun kim olduğunu, ne yaptığını yalnızca ben öğrenebilirim.”

 

bir şey söylemek için ağzını açtı ama o sırada kapı sertçe çalındı. İkimiz de bir an duraksadık. Silahını çeken Cihan, kapıya doğru ilerledi. “Kim o?” diye sordu.

 

Kapının diğer tarafındaki ses, beklenmedik bir şekilde tanıdıktı. “Benim, Ünal!”

 

Cihan kapıyı açtığında, amcamın sert yüzüyle karşılaştım. Ancak yanında başka biri daha vardı. Adam, ağır adımlarla içeri girdi ve gözlerini bana dikti. Tanımıyordum ama üzerindeki siyah takım elbise, onun sıradan biri olmadığını gösteriyordu.

 

“Savaş Karaarslanlı,” dedi adam, adımı ağır ağır söyleyerek. “Adım Fırat. Bu işte sizin de dahil olduğunuz bazı meseleler hakkında konuşmamız gerekiyor.”

 

“Kim bu?” dedim, gözlerimi amcama çevirerek.

 

Amcam bir süre sessiz kaldı, ardından derin bir nefes aldı. “Bu adam, Ezim’in geçmişine dair bazı bilgilere sahip. Dinlesen iyi olur”

 

Fırat, elindeki çantayı masaya koyarak içinden bir dosya çıkardı. Dosyanın içindekileri masaya serdiğinde, avuçlarım terlemiş göğsüm hâlâ hızlı hızlı inip inip kalkıyordu. Fotoğraflar, belgeler ve Ezim’in geçmişine dair birçok bilgi vardı.

 

Ardından Fırat denen adam konuştu, " bu bahsettiğiniz kadın yani EZİM AKMAN tam bi suç makinası, kadının işlediği bir sürü örtülü cinayet var üstelik ne ilginçtir ki hepsi de bir şekilde üstü kapalı cinayetler, kadının en ufak bi sabıka dosyası bile yok."

 

Fırat’ın söylediklerini dinlerken beynimde yankılanan tek şey, Ezim’in adıydı. Adamın her kelimesi sanki karnıma bir yumruk gibi iniyordu. Elim, masanın kenarına istemsizce sıkıca yapıştı. Gözlerim, masaya serdiği fotoğraflara kaydı. Her biri farklı yerlerde çekilmiş, farklı zamanları gösteren görüntülerdi. Bir karede Ezim, sokak aralarında bir şey teslim alıyor gibi görünüyordu; bir diğerinde ise bir toplantı masasında bir adamla el sıkışıyordu. Arka planlarda hep bir gölge vardı, açıklanması gereken bir karanlık.

 

“ne bu saçmalık” dedim, sesim gergindi ama tonumu düşük tutmaya çalışıyordum. Fırat, sanki beklermiş gibi soğukkanlı bir şekilde sırıtıp masadaki fotoğraflardan birini işaret etti.

 

“Bu, geçen yıl kaybolduğu söylenen iş insanı Cemal Yörük’ün son görüldüğü an. Yanındaki kadını tanıyor olmalısınız.”

 

Gözlerim istemsizce fotoğrafa odaklandı. Ezim’in keskin bakışları ve özgüvenli duruşu, yanındaki adamı gölgede bırakıyordu. İçimden bir şeyler koptu. “Bu, onun işi olamaz,” dedim kendime. Ama şüphe, şeytanın en güçlü silahıydı ve zihnimde hızla kök salıyordu.

 

“Bu yeterli değil,” dedim sert bir şekilde. “Birinin yan yana göründüğü bir fotoğraf, suçlu olduğunu kanıtlamaz.”

 

Fırat alaycı bir şekilde başını salladı. “Elbette öyle. Ama Cemal Yörük’ün son telefon kayıtlarını inceleseniz, onun Ezim Akman’la konuştuğunu görürdünüz. Üstelik yalnızca bir kez değil. Görünen o ki, kaybolmasından önceki günlerde oldukça sık iletişim kurmuşlar.”

 

Amcama döndüm. “Bu adamın burada ne işi var?” diye sordum, sabrımın son noktasında. “Bu saçma hikayelere mi inanıyorsunuz, yoksa bana mı ezim bunları yapacak biri değil ben onu tanıyorum. Masum hiç kimse dokunamaz o..”

 

Amcam 'ın yüzü taş gibiydi. Yılların çizgileri arasından bana aynı sertlikle baktı. “Gerçekler neyse, onu öğrenmek zorundasın, Savaş. Ezim’e ne kadar güvendiğin umrumda değil. Eğer yanlış bir şeyin içindeyse, bunun bedelini hepimiz öderiz.”

 

Ayağa kalktım, öfkem damarlarıma baskı yapıyordu. “Gerçekler mi? Bu masa, kimin oyununun parçası bilmiyorum ama Ezim’in benimle oynayacak bir şey yapmaz yapamaz. Ya da ne yapmış olursa olsun, onun niyetinden ben eminim mutlaka bir sebebi vardır.”

 

Fırat kısık gözlerle bana baktı, “Niyet... Güzel bir kelimedir savaş bey, Ama bazen en büyük düşmanınızdır. Size iyi bir tavsiye, Kadınlara fazla güvenmeyin.”

 

Bir adım attım, Fırat’la aramda yalnızca birkaç santim kalmıştı. Sesim sakin ama soğuktu. “ o kadın dediğin benim sevdiğim kadın, ve ben ona kefilim.”

 

Bu sırada Cihan’ın telefonu çaldı. Arayan kimse, Cihan’ın yüzüne derin bir endişe yerleştirdi. Hızlıca telefonu kapattı ve bana döndü. “Bir sorun var,” dedi. “Ezim, Murat’la birlikte görülmüş. Senin yanından kaçtıktan sonra”

 

Fırat sırıttı, sanki beklediği şey tam da buymuş gibi. “Bakın işte, söylemiştim.”

 

O an beynimdeki bütün düşünceler sustu, tek bir ses kalmıştı: “Ezim.” Ne yapmaya çalışıyordu? Kimden kaçıyordu? Ve Murat? Bu işte ne işi vardı?

 

Kapıya yöneldim. Cihan arkamdan seslendi: “Nereye gidiyorsun? Buradan çıkamazsın!”

 

Duraksamadan cevap verdim: “ezimi bulup, her şeyi kendi ağzından dinleyeceğim.”

 

Kapıyı çarparak dışarı çıktım. Adımlarım hızlandı, arkamda kalanların ne söylediği umrumda bile değildi. Ezim’i bulacaktım. Ve bu sefer, ne olursa olsun, sorularıma cevap alacaktım.

 

Kapıdan çıkar çıkmaz, serin hava yüzüme çarptı. Karşıma çıkan en yakın arabaya yöneldim. Cihan arkamdan koşarak geldi. Arat da kapıdan çıkar çıkmaz cihanın yanından. Cihan,"Düşüncesizce bir şey yaparsan hepimizi yakarsın" diye bağırdı.

 

Umursamadım. Kapıyı açıp sürücü koltuğuna oturdum. Kontağı çevirdim motorun homurtusuyla birlikte öfkem daha da yükseldi. Direksiyonun başına kafamda bir yığın cevaplı cevapsız soru, hepsi birbine karışmıştı.

 

Cihan arabaya binmeden önce, kapıyı açıp kolunu dayadı. " Bu iş böyle çözülmez" dedi, Bakışları sertti. " O kadının peşinde koşarken, farkında olmadan başka bir tuzağın içine giriyorsun, Çıldırdın mı oğlum sen"

 

Gözlerimi ona diktim. " O kadın benim için her şey, " dedim. "Şimdi geri çekil"

 

Arat cihanın koluna asılıp geriye doğru çekti ama cihan aratın elinde kurtularak tekrar kapıya tutundu. Arat, cihana dönerek,

" Durmayacak " diye söylendi.

 

Cihan dişlerini sıktı ama konuşmadı. Kapıyı sertçe kapatıp geri çekildi, Gaza bastım. Lastiklerin asfaltların üstünde sürtünmesinden çıkan ses, içimde biriken tüm öfkenin sesi gibi astafta süründü.

 

Ardından bir süre sonra, yolda ilerken telefonumu çıkardım. Harekete geçmeden önce bilgiye ihtiyacım vardı. Telefon kayıtları, mesajlar.. ezimin izini sürmeliydim. Daha önce ona ait olan numarasını aradım, ama tahmin ettiğim gibi cevap yoktu. Derin bir nefes alıp başka birini aradım telefon uzun uzun çaldıktan sonra açıldı.

 

" Nihle" dedim, sesim en karanlık tonuyla hoparlöre yansıyordu. " Ezimi bulmam gerek onun nerde olabileceği ile ilgili bir fikrin var mı? Ya da direkt sorim nerde olduğunu biliyor musun?"

 

Karşı tarafta sessizlik oldu. Ardından nihlenin tedirgin sesi geldi. " Bilmiyorum, biz hiç bir şey bilmiyoruz sadece bir kez tarık ve benimle konuştu ama doğru düzgün konuşmadan kapattı. Biz tarıkla saatlerdir, haber bekliyoruz zaten"

 

" Bekliyor musunuz?" Diye tekrarladım. "Bekleyecek zamanım da yok sabrım kalmadı, bak nihle nerde kiminle biliyorsan söyle hiç uğraştırma beni"

 

Nihlenin sesi çatallandı. " Sadece senin yanından kaçtığını biliyorduk sen aradıktan, sonra tarığı aradı. Veda eder gibi konuştu. ezim bir delilik yapıyor gibi, bi şey yap durdur onu"

 

Ellerim direksiyonu daha sıkı kavradı. Ardından nihle devam etmedi bende kapattım.

 

Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Direksiyonun başında, kafamda dönen düşünceler daha da yoğunlaştı. Ezim… Ne halt etmeye çalışıyorsun? Kendini ateşe atmak mı, yoksa beni mi?

 

Yolda ilerlerken hızımı artırdım. Şehrin ışıkları önümde bulanıklaşırken zihnimde yalnızca onun yüzü vardı. Ne kadar kızgın olsam da, ne yaparsa yapsın, ondan vazgeçemezdim. O, benim zayıflığım, en kırılgan yerimdi. Ama bir yandan da, bu işin içinde başka bir şey olduğunu biliyordum. Benden gizlediği bir şeyler vardı, belki de en başından beri. Neyin peşindeydi bu kız.

 

Telefonu tekrar elime aldım. Ardından birkaç adamıma ulaştım. “Her yere bakın, her yeri araştırın. Kimseyi atlamayın. Gerekirse şehri altüst edin ama Ezim’i bulun!” diye talimat verdim. Sesim yükseldikçe direksiyonun üzerindeki baskım da arttı. Parmaklarım neredeyse kemiğe dayanıyordu. Ezim, bu kadar derinlere saklanamayacağını biliyordu.

 

Arabayı kenara çekip motoru durdurdum, ama içimdeki motor harıl harıl çalışmaya devam ediyordu. Sinirden nefesim kesilircesine, parmaklarım direksiyonu adeta kıracak gibi sıktım. Şakaklarım zonkluyordu. Telefonun titreşim sesi bir anda her şeyi durdurdu. Hemen elime aldım, öfkemi zor bastırarak açtım.

 

“Patron, yengeyi bulduk,” dedi karşı taraftaki ses. O kadar sık nefes alıyordu ki, söyledikleri nefeslerinin arasına sıkışıyordu. “Rıza’nın barından çıktıktan sonra annesinin evine gitmiş ama…”

 

Devamını bekledim. Beklediğim her saniye sinirlerimi daha da geren bir kılıç gibiydi. “Ama ne lan? Söylesene!” diye bağırdım. Sesim aracın daracık kabininde yankılandı.

 

“Evde yangın çıkmış abi,” dedi tereddütlü bir şekilde. “Polis ve itfaiye şu an orada…”

 

Telefon elimdeydi, ama ayaklarımın altındaki zemin çekiliyor gibi hissettim. Yangın mı? Ezim... Ezim içerde mi? Bu kelime, beynimin içinde yankılanırken boğazıma bir yumruk gibi oturdu. Eğer ona bir şey olduysa… Midem bulandı, kafam döndü. Bu hayat, önce kardeşimi aldı. Şimdi sevdiğim kadını da mı elimden çekecekti? Lanet olsun, bu kadarı fazla!

 

“Kim varmış içeride?!” diye gürledim. Sesim o kadar sertti ki, adam telefonda bir an sustu.

 

“Abi… bilmiyoruz. İtfaiye birilerini çıkarmış ama… aralarında yenge de var mı, henüz belli değil,” dedi kekelercesine.

 

Direksiyona öyle bir yumruk attım ki, kemiklerimin acısını hissetmedim bile. “Ne demek belli değil lan? Oradaki herkesi ayağa kaldır! Hemen öğren!” dedim. Telefonu suratına kapatırken beynim zonkluyordu. Gaza bastım, lastikler asfaltı tırmalayarak ileri atıldım.

Yolları un ufak edercesine hızla ilerliyordum. Gözlerim yola kilitliydi, ama aklım Ezim'de. Onu bu hâle ben getirmiştim, başka bir ihtimal yoktu. Benden kaçarken mi düştü bu belaya? Yoksa ben onu kurtarmaya çalışırken daha büyük bir yangının ortasına mı attım? Hangisi olduğunun bir önemi yoktu. Önemli olan bir tek şey vardı: onu sağsalim bulmak.

 

Yangın yerine vardığımda frenleri öyle bir kökledim ki, araç neredeyse savrularak durdu. Kapıyı açıp indiğimde, karşımdaki manzara nefesimi tamamen kesti. Evin her tarafı kül olmuştu. Yanan tahtaların kokusu havayı dolduruyordu. İtfaiye hortumlarından sıçrayan su, yere dökülen küllerle birleşerek siyah bir çamur oluşturmuştu. Polislerin sardığı şeritler, o çamurun üzerinde rüzgarla dalgalanıyordu. Kalabalık, sessiz bir uğultu gibi çevrede toplanmıştı. Gözlerim etrafı taradı, ellerim yumruk halinde, damarlarım zonkluyordu.

 

Her saniye kalbime yeni bir hançer saplıyordu. enkazın karartısına baktım. Orada bir yerlerde, Ezim’in ruhu ya kaybolmuştu ya da hala beni bekliyordu. Çenemi sıktım, gözlerim doldu.

“Ezim,” diye mırıldandım dişlerimin arasından. “Beni bırakma. Sakın.”

 

Evin yıkıntılarına doğru ilerlerken, lastiklerin ani bir frenle asfaltta yankılanan sesi beni durdurdu. Başımı çevirdiğimde, arabamın hemen yanına bir araç park etmişti. Kapılar açıldı, direksiyon koltuğundan Arat indi. Yan koltuktan da Cihan aceleyle dışarı çıktı. Yüzlerinde gördüğüm ifade, korku ile karışık bir ciddiyetti.

 

“savaş” diye seslendi Arat. Yanıma doğru koştular, ama gözlerim onlara odaklanamıyordu. “ sakın beni durdurmaya çalışmayın!” diye patladım. Sözlerim ateş gibi çıkarken, dişlerim sımsıkı kenetlenmişti.

 

Cihan elini omzuma koyarak beni durdurdu, ama onu silkelercesine geri çektim. “Sakin ol Savaş,” dedi, ama sesi bana su serpmedi, aksine daha da öfkemi körükledi. “Sakin mi olayım?!” diye bağırdım. Etrafındaki adamlarımın gözleri 3 'ümüzün üzerindeydi. ama umurumda değildi. “sevdiğim kadın o alevlerin arasında belkide.." Öldü demeye dilim varmadı. İçimdeki fırtına, her saniye daha da büyüyordu. Eğer birileri canı sevdiğim kadını elimden aldıysa... o yangının küllerinden başka bir yangın çıkarmaktan çekinmezdim, bu dünyayı onların başına yıkardım.

 

Ardından ortaya konuşarak devam ettim, " eğer ezime bir şey olmuş olsun taş üstünde taş bırakırsam benim adım da savaş değil...” Cümlemi tamamlayamadım.

 

“ bi dur lan, ezim iyiymiş, içerden çıkmış.” Gözleri, sanki benim içimdeki o kontrolsüz yangını söndürmeye çalışıyor gibiydi. “Ne diyorsun sen? Nasıl çıkmış?,” dedim, sesi hâlâ titreyen, ama öfkeyi bastırmaya çalışan bir tonla.

 

Arat öne çıktı. “barlastan sonra murat gelmiş, içerde çatışma çıkanca murat da ezimi içerden çıkarıp gözden kaybolmuş, ama.. Galiba, o gelmeden önce ezim babasını öldürmüş çünkü söylenene göre barlas ve diğerleri gelmeden evden bi silah sesi duyulmuş silah da bir tek ezimde vardı. "

 

" yangın çıkınca da içerde annesi, babası ve bir kaç adam kalmış" Diye ekledi cihan,

 

Hâlâ yaşıyor olması, benim nefes almama yeterdi. Demek babasını da o öldürmüştü, sonunda kendi kızının elinden ölmüştü o soysuz.

 

Annesi de ölmüşse ezim gitmezdi son zamanlarda annesine olan öfkesi biraz olsun dinmişti.

 

Ama bu sorular bir yana beni mahveden kardeşimi öldüren herifle kaçması değil, benden kaçmasıydı..

 

“nasıl lan nasıl! O herifle nasıl gider, annesi de o herif yüzünden öldü abisi de, bu kız hâlâ nasıl oluyor da o adama güveniyor!” diye patladım.

 

" Allah'ım çıldıracağım şimdi, sen hala o kıza mı inanıyorsun basbaya sana oyun oynamış. O herifle bir olup seni kandırmış anlamıyor musun" dedi cihan öfkeyle bana bakarken,

 

İçimde saman alevi gibi yanan kor, harlandıkça harlanıyordu o hınçla cihana döndüm ellerimle yakasına yapışıp, dişlerimin arasından konuştum.

 

" Ezim lan o ezim, benim sevdiğim kadın o benim kadınım. O yapmaz böyle bir şeyi duyuyor musun yapmaz!" Dedim.

 

Cihan ellerini yakasını yapışmış ellerimin üzerine koydu, arat da aramıza girip ayıracakken cihan, " dur orda arat, belliki savaş bey anlamamakta ısrar ediyor." derken, ellerini yakamdan bir kuvvetle indirip parmağı havada konuştu.

 

Cihan derin bir nefes aldı ve parmağını sallayarak devam etti. “Tamam ulan! Madem bu kadar güveniyorsun, o zaman bir sor bakalım kendine: Bu işte Ezim’in ne işi varmış? Yangının çıktığı evde ne arıyormuş? Ve en önemlisi, o Murat denilen adamla neden hâlâ bağını koparmamış?”

 

O an içimde bir şeyler koptu. Sözleri beynime çakılan çiviler gibi sertti. Elimi yumruk yapıp sıktım, ama hiçbir şey söyleyemedim. Çünkü sorularının cevabını ben de bilmiyordum. Cihan bunu fark etmiş olacak ki, alaycı bir ifadeyle kafasını salladı. “Bak, sen bile bilmiyorsun cevabı. O kadın seninle oynadı Kabul et ya da etme!”

 

Demesiyle, yumruğu yüzüne indirdim.

 

Ellerim titriyordu, ama gözlerimdeki öfke hiçbir şeyle dindirilemeyecek kadar büyümüştü. Cihan, yavaşça geri adım atarak burnunu tutmaya başladı. Arat ise şaşkın bir şekilde bakıyordu, ama ben ona bakacak durumda değildim.

 

“cihan!” diye bağırdı Arat, ama sesini duymadım. İçimdeki öfke, sadece Cihan’a değil, Ezim’e ve o lanet olası Murat’a da yönelmişti. O herif, Ezim’i nasıl içeri sokmuştu? Onu neden hala koruyordu? Annesi ölmüş, abisi ölmüş, hâlâ o herife güveniyor muydu? Bunu kabul edemiyordum.

 

Cihan yere düşerken başını kaldırdı ve dişlerini sıkarak, “Kendine gel, adam gibi düşün!” dedi. “o kız seni hiç istemedi, sok onu o kalın kafana”

 

O sözler beynimde yankılandı, ama yine de bir şey hissetmedim. Gözlerim bulanık, ellerim hala titriyordu. “Yeter! Sus, lan!” diye bağırdım. Arat hemen Cihan’ın yanına koşarak onu kaldırmaya çalıştı. Cihan, burnunu tutarak ayağa kalktı ama bana doğru adım atmadı. “Savaş… Savaş, sakin ol, burda yumruğu hak eden cihan değil.” dedi Arat, ama içimden patlayan öfke her geçen saniye büyüyordu.

 

“O zaman ne yapacağım lan?” diye haykırdım. “Neden hala çıkıp gitmedi? Neden benimle değil, o herifin yanında? O kadar mı kötü bir adamım ben” Gözlerim dolmuştu, ama ne ağlayacak halim vardı ne de bunu içimden atabilecek gücüm.

 

Cihan’ın sesi, sanki bir duvar gibi karşımda yükseldi, ama içimdeki fırtına dinmiyordu. Yine de, onun bakışlarındaki kararlılığı bir şekilde beni durdurdu. Gözlerim hala bulanık, titreyen ellerim canımı yakıyordu. "Rahatladın mı?" dedi, sözleri sert ama bir o kadar da derindi. "Dindimi öfken şimdi?"

 

bir şekilde Cihan’a bakmaya zorladım kendimi. Sözlerinin arkasındaki anlamı bir süre düşündüm, ama ne kadar uğraşsam da ne cevap vereceğimi bilemedim.

 

" Benim öfkem iki yumrukla diner de" derken elimi yumruk yapıp göğsüme vura vura konuşmaya devam ettim, "buraya söz geçiremiyorum"

 

Cihan’ın gözleri bana sabırla bakarken, Arat’ın sessizliği ortamdaki havayı daha da geriyordu. Birkaç saniye, sadece nefesimi duydum. Ne diyeceğimi bilmiyordum, ama bir şey vardı, derinlerde, içinde kaybolduğum bir boşluk. Gerçeği kabul etmem gerekiyordu, ama o an, kabul etmek hiçbir şekilde kolay değildi.

 

Sözleri, sanki bir kurşun gibi vücuduma saplandı. Duygularımı bastırmaya alışkındım, ama bu, o kadar derindi ki, içinde kaybolduğum her şey birden önüme serildi. Onu kaybetmekten korkuyorum..

Ama hiç benim olmamış birini kaybetmek hangi kitapta var.

 

Aşk güvenle büyür, ihanetle ölür. Ama bizde her şey hep ters gitti. Ne zaman doğru bir şey yapmaya çalışsak, ya bir adım geriye atıyorduk, ya da bir şey eksik kalıyordu. ne zaman bu kadar yanlış olduk? Ne zaman birbirimize güvenmeyi unuttuk? Birbirimizi sevmek de öyleydi, bir arada olmak, bir yol aramak... Ama hep bir şeyler eksikti. Bir şeyler tam oturmadı, hep çatlak bir yerden sızdı, bir kırık çıktı. Kırıldık, hem de ne kadar çok... Sonra birer birer kaybolduk.

 

belki de aşk böyle bir şeydi. Her şeyin kırıldığı yerden bir yere saplanmış kalmak. Hem sevip, hem de kaybetmek. Ama bu kaybolma hali de… o kadar kolay değil. Aşk, güvenle büyür diyorlar ya, belki doğru. Ama ben buna çoktan inanmayı bıraktım. Biz birbirimize güvenmedik, bir kere bile doğru dürüst sevmedik birbirimizi. Hep eksik, hep eksik bir şey vardı. O eksiklik her geçen gün büyüdü, büyüdü, sonunda patladı. Ama ya ben? Ben hâlâ bıraktığı yerdeyim, bu ihaneti ben başlattım belki ama, onun yaptığı ihanet değildi çünkü ihanette duygulara yer yoktur, ben onun duygularıyla oynamadım onu gerçekten seviyordum ama o, ne olduğu bilmediğim sebepten bizi paramparça etti. En çokta beni.

Her şeyin bir sınırı var, ama bizim sınırımız… çoktan geçti.

 

Oysa öyle güzel bakıyor ki, sevmemek elde mi? Onun tek bir bakışı benim hayatımı tek bir kibritle ateşe vermeme değer.

Öyle büyük bir mevzu ki Gülünce kısılan o gözleri, bu kadar tehlikeli olmasına rağmen bir çocuk kadar masum olması...ona karşı hissettiklerim o kadar büyük ki, söyleyecek bir kelimem kuracak iki satır cümlem yok Çünkü hiç bir şey onun bendeki yerini anlatmaya yetmiyor, yetmeyecek. Ama anladım artık, çok sevmek hiç bir halta yetmiyormuş. Değmezmiş onun aşkı, savaşıp direnmeye..

bizim bi sonumuz yok, biz birbirimize ihanetle başladık sonu güzel bitmeyecek.

 

 

Bu bölümü nasıl buldunuz?

 

 

Ortalık bir hayli karışık, olmayacak bir hayale mi kapılıyorlar yoksa?

 

 

Güzel başlayıp hüzünlü bir son bıraktı bölüm farkındayım. Ama ilerde belki değişir ya da zaten birlikte olmaları baştan beri hatadır. Herneyse Buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı beni takip ederek bölümlerden haberdar olmayı unutmayın bir sonraki bölümde görüşürüz📍🎀

Bölüm : 10.12.2024 16:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...