47. Bölüm

Özel Bölüm

sim
simaara

Buraya bölüm yazmayı o kadar çok özlemişim ki 🥹🤭 bazı anlarda keşke başa sarsakta yeniden başlasak bu serüvene diyorum 🫶🏼

 

Benim özlemimi giderdiği gibi umarım sizinde özleminizi giderir, keyifli okumalar diliyorum 🩷

 

 

 

 

• • •

 

 

Bölüm Şarkıları: Nesrin Sipahi / Gözleri Aşka Gülen

 

 

 

"Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir."

 

 

Sabahattin Ali

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

Hayat yaşamaya değerdi. Bu dünyada, hala nefes alabiliyorken, bir şeyler her daim sizi bekliyordu. Yaşamamızın, bir sebebi vardı.

 

Şu anda bilmesekte bir yerlerde bizi bekleyen insanlar bulunuyordu. Ya da bizim kendisini beklediklerimiz...

 

Bir şeyleri anlamaya başladığımda kalkmıştım, yeniden ayağa. Kaybettiğimi sandığım zamanlar olmuştu, kaybetmiştimde. Ama bir noktada hayatın benim için planları farklıydı. Şu an bunu daha iyi anlıyordum.

 

Anne olmanın nasıl özel bir duygu olduğunu çocukken öğrenmiştim. Ondandı belki de kızımla aramda oluşan bu büyük bir bağın sebebi.

 

Karnımdaki varlığını öğrendiğim ilk an, dünya ayaklarımın altından kayıp gitmişti sanki, korkularımla mücadele etmiştim. Ona yetemezsem ve hayatında yanında olamazsam diye şüpheye düşmüştüm. Ama hayattı bu. Bunları düşünüp, anı yaşayamayacak kadar kısaydı. Anı yaşıyordum artık.

 

Bana bakarken parlayan gözlerinin keyfini sürüyordum. Hayatımda nasıl bir yere dokundu haberi bile yoktu minicik varlığıyla. Bu yüzden aynı babasına benziyordu...

 

Yavuz gibiydi tümüyle.

 

Hareketleri, tepkileri, en çokta bana verdiği mutlulukla, aynılardı. Hayatıma dokunmuşlardı. Çok seviyordum onları.

 

"Makrana yidik ya babağ?"

 

Kulağıma gelen seslerle birlikte, elimdeki hortumun suyunu kapattım. Bahçedeki çiçekleri sulamak için çıkmıştım ve yaklaşık 10 dakikadır bahçedeydim. Bensiz duramamışlardı anlaşılan ki, yanıma doğru yol alıyorlardı.

 

"Acıktım ama ben, bir daha yeriz kızım, olmaz mı?"

 

Yavuz'un elini sıkıca sarmalayarak yanında usul usul yürüyordu Efnan. Kırmızı şortlu pijama takımının içinde her an uyuyacakmış gibiydi.

 

"Anniş, babam yine acıkmış."

 

Alttan yukarıya çevirdiği kafasıyla Yavuz'a memnuniyetsiz bir bakış atmıştı. Saçları ise yine dağılmış tokasından firar etmişti. Rahatlığı söz konusu olduğunda, oldukça vurdumduymazdı kendisi.

 

Yeşillerimi karşımdaki adama çevirdim gülümseyerek, o asi duruşundan hiçbir şey kaybetmiyordu sanki. Her gün aynı hisleri uyandırıyordu göğsümde. Büyülüyordu beni.

 

"Baban kocaman bebeğim, az önce de senin aksine çok az yedi, acıkması normal."

 

Efnan, sözlerimle birlikte ikna olan birkaç mırıltı çıkarırken, Yavuz'un elini bırakmış aklına yeni bir şey gelmiş olacak ki heyecanla yerinde zıplamıştı.

 

"Bis, dedemlere ditiçez mi?"

 

4 yaşının kendisine en büyük getirisi daha çok konuşması olmuştu, her gün bizi biraz daha şaşırtan o cümleleri kuruyordu.

 

Sorusunu algılayarak gözlerimi Yavuz'a çevirdim. Benim gibi onun da bu plandan şu anda haberi olmuştu anlaşılan.

 

"Gideriz gitmesine de nereden çıktı bu güzelim?"

 

Yavuz'un sesiyle birkaç adımda yanına yaklaşıp, kısacık boyunun yettiği kadarıyla bacağına sarılmıştı Efnan.

 

"Babağ..." demişti her zamanki o nazlı ses tonuyla. Sonrasında da açıklamasını yapmaya başlamıştı.

 

"Ayas ve Keyem'de geliğ, gidelim."

 

Kendi kendine tüm ekibi toplayacak planı kurmuştu kızım, gülümsedim.

 

"İyi bakalım sen geç içeriye, bende haber vereyim dedenlere."

 

Koşarak eve giren Efnan'la gözlerim Yavuz'u buldu. Şaşkınlığı fazlasıyla görülüyordu.

 

"Kız halaya, oğlan dayıya diye boşuna dememişler."

 

Ufak gülümsemem biraz daha büyürken, kendisinin yakınışına hak vermeden edemedim. Mihrimah'ı anımsatan ufak tefek hareketleri oluyordu Efnan'ın ve sanırım bunu sonunda Yavuz'da fark etmişti.

 

"Çocuklarla 2 gündür görüşmedi, özlemiş olmalı."

 

Dedim, yanıma yaklaşan bedenini izlerken. Kolunu belime sararak başımın üzerine bir öpücük kondurdu.

 

"Her özleyen böyle hemen özlem giderebiliyor ama ben karımla 2 gündür evde köşe kapmaca oynuyorum, doğru mudur?"

 

Serzenişi karşısında gözlerimi kahvelerine çıkarmıştım, 2 gün önce evde yatılı misafir ağırlamıştık ve etrafı toplamam saatlerimi almıştı. Sonraki gün bir kutlama olduğundan kafenin başında durmam gerekmişti. Eve geldiğimde ise, 2 günün yorgunluğundan olsa gerek koltukta uyuyakalmış, odaya çıkarıldığım anı bile hatırlayamayacak kadar bitap düşmüştüm.

 

Kocam ise tüm bu koşturmaca arasında kıskanç bir çocuk gibi, durumdan memnun olmayarak peşimden koşmuş durmuştu. Elimi kolunun üzerine koyarak, tenini okşamaya başladım.

 

"Yavuz..."

 

Derken, elimin altındaki kaslarını hissedebiliyordum. İştahı yerinde olmasına rağmen kendisi kaslarından bir şey kaybetmiyordu. Ve bu durum benim fazlasıyla hoşuma gidiyordu.

 

Çünkü kocamız çok yakışıklı Evin.

 

Alt dudağımı ısırırken ben, onun belimdeki eli hafifçe sıkılaştı. Tenimi usul usul yakıyordu.

 

"Güzel karım."

 

Erkeksi ses tonu tüm bedenimi titretmeye yeterken, kolundaki ellerimi omzuna çıkardım. Ben onun gönlünü alacakken, o yine benim kalbime sızıyordu, gülümsedim keyifle.

 

"Hımm..."

 

Diye mırıldanarak karşılık verdim, göğsünden yükselen parfümüne karışan kokusu çoktan ciğerlerime nüfuz etmişti.

 

"Geçen hafta yaptığın teklifi kabul ediyorum, haklısın kafa dinlememiz gerekiyor. Gidelim."

 

Son zamanlardaki iş yoğunluğundan dolayı, fazla yorulmuştu kendisi. Aynı zamanda kafeye yanıma da sık sık yardıma geliyordu.

 

Tüm bu iş stresinden uzaklaşmamız adına bana, ailecek tatile çıkalım demişti, başlarda bu teklifini tüm bu yoğunluğunun arasında onu daha da zora sokar diye kabul etmemiştim. Ama şimdi görüyordum ki onun buna daha çok ihtiyacı vardı. Gün boyunca, boş boş oturmak bile mutlu olmamızı sağlıyordu.

 

Gülümsedi teklifini kabul ettiğimi duyunca. Kendisine yine kıyamayacağımı biliyordu, haklıydı.

 

"Cumartesi 9'da uçağımız."

 

Yeşillerim şaşkınca kahvelerini bulduğunda, başımı iki yana salladım. Beni her fırsatta şaşırtmayı seviyordu.

 

"Bu planı çok önceden hazırladın değil mi canım kocam?"

 

Belimdeki elini kaydırarak bir anda hafifçe eğildi ve bacaklarımın da altından tutarak beni kucağına aldı. Ellerimi sıkıca boynuna doladım, yerimi bilerek.

 

"Yavuz, sen niye hep böyle ani hareketler yapıyorsun?"

 

Meraklı sesimi umursamadan, eve doğru yürümeye başladı.

 

"Her koşulda gidecektik zaten o tatile yavrum, sen sadece farkında değildin. Ama bizim buna fazlasıyla ihtiyacımız var."

 

Bahçe kapısından içeriye girmemizle ikimizin de gözleri hızlıca salonda dolaştı, Efnan muhtemelen odasına çıkıp hazırlanmaya başlamıştı.

 

"Haklısın, birazcık baş başa olalım."

 

Sözlerimle yüzüne memnun bir ifade yayıldı, daha en başında bu teklifini kendisinin yoğunluğu için istemediğimin fazlasıyla farkındaydı. O yüzden kendisi yine tüm planlama görevini üstlenmişti.

 

Adımları odamıza doğru yol alırken, ben yeşillerimi arsızca yüzünde dolaştırmaya başladım. Yakınımda olduğu her an acaba beni ne zaman öpecek hissi doluyordu içime. Buna o kadar alışmıştım ki, o bana yaklaşmadan ben kendimi onun kollarına atıyordum.

 

Gözlerini gözlerime çevirdi ve başını ne oldu dercesine salladı. Kendisine aşık aşık bakmam hoşuna gidiyordu yine.

 

Konuşmadan omzumu salladım ben de. Şu anın büyüsünü bozmak istemiyordum. Öyle ki karşımdaki manzara fazla hoştu yine. Fırsatı değerlendirip izlemeliydim.

 

Odanın açık kapısından içeriye girdi, ayağıyla kapıyı kapattı ve ardından da kucağındaki bedenimi yere bıraktı.

 

Tam karşısında dikilmiş bir halde yüzüne bakmaya devam ederken ben, yeterince yakın değilmişiz gibi bir anda belimden tutarak aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Yüreğim ani harketi ile hoplarken, ikinci bir hamlesi de beni az önce kapattığı kapıya yaslamak olmuştu.

 

Eğdiği başı boynuma ulaştığında, sıcak nefesi içimi gıdıkladı. Dudaklarının varlığı tenimdeydi. Bana dünyanın en değerli varlığı gibi hissettiriyordu.

 

"Ah be yavrum, doyulur mu şu kokuya."

 

Boğuk sesiyle birlikte yer ayaklarımın altından kayıp gitmişti sanki. Karnım her nefesinde kasılıyor, bedenim ona olan açlığıyla yanıp tutuşuyordu. Günden güne daha çok ona benziyordum.

 

"Yavuz, çok özledim seni."

 

Dedim, zorlukla bulduğum sesimle. Tam şu noktada yeniden onu hissetmek, kollarının arasında olmak istiyordum.

 

Boynuma minik öpücükler bırakan dudakları tenimin üzerinde iki yana kıvrıldı. Serseri tebessümü tam şu noktada yüzünde yer edinmişti, gülümsedim.

 

Ellerimi usulca ensesine çıkardım ve parmak uçlarımla saçlarını okşamaya başladım.

 

"Biliyorum."

 

Dedi, bel boşluğumdan biraz aşağıya kayan eliyle. Her hamlesi gibi dokunuşu da fazlasıyla sahiplenici hissettiriyordu.

 

"Birkaç saat sonra bu özlemi çok güzel gidereceğiz, merak etme."

 

Az önce öptüğü noktayı cümlesinin hemen ardından hafifçe ısırdı ve dilini tatlı tatlı sızlayan noktanın üzerinde gezdirdi.

 

Başımı yukarıya kaldırdım, kafasını boynumdan çekmesiyle. Ve bu sefer ondan önce davranıp, parmak ucumda yükselerek dudaklarımı beklentiyle dudaklarına bastırdım.

 

Susuz kalmış gibi, ihtiyaçla öpüşüyorduk. Titreyen ellerim sakallarının üzerinde gezinirken, saçlarımın arasındaki eli enseme indi.

 

Yeterince yakın değilmişiz gibi yüzlerimiz biraz daha yakınlaştı, sakalları tatlı tatlı tenime batmaya başladı.

 

Dudaklarını benden ayırmadan araladı, solukları soluklarıma karıştı.

 

"Şimdi bir nefes daha alayım o güzel teninden, beni en azından akşama kadar idare etsin."

 

Dudaklarım usulca kırvılırken, dudaklarımdan çekilerek boynuma sıcak bir buse daha bıraktı.

 

"Annişim, pembe eğbise giymek istiyoğum."

 

Yeşillerim, kahvelerini bulduğunda aynı benim gibi onun da dudakları kıvrıldı. Bu tarifi olmayan bir duyguydu resmen. Onunla baş başa olmak, vakit geçirmek, kızımızın bizim etrafımızda dolaşması, bize seslenmesi. Mutluluk ne diye sorsalar düşünmeden ailem derdim. Onunla bana ait olan bu aileydi hepsi.

 

"Ben kızımıza bakmaya gidiyorum o zaman. Bulmamız gereken bir elbise var çünkü."

 

Kafasını salladı ağırca. Belimdeki elini çekmeden tenimi hafifçe bir kez daha sıktı.

 

"Git bakalım yavrum."

 

Kapının önünden kaymasıyla birlikte odadan zorlukla çıkabilmiştim. Karnımdaki kelebekler tatlı bir şekilde havalanmış, etrafta geziniyorlardı. Adımlarım Efnan'ın odasının önünde durduğunda gözlerim gördüğü manzara karşısında hafifçe kısıldı. Efnan yatağının ucundaki pembe tüylü olan halısının üzerinde iki yana uzattığı bacakları ile oturmuş, oyuncak bebeğini de karşısına koyarak kollarını göğsünde bağlamıştı.

 

"Annişim bizi unuttu gağiba Duyu."

 

Gülümsememi saklamak adına elimi ağzıma kapatarak, yerde oturan kendisine bir kez daha baktım. Bayağı trip atıyordu kızım bana.

 

"Evet Duyu."

 

Dedi, gözlerini bebeğinden çekmeden. Duru, uzun zamandır yanından ayırmadığı bebeğinin ismiydi ama dili bunu söylemekte zorlandığı için ona duyu diyordu. Kafasını salladı bebeği ile arasındaki iletişime ithafen. Aralarında ne döndüğünü çoğu zaman merak ediyordum.

 

"Hayı Duyu, annişim azıcık unuttu beni sağdece, öyle hep unutmaz!"

 

Daha fazla burada duramayarak, beni fark etmesi adına kapısına hafifçe vurdum. Ardından da dudaklarımı araladım.

 

"Bebeğim, gelebilir miyim?"

 

Oyuncağında olan kahve hareleri yüzümü bulduğunda kafasını hızlıca salladı ve saçlarını geriye iterek ayağa kalktı.

 

"Pembe eğbisem yok."

 

Omuzlarını bir defa kaldırıp indirirken, dudağını hafifçe büzmüştü. Elbiseleri konusunda biraz dikkatliydi kendisi.

 

"Bakalım bakalım, kızımın elbisesi nerelerdeymiş."

 

Gardrobunun yanına gidip kapağını açarak elbiselerine kısaca göz attım. Görünürde yoktu söylediği gibi.

 

"Bak annişim, gitmiş."

 

Bıcır bıcır söylenmesiyle, dolabın kapağını kapattım hemen.

 

"Burada yoksa ütüleneceklerin yanındadır bebeğim. Hemen ütülerim, giyersin. Olur mu?"

 

Gözleri mutlulukla parlarken ellerini birbirine vurmuştu ve içimi eriten o cümleyi de söylemeyi ihmal etmemişti.

 

"Yoruğmazsın dimi anniş?"

 

Kafamı iki yana salladım hızlıca. Karşımda böyle düşünceli, böyle kibar dururken nasıl yorulurdum ki. Kocaman gülümsedim.

 

"Hayır anneciğim yorulmam, sen burada bebeklerinle oyna ben hemen geleceğim."

 

Ellerini bana doğru uzatarak, kendisine sarılmamı istedi ve bende isteğini heyecanla karşılayarak hızlıca eğildim. Kollarımı açarak, bedenine sarılıp, sıkıca göğsüme bastırdım.

 

Küçük elleri kollarıma tutunmuş, aşağı yukarı tenimi okşuyordu.

 

"Teşeğküy edeyim annişim."

 

Huzur bir söz olup yüreğime akmıştı onun dilinden.

 

 

Emniyet kemerimi çıkartarak, kucağımdaki çantayı elime aldım ve araçtan indim. Yavuz'da hızlıca inmiş, arka koltuktu oturan kızımızın inmesine yardımcı olmuştu. Buraya gelmeden önce uğradığımız pastanenin poşetini de elime alarak beni bekleyen ikiliye döndüm.

 

"Amcamlağ geğmiş mi?"

 

Efnan'ın sorusuyla Yavuz bizim arabamızın biraz uzağında duran arabayı işaret etmişti.

 

"Evet kızım, bak bizden önce gelmişler."

 

Kucağındaki kızımızla bana elini uzatan adama döndüm. Ve bekletmeden elini tuttum.

 

Kapının önündeki korumaların açtığı kapıdan içeriye girdiğimizde, Efnan babasının kucağından inmek istediğini belirterek aşağıya doğru eğilmişti. Güvenli bölgeye geçtiğimize göre daha kucakta durmazdı kendisi.

 

"Ayas, Keyem!!"

 

İnce ve yüksek çıkan sesiyle avluda neredeyse çığlık atmıştı Efnan, küçük adımlarıyla da salon kapısına doğru koşuyordu.

 

Onun bu heyecanına biz gülümserken salon kapısı Boran tarafından açılmıştı.

 

"Geldi üç numara!"

 

Eğilip ufak bir hamlede Efnan'ı yakalayıp havaya kaldırmış, ardından da yukarıya doğru atarak kızımın heyecanla kahkaha atmasını sağlamıştı.

 

"Aras, Kerem diye bağıracağına amca diye bağırsana cimcime."

 

Boran'ın kendisine yaptığı oyuna gülümserken, sıkıca boynuna sarılmıştı Efnan. Ailenin sevgi pıtırcığıydı resmen.

 

"Amcağ, şeni de şeviyom ama ben."

 

Gülümsemelerinin arasında amcasından kocaman bir öpücük alarak, salona girmek üzere yere bırakılmıştı tekrardan kızım. O heyecanını kaybetmeden salona girdiğinde, Boran'ın gözleri sonunda bizi bulmuştu. Yanınıza yaklaşarak kollarını iki yana açtı.

 

"Yengem?"

 

Açtığı kollarıyla kendisine hızlıca sarıldım.

 

"Boran?"

 

Dedim, aynı onun gibi tonladığım sesimle.

 

"Abim?"

 

Dedi, bu seferde Yavuz'a dönüp sarılarak.

 

"Var bunun bir sıkıntısı belli."

 

Dedi, Yavuz. Kardeşinin sırtına hafifçe vurarak. Bakışlarım ikisinin arasında gidip gelirken, Yavuz yeniden konuşmuştu.

 

"Hayırdır aslanım, ne oldu?"

 

Boran, abisinin sorusuyla göz kırparak kafasını yukarıya doğru kaldırdı. Bir haller vardı ama şu anlık söylemeye niyeti yok gibiydi.

 

"Ne olsun abim işte, öyle iş güç."

 

Gülerek Yavuz'un koluna girdim. Yememişti.

 

"E hadi buyurun içeriye geçelim."

 

Açık kapıdan salona girdik hep beraber. Ev ahalisi tam kadroyla buradaydı. Gülümseyerek, dudaklarımı araladım.

 

"İyi akşamlar."

 

Her zamanki koltuğunda oturan Mümtaz baba, kucağına yerleşmiş kendisine bir şeyler anlatan Efnan'ı büyük bir dikkatle dinliyordu.

 

Zümrüt annede, diğer koltukta dizine yatmış Kerem'in saçlarını okşuyordu.

 

Berivan ve Miraç abi yan yana, hemen karşılarında oturan Mirza ve Mihrimah'la konuşuyorlardı.

 

Aras ise Hayat'ın hemen yanında büyük bir hevesle kendisine arabasını gösteriyordu.

 

Bakışlarım diğer tekli koltuğa kaydı. Heja dayenin yerine...

 

Neredeyse 8 ay olmuştu bizi bırakalı.

 

Son ana kadar iyilikle atan kalbi, bize binlerce güzel anı bırakmıştı. Torunlarının çocuklarını büyük bir özenle sevip, saymıştı.

 

Ama o da çok özlediği eşine kavuşmuştu sonunda. Sık sık anlattığı sevdasının yanındaydı artık.

 

Sesimle beraber hepsinin gözü bizi bulduğunda yavaş yavaş ayağa kalkmışlardı.

 

"Aaa hoş geldiniz."

 

Bize yakın duran Berivan'la sarılmıştık ilk önce. Sonrasında da Miraç abiyle.

 

Sırayla hepsiyle kucaklaştıktan sonra, boş olan koltuğa Yavuz'la oturmuştuk. Gözlerim karnı ufaktan belirginleşen Mihrimah'a kaymıştı. Günden güne daha da büyüyordu ailemiz.

 

"Nasıl gidiyor hamilelik, daha iyi misin?"

 

Elleri karnını bulduğunda gülümsemiş ve gözleri yanındaki Mirza'yı bulmuştu Mihrimah'ın.

 

"Genel olarak iyi ama sürekli canım bir şeyler çekiyor yengem, gece yarıları kocamı dışarıya gönderiyorum hep."

 

Karısının sözleriyle kafasını sallayan kişi bu seferde Mirza olmuştu.

 

"Gece açık olan nöbetçi manavlar keşfettim, lazım olursa sorun bana, hemen hallederiz."

 

Sözleri ben dahil herkesi güldürmüştü. Başlarda aralarındaki ilişki nasıl olacak diye gerilen aile üyeleri artık fazlasıyla rahat ve huzurluydu. Çünkü Mirza'nın sevgisinin gerçek olduğunu görebiliyorduk.

 

"Baba olmak kolay mı öyle damat bey, çalışacaksın."

 

Boran olmuştu araya giren kişi. Hayat'ın yanında sanki daha da enerjik, daha da neşeliydi. Birbirleirne çok yakışıyorlardı. Ve kayıp parçalarını bulmuşlardı.

 

"Eh seni de göreceğiz Boran Karadağ."

 

Mirza'nın kinayeli sesiyle sadece tebessüm etmişti Boran. Yeğenleriyle bile böylesine ilgilenirken, kendi çocuğu olduğunda nasıl olacağını az çok tahmin edebiliyorduk.

 

Evin içindeki eğlence en üst düzeydeyken sonunda Zümrüt annenin kurmuş olduğu masaya hep beraber oturmuştuk. Yine döktürmüştü geleceğimizi öğrenen kendisi.

 

"Ay kötte pattis vağ."

 

Oturduğu sandalyeden kafasını havaya kaldırarak, masanın ortasındaki büyük tepsiyi zor bela görmüştü Efnan. Keyifle gülümsemeyi de ihmal etmiyordu. Çünkü köfte patates kendisinin zaafıydı.

 

"Var tabi güzel kızım, hele yemeğini ye tatlı da yaptım."

 

Birbirine vurduğu elleriyle babaannesine öpücük attı. Yemek seçmediği için genelde iştahı oldukça yüksekti.

 

"Teşeğküğ edeyim babaağnem beğnim."

 

Nezaket kurallarını yine görmezden gelmeyen kızıma gülümseyerek, bende yemeğimi yemeye başladım.

 

"Beselye neymiş kine, istemiğyom."

 

Kerem, çatalının ucuyla tabağının kenarına ayırdığı bezelyelere, kısık gözleriyle bakıyor, hemen yanında oturan Boran ise Kerem'in ciddiyetle konuşmasını dinliyordu.

 

"Aslan parçası, o tabak bitecek ama. Hem kaç yaşındasın sen, bezelye ile kendisini sevmeyecek kadar neler yaşamış olabilirsin?"

 

Kafasını kaldırıp amcasına bakmıştı Kerem. Yüz ifadesine bakılırsa hiç ama hiç memnun değildi.

 

"İstemiğyom ben, tadı yok bunun hem."

 

Boran çatalına bezelyelerden bir tanesini almıştı Kerem'i ikna etmek adına.

 

"Ah ulan, Zümrüt Sultan ağzımıza tıkıyordu şunları peşinizden koşacak diye. Şimdi ki veletler de sevmiyorum diyerek kenara atıyor."

 

"Boran."

 

Demişti o esnada Zümrüt anne, belerttiği gözleriyle. Boran'ın çatalındaki bezelyeyi yemesine ise dehşete düşmüş gibi bakıyordu Kerem.

 

"Rahat bırak oğlanı, sevmiyorsa yemesin."

 

Kerem babaannesinin kendisini savunmasının memnuniyeti ile bezelyeleri ayırmaya devam ettiğinde Mihrimah gülerek araya girmişti.

 

"Rüyalarımızda bezelye istilasına uğrayacağız diye bir tabak dolusu yediğimizi bilirim."

 

Zümrüt anne de alttan alttan gülüyordu duyduğu sözlere ama çocuklarına bunu göstermeye niyeti yok gibiydi.

 

"Kadın tabakla peşinizden koşuyordu, başka türlü yemiyordunuz haklı olarak."

 

Yavuz'un alayvari sesiyle Boran konuşmuştu yeniden.

 

"Hiç öyle taraf çekme abi, her defasında sende kaçıyordun hatırlatırım."

 

Gözlerim yanımdaki Yavuz'u bulduğunda, Boran'ın sözlerine gülümsediğini gördüm.

 

"Karıştırma şimdi sen orasını."

 

Masanın en başında oturan Mümtaz baba dahil olmuştu en sonunda konuya. Onun da suratına yer edinmiş bir tebessüm vardı. Gözleri hepimizin üzerinde gezinmişti birer birer.

 

"Nimet seçilir mi hiç, ne güzel yiyorsunuz işte."

 

Dudaklarımdaki ufak tebessümle ben akıp giden sohbeti takip ederken, Efnan boyunun yetmediği sandalyede bir kez daha başını kaldırıp bize seslenmişti.

 

"Bakın banağ!"

 

Elinde tutup havaya kaldırdığı çatalının ucunda minik bir bezelye tanesi vardı.

 

"Ben seviyom ki çok, yiyoğrum hep dimi anniş?"

 

Ağzına atıp, cevap vermem üzere beklentiyle bana bakan gözleriyle, kafamı sallayarak kendisini hemen onayladım. Ardından da alnına sıcak bir öpücük kondurdum.

 

"Evet, benim kızım bezelyeyi çok seviyor..."

 

Geri arkama yaslanmamla, dibimde duran kocamın duyacağı bir tonlama ile de gülümseyerek cümlemi tamamladım.

 

"... babasının aksine."

 

 

Planladıklarımızın dışında akıp giden şeydi hayat. Bunu artık çok daha iyi biliyordum. Kader çizgisinin, en doğru ve hatırlı hali bir noktada bize ulaşıyordu.

 

Eski Evin olsam, muhtemelen umutsuzluğa hapsolmuş, hayatın nasıl bir yer olduğunu yeniden tatmaya gerek duymadan, ölümümü beklerdim.

 

Ama eski ben değildim artık. Uzun süre önce o eski benliğimden çıkmayı başarmıştım. Karanlık demiştim çokça kez. Çünkü benim için bu girdabı ifade edecek tek kelime o olmuştu. Ucu bucağı gözükmeyen, ışık dahi olmayan bir sonsuzluktu.

 

Elimi uzatacağım ya da gözlerine bakacağım kimsem yoktu.

 

Ama demiştim, dönüm noktası vardı. Yavuz hayatıma girdiğinde inatla gardıma sarılmış, kaçmıştım. Biliyorum mantıksızdı bu yaptığım ama üst üste kayıp verince, bir kez daha ortada kalmayı göze almak istemiyordu sadece insan.

 

En yakınlarından bile darbe yemek zorunda kalındıysa şayet, yabancı birisinin iyi niyetine inanmak zordu.

 

Eski halim muhtemelen şu anki konumumu ve hayatımı duysa bana inanmaz gülerdi. Hayat gerçekten de garipti.

 

"Mujlayı hep yemisleğ anniş."

 

Mutfak kapısından kendisinden önce minik göbeği giren kızım, elindeki muzdan bir ısırık daha almıştı. Ama aldığı ısırık büyük olacak ki zaten tombiş olan yanakları birazcık daha şişmişti.

 

"Allah Allah."

 

Demiştim onun bu tavrına karşılık. Midesini rahatsız etmemesi için evde muzları saklamak zorunda kalıyorduk, fakat bu akşam ki misafirlik dönüşümüzde, dedesi eve getirmemiz için kendisine bir poşet muz vermişti ve bu ani kayboluş haklı olarak kendisini şüpheye düşürmüştü.

 

"Hıhı."

 

Dedi, kafasını sallarken. Adımları ufak ufak yanıma yaklaşırken girişteki 2 basamaklı merdiveni dikkatle inmişti.

 

"As önce bis sürüğdü."

 

Yumuşak saç tutamları her zamanki gibi bağımsızlığını ilan ederek tokadan kaçmış, yüzüne doğru düşmüştü. Eve geleli yarım saat falan oluyordu ve kendisinin gözlerinde uyku emareleri uçuşuyordu. Pembe elbisesini daha kapının hemen önünde bana çıkarttırmış, yumuşak pijamalarının içinde keyifle girmişti.

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak, ellerimi öne doğru uzattım.

 

"Gel bakalım yanıma."

 

Tek eliyle tuttuğu muzdan bir ısırık daha aldıktan sonra uzattığım ellerime kendisini bırakmış, koltuğa oturması adına yaptığım yardımı kabul etmişti.

 

"Şu anda muzunu yiyorsun zaten anneciğim, fazlası zarardı bunu daha önce konuşmuştuk seninle."

 

Gözlerini kocaman açmış bir halde yüzüme bakarken, önde bulunan birer inci tanesine benzeyen dişleriyle muzdan bir ısırık daha almıştı. Ağzındaki lokmasını yuttuğu an yenisini ısırması, boğazına kaçacak diye korkmamı sağlıyordu.

 

"Ama... ama"

 

Diyerek itiraz etmeyi ihmal etmemişti. Bir yandan muzunu yemeye çalışıyor bir yandan da bana cevap veriyordu ama ikisini aynı anda yapamadığı için sinirlendiği de çatılan kaşlarından fazlasıyla belli oluyordu. Tahammül seviyesi biraz düşüktü.

 

"Babam da kavhe içiyor hep. Ona da zayay o saman."

 

Haksız sayılmazdı. Gülümseyerek yanaklarını okşamaya başladım.

 

"Evet bebeğim, bir şeyi fazla tüketmek bize zarar verir. Bence bunu babana da söylemeliyiz. Eminim öğrenince o da dikkat edecektir."

 

Dudakları saliselik bir şekilde iki yana kıvrıldı ve ardından bir kez daha muzundan ısırdı. Ben yüzümdeki gülümseme ile onu izlemeye devam ederken, evin kapısı Yavuz tarafından açılmıştı.

 

"Yarın dosyaya bakacağım ben, şu anda göndermene gerek yok."

 

Kulağındaki telefonu indirmeden içeriye girdiğinde, yanımda oturan sevimlilik abidesi kızımız, kahvelerini babasına çevirmiş merakla dinlemeye başlamıştı.

 

"İmzaları atıp atmayacağımıza da öyle karar veririz, acele etmelerine gerek yok."

 

Ufacık bedeni ve iki yana uzattığı bacakları ile öyle tatlı gözüküyordu ki, anlatamazdım.

 

"Eyvallah."

 

Telefonu kapatıp masaya bırakarak dikkatini tamamen buraya çevirmişti Yavuz. Geldikten bir süre sonra kapıdaki korumalar ve Akif'le iş hakkında konuşması gerektiğini söylemişti.

 

Ve bundan önce muzları imha eden kişide kendisi olmalıydı. Yüzümdeki gülümseme ile yanımdaki Efnan'ı işaret ettim.

 

"Baba."

 

Diye bir ses yükseldi heyecanla. Bir o kadar da nazlıydı yine.

 

"Efendim bir tanem."

 

Konuşmaya girmeden kıkır kıkır gülmüştü öncelikli olarak Efnan. Konu her ne olursa olsun, babasına karşı o tatlı tebessüm her daim verilmeliydi.

 

"Bisim muslayımıs yine kağbolmuş."

 

Artık dibine yaklaştığı muza karşı bakışlarına bir ciddiyet ve de hüzün yerleşmişti.

 

"Ben as önce gittim, bu vağdı. Dedem bis sürüğ veğmişti ama."

 

Kabuklarına hafif sinirli hafif sevimli şekilde bakarken, Yavuz hemen yanımıza koltuğun boş tarafına oturmuştu.

 

Evin içinde kendisinin minyatürü gibi geziyordu Efnan ve bu tabloyu izlemek beni aşırı eğlendiriyordu.

 

"Kaybolmuş demek?"

 

Kafasını salladı Yavuz'un sorusu ile. Ardından da gözleri beni buldu.

 

"Anne, babama da kısacaktık."

 

Alttan alttan yüzüme bakan koca gözlere daha fazla tepkisiz kalamayarak yanaklarını sıkıca öpmeye başladım.

 

"Ay yine yiyiyoğ beni.. anneğ dur... babağ yağdım et."

 

Büzüşen dudakları ile benden kaçmaya çalışırken, kollarımı sıkıca sarmıştım etrafına.

 

"Tabi yerim, çok tatlı bir bebeğim var benim. Isırırım o yanakları annem."

 

Gülüşleri kahkahaya dönerken Yavuz biraz daha yaklaşarak kucağımda yatan Efnan'ı alnından öpmüştü.

 

"Annesinden almıştır o tatlılığı."

 

Kafamı yan çevirerek kendisine baktım. Yüzüme yakın yüzü ve beni her daim içine çekecek kadar güçlü olan gözleriyle, zihnime sızıyordu yine. Haylaz ve serseri bir çocuktu.

 

"Neden kızacakmışsınız bana hemen, deyin bakalım?"

 

Kırptığı gözü ve hafif salladığı başı ile gözlerim gözlerinden dudaklarına kaydı bir anlığına. Biliyordu aklımı karıştıracağını. Zaten sabahtan beri çokta aklım yerinde sayılmazdı.

 

"Çooookk biy süyü kavhe içiyoğsun çümkü."

 

İki yana açtığı elleriyle babasına bakıyordu Efnan. İkna edici olmayı da umuyor gibiydi.

 

"Hep hep, kavhe içmek zayaylı."

 

Yavuz, Efnan'ı sıkıca tutarak kucağına oturttu ve bana biraz daha yaklaşarak kenara açtığı kolunu da omzuna sardı. Yuvam şimdi tamamen buradaydı.

 

"Gizlice odama gelip, kahve içmek için bana rüşvet teklif eden kızım mı söylüyor bunu?"

 

Gözlerim şaşkınlıkla Yavuz'un yüzünden Efnan'ı bulmuştu. Küçük elini dudağının kenarına koyarak konuşmasını görmemi engelledi ve fısıldayarak babasına bir şeyler anlatmaya başladı.

 

"Ya babağ, hani bu biğ sığ aramısda. Neden söylüyoğsun?"

 

Sessiz mırıltılarının arasındaki birkaç kelimeyi yarım yamalak duyarken, dudaklarımı aralamıştım hemen.

 

"Ben doğru mu duydum az önce?"

 

İki yana salladı başını hızlıca. Arkamdan iş çeviriyordu küçük hanım.

 

"Hayığ anniş, hem ben küçücüküm, kavhe zayaylı."

 

Elindeki biten kabukları nereye koyacağını bilememiş haline bakarak elimi uzattım. Yavuz'un da kahve konusunda aklını karıştırmak için, türlü oyunlar oynadığından emindim kendisinin. Fenaydı biraz.

 

"Evet küçüksün ve küçük çocukların artık uyku saati geldi bebeğim, hadi bakalım şimdi doğruca yatağa."

 

Kafasını sallayarak onayladı beni ve babasının kucağında odasına doğru götürülmek üzere yola çıktı. Gitmeden önce sıkıca sarılmayı ve öpücük bırakmayı da ihmal etmedi.

 

Yine uyuyana kadar en sevdiği masalı babasına defalarca kez anlattıracaktı ve her defasında da aynı tepkileri heyecanla verecekti.

 

Çünkü onun sevdiği şey hikaye değil, bu hikayeyi babasından dinlemekti...

 

 

Yazardan 1 hafta sonra;

 

Ailecek yaptıkları kahvaltıdan sonra evden çıkarak kafeye gelmişti Evin. Son zamanlarda kendisi daha çok ilgileniyordu burayla ve bundan da fazlasıyla keyif alıyordu. Tatilden geleli birkaç gün olmuştu ve buradaki işleri geldikten sonraki ilk kontrol edişiydi.

 

Kızı ise bugün kocasıyla iş yerine gitmeye karar vermişti. Aklı ise bu yüzden oldukça rahattı.

 

Yavuz'un her zamanki siyah takım elbise kombininin yanında turuncu elbisesi, diz kapağının altında biten uzun beyaz çorapları ve yine elbisesinin rengindeki rugan ayakkabıları ile fazlasıyla tatlı gözüküyordu Efnan. Bugün kendi deyimiyle o da çalışacaktı ve işe giderken ekstra özenli olmalıydı. O yüzden hazırlanması biraz daha uzun sürmüştü, kızının o hallerini anımsayarak tekrardan güldü Evin.

 

Diğer tarafta da arabadan indikleri an, peluş tavşanına sarılan ve diğer eliyle de babasının kendisine uzattığı elini sıkıca tutan bir Efnan vardı. Akif yine her zamanki gibi arkalarından geliyordu.

 

"Ben de mi çalışıcam baba?"

 

Kafasını kaldırıp babasının yüzüne bakmaya çalışırken, sormuştu Efnan. Yavuz ise onun bu çabasına kıyamayarak hemen eğilerek kucağına almıştı. Yoksa kızının küçük boynu ağrıyacaktı.

 

"Evet güzelim, bugün bizimle sende çalışacaksın."

 

Kafasını salladı anladığını belli ederek. Yavuz ise kızının ciddiyeti karşısında gülümsemeden edemedi. Karısı yanında yokken, bir minyatürü gibi konuşup kendisini güldürüyordu kızı.

 

"Akif abiğ? O da mığ gelecek?"

 

Arkalarında duran Akif'e bakarak sormuştu bu sefer de sorusunu.

 

"Gelecek."

 

Diyerek onu onaylatmıştı Yavuz. Efnan ise aldığı cevapla memnun bir şekilde gülümsedi. Kendisi ile ilgilenen herkesi çok seviyordu Efnan genel olarak, Akif'te onlardan bir tanesiydi. Bugün yapacakları boyamaları daha şimdiden düşünmeye başlamıştı.

 

"Pağka götürür müsün beni?"

 

Yavuz, kızının saçlarına bir öpücük kondurarak, şirketin kapısından girdi ve asansörün düğmesine bastı.

 

"Akşam iş çıkışı olur mu?"

 

Açılan asansör kapısından içeriye girmeleriyle kafasını salladı Efnan. Kısa sürede de Yavuz'un odasına gelmişlerdi zaten. Koridorda gördüğü ve kendisine gülümseyen herkese el sallamıştı bu süreçte Efnan.

 

Sabah buraya gelmeden önce annesiyle hazırladığı küçük sırt çantasını koltuğa bırakan babasıyla, kendisi de koltuğa oturdu rahatça. Çantasını açarak içindeki boyama kitaplarını ve kalemlerini çıkardı teker teker.

 

"Ben kapıdayım abi bir şey istiyor musun?"

 

Odadan çıkmak üzere olan Akif'le Yavuz ceketini çıkarıp kenara asmıştı.

 

"Bana bir kahve, Efnan'a da meyve suyu getirsinler, girişe söyle."

 

Boyama kitabını dizlerinin üzerine koyarak sayfalarını açıyor, aynı zamanda da ayaklarını ufaktan sallıyordu Efnan.

 

"Akif amcağ?"

 

Diye seslendi odadan çıkmak üzere olan adamın arkasından bakarken.

 

"İşin bitince boyamağ yapalım mı?"

 

Akif onun bu tatlı teklifine asla hayır diyemezdi. Dememişti de. Gülümsedi.

 

"Tamamdır küçük hanım birazdan geleceğim yanına."

 

Örtülen kapıyla gülümsedi ve boyama kalemlerini seçmeye başladı Efnan. Yavuz ise kızının oturduğu koltuğa yaklaşarak tam önünde dizlerinin üzerine çömeldi.

 

Birer boncuğu anımsatan kahve harelerini babasının gözlerine sabitlemiş, yine tatlı tatlı gülümsüyordu kendisi.

 

"Güzelim gel bakalım masada otur sen, böyle eğilirsen belin ve boynun ağrır."

 

Babasının masasına bakarak, hızlıca incelemişti ve ardından da havaya kaldırdığı işaret parmağıyla masayı işaret etmişti.

 

"Oraya mı babağ?"

 

Ayağa kalkarken kızını da kollarının arasına almıştı Yavuz.

 

"Evet babam, burada yap boyamanı."

 

Dönen sandalyeyi Efnan'ı oturttuktan sonra en yüksek boyuta ayarlamıştı Yavuz. Şimdi masadaki kağıt ve kalemleri ile daha rahattı kızı, yüzündeki gülümsemeden anlayabiliyordu.

 

Az önce kızının oturduğu koltuğa, dosyalarını alıp geçtikten sonra bir süre yüzündeki gülümsemeyle kızını izlemiş durmuştu.

 

Karısının naifliği birebir geçmişti sanki. Öyle ki her konuşmasında, daha da çok hayran bırakıyordu kendisine. Kızının ciddiyetle başladığı boyama seansını bölmemek için sessiz kalarak telefonundan hızlıca bir resmini çekti ve aynı hızla resmi karısına gönderdi.

 

Kızımız büyük bir ciddiyetle çalışıyor fıstığım :)

 

Gönderdiği mesajla dikkatini önündeki anlaşma dosyasına çevirdi ve eline alarak okumaya başladı. Karısının da bugün yoğun olacağını biliyordu en azından o yazana kadar, kendisini bölmeyecekti.

 

 

Evin'den;

 

"Abla bu pastalar hızlı tükenmeye başladı, acaba günlük çıkan sayılarını mı arttırsak?"

 

Yeni gelen çiçekleri özenle saksılarına yerleştirirken servisten gelen Bengü'ye çevirmiştim bakışlarımı. Bir süredir burada yanımda çalışıyordu ve kendisi pastacılık üzerine birçok eğitim almıştı. İşinin ehliydi kısacası.

 

"Seni zorlar mı bu durum? Yetişebilir misin hazırlarken?"

 

Küçük saksıyı masanın ortasına bırakırken yönümü tamamen kendisine çevirdim. Sözlerimle kafasını sallamıştı.

 

"Evet halledebilirim, zaten mutfaktakiler de bana sık sık yardım ediyor. Altından kalkarız diye düşünüyorum."

 

Gülümsedim.

 

"O zaman olur. Ben şahsen fazlasıyla seviyorum özel tarifli pastanı, aynı şekilde Efnan'da öyle."

 

Yanakları kızarırken utançla tebessüm etmişti. Farkında değildi ama gerçekten de pasta konusunda büyük bir yeteneğe sahipti Bengü.

 

"Ben aslında sabah Efnan ve senin için bir tane büyük boy hazırlayıp paketledim. Giderken götürürsün, unutma."

 

Bu ince jestine hayır diyemezdim.

 

"Teşekkür ederim canım benim ellerine sağlık şimdiden."

 

Gülümseyerek yanımdan ayrıldığında dikkatimi yeniden çiçeklere verdim. Geriye kalan birkaç saksıyı daha güzelce doldurup dizdikten sonra kendime kahve yaparak dışarıdaki masalardan bir tanesine oturdum.

 

Sessizde unuttuğum telefonumu cebimden çıkartıp gelen mesajlara hızlıca dönerken, gözüm kocamın attığı mesaja düşmüştü.

 

Açılan ekranla görüş açıma ilk olarak Efnan'ın masada ciddiyetle boyama yapan hali girmişti. Tek eli ile kitabı kaymaması adına tutmuş, diğeri ile de boyama yapıyordu. Mesajını okudum gülümseyerek. Ve hızlıca cevap yazdım.

 

Babasına çeken bir huy daha, iş konusunda taviz vermiyor anlaşılan 🤭 yerini de kapmış gibi.

 

Gönderdiğim an mesajım kendisi tarafından okunmuştu. Bazı anlarda mesajımı pusuda beklediğini düşünmemi sağlıyordu bu hareketi. Gülümsedim. Bir yeni görsel daha düştü sohbet panelime.

 

Şimdi ise kendisine getirilen büyük bir bardak dolusu meyve suyunu ucundan tuttuğu pipetiyle yudumluyor, küçük kurabiyelerin olduğu tabağı da kararsızca gözleriyle inceliyordu.

 

Yaa, öp benim yerime 🥹

 

Öpeyim öpmesine güzelim ama benim özlem nasıl dinecek? Alır mıyım bende senden bir buse :)

 

Gözlerim mesajının üzerinde haylazca parıldarken, parmaklarımı gülümseyerek yeniden klavyede dolaştırdım.

 

Buse kim Yavuz? Ayrıca hayırdır, işleri kızıma yıktın da işten kaytarıyor musun?

 

Buse ismini okuduğu an dehşete düşen sürat ifadesini hayal edebiliyordum. Gülümsemem her saniye biraz daha büyürken, cevabını beklemeye başladım.

 

Buse kim ne demek güzelim? Ne bileyim buse kim. Hangi anlamda dediğimi biliyorsun sen.

 

Mesajına cevap verecekken ben bir mesajı daha ekranıma düşmüştü.

 

Biliyorsun değil mi?

 

Beni ikna etmeye çalışan, haline daha fazla kıyamayacaktım. Telaşlanmıştı.

 

Ne oldu herkesin ağam diyerek önünde eğildiği adama :)

 

Söz konusu yeşil gözlü bir güzel olunca, adamın feleği şaşıyor ;)

 

Telefonumun kamerasınu açarak hızlıca şu anki resmimi çekmiş ve kendisine göndermiştim.

 

Pekala buluşana kadar özlemini bu dindirir umarım 🤭

 

Yeşillerin ne güzel parlıyor öyle :)

 

Dudaklarımdaki gülümseme ile mesajını hızlıca okurken, parmaklarımı ekranda yeniden gezdirdim.

 

Bence bende bir resmi hak ettim.

 

Emindim ki mesajımı yüzündeki serseri ifadeyle okumuştu. Daha da keyiflendim bunu düşünerek. Her gün biraz daha nasıl kendisine aşık ediyordu beni anlamıyordum.

 

Ekrana resmi düştü saniyeler içinde. Siyah ceketini çıkarmış gömleği ile duruyordu artık. Koltukta iyice yaslanmış, iki yana açtığı bacakları ile küçük sehpadaki dosyaları inceliyor gibi gözüküyordu.

 

Kahve harelerindeki haylaz ifade içimi gıdıklarken, gözüm gömleğinin açık yakasından gözüken esmer tenine düştü. Kokusunu hissetmiş gibi burnumun ucu kaşındı.

 

Ne o fıstığım, gözünü alamadın mı ;)

 

Dudağımı ısırırken, gülümsedim. Bu kadar çok gülümsediğim için eminim erken yaşlanacaktım.

 

Kocama istediğim gibi bakamayacak mıyım 🙃

 

Kocan işi gücü bırakıp yanına gelecek böyle devam edersen haberin olsun.

 

Saçlarımı geriye iterek, telefonu elimden masaya bıraktım. Gelirdi buraya biliyordum.

 

İşini bitirmesi adına tekrardan mesaj yazmadım zaten burada çok az işim kalmıştı, belki ben erken giderek kendisine sürpriz yapabilirdim.

 

 

Yazardan;

 

"Babağ."

 

Demişti babasının kucağından inmek için çırpınırken Efnan. Yavuz ise daha birkaç dakika öncesinde kendi isteğiyle kollarına gelen kızının, neredeyse kendisini yere atacak olan halini şokla izliyordu. Bir anda neden böyle bir şey yapmıştı anlamamıştı.

 

"Dur bir kızım, indireceğim zaten."

 

Yavaşça kızını yere bırakmasıyla birlikte yanında dikilen Akif sessizce fısıldadı.

 

"Abi biz seninle ne zaman parka gelsek işimiz yolunda gitmiyor, yengeyi mi bekleseydik acaba?"

 

Vakit akşam saatlerini gösterdiği için park oldukça kalabalıktı. Efnan ise tüm bu kalabalığa rağmen kıpır kıpır yerinde duramıyor gibi heyecanlı gözüküyordu.

 

"Efnan?"

 

Dedi, yukarıdan kızına bakarken. Akif'in gereksiz evhamını da duymazlıktan gelmeyi tercih etmişti. Şu anda daha büyük bir sorunları var gibi gözüküyordu.

 

"Hıı??"

 

Diye bir mırıltı duydu. Küçük kızı tek ayağının üzerine yaslanmış vaziyette karşısında bulunan bir noktayı izliyordu ve surat ifadesine bakılırsa fazlaca keyifliydi.

 

"Nereye bakıyor lan bu?"

 

Akif'e yönelttiği soruyla hafifçe eğildi ve kızının boyuna gelerek baktığı yönü anlamaya çalıştı.

 

"Abi, şuradaki velete mi bakıyor?"

 

İkisinin de gözü salıncakta oturan erkek çocuğunu bulduğunda Yavuz elektrik akımına kapılmış gibi titremişti. Ne münasebetti?

 

"Yok lan, benim kızım niye elin veledine baksın? Yok bakamaz."

 

Büyük elini kızının gözüne kapatıp parktan çıkarmak üzere yönünü çevirdiğinde Efnan'dan bir itiraz yaygarası yükselmişti.

 

"Ya babağ duğsana! Sallanmak istiyoğum ben. Bırak beniğ."

 

Rugan ayakkabısı ile iki kere sekerek salıncağa yaklaştığında Yavuz hala daha şoka girmiş vaziyette bakmadan duramıyordu.

 

"Akif ben yanlış görüyorum değil mi? Kızım şu küçük fırlamaya gülümsemiyor?"

 

Tedirgin sesi birkaç saniye cevapsız havada asılı kalırken, Akif zorlukla yutkunmuştu. En az Yavuz kadar o da şoktaydı. İhanete uğramış gibi hissediyorlardı.

 

"Güldü, hala da gülüyor. Bu kız bizim dışımızda niye elaleme gülümsüyor abi? Dövemeyiz de biz bu çocuğu."

 

Bir aydınlanma yaşamış gibi kafasını sallamıştı Akif. Belinin kenarına koyduğu elleriyle derin bir soluk aldı Yavuz, sonrasında da burun kemerini sıkarak yürümeye başladı.

 

"Efnan, güzel kızım. Gel gidelim başka parka."

 

Kızı kendisini duymamış tam tersine salıncağa binmek üzere iyice yerine geçmişti.

 

"Babağ sallasanağ beni."

 

Salıncağa binmeye çalışmış ama başarısız olmuştu. Yavuz sakin kalmaya çalışarak Efnan'ı salıncağa bindirdi ve sallamaya başladı. Gözü de aynı zamanda yan salıncaktaki çocuğu inceliyordu. Arkasında sallayan kişi anladığı kadarıyla çocuğun babasıydı.

 

Elini kaldırıp yanındaki salıncakta oturan çocuğa el salladı Efnan. Çocukta aynı şekilde karşılık verdi. Daha öncesinde tanışıyorlar gibi davranmışlardı.

 

"Sahipte olmuyor oğluna it."

 

Diye homurdandı Yavuz sessizce. El kadar çocuğa bileniyordu şu anda ve bu kesinlikle mantıksızdı.

 

"Akif amcağ, babam yavaş sallıyor, sen sallağ."

 

Efnan'ın ince sesi 2 dakikada bir başka konuyla yankılanırken, Akif yanlarına geçmişti.

 

"Küçük hanım o gözlerini acaba çeksen mi çocuktan?"

 

Tavşanına sarılmış bir halde sallanırken, Akif'e anlayamayarak gözlerini çevirmişti Efnan.

 

"Çocuk mu? Ama onun ismiğ Ösgür."

 

"Ösgür?"

 

Dedi Akif, doğru duyup duymadığından emin olamayarak.

 

"Hayığ Akif amca, Ösgür deyil, Ösgür, Össss-güğğğr."

 

Ciddi bakışları ve anlatımı ile Yavuz'un kaşları biraz daha çatılmıştı.

 

"Kimmiş bu zibidi Özgür?"

 

Dedi, kızına üstten bakışlar atarak. Akif ise şimdi anlamıştı.

 

"Ha Özgür demek..."

 

Efnan'ın yarım yamalak sözcükleri ile çoğu zaman algıları tıkanıyor gibiydi kendisinin.

 

"Babağ Ösgür, annesiyle annişimin kafesine geliyoğlar. Hem, hem banağ çikolatağ bile ağmıştı."

 

Sabır çekerek burun kemerini yeniden sıktı Yavuz. Vücudundaki sinir kat sayısı git gide artıyordu.

 

"Ulan daha bunlar kaç yaşında da tanıştık diyorlar, ya sabır ya selamet."

 

Salıncağı sallamayı bırakarak yanlarında dikilen Yavuz'a yaklaştı Akif.

 

"Abi, çocuğu dövemeyiz dedik ya?"

 

Yavuz kafasını çevirip Akif'e bakarak, ufak bir işarette bulundu. Bu hemen konuş demekti. Çünkü şu an kendisi de Akif gibi tek seçenek düşünüyordu. Hemde saçma olduğunu bilmesine rağmen.

 

"Babasını mı dövsek? Baksana sahip olmuyor çocuğuna. Bizim kıza sulanıyor basbayağı."

 

İkisinin de gözleri salıncağı bulduğunda, aslında işler Akif'in dediğinin aksine ilerlemişti. Sulanan bir çocuk yoktu ortada. Birisi sulanıyorsa o da ne yazık ki Efnan'dı...

 

Salıncağın kemerinin üzerinden bedenini yana eğmiş, aralarındaki ufacık mesafeyi kısaltıp, sohbet etmek adına kendisini çocuğa yaklaştırmıştı.

 

Tatlı tatlı gülümseyip bir şeyler anlatıyordu, öyle ki salıncağın kemeri olmasa çoktan yere düşmüş olabilirdi.

 

"Kız?!"

 

Dedi, dehşete düşmüş bir vaziyette kızına yaklaşırken Yavuz. Küçük bedenini öylesine yamultmuştu ki konuşayım diye, salıncaktaki ayaklarından bir tanesi havaya kalkmıştı.

 

Yavuz'un seslenişini duymazken bir kez daha kıkırdadı Efnan. Yavuz ise daha fazla bu manzaraya şahit olamayarak Efnan'ı salıncaktan indirip bir hamlede kucağına aldı.

 

"Babağ? Sallanıyoğdum ben!"

 

Diye itiraz ederken, babası tarafından çoktan olay yerinden uzaklaştırılmaya başlamıştı.

 

"Görüşürüs Ösgür."

 

Arkadaşına son kez bağırıp el salladığında, Yavuz daha da hızlanmıştı.

 

"Daha çok asılıyor gibiydin küçük cadı."

 

Akif'in tedirgin sesi ortama bomba misali düştüğünde Yavuz bir kez daha sabır çekmişti. Kesinlikle bir an önce eve gitmelilerdi. Çünkü küçük kızını zaptetmekte artık zorlanıyordu.

 

Bu Özgür meselesine de çok pis kurulmuştu. Kızı daha 4 yaşındaydı, 5 olmasına çok az kalmış olsa da bunu kabul edemezdi.

 

Potansiyel bir erkek arkadaş mı? Asla!

 

 

Evin'den;

 

Tabakları masaya güzelce dizdiğim esnada kulaklarımı bahçeye giren araç sesi doldurmuştu. Sanırım benimkiler geliyordu. Keyifle adımlarım kapıya ulaşırken, kızımın sesini kapının ardından kesik kesik alıyordum.

 

"Küstüğm ben sizeğ."

 

Kapıyı açıp iyice araladığımda, görüş açıma yere sertçe vurduğu ayakları ile bana yürüyen kızım girmişti.

 

"Anniş?"

 

Nazlı yakarışı ile olduğum yerde çömelip boyunun hizasına indiğimde kollarını boynuma sıkıca doladı. Keyfi kaçmış, bir şeylere sinirlenmiş gibi gözüküyordu. Arkasında duran Yavuz'la Akif'e baktım, merakla. Fakat onların da keyfi çok yerinde gözükmüyordu. Daha çok birisine kurulmuş gibi dik dik bakıyorlardı.

 

"Bebeğim, ne oldu?"

 

Kafasını omzumdan kaldırıp arkasında duran ikiliyi işaret etti, ben ise merakla anlatacağı şeyi bekliyordum.

 

"Ağkadaşımla oynağmama isin veğmediler, sen isin veğmiştin ama."

 

Sinirinden ağlayacak gibi bakan kızımın saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştım.

 

"Hangi arkadaşın birtanem? Eminim baban ve Akif amcan da izin vermiştir ama eve gelmeniz gerektiği için fazla oynayamamışsınızdır."

 

Gözlerim arkadaki ikiliyi tekrardan bulduğunda itiraz etmemeleri üzerine uyarıcı bir bakış atmıştım. İlk olarak Efnan'ı ikna etmem gerekiyordu.

 

"O yüsden miğ?"

 

Kafamı salladım hızlıca.

 

"Evet balım, ben seni çok özledim ve babanı arayıp hemen gelmenizi söyledim. Yoksa niye izin vermesinler? Olur mu hiç güzelim benim."

 

Kolları yeniden boynuma dolandığında, yanaklarını öpmüştüm.

 

"Bende seni ösledim anniş."

 

Gülümsedim, hemen de ikna oluyordu benim akıllı kızım.

 

"En sevdiğin yemekleri hazırladım ve sana yemekten sonrası içinde harika bir sürprizim var. Hadi şimdi yukarıya çık ve ellerini güzelce yıka, ben hemen geliyorum."

 

Ayağa kalkıp kapının önünden çekildim ve geçmesi adına kendisine yol verdim. Şimdi konuşmam gereken iki koca adam vardı.

 

"Bir sorun mu var, o yüzden mi parktan çıktınız?"

 

Aklıma direkt kötü ihtimaller geliyordu, gözlerim merakla Yavuz'un yüzünü buldu.

 

"Yavuz?"

 

Dedim, konuşması adına. Ama ondan önce Akif konuşmuştu.

 

"Yenge, bir tane zibidi bizim kıza sulanıyordu. Dövemedikte ufak diye, vallahi ondan geldik erkenden. Olmadı kötü bir şey."

 

"Ne?"

 

"Çenenin bağını seveyim senin Akif!"

 

Benim yüksek çıkan ses tonuma nazaran daha içine içine saydırmıştı Yavuz. Dehşete düşen bakışlarım ikisinin arasında gidip geliyordu.

 

"Konuşsanıza artık, ne demek sulanıyordu. Parkta ne olmuş olabilir ki en fazla?"

 

Birbirine giren düşüncelerim, sonunda olayı baştan sona bana anlatan Akif'le açıklığa kavuşmuştu. Kafamda kurduğum kötü teorilerin yok olmasının ardından rahatça nefes verirken, bu seferde Yavuz'un el kadar çocuktan Efnan'ı kıskanmış olmasına kahkaha atarak gülmeye başlamıştım.

 

Ve sanırım son 3 dakikadır kendimi durduramıyordum.

 

"Yavuz ne demek küçücük çocuğa kurulmak?"

 

Kaldırdığım elimi omzuna vururken, diğeriyle de sıkıca koluna tutunmuştum. Çok güldüğüm için dengem kaymıştı ve sanırım şu anda kolunu tutmasam yere düşebilirdim, bir üst seviyesi de mesanemdeki baskıya boyun eğebilirdim.

 

"Evin..."

 

Demişti, benim aksime utanç duyan bir ses tonuyla. Sanırım şu anda farkına varmıştı yaptığının, ondan dolayı da hatırlamak istemiyordu ama Akif'in ciddiyetle anlattığı olay ve Yavuz'un unutamayacağım tepkileri kafamın içinde dönmeye devam ediyordu.

 

"Özür dilerim ama duramıyorum... seni öyle hayal etmek. Çok komik oluyor gözümde."

 

Bir kahkaha daha ağzımdan firar ettiğinde, kafasını iki yana salladı ve elini belime koyarak beni zorla evin içerisine soktu.

 

"İyi akşamlar Akif."

 

Diyerek kapıyı örttüğünde sırtımı kapıya yasladım, gülmemi zorlukla bastırıp derin nefesler almaya çalışıyordum.

 

Biraz daha gülersem küsebilirdi, en azından mutfağa gidene kadar susup orada bir başıma gülebilirdim.

 

"Ben yemeklere bakacağım."

 

Hızlı adımlarla mutfağa doğru koşarken, ardımdan sesi yükseldi.

 

"Güldüğünü hiç anlamadım Evin, gül biraz daha gül.... beni anlamıyorsun, oğlan diyorum kızımıza yürüdü, sinirlenmen lazım. Neden gülüyorsun ki?"

 

Adımımı attığım mutfakla duran kahkaham bir kez daha yükselmişti, kesinlikle onun bu tatlı hallerine hayrandım, daha 4 yaşındaki kızımızın alt tarafı arkadaş yapmasını, sanki evleniyormuş gibi görmesine kesinlikle gülmeden duramayacaktım. İşleri her konuda ciddiye alan bir kocaya sahiptim.

 

Kendimi uzun uğraşlar sonucunda toparlayarak, Efnan'ın üzerini çıkarmasına yardımcı oldum. Ardından da duştan çıkan Yavuz'la hazırladığım masaya oturduk.

 

Efnan'ın tüm gün boyunca yaptığı işlerin -boyama ve resimden ibaret olsada onun için şirketi yönetmekle eş değerdi bu- ardından Yavuz'un onun çalışmasından memnun kaldığını söylediği övgüleri dinledim.

 

Keyifli geçen yemeğin ardından bugün getirdiğim pastayı dilimledim ve kızımın onu da yemesine izin verdim. Erken kalkıp, tüm gün fazlasıyla yorulduğu için televizyondan izlediği çizgi film eşliğinde babasının göğsünde uyuyakalmıştı kendisi.

 

Uyanmaması için dikkatli davranarak odasına götürdük, ardından da sonunda Yavuz'la baş başa kalacağımız o saat aralığına geldik.

 

Merdivenden inen bedenini takip eden harelerim, attığı her adımda kısılıyordu. Bugün kendisine güldüğüm için alınganlığı üzerindeydi, gönlünü almam şarttı.

 

Ama şu anki bana yönelen adımları ile çokta gönlü alınmayı bekliyor gibi duramıyordu, daha çok o gönül bana dünden razı gibiydi. Gülümsedim.

 

"Ben gelene kadar uyuyakalırsın sanıyordum."

 

Dedi, kinayeli ses tonlamasıyla. Dilimi damağıma vurarak cıkladım. Kendisinden bana geçen kaçıncı özellikti bu bilmiyordum.

 

"Özellikle uyanık kaldım, sen geliyorsun diye."

 

Sözlerimle tek kaşı havalandı, benden duymaya alışkın olmadığı şeyleri duyunca ekstra gaza geliyordu.

 

"Öyle demek..."

 

Tek dizini koltuğa koyup oturduğum tarafa eğildiğinde, bedenim saniyeler içinde sırt üstü olacak şekilde koltuğun üzerine serilmişti. Kolları başımın iki yanında sabitlenmiş halde, yukarıdan attığı bakışlarla beni çoktan etkisi altına almıştı. Hayran bir şekilde iç çektim, refleksif bir hareket olmuştu bu benim için.

 

"Beklemene değer umarım."

 

Erkeksi ses tonu tehlikeli bir cazibeye bürünüp kısılırken, başını boynuma doğru eğdi ve sakallarının tenime tatlı işkenceler yapmasına müsaade etti. Aldığı her solukta tüylerimin ürpermesini sağlıyor, aynı zaman da o hissin daha fazlasını hissetmek için yanıp tutuşan bedenim kendisini ona sürtüyordu.

 

Arsızlık sınırını aşalı çok olmuştu.

 

"Değeceğine eminim. Şüphem yok zaten."

 

Dudakları tenimin üzerinde iki yana kıvrıldı, gülüşü içime usulca aktı. Dolgun dudakları, boynuma dokundu oradan da usul usul ilerleyerek, göğsüme yol aldı.

 

Hızlanan soluklarımın arasında ellerimi omzuna sardım sıkıca, tişörtü avucumun arasında toparlanıp, büzüşürken, tişörtümün düşük yakasını eliyle iyice çekiştirerek, sütyenimle karşısında kalmamı sağladı.

 

Kahve hareleri keyifle gördüğü manzaranın tadını çıkarırcasına beni izlerken, bacağımı beline doğru sardım. Yaklaşması adına. Doğrusu böyle durup uzun uzun izlediği zaman utanç duygum gün yüzüne çıkıyordu.

 

Dudağının kenarı usulca kıvrıldı, serseri tebessümünün hedefi gözlerim oldu. Kendisine beklenti ile bakıyor olmam, hoşuna gidiyordu. Bozuntuya vermedim, çünkü bu hali de benim hoşuma gidiyordu.

 

Tişörtü tutan ellerimi serbest bıraktım ve ensesinden kaydırarak yüzünü avcumun arasına alarak bedenini tamamen üzerime çektim.

 

Birkaç milim ötemde duran dudakları çeneme dokunduğunda, başımı hafifçe eğdim ve rotasının artık istediğim noktayı bulup, soluklarıma soluk olmasını istedim.

 

Dudaklarım.

 

Dudakları artık dudaklarımın üzerindeydi ve daha önce hiç birbirine karışmamış gibi sıfırdan mühürleniyordu.

 

Biz yeniden tüm tutkusuyla birbirimize bağlanmıştık. Hem ruhlarımız hemde bedenlerimiz bir bütündü.

 

 

Günler Sonra;

 

Fırsat bulduğum her an kafeyle ilgileniyor, oradaki düzeni kontrol ediyordum. Ama bugün planım tamamen evde olmaktı. Canım uyandığım andan itibaren bir şey yapmak istememişti, zaten normal saatimin de oldukça sonrasında uyanmıştım.

 

Yavuz giderken, Efnan onun sesine kalkmış ardından da üzerindeki uyku hali ve pijamaları ile yatağa hemen yanıma kıvrılmıştı. Onunla birbirimize sarılmış bir halde birkaç saat daha uyumuştuk.

 

Kahvaltıyı da havanın güzelliğini fırsat bilerek, bahçeye hazırlamıştım.

 

Kızımın en sevdiği pankekte masadaki yerini aldığında ikimizde büyük bir iştahla yerimize oturmuştuk.

 

Sohbet ediyor aynı zamanda da kahvaltımızı ediyorduk.

 

Her şey o ana kadar normaldi sonrasında evin diğer tarafı olan giriş kısmından araç sesleri yükseldi. Bir gürültü çıktı ve dışarıdan silahlar patlamaya başladı.

 

Nasıl kalktığımı bilmediğim sandalyeden hızlıca kalkıp, Efnan'ı kucağıma aldığımda, kendimizi evin güvenilir olduğunu düşündüğüm köşesine atmıştım.

 

Bağırış sesleri hala daha yüksekti ama birkaç elden sonra silah sesleri durmuştu. Kucağımda korkusundan ağlamaya başlayan ve titreyen kızımı, sakinleştirmek için sakin kalmam gerekiyordu. Zordu ama başarmak zorundaydım.

 

"Annem, sakin ol güzelim. Sorun yok bak sesler gidiyor... birazdan bakacağız ve kendinde göreceksin."

 

Kafasını iki yana sallarken, daha çok sarılmıştı boynuma. Korktuğu nadir anlar vardı ve de bu o anların en başında yer edinmişti. Dolan gözlerimi zorlukla durdurdum. Şu anda olamazdı.

 

Birkaç dakika boyunca sesler yükseldi ve sonrasında kesildi. Kesildiği an zaten ön tarafı buraya bağlayan küçük kapıdan içeriye Akif girdi.

 

"Yenge?"

 

Masanın etrafında dolaşan gözleriyle köşeden zorlukla çekildim, bacaklarım titrerken Efnan'ı sakinleştirmek fazla zordu.

 

"Sakin ol bebeğim, bak Akif amcan geldi."

 

Göz yaşları bir bir boynumu ıslatırken, Akif'in bakışları bizi bulmuştu. Ayakta zor duran halimi anlayarak koşarak yanıma geldi ve Efnan'ı almak için ellerini uzattı.

 

"Küçük hanım, ben yanlışlıkla balonları patlattım korkmadın umarım sen?"

 

Kafasını usulca kaldırdı boynumdan. Silahın ne olduğunu dahi bilmeyen bir çocuğa nasıl anlatacaktık zaten bilmiyordum. O yüzden Akif'e izin verdim.

 

"Aramızda sır olarak kalsın ama baban sana bir sürü uçan balonun olduğu bir hediye yaptırmıştı. Az önce adamlar onu getirdi ama ben çakmakla yanlışlıkla yaktım onları.. çok özür dilerim senden."

 

Gözlerini Akif'e çevirdi, beyazları kırmızıya bürünmüştü. Kirpikleri sırılsıklamdı.

 

"Süpriğz mi? Bana mığ?"

 

Akif kafasını salladı, gözleri beni buldu. İkna edici nokta bendim sanırsam. Araya girdim.

 

"Sana söylemememi istemişti baban sırdı birtanem, oraya saklandığımızda getireceklerdi. Ama patlamış."

 

Dudakları hafifçe büzüldü ama yüzündeki o korku dolu ifade gitmişti.

 

"Biğşey olmas ne yapalım. Ösüğ dilemeğ Akif amcağ... bende annişimin bağdağını kığmıştım yanlıslıklağ."

 

Kollarımdan Akif'e uzandı ve yemek masasına yeniden oturmak istediğini söyledi. Onu onaylayarak masaya oturduk. Ne konuşacak enerjim ne de yemek yiyecek halim kalmıştı.

 

Akif'in türlü oyunlarla Efnan'a yemek yedirmesini izledim. 10 ya da 20 dakika geçti geçmedi bahçe kapısı sertçe açıldı. İçeriye giren kişi Yavuz'du.

 

Bir eli kapı kulpunda diğer eli belinde, hiddetle kalkan göğsü ile hırsla nefes alıp veriyordu.

 

Aramızdaki mesafeye rağmen gözlerinde gördüğüm korkuyla ayağa kalktım ve Efnan'ın Akif'te olan dikkatinin dağılmamasına özen göstererek yanlarından uzaklaştım.

 

"Evin."

 

Dediğinde çoktan yanına gitmiş, kollarının arasına girmiştim. Belimi sıkıca kavrayan elleri, beni göğsüne hapsetmek istiyor gibi bastırırken, kafamı omzuna yasladım.

 

"Evim... yuvam. Çok şükür."

 

Diyerek mırıldanmaya devam etti. Gözümden usulca akan yaş gömleğini ıslatırken, o saçlarımın üzerinden başımı okşuyordu.

 

"İyisiniz... burada yanımdasınız."

 

Ellerimi sıkıca sardım boynuna, ondan gitmekten korkuyor gibi. Kimdi bunu yapan, bu olay neyin nesiydi bilmiyordum ama yeniden onu kaybedecek olmayı düşünmek, aklımı başımdan almıştı.

 

"Neydi tüm bunlar?"

 

Sustu, genelde ağır gelen şeylerde konuşmak istemezdi. Ama Yavuz'u azıcıkta olsa tanıyorsam bu işin peşini bırakmayacaktı ve asıl o zaman iş büyüyecekti.

 

Belimde duran eline uzanarak tuttum ve zorla peşimden gelmesini isteyerek eve doğru çekiştirmeye başladım.

 

"Yavuz, kimdi onlar, neydi tüm bu olan şey söyle bana."

 

Burun kemerini sıktı parmakları ardından da dudaklarını araladı.

 

"Eski iş yaptığımız adamlardan birisi, öldüreceğim. Evime gelip aileme kurşun sıkmasının hesabını, onu diri diri gömerek ödeteceğim."

 

Her kelimesi zihnimde yankılanırken, salonun ortasında öfkesi patlamış bir halde oradan oraya yürüyen bedenine yaklaştım.

 

"Şerefini sikeceğim onun, anasından emdiği süt burnundan gelecek şerefsizin. Aleme ibret olacak. Görecekler."

 

"Yavuz."

 

Diyerek, ellerine uzandım.

 

"Hayır, polise gideceğiz."

 

Beni duyar duymaz kafasını iki yana salladı.

 

"Ben çözeceğim hesabımı, ben alacağım onun o canını."

 

Kararan hareleri ve verdiği her solukta sarsılan göğsüyle iyice yaklaştım kendisine.

 

"Hayır..."

 

Diye bağırdım. İçimde kalan korku hala daha kendisini belli ederken, ondan bu sözleri duymak istemiyordum.

 

"Yapmayacaksın, polis görecek onun hesabını. Sen değil. Sen burada yanımızda olacaksın."

 

Dalga geçer gibi gülerek başını iki yana salladı.

 

"Ne yani yaptığını yanına mı bırakacağım Evin? Haber gelince ölüyordum ulan, nasıl geldim buraya bilmiyorum. Ya size bir şey olsaydı. Ne yapacaktım ben?!"

 

"Hayır..."

 

Dedim bir kez daha. Anlamıyordu. Bitmezdi. Kendisine bir şey olacak ihtimalini asla düşünmüyordu.

 

"Kendini düşün artık."

 

Boğazımı yırtarak çıkmıştı dışarıya sesim. İçimde dolup taşan korku gözlerimden birer birer akmaya başladığında, elimi havaya kaldırıp kendisini gösterdim.

 

"Sen ondan intikam alınca bitecek mi, bitmeyecek. Böyle devam edecek her şey. Ya sana bir şey olursa, canının hiç mi değeri yok? Bizi düşün yaa bizi... niye böyle yapıyorsun sen, niye her defasında ateşe yürüyorsun. Niye?"

 

Susmuştu, birkaç adım geriledim. Tüm bedenim titriyordu.

 

"Bir tek sen varsın bizim için, sen olduğun için biz varız anlasana be adam! Yapma bunu artık, sürekli yapıyorsun ama bir daha yapma! Ölümü göre göre yürüme!"

 

Bağırışım bir anda kollarıma sarılıp beni göğsüne çeken elleri ile kesilirken, son kalan gücümle itmeye çalıştım ama olmadı.

 

"Efnan korkudan mahvoldu, gidip geri gelmenin garantisi var mı söylesene bana? Ben diyeyim... yok. Sen çünkü sadece intikam almak istiyorsun.... lütfen Yavuz. Yapma."

 

Gözlerimden akan her damla içimdeki yangına düşüyordu.

 

"Şiştt... sakin ol güzelim..."

 

Bedenimi kendisine bastırıp, sırtımı ovalayan eliyle kafamı iki yana salladım.

 

"Olamam, Yavuz. Düşündükçe aklımı yitiriyorum sanki. Söz ver."

 

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Kıyamayacağını biliyordum ama bu isteğim bununla alakalı değildi. Her konuda kendisini tehlikeye atmasına tahammül edemiyordum sadece. Bunu yapmamalıydı.

 

"Polis halledecek her şeyi, lütfen sen karışma. Ne olur bizim için."

 

Alnını alnıma yasladı. Gardını düşürmüştü.

 

"Özür dilerim."

 

Dedi, kolumdaki elleri usulca tenimi okşarken.

 

"Böyle hissettiğini bilmiyordum. Korkularına sebebiyet verdiğimi bilseydim, buna engel olurdum."

 

Yutkundum, gözlerimi kapattım.

 

"Yavuz ben seni de kaybedemem. İnan bana dayanamam. Asıl o gün biterim ben."

 

Dudağımın üzerine baş parmağını bastırdı.

 

"Şiştt... buradayım. Gitmeyeceğim söz veriyorum sana."

 

Yüzümü eline yasladım, gözlerimi yavaşça araladım.

 

"Gitme sana ihtiyacımız var."

 

Sustum.

 

"Benim."

 

Burnumu burnuna sürttüm yavaşça.

 

"Efnan'ın."

 

Duraksadım yeniden konuşmadan önce.

 

Ve ona vermek istediğim güzel haberi, en savunmasız anda, ona güç olmasını dileyerek verdim.

 

Boşta duran elini, sıkıca tutarak karnıma götürdüm.

 

"Ve onun..."

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Özel bölüm öyle değil böyle olur ama qhqbsowbwow şok şok şok, yine ters köşe yine ters köşe. Beklentilerinize değmiştir umarım, uzun zaman sonra gerçekten onlarla olmak bana kendimi çok iyi hissettirdi.

 

• Efnan'ın büyümesini bekleme taraftarıydım hep ama sahnesi de gelmişken dayanamadım jqbawonspa 🙂‍↔️

 

• Öyle yani geldim ve gidiyorum 🥲❤️ ama ben aktif olarak yeni kurgumdayım onu da size söylemiş olayım. Gelmek isterseniz yeri biliyorsunuz zaten 🫶🏼 çok öpüldünüzz, çok seviliyorsunuz 🥹

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

28/08/2025

simaara 🖋 - düzenlendi -

Bölüm : 30.08.2025 20:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...