11. Bölüm

9.Bölüm: Hazırlık

Esma Gül Çağırgan
singularity

Dolaptan Bulduğum kahverengi sırt çantası sandığımdan da genişti. İçine Alkım ve Günana’dan aldığım kıyafetler çok rahat sığmıştı ve geriye çok boş yer kalmıştı. Terziye söylediğimiz kıyafetleri alamadan buradan ayrılacak olmamıza üzülsem de yapacak bir şey yoktu. Ayrıca bu zamana kadar hareketli geçen hayatımda bu kadar dinlenmek benim için yeterliydi. Asker eğitmek, savaşa gitmek, casusluk yapmak ve kasabamızı korumak benim tüm hayatımdı. Burada ise çok sakindim.

Kapı tıklandığında gelenin Dengiz olduğunu biliyordum. Kapıyı açıp içeri girdiğinde elinde katlanmış bir pelerin vardı. Siyaha çok yakın bir lacivertti. Işığın vurduğu yerlerde rengi belli oluyordu.

“Umarım beğenirsin.”

Dengiz gülümseyerek bana yaklaştı ve pelerini uzattı. Bende onunkine benzer bir gülümsemeyle karşılık vererek pelerini elinden aldım. Katlanmış şekkini bozarak giydim ve başlığını kafama geçirdim. Bağlama yerinde gümüşten yapılmış bir kurt başı vardı. Gözleri yerine iki mavi elmas yerleştirilmişti. Aynadan kendime bakarken ona cevap verdim.

“Gerçekten çok güzel teşekkür ederim.”

Bir kez bakan biri soylu bir kadın için tasarlandığını düşünürdü. Kumaşı çok kaliteliydi ve gerçekten sıcak tutuyordu. Gelecek her elbise bu şekildeyse onlara aşık olabilirdim.

“çok yakıştı.”

“teşekkür ederim.” Dedim tekrardan.

“Yol uzun sürecek ve bizde bilerek yavaş gideceğiz.”

Başımı ona döndürerek ”neden?” Diye sordum.

Yaklaşıp tam arkamda durdu. Aynadaki yansımamı izliyordu.

“çünkü hemen gidersek ağırlığımız kalmaz. Askeri bir anlaşma için gideceğiz ve yardıma muhtaç olan onlar.”

“tek başına savaşmak için gücün var ama bunu göze alamıyorsun. Ağırdan alman ne işe yarayacak?”

Gerçekten anlamıyordum. Düşmanım için bir saniyeyi bile gözüme çok geliyordu.

“bunu onların bilmesine gerek yok.” Derken sesinde keyifli bir ton vardı. “politikadan, siyasetten, diplomasiden anlamıyorsun değil mi?”

“Hepsi gereksiz şeyler. Söylesene bunlarla kazanılan zaferler ve kayıpların hangi biri gerçek?”

“hiçbiri keyifli yanı bu ya?”

Ona göz devirdim ve pelerini çıkarıp katladım.

“İyi hazırlanman gerekiyor. Havalar soğuk.” Ona başımı salladım. Cevap vermedim zira uysallık sınırım bu kadardı. O da çok uzatmadan odadan çıktı.

Masamın üstünde olan kılıcıma baktım. Aslında bu Kay’dan aldığım kılıçtı. Onu benim öldürdüğümü anlayabilsinler diye kılıcımı orada bırakmıştım. Ve onun kılıcını almıştım. Unutmamak için.

Bıçağını kemerime taktım. Buraya geldiğimde bir hançerim daha vardı ama onu Tayeçe’ye vermiştim. Şimdi gidip Dengiz’den hançer istemek zorundaydım. Oflayarak odadan çıktım. Bir an önce buradaki düzende bir yer edinmeli ve kimseden bir şey istemeyecek hale gelmeliydim.

Dengiz’i alt katta bulamayınca daha önce onu Vargın’la bastığım odaya gittim. Bu anı aklıma geldikçe gülüyordum.

Bu sefer kapıyı tıklattım ve gel cevabını alınca odaya girdim.

“Bir sorun mu var?” şaşkındı çünkü evin içerisinde iki yabancı gibiydik.

“Aslında buraya ilk geldiğimde bir hançerim daha vardı ve ben onu kaybettim.” Tayeçe’den bahsedip edemeyeceği den emin değildim.

“buraya bana verebileceğin bir hançer olup olmadığını sormak için geldim.”

“zaten kılıcın, bıçağın ve değişik bir yere koyduğun hançerin var. Yük etme kendine.”

Göz devirdim. Bu yüzden kimseye danışmadan istediğimi yapabilmek istiyordum. “O değişik yere koyduğum hançerim kullanılmak için değil.”

Derin bir nefes vererek konuştu. “kendini asla tam olarak güvende hissetmeyeceksin değil mi?”

“Güvenin ne olduğunu biliyor musun?”

“Bana daha çok sen bilmiyormuşsun gibi geldi.”

“Tam olarak bundan bahsediyorum.”

Gülümsedi. Manidar bir gülüştü. Odasında ahşaptan beyaza boyanmış bir şifonyer vardı. En alt çekmecesini açtı ve içerisinden kırmızı bir beze sarılmış hançer çıkardı. Bezi açtığında içindeki hançeri görebildim. Gözlerim kocaman açıldı.

Hayatımda gördüğüm en güzel hançerdi. Kını, tutma yeri ve keskin bölümü o kadar güzel yapılmıştı ki hayran kaldım. İnce işçilikti. Tutma yerinin bitiminde biri diğerlerinden daha büyük üç tane zümrüt vardı. Beyaz ve altın renklerindeydi. Üstüne işlenmiş desenler büyüleyiciydi.

Bana uzattığında tekrar yüzüne baktım. Şaşkın ifademi gördüğünde yüzünde alaycı bir ifade oluştu. Bu mükemmel hançer beni öyle çok büyülemişti ki bu ifadeyi umursamadım. Hançeri elime aldığımda beklediğimden daha hafif olduğu fark ettim. Kınından çekip bir kaç hareket yaptığımda anladım ki gerçekten usta ellerden çıkmıştı.

Hem hafif hem kullanışlı hem de çok güzeldi. Bir hançerle aşk yaşıyordum resmen.

“Bunu demir dövmekte ustalaştığımda senin için yapmıştım. Mührün için... Seni korumalı ve seni yansıtacak kadar güzel olmalıydı. Henüz 17 yaşındaydım ama hayatımda yaptığım en güzel şeydi. O zamandan bu zamana hala daha iyisini yapamam.”

“Sen ciddi misin?” şok olmuştum. Daha beni tanımazken böyleyse...

“Mühür senin için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum. Ama biz kurtların hayatı. Zamanla anlayacağını umuyorum. Sen benim en büyük hazinemsin. Ben zenginim, bir klan yönetiyorum, halkım, ordum her şeyim var ama benim için öncelik daima sen olacaksın.”

“ya hayalini kurduğun o kişi ben değilsem?”

“ben kimsenin hayalini kurmadım. Hayalini kurduğum kişi olabil diye.”

Hançeri kemerine takıp odadan çıktım. Artık ne zaman ne yapacağımı anlamış olacak ki bunu bekliyor gibiydi. Umursamadım. Hızla dışarı çıktım. Bu sefer verandada durup etrafı gözetlemedim. Derhal buradan uzaklaşmalıydım.

Klanda öylesine gezerken bu huzurlu ve şirin evleri özleyeceğimi fark ettim. Buradan bu kadar çabuk ayrılmak beni biraz üzüyordu.

Taşlarla yaptıkları yoldan yürürken her yere son kez bakıyormuş gibi bakıyorum. Buraya geri dönemeyebilirdim. Aradığım şeyi bulursam kesinlikle dönmeyecektim. Alınması gereken intikam benim çocuksu isteklerimden daha önemliydi.

“Aşina bize katılmak ister misiniz?”

Yan taraftan gelen sesle başımı o tarafa çevirdim. Orta yaşlı, tombul ve kısa boylu bir kadın seslenmişti. İlk önce algılayamasam da bana seslendiğini fark ettim. Artık beni liderleri olarak görüyorlardı ama ben iki gün boyunca hiçbiriyle konuşmamıştım.

Bir tavernanın kapısından gözlerinde yoğun bir istekle bana bakıyordu. Reddetmek aklıma gelen ilk şey olsa da kitaplardan sadece geçmiş zamanı ve geniş zamanı öğrenebilirdim. Wirana’da olanları öğrenmek istiyorsam sosyal olmalıydım.

“Sizi tanımayı çok isterim.” Hanım kız rolü çekiyordum. Eğer Aytek burada olsaydı götüyle gülerdi bu halime. Zira büyük bir olay çıkarmayacaksam ya da ondan bir şey istemeyeceksem bu şekilde olmam pek normal değildi.

Kadının yüzünde gördüğüm mutluluk beni şoka uğrattı. Kesinlikle bu kadar mutlu olmaya değecek biri değildim. Ama bir şey söylemedim. Tavernadan içeri girdiğimde pekte kalabalık olmadığını gördüm.

Birkaç cüce yemek yiyordu. Cüceler tıpkı insanlara benziyordu daha küçük halleriydi sadece.

“Onlar hiçbir klana bağlı olmayan tüccarlar aşina.” Sessizce fısıldayan kadına sadece kafa salladım. Ancak bu kadar oluyordu.

Biraz ileride birkaç asker bir şeyler içiyor ve hararetli bir konuşma yapıyorlardı. Asker olduklarını Alkım’dan aldığım bilgiler sayesinde fark etmiştim. Kındurga’nın askerleri için hazırlattığı üniforma ve verdiği eğitimle bu şekil ortaya çıkıyordu. Bunlar basit seviyede askerlerdi. Alkım ve Kanber’in de içinde bulunduğu bir grup özel asker olarak geçiyordu.

Günana savaşçılık, bilim ve şifacılık gibi dalların hepsinden azar azar biriktirmiş ve hala eğitimine devam ediyordu. 20 yaşına yeni girdiğini öğrenmiştim. Feris’se uzlaşmacı taraftı. Diplomasiyle daha çok ilgilense de Alkım onun çok iyi bir savaşçı olduğunu söylemişti.

Kadını takip ederek bir masaya geldiğimde en an 10 kişinin bir masaya oturduğunu gördüm. Hepsi orta yaşlardaydı. Beni gördüklerinde ayağa kalktılar. Açıkçası bundan hoşlanmıştım. Kendi aralarında benim için bir sandalye ayarladılar ve ben oturduğumda onlarda oturdu.

Tavernada çalıştığını düşündüğüm çok genç bir delikanlı koşa koşa masaya geldi. “Ne arzu edersiniz aşinamız?”

Pekte içki içecek havamda değildim. “sıcak bir bitki çayı, ne olursa. Ve tatlı bir şeyler varsa getirir misin?”

“Hemen getiriyorum.” Diyerek aynı hızda yanımızdan ayrılan gençle birlikte kadınlara döndüm.

“Evet hanımlar kendinizi tanıtın.” Kesinlikle hiçbirini aklımda tutmayacaktım.

Onlar isim söylerken bana farklı bir dil konuşuyorlarmış gibi geliyordu. En sonunda tanışma faslı bittiğinde en gençleri olduğunu düşündüğüm kadın bir soru sordu.

“Başka bir evrenden geldiğiniz doğru mu?”

Ben yanıt vermeden başka bir kadın “tabii doğru alfamız yalan mı söyleyecek?”

“Peki ya Güneşi getirdiğimiz doğru mu?”

Aynı kadın “yüce bilgemizin söylediğini yalanlamak senin ne haddine?!”

“rahat bırak sadece meraktan soruyor.” Diye araya girme ihtiyacı hissettim.

“ama fazla salak sorular soruyor aşinamız. Tahammül edilmez.”

Kıkırdamadan edemedim. Haklıydı.

Soruları soran kadın ona bir dirsek attı ve göz devirdi.

“Ayrıca sürekli Aşinamız, Aşina demenize gerek yok. Aykatun diyebilirsiniz.”

“Ayka daha iyi.”

“Aykatun.” Tekdüze ve sert bir sesle söylediğim sözler üzerine hepsi ilk önce birbirine bakmış sonra beni onaylamıştı. Onaylanmaya ihtiyacım yoktu. İtiraz etmemelerine ihtiyacım vardı.

“Klanımızı beğendiniz mi?” diye soran beni davet eden kadındı.

“Gerçekten çok güzel bir yer.” Bunda samimiydim. Hepsi bununla beraber ilk heyecanlarına dönmüştü.

“Kındurga klanı uzun zamandır Alfa Dengiz’in hükmünde ve hepimiz ondan çok memnunuz. Her türlü tehlikeye karşı bizi koruyor.”

“Ne gibi tehlikeler.”

En yaşlıları konuşmaya başladı. “geçmişten bu yana bir sürü tehlikeyle karşılaştık. Savaşlara girdik, kazançlar ve kayıplarla yüzleştik. Her birinden sapa sağlam çıktık.”

“peki o gün birlik gönderen Yalaz, o kimdi?” lafı ağızlarından cımbızla almam gerekiyordu sanırım.

“O iki yıldır Kurt Konseyine karşı olan bir terörist. Tüm klanlara düşmanlık gösteriyor. Nasıl bu kadar güçlendiğini kimse bilmiyor.”

“Dedikoduları duydunuz mu?” diye lafı ortaya atan kişiye karşı sempati duydum.

“bilge cadı Kolera’nın kızı klanını yok etmiş. Bazıları Yalaz ve onun bir araya gelip tüm Wirana’ya kan kusturacağını söylüyor.”

“evet duydum. Kızı için annesinden bile güçlü diyenler var.”

“Tanrı korusun. O kadar güçlü bir cadıyla Yalaz birlik olursa Wirana’nın sonu gelir.”

“kim bu cadı?”

“Bilge Cadı Koleranın Kızı Tayeçe Yıldırım. Alt-elemental cadı.”

Anladım der gibi kafamı sallarken aklımda çok farklı şeyler dolanıyordu. Tayeçe sahip olduğum hala yaşayan iki bağdan birinin sahibi. Yalaz dedikleri bir teröristle birlik olacağını düşünmüyordum. Öyle olsaydı benimle bir bağ istemezdi ama tüm klanı öldürürken ne düşünüyordu? Ve o klan onu bu hale nasıl getirmişti?

Kendisini bir yasak olarak adlandırdığını anımsadım. Nefretle tanışmış her insan gibiydi o da. Peki kimdi bu Kolera? Tayeçe bana hiçte uzak değildi ve öğreneceğimi de biliyordum. Ve bu anlatmak demekti aynı zamanda.

“Bazıları Güneşin neden doğduğunu araştırıyormuş.” Diye bir ses duyduğumda tekrar ana döndüm. “Yalaz’ın yoldaşları Günçe Han’ın tekrar geldiğini ve yönetimi başka bir ırka vereceğini söylüyor.”

“Güneş bu diyarda sadece kurtlar için doğar.” Diyen kadına kaşlarımı kaldırarak baktım. Buradakiler arasında favorimdi ama altta yatan imayı da görüyordum. Buradan alacağımı aldığım için hepsine selam verip oradan ayrıldım.

Kafam yeterince dağıldığı için eve geri dönebilirdim. Sessizce eve girip mutfakta kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Bol bol et vardı ve küçük bir parçayı pişirmiştim.

Yedikten sonra odama çıktım ve eşyalarımı kontrol edip her şeyin hazır olduğuna kanaat getirip uykuya daldım.

Instagram Singularity_mybook

 

Bölüm : 14.01.2025 13:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...