Iraz ve ben Ankara sokaklarında yan yana yürüyorduk. Evlendiğimizden beri başımızdan ayrılmayan olaylar ve memleketin bu karışık hali bize büyük bir engeldi. Şimdi bile hala içimizde ufakta olsa bir korku vardı.
Her an bir kavga olabilir ya da askerler birilerini götürebilirdi. Kimlik kontrolleri artık sıradandı. Hayat devam ediyordu ve insan her şeye alışıyordu.
Ve beni en çok heyecanlandıran olay ise tekrar okuyacak olmamdı. Iraz’ın dediğine göre okula gitmeyecektin. Kitaplar alacak ve evde çalışacaktım. Paramı biriktirmek istediğimdeyse Iraz bunun kendi hediyesi olduğunu söylemişti. Okumamla ilgili her şeyi kendi üstüne almıştı.
Benim en büyük şansım Iraz’dı. Evet onunda hataları vardı ancak kötü niyeti yoktu. Belki aşık değildim ama onu kesinlikle seviyordum. Bunu kabullenmesi de zor değildi. Iraz Sevilmemesi mümkün olmayan biriydi.
Çarşıya girdiğimiz anda koluna girmemi istemişti. Etraf tehlikeliydi. Askerler bir yana halkta rahat durmuyordu. Çıkan kavgalarda yaralananlar çok fazlaydı. Hem de suçsuz oldukları halde. Tek yaptıkları şey oradan geçmekti.
Bir kırtasiyenin önüne geldiğimizde askerlerin burada daha fazla olduğunu fark ettim. Kitaplar yasaklıydı. Ne okuyacağımıza kadar her şeyi onlar seçiyordu.
İçeri girdiğimizde yaşlı bir adam kasada oturuyordu.
“yenge hanım mı? Düğüne gelememiştim memleketteydim. Kusura bakma.”
“Ne kusuru Vehmi amca. Bir gün gelirsin hem Meryem teyzeyi de görmüş olurum.”
“geliriz tabi. Ee siz ne alacaktınız? Yoksa şimdiden yeğene okul alışverişi mi yapacaksınız?”
“sıra ona da gelir inşallah. Şimdi Gülşah için geldik. Açıktan okuyacak.”
“maşallah maşallah okusun tabi. Bu memlekette kadınların okuması şart. Kadınlar okusun ki gençler iyi yetişsin. Kadın dediğin anadır, vatandır.” Böyle zihniyette insanlar olduğundan bile bir haberdim. Babam baştan beri okumamı istemezdi. Abim Güney için ettiği ısrarları benim için etmemişti. Annem her daim kendi halindeydi.
Mutlu ama eksik bir aileydik. Aldığımız darbe büyük olsa da bu kadar dağılmak eksikliğimizin ne kadar çok olduğunu gösteriyordu. Üstelik babam okumuş insandı. Bu adam bir kırtasiye işletiyordu babamsa herkesin öve öve bitiremediği bir işe sahipti. Devlet memuruydu.
Halimize acırken adının Vehmi olduğunu öğrendiğim adam tekrar konuştu. “seni de takdir ettim oğlum. Ne adamlar gördüm eşlerini daha dışarı çıkarmazlar. Onlarla iki çift laf etmezler. Kendi malı gibi görüyorlar deyyuslar. Halbuki onlarda insan. Onlarda can. Okuyacak, gezecek, iki güzel söz duymak isteyecek, robot değil ya elbet ihtiyaçları olacak. Eşler birbirine Allah’ın emanetidir, hadi cana saygın yok Allah’tan korkun olsun. Lakin elden bir şey gelmez.”
“öylelere de adam denmez.” Demiş bulundum.
“öyle tabi hanım kızım. Erkeklik bu kadar ucuz olmalıydı. Böyle herifler yüzünden kadınlarımızın yüzüne bakamaz olduk. Bunlarınki gibi erkeklik olmaz olsun. Allah’ı peygamberi unutmuş bunlar.”
Rafların arasından birkaç kitap çıkarırken tekrar konuştu. “hem bu işler daha uzun yıllar sürecek gibi. Baksanıza askerler buralarda daha fazladır. Hele istemedikleri bir kitabı satmaya görelim, ne bizi sağ bırakırlar ne de alanı. Yahu okumanın nesi kötü. Gençler okuyacak ki gelecek şekillensin. Ne olduğu da önemli değil. O tatlı aşk romanlarında bile alınacak çok feyz alınacak çok şey vardır.”
Bir kaç kitapla kasaya geldi. “bak kızım, bu matematikte. Evvela buna sıkıca çalışasın. En çok bundan zorlanır, en çok bundan kazanırsın. Mantığını bir kavradın mı kolay, gerisi gelir.” Başka bir kitabı gösterdi. “bu da edebiyattır. Bir diğer önemlisi de budur. Bunu da iyi belleyesin.” Ve diğer kitapları da gösterdi. Bir de defter koydu not alayım diye. Iraz aldıklarımızın parasını ödedi ve son kez selamlaşıp kırtasiye den çıktık.
“ne aydın adam. Neredeyse hiçbir kusuru yok.”
“neredeyse mi? Ne kusurunu gördün?” Diye sordu merakla.
“İsmini yanlış söyledi. Uraz dedi.”
Gülmeye başladı. Omuz silktim ona. “o Vehmi amcanın kusuru değil, anamın kusurudur. İlla değişik isim koyacağım diye tutturmasaymış doğru söylerdi.” Dedi.
“olsun, ismin Uraz değil ki Iraz.”
“sen nasıl dersen öyle olsun zümrüt güzelim.”
“poşetlere bakacağız, zorluk çıkarmayın.” Bir anda gelen sert sesle olduğum yerde irkildim. Iraz bir elini belime atıp sakinleştirmeye çalışırken poşeti karşımızda duran askere uzattı.
Asker Vehmi amcanın hepsini anlatarak teker teker dizdiği kitaplarımı poşetten çıkardı. Adlarını okudu, içlerine baktı ve gelişi güzel geri koydu poşete.
“kim için bu kitaplar?” sesi şüpheciydi.
“eşim için.” Dedi Iraz. Sesi sert ve taviz vermez çıkıyordu ama askerlerin şakası yoktu. Abimi götürdükleri gün gözümün önünden gitmiyor bazı geceler rüyalarıma giriyordu.
Bu yüzden Iraz’ın kolunu sımsıkı tutuyordum. Götürmeye kalksalar tutabilir miydim? Engelleyebilir miydim? Güçsüz değildim ama tutunacak başka dalım yoktu.
İnsansam eşim oydu, kuşsam yuvamı yaptığım ağaç, çiçeksem toprağım, çocuksam anam babam oydu işte.
Annemi ve babamı kaybetmiştim ben, abimi ve Nergis’i götürmüşlerdi. Iraz vardı her birinde yanımda. Bana bir yabancı kadar uzakken de elini uzatmıştı kocamken de. Şimdi o eli de mi benden alacaklardı?
“Eşin bu kitaplar için büyük değil mi?” dedi asker. Gözleriyle beni süzerken hiç umurumda değildi, tek korkum Iraz’dı.
Iraz biraz daha önüme geçip “açıktan okumaya başladı.” Dedi. Askerden daha uzundu. Ona tepeden bakıyordu ama güç askerlerdeydi. Onlar benim en büyük kabusumun başlangıcındaydı.
Kabusum annemin ölmesiyle değil, babamın Memnune’yi getirmesi ve askerlerin abimi almasıyla başlıyordu.
“iyi, okusun ama yanlış şeyler okursa kimse kimseye acımaz. Gençtir, kadındır, onun kızı bunun karısı denmez. Ayağını denk alsın. Gözümüz üstünde.” Deyip çekip gitti. Başka bir olsaydı Iraz haddini bildirirdi ama o da farkındaydı. Bir anlık siniri tüm hayatına mal olabilirdi. Üstelik altı ne kadar doluysa bir o kadarda boş bir tehditti.2
Iraz askere bakmayı kesti ve poşeti askerin bıraktığı yerden aldı. Bir anda elini belime atıp hızlı hızlı yürümeye başladı. Beni iyice kendisine yaklaştırmıştı. Tekrar mahallemizin o tanıdık sokaklarına geldiğimizde rahatladık.
Tabi kısa sürdü. Karşıdan gelen Memnune ve koluna girmiş olan Nazende hanımı görene kadardı her şey.
Memnune’yi anlıyordum. Burada yalnızdı ve düğün günü olanlardan sonra halamla da arasının bozulduğunu biliyordum. Ama Nazende hanımın hiç mi acıması yoktu? Kol kola girip mahallede nasıl gezebiliyordu? Her şeyi geçtim insanda biraz olsun utanma olurdu. İstemese de ben onun geliniydim, Memnune ise babamın annemden sonra evlendiği ve bizi evde istemediği için çekmediğim çilenin kalmadığı o kadın.
Iraz’ın koluna sıkı sıkı tutundum. Ne bekliyordum ki? Herkes öyle değil miydi? Yüzüne gülüp ardından konuşanı mı ararsın beş dakikalık laf için evine gideni mi ararsın... Hepsi aynıydı. Kardeşimle beni zor zamanımızda yalnız bırakmış bizimde yüzümüze gülüp ardımızda konuşmuşlardı.
“Oğlumm!” Nazende hanım koluna girdiği kadını bırakıp Iraz’a sarılmıştı. Ama ben Iraz’ın koluna koyduğum eli çekmedim. Belki de haksızlıktı yaptığım ama ondan güç almaya ihtiyacım vardı. Annesinin sarılışına karşılık vermedi. Aksine Iraz, Nazende hanımı geri çekti.
Memnune sanki çok umurundaymış gibi davranmaya başladı. Mükemmel oyunculuğunu hayretle izliyordum. Sahi bu kadın babamdan hamileydi değil mi?
“teessüf ederim Iraz’cığım, Memnune Hanım senin annen sayılır. Sonuçta kayınvaliden.”
“o kadın Iraz’ın kayınvalidesi falan sayılmaz Nazende hanım üstünüze vazife olmayan işlere karışmayın.”
“Ahh Memnune hanımcığım şimdi sizi daha iyi anlıyorum. Böyle saygısız birini elbette ki istemezsiniz. Edebiyle otursa kovar mıydınız hiç. Hayri Bey hiç doğru düzgün durmadı ki başlarında.”
“edebi senden öğrenecek değilim sonradan görme kokoş.” Bu aptal kadının Iraz’ın annesi olması artık hiç önemli değildi. Haddini aşmıştı bildirmem gerekirdi.
“Gülşah uğraşma hiç gidelim bi-“
Bir adım daha atım Nazende’nin iyice önünde durdum. Aşağı yukarı aynı boydaydık.
“Bana elini sürmeye kalkarsan sen daha dokunamadan o elini kırarım.”
Tokat atmak için elini kaldırmıştı ki gelen sesle herkes sokağın başına döndü. “Nazende!” Mehmet amca görmüştü. Nazende elini indirip öfkeyle baktı bana sonra eşine döndü.
Mehmet amca ardından Hayri Eldem yanımıza geldi. “yeter Nazende yeter. Rahat bırak çocukları. Geç evine edebinle otur, benim asabımı bozma. Vallahi kaç yaşından sonra gönderirim seni baba evine.”
Mehmet amca karısını kolundan tutmuş götürürken “bu densizin kusuruna bakma kızım, affet.” Demişti. Benim bir şey dememi beklemeden gitmişti. Dememe de gerek yoktu zaten. Yine de başımı aşağı yukarı salladım.
“bir bitmedi senin derdin.” Babamın konuşmasıyla üçümüzde aynı anda ona döndük. Bana bakıyordu.
“Evlendi gitti koca evinde adam olur dedim yok. Kızım sen ne istiyorsun? İlla dayağı yeğince mi adam olacaksın? Kaynanan o senin bu ne terbiyesizlik!”
“orda dur efendi!” Iraz babamla arama girmişti.
“benim karımla böyle destursuzca konuşamazsın. Dayak manyak ağzını topla. Babası olsan böyle konuşamazsın ki baba da olmaz senden. Denedik gördük olmayacağını.” Eliyle kovar gibi bir hareket yaptı. “de hayde al karını git evine.”
Babam sinirle bakıyordu Iraz’a Memnune’yle uzaklaşırken söyleniyordu. “kocası ne ki kendisi ne olsun. Tencere kapak mübarek. İki edepsiz bulmuş birbirini.”
İkimizde umursamadan yürümeye başladık. İşte babamın hayatımıza yaptığı buydu. Kendisi seçtiği kadınla bir yola girmiş biz üç kardeşte farklı yerlere savrulmuştuk. En azından hala Güney’e ulaşabiliyordum.
Bir anda aklıma gelenle Iraz’a döndüm. “bana bugün zümrüt güzelim dedin.”
“sana her zaman zümrüt güzeli diyorum. Zümrüt güzelisin çünkü.”
“evet her zaman zümrüt güzeli diyorsun ama bu sefer zümrüt güzelim dedin.”
“ne olmuş?” Anlamamış şekilde bakıyordu bana. Bir anda yüzümde bir gülümseme oluştu alttan alttan bakıyordum yüzüne.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |