10. Bölüm

BENLİK

Smokeye
smokeeye

Sabah odadan geçip aşağı indiğime Beren ve ben hariç herkesin zaten uyandığını görmüştüm. Kahvaltı masasında evin iki erkeği ve ben hariç dün olan gerginliği önemsemiyordu ya da saklamayı oldukça iyi beceriyorlardı.

Nermin teyze ve Beren, kaşları çatık kahvaltı yapan iki adama türlü şebeklikler yapmıştı. Hatta bir ara Nermin teyze, Ahmet amcaya kur yapmıştı da adamın içtiği çay burnunda çıkmıştı şaşkınlıktan. Onun şaşkınlığına utanmaz bir şekilde kahkahalar atmıştım çünkü yüzündeki ifade çok komikti. Kaş göz yaparak varlığımızı ifade etmeye çalışan Ahmet amcaya, Nermin teyze karşılık olarak dudaklarını abartarak dudaklarını büzüp uzaktan öpücük atarak göz kırpmıştı. Masadaki gerginlik Ahmet amcanın hafif utangaç halleriyle dağılmıştı.

Şimdi ise sessiz sedasız masayı toparladıktan sonra yine çardağa gelmiş sigara içiyordum. Bakışlarım dün birisini gördüğüm ağaçlıklardan ayrılmazken görüşümü kapatan bedenle kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Bana uzattığını yeni fark ettiğim montumu elinden alarak sesimi çıkarmadan giyindim. Kendisine bir sigara yaktı.

Yarım olan sigaramdan bir nefes daha çekerken ayağa kalktığımda bakışları beni buldu. Ondan uzak durmak konusunda kararlı olduğum için aynı ortamda tek durmayacaktım. Sigaramı küllüğe bastırdığımda tüketmediğim yarım sigara bedeninden kırılarak yavaşça söndü. Yanından geçip gidecekken dirseğimin üstünden tutarak durdurdu beni.

"Ayşıl, ne oluyor?

"Bir şey olmuyor," dedim ifadesiz bir sesle.

"Oluyor Ayşıl, kaçıyorsun benden ve sebebini anlamıyorum." Sıkıntıyla nefesini verdi. "Ne oluyor?"

"Senden neden kaçayım?" Kaşları çatıldı. "Senden kaçmak için bir sebebim yok ki, neden kaçayım? Arkadaşımın abisi olmaktan başka kimsin ki?"

Gözlerinde gözle görülür bir şaşkınlık oluşurken büyük ihtimalle dün onu öpen kadının böyle bir şey söylemesine anlam veremiyordu. Dengesiz olduğumu da düşünüyor olabilirdi ama değildim.

"Öptün," dedi birden. Yutkundum. "Beni öperken aklın neredeydi madem?" Gözlerindeki şaşkınlık ifadesi önce yoksunluğa sonrasında da öfkeye dönüştü. "Öperken arkadaşının abisi-"

"Kafam karışıktı." O ne be öyle? Sarhoştum, der gibi. "Kendimde sayılmazdım, o yüzden," diye saçmaladım. Beni birisi öpse sonrasında da bunu dese herhalde kafa atardım. İyi ki öpen ve bunları söyleyen o değildi ve umuyordum ki o benim gibi düşünmesindi.

Güldü. Şaşırdım. Hafif sesli olan gülüşü kahkahaya dönüştü ve başını arkaya atıp içten bir şekilde kahkaha atmaya başladı. Delirttim mi?

Şaşkınlıkla ona bakarken gözlerim güldükçe hareket eden adem elmasına kaydı. Boynunda keskin bir tümsek oluşturuyordu. Ben onu söylediğim cümleden sonra bile arsızca süzerken o kesik kesik gülüşlerle başını eğmiş yüzüme baktı. "Tamam," dedi en sonunda. Ne? Tamam olan neydi?

"Ne tamam?" dedim şaşkınlıkla yüzüne bakarken. Kolumu bıraktı ve omuzumdan göğsüme sarkan saçlarımı geriye attı. "Kafan karışıktı, tamam," dedi yeniden seslice gülerken.

"Neden gülüyorsun?" dedim kaşlarımı çatarken. Sesimin azarlar gibi çıkmasına engel olamamıştım. Komik miydi kafamın karışması? Karışmamıştı ama karışadabilirdi. Karışsaydı ve gülseydi hoş olmazdı, böyle de hoş olmuyordu ama olsundu. Gülmesin.

"Gülmüyorum," dedi gülerken. "Gülüyorsun," dedim ısrarla dişlerimin arasından. "Gülmesene." Kaşlarım daha da çatılırken o benim halimden fazlasıyla keyif alıyor gibi duruyordu. "Ya bak hala gülüyorsun," dedim hayıflanırken.

"Gülerim kızım. Senin kafan karışırken hoş, ben gülünce mi sorun?" O kadar keyifli göründü ki gözüme, keyfini hiç bozmak istemedim. Çöl gözlerini gözlerime sabitlemiş, dudakları yanaklarına ulaşmıştı. Gözleri ise gülmenin etkisiyle kısılmıştı. Beyaz dişleri gözlerimi kamaştırdı. Keyifle kıvrılan dudaklarına kaydı gözlerim. Kulağıma ulaşan sesler kesildiğinde ne zaman dudaklarına baksam dünyayla bağlantımın kesildiğini fark ettim.

Saniyeler sonra baktığım dudaklarda bir dil dolandı yavaşça, ardında bilmediğim bir diş alt dudağı ortasından kavrayarak ısırdı. İzlediğim dudaklar hala gülüyordu.

"Kafan tekrar karıştı sanki?"

"Hı?"

"Kafan diyorum, Ayşıl. Dikkat et de karışmasın tekrar abicim."

İrkilerek kendime gelirken sanki dudaklarından başka organları olduğunu yeni fark etmiş gibi alelacele yüzüne baktım. Yüzünde bilmiş bir ifade vardı ve bu kozu eline ben vermiştim. Diyecek bir şeyim olmadığı için kaşlarımı çatmaktan başka bir şey yapamıyordum.

"Efendim Beren?" Beren mi gelmişti. Neredeydi? Karşımda duran adamın arkasına baktığımda Beren mutfak kapısının biraz ilerisinde duruyordu fakat bize yakın değildi. Yok artık, nereden anlamıştı? Şaşkınlığımı gizlemeden ona baktığımda neye şaşırdığımı anlayarak göz kırptı ve arkasını döndü.

"Abiii," dedi Beren ellerini önünde birleştirip seke seke yanımıza aşırı sevimlilik içeren bir yüzle gelirken. Bir şey isteyeceğini ben bile anlamıştım. Bir adım atarak Demir'in yanına geçtim.

"Söyle güzelliğim," dedi aynı yapmacık ifadeyle. Sert yüzüne abes duran ifadeye istemsizce kıkırdadım. Demir'in bakışları beni birkaç saniye izledikten sonra bir şey isteyecek olan yağcı arkadaşıma döndü.

"Acaba, diyorum, Ayşıl'la, diyorum, merkeze mi gitsek, diyorum?" Ellerini birleştirip çenesinin altına koyup yavru köpek bakışlarını abisine yöneltti. "Ne olur? Neee oluuuur." Abisinden ses çıkmazken Beren gözlerini üst üste hızlıca kırpıştırdı. "Ya," dedi Beren sinirle Demir'den hala ses çıkmazken. "Anneme gidiyorum, babama gönderiyor, babama gidiyorum, sana yönlendiriyor. Ne bu böyle mevki mevki ilerliyorum ya?"

"Hakan ve Abdullah yanınızdan ayrılmayacak," dedi uyarırcasına. "Tamam olur, onlarla gezeriz," dedi Beren hevesle. "Tamam o zaman, gidin." Demir kendisine bir sigara yakıp çardaktaki banka oturduğunda Beren arkasından kollarını boynuna doladı. Dudaklarını abisinin yanağını sertçe bastırarak öptüğünde neredeyse üstüne abanmıştı. "Seni yiyeceğim," dedi yeni bir taklitle. "Hay cağnım beğnim, seni var ya, seni üpecegim." Demir gülerek kardeşinin kollarını çekmeye çalışsa da Beren öpmeye devam ediyordu.

"Kızım bırak."

"Yu valla bıragmam," dedi Beren.

"Beren, kızım bıraksana." Demir her ne kadar şikayetçi gibi dursa da halinden memnun görünüyordu. Beren daha çok boynuna asıldığında abisinin onu çekmesiyle arkasından banka geçti. Beren kahkaha atarak fırsat bu diyerek abisinin omuzlarına oturdu. Ben ona şaşkınlıkla bakarken Demir artık bıkmış bir şekilde kafasının üstünden ona bakan kardeşine başını kaldırıp baktı. Beren abisinin yanaklarını sıktı. "Hay seni yiyecegim," dedi.

"Benden günah gidiyor?" dedi Demir fakat ne demek istediğini anlamamıştım. Aniden ayağa kalktığında hafifçe dizlerini kırmıştı çünkü tam kalksaydı kardeşinin kafası çardağın tavanına çarpacaktı.

"ABİ! ABİ VALLAHİ DÜŞERİM." Beren abisinin kafasına koala gibi yapışırken kahkaha atmaya başladım. Demir çardaktan çıktıktan sonra sanki omuzunda ağırlık yokmuş gibi mutfak kapısına doğru yürümeye başladı.

"ABİ KURBANIN OLAYIM İNDİR BENİ ABİ. ABİ VALLAHİ ŞAKA YAPTIM ABİ." Demir gülerek hızlandı ve saniyeler sonra bahçede kardeşinin korkutmak için koşmaya başladı. Karnım gülmekten ağrırken Beren'in çığlıkları sadece bahçede değil tüm sokakta dolaşıyordu.

"ABİ BENİM YÜKSEKLİK KORKUM VAR." Bu onun son çığlıydı çünkü Demir tek dizini yere koyup diz çöktüğünde Şeker Portakalı hızlıca yere indi fakat hızını alamayıp poposunun üstüne düştü. Kahkaha atarak Beren'in yanın ilerledim ve elimi uzattım. Elimi tutup kalktığında ters ters abisine baktı. "Alacağın olsun abi."

"Sana bırak, dedim," dedi gülerek.

"Biz de diyoruz Beren niye can çekişir gibi bağırıyor. Yine delirtmiş Demir'i." Ulaç'ın sesiyle arkama baktım. Tam kadro üniformasıyla karşımda dururken Leman ve Hilal'i ilk defa böyle görüyordum. Öylesine güzel duruyorlardı ki hayran olmuştum. Hilal'le göz göze gelince gülümseyip bana göz kırptı.

Beren koşarak Ulaç'ın yanına gidip koluna yapıştı. "Ulaç abi, sen de abimi al omuzuna çekirge gibi fırlat," dedi şikayet eder gibi.

Ulaç kahkaha attı. "Kızım, bir bak bakayım bana. Benim canıma susamış gibi bir halim var mı Sonra bir bakmışsın çekirge gibi fırlayan ben olmuşum."

Hepimiz kahkaha atarken Beren bir benim yüzüme alınır gibi bakarken "Senin de alacağın olsun. Engel olmadın abime," dedi. Gülümsememin yerini şaşkınlık alırken yüzüne baktım. "Ne yapsaydım? Ben mi alsaydım abini omuzuma?" dedim hayretle.

"Vallahi yaparsın gibi Ayşıl. Üç adamı mundar etmişsin bence onu da yaparsın," dedi Hilal gülerek. "Aaa, evet. Her gün sana daha da hayran oluyorum Ayşıl," dedi Leman. Gözlerim yerinden çıkacak gibi ona baktım. "Bana mı hayran oluyorsun?" Başını salladı. "Neden?"

"Hadi içeri geçin," dedi Demir. Ona baktığımda Leman'a kaşlarını çatarak bakıyordu. Leman'a tekrar baktığımda boğazını temizlemişti ve yüz ifadesi ciddileşmişti. Ben ne olduğunu anlamazken Ulaç Beren'i kolunun altına alıp içeri doğru yürümeye başladı. Herkes bir bir içeri geçerken bahçede ben, Leman ve Demir kalkmıştık. Bakışlarım ikisi arasında dolaşırken Demir ile göz göze geldim.

"Sen de geç içeri," dedi tok sesle. Başımı sallayıp son kez Leman'a bakarak mutfak kapısından içeri geçtim. Salona ilerleyeceğim sırada arkamı döndüğümde Demir ciddi bir ifadeyle Leman'la konuşuyordu. Leman ellerini arkasında birleştirmiş çok resmi bir şekilde arkadaşına bakıyordu. Sanırım şu an arkadaşını değil de komutanını dinliyordu.

Onlara bakmayı son verip salona geçtiğimde ilk dikkatimi çeken şeyin her birinin ayakkabısını çıkarmış olmasıydı. Sanırım Nermin teyzenin de benim gibi eve ayakkabıyla girilmesine karşın bir takıntısını vardı. Yanlarına gidip Beren'in yanına oturdum.

Ahmet amca merdivenlerden indiğinde Hilal, Ulaç ve Bahtiyar aynı anda ayağa kalkmıştı.

"Ohoo, benim aslan kızım gelmiş," dedi Ahmet amca Hilal'e yaklaşıp sarılırken.

"Nasılsın amca?" dedi Hilal Ahmet amcaya sıkıca sarılırken. Ahmet amca Hilal'i kendinden uzaklaştırıp omuzlarından tuttu ve gururla yüzüne baktı. "Seni gördüm ya, çok iyiyim oldum. Çiçeğim, gel bak kim gelmiş," dedi ardından. Nermin teyze salona girdiğinde Hilal'i görmesiyle mutlulukla gülümsedi. Aynı beni gördüğünde gülümsediği gibi. Beni de hiç tanımasa bile aynı şefkatle karşılamıştı, diğerlerinden ayırmadan. Bu içimde tarifsiz güzel bir duygunun açılmasına rol açtı.

"Oy benim kınalı kuzum gelmiş, hoş gelmiş," dedi aynı şekilde sarılırken. Bana da böyle sarılmıştı. Mutlulukla yerimden kıpırdadım.

"Hoş buldum, Nermin anne." Hilal kendisine sarılan kadına sıkıca sarıldıktan sonra geri çekildi. Bahtiyar ve Ulaç ciddi bir ifadeyle Ahmet amcaya bakmaya devam ediyorlardı. Karşılarında bir komutan varmış gibi saygıyla hazır pozisyonunda bekliyorlardı.

"Komutanım," dedi Bahtiyar. "Ne komutanı lan?" dedi Ahmet amca, kaşlarını çatarak. Bir an kızdığını düşündüm.

"Bak senin komutanın orada," dedi başıyla arkayı işaret ettiğinde. Arkama baktığımda Demir Leman'ın omuzuna abi gibi kolunu atmış içeri giriyorlardı. Az önce bahçede ciddi şekilde konuşan onlar değilmiş gibi. Babasının kendisinden bahsettiğini anladığında kolunu çekip ifadesini düzeltti.

"Ben senin babanım oğlum, öğrenemedin mi?" dedi Ahmet amca şefkatle. Şaşkınlıkla onlara baktığımda Bahtiyar'ı omuzundan çekip sarıldı. Sırtına bana vurduğunda kıracağı şekilde üç defa vurup geri çekildi. Aynı şekilde Ulaç ve Leman ile de sarılırken herkes yerine oturduğunda Demir hiç boş yer yokmuş gibi yanıma oturmuş ve elini koltuğun sırt kısmına uzatmıştı.

"Hayırdır hepiniz böyle toplanmışsınız?" dedi Ahmet amca salondaki askerlere bakarken.

"Ben çağırdım baba, işimiz var." Ahmet amca oğluna baktı birkaç saniye. Bilmediğim bir dilde bakıştıklarında başını sallamıştı. "İyi bakalım, var mı bir isteğiniz? Benim çıkmam lazım çocuklar."

Ahmet amcayla birlikte Demir, ben ve Beren hariç dört asker ayağa kalkmıştı. Bir an ben de sürü psikolojisiyle ayağa kalkmak istemiştim de kendimi zor tutmuştum.

"Canının sağlığı Ahmet amca," dört seste birden. Ben gülmemek için alt dudağımı ısırırken Beren kıkırdamıştı. "Rahat!" dedi Ahmet amca yüksek sesle. Dört asker dik başlarıyla rahat pozisyonunu aldı. "Hazır ol!" Yine dört asker komutla birlikte hazır pozisyonuna geçti. Ahmet amca güldüğünde ben de gülüşümü saklama gereği hissetmemiştim.

"Halledeceğiz, halledeceğiz. On yıl benim yanımda rahat olmanız için uğraştım, bir on yıl daha uğraşacağız. Hadi bakalım." dedi gülerken.

"Ahmet Bey, uğraşma çocuklarımla," dedi Nermin teyze. "Çiçeğim sen bunları bırak da beni yolcu et. Sen yolcu etmeyince günüm rast gitmiyor." Nermin teyze ayağa kalktığında elini kocasının sırtına koyup okşadı ve gülümsedi. Çok güzel görünüyorlardı. Eğer annem ve babam hayatta olsalardı kesinlikle böyle görünürlerdi.

"Önce Allah'a sonra da birbirinize emanetsiniz çocuklar," dedikten sonra bana baktı Ahmet amca. "Kızım sen bu akşamda buradasın, değil mi?" Dudaklarımı aralayacağım sırada başka bir ses duyuldu.

"Burada baba."

Ahmet bey gülümseyip elini yanağıma koydu ve avucuyla yanağımı sıktı. "Siz de dikkat edin." Başımı gülümseyerek salladığımda Ahmet amca eşiyle birlikte salondan çıktığında Demir'e baktım.

"Eve geçecektim ben," dedim sessizce. "Sonra geçersin," dedi umursamadan. "İşim vardı," dedim kaşlarımı çatarak. "Ne işin vardı?" Kaşlarını benim gibi çatarken cevap vermeyip sırtımı koltuğa yasladım.

Herkes derin bir nefes alırken bakışlarımı konuşurken omuzunu ovan Uluç'a döndüm.

"Ulan kasılmaktan omuzum ağrıdı." Hilal gülerek kendi omuzunu ovan arkadaşının diğer omuzunu sıktı. "Ovayım kardeş," dediğinde Ulaç inleyerek Hilal'den uzaklaştı. "Lan sana ne yedirip içiriyorlar? Nereden geliyor bu gücün temeli?" Kolunu kaldırıp oynatmaya başladı.

Saçlarımın hareket ettiğini hissetim. Eve rüzgarın girebileceği açık bir pencere yoktu ama olmasını diledim. Çünkü saç diplerimde sinsince dolanan parmaklar şuurumu kaybetmeme sebep olacaktı. Başımı parmakların sahibine çevirdiğimde gülerek arkadaşlarının atışmasına bakıyordu. Bana çevirdiğinde bakışlarını yutkundum. Onu itebilirdim ama engel olamıyordum ya da istemiyordum.

Dudaklarına kimsenin fark etmeyeceği sinsi bir gülüş yeşerdiğinde parmakları usulca ensemdeki saçlarıma ulaştı ve parmak uçlarıyla hafifçe okşadığında tüm tüylerim şaha kalkmıştı. Bir an kendimden geçeceğimi hissederek hızlıca yerimden kalktım. Herkes bana şaşkınlıkla bakmaya başlarken Demir baş parmağıyla dudağının kenarını çaktırmadan gülerken kaşıdı.

"Ne oldu?" dedi Beren şaşkınlıkla.

"Şey, ııı, şey oldu. Ya biz dışarı çıkmıyor muyduk? Akşam vakti mi çıkacağız kızım? Geç oldu, kalk." Alelacele ve saçmalayarak konuşuyordum ve bu Demir'i daha da güldürüyordu. Yan gözle ona baktığımda dudaklarını dişliyordu gülmemek için. Sinsi yılan.

"Kızım daha on olmadı saat, ne geçi?" Beren telefonundan saate bakarak konuşuyordu.

"Kafası karışmıştır Ayşıl'ın" dedi Demir. Ağzım bir karış açık ona baktığımda boğazını temizledi ve ayağa kalktı. "Biz de çıkalım." dediğinde hedefi arkadaşlarıydı.

Hepsi ayaklandığında çıkış kapısına doğru ilerledi. Beren Hilal ile konuştuğu için onunla birlikte giderken Demir bana yaklaştı. "Kafan bir daha karışacak olursa karışmam." Bu ne demekti şimdi? 'Bir daha öpersen karşılık veririm' mi yoksa, 'Bir daha öpersen döverim' mi? Tekrardan öpeceğimden değil de hani maksat belirsizlik olmasın.

Ormanlıklarımda uzun bir süre küçük kızımı bulmak ister gibi dolaşırken nefesimi tutmuş yüzüne bakıyordum. Sanki parmakları hala saçlarımın arasındaydı ve bu beni daha da geriyordu.

"Görüşürüz." Bir süre beni süzdüğünde dudaklarında çarpık bir gülüş oluştu. "Yakamoz güzeli," dedikten sonra arkasında beni bırakarak salondan çıktı. Kalbimi de kendisiyle birlikte götürürken onun etkisiyle peşinden sürükleneceğimi sandım.

Benimle oynamıştı. RESMEN BENİMLE OYNADI. Ona kafamın karıştığını söylediğim için benimle oynamıştı, ama kabul etmem gerekirse hiç itiraz edemeyeceğim bir oyun oynamıştı. Fakat her şeyden önce bana hitap etme şekli dumura uğratmıştı. Güzel demesine mi yoksa Yakamoz demesine mi takılmam gerekiyordu, kararsızdım.

Yakamoz; denizlerde yaşayan, uyarıldığında denizde görüntü şöleni yaratan denizin ateş böcekleriydi. Bana neden böyle seslendiğini bilmemekle beraber ayıp olmaması için dış kapıya ilerledim. Herkes postallarını ayaklarına geçirmiş en son giden Demir'i bekliyordu.

"Beren, dediklerimi unutma," dedi Demir, doğrulurken.

"Tamam abi ya, on beş defa söyledin zaten." Ellerini belinde birleştirerek duvara yaslanmıştı Beren. Sesi abisi her ne söylediyse bunu tekrardan dile getirmesinden dolayı bıkkın çıkıyordu. Demir kardeşine ters bakış attığında Beren boğazını temizleyip dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kaçırdı.

"Tamam," dedi sessizce.

"Güzel," dediğinde çölleri bana ulaştı. Bilerek mi yapmıştı bilmiyorum ama az önce söylediği hitabı kulağımda çınladı.

"Sen de uslu dur, Ayşıl." Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken ağzım bir karış açılmıştı.

"Uslu mu durayım? Ben gayet de usluyum," dedim kendimi korumak istercesine. "Onu bunu bilmem. Uslu dur." Tok sesiyle, emir kuluymuşum gibi konuştuğunda ellerimi belime yerleştirdim. "Ben usluyum zaten." Tek kaşını kaldırdı ve o da ellerini beline yerleştirdi fakat ben yumruk yaptığım ellerimi belime koymuşken o parmaklarını kamuflaj pantolonunun kenarına yerleştirmişti. "Buradan bakınca öyle görünmüyor."

"Oradan bakınca nasıl durduğuyla ilgilenmiyorum. Eğer birilerini dövmememi kastediyorsan söz veremem. Hak ediyorlarsa döverim."

"Her hak edeni dövüyorsan önce kendinden başla," dedi sert bir dille. Neye sinirlendi şimdi bu kadar.

Birden böyle bir tepkiyi beklemediğim için gözlerimi kısarken arkada duran Bahtiyar bana sinirle bakan Demir'in omuzuna elini koydu. "Kandaş, gidelim." Aramıza girmek ister gibi bir hali vardı.

Demir önce omuzundaki ele sonra da arkadaşına baktı ve bana döndü. İşaret parmağını kaldırdı. "Son kez söylüyorum, uslu dur."

"Ödül maması da verecek misin bari?" dedim başımı omuzuma doğru yatırıp yapmacık olduğu her halinden belli olan gülümsememle. Bahtiyar kendini tutmaya çalışarak güldüğünde boğazından farklı bir ses çıkmıştı.

"Sabır" dedi Demir gözlerini kapatıp başını hafifçe sola çevirirken. "Ya sabır."

"Güle güle. Güle güleeeee."

Yüzümdeki yapmacık gülümsemeyle kapıyı kapattım. Beren'e başımı çevirdiğimde tuttuğu kahkahasını serbest bıraktı. Kapı sertçe yumruklandığında Demir'in sesi ulaştı. "Duyuyorum Beren!"

Onun sinirli hali beni iyice keyiflendirirken Beren ağzını kapatarak oturduğumuz salona doğru ilerledi. Ben de onu takip edecekken aklıma gelen şeyle birlikte duraksadım.

Babam her zaman beni Allah'a emanet ederek evden çıkardı. "Seni Allah'a emanet ediyorum ki, tekrardan görebileyim," derdi. Dokuz yaşlarında bile olmayan küçüklüğüm o zamanlar bunun ne demek olduğunu anlamazdı ama şimdi ki ben ne demek olduğunu gayet iyi biliyordu.

O yüzden attığım birkaç adımı geri gidip kapıya ulaştım ve kapıyı açtım. Kapıyı açmamla bahçeden çıkmak üzere olan bedenler bana döndüğünde her birinin yüzünden gözlerimi dolandırdım ve en son çöllerde duraksadım. Hafifçe gülümsedim.

"Allah'a emanet."

Sesimin onlara ulaşması için hafifçe bağırırken Demir bir şey demeden bana bakarken Bahtiyar baş selamı vererek, Ulaç göz kırparak, Hilal elini kalbinin üstüne götürüp eyvallah diyerek, Leman elini kaldırıp sallayarak karşılık vermişti. Dördü arkasını dönüp giderken Demir olduğu yerde durmuş beni izliyordu. Bir şeyler düşünüyor gibi bakıyordu gözleri. Acaba neden dediğimi anlamış mıydı?

"Sen de," dedi sonradan. Birkaç saniye daha bana baktıktan sonra arkasını dönüp ilerledi. O kapıdan çıkıp gidene kadar onu izledim. Gözden kaybolduktan saniyeler sonra bir kapının açılıp kapanma sesini ve araba çalışma sesini duydum. Dört araç teker teker kapının önünden geçerken en son geçen araba Demir'e aitti ve tam bahçe kapısının önünde durdu. Camını açtı ve başıyla içeriye girmem için işaret yaptı. Sanırım. Yani hareketini tam olarak anlamasam da başka bir şeye anlam yoramıyordum.

Elimi kaldırıp salladığımda o da elini camdan dışarı çıkartıp hafifçe kaldırmıştı ama sallamamıştı. Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde Nermin teyze ve Beren koltuklarda oturuyordu. Ben de Beren'in yanına oturduğumda Beren önündeki kahvelerden bir tanesini önüme itti.

"Ayşıl, diyorum ki, biz bugün alışveriş merkezine gidelim. Önümüzdeki hafta Leman ablanın doğum günü ona hediye bakarız. Hem sen anlarsın hediyelerden!" Türk kahvesinden yudum alırken kaşlarımı kaldırdım. Kahve içmek kasılmış kaslarımı rahatlatırken kahve içmeyi çok sevmesem de kokusuna bayıldığımı itiraf etmem gerekiyordu.

"Ya, Leman'ın doğum günü mü? Olur da.. erken değil mi hediye almak için?"

"Değil ya, anca karar veririm. Hem ben doğum gününde giymesi için bir kıyafet alacağım o yüzden erken almamız güzel olur."

Başımı salladığımda Beren gülümseyerek arkasına yaslandı sonra bir şey hatırlamış gibi birden elini dizine vurdu. Nermin teyze ve ben sıçrayarak ona baktık.

"Kızım delirdin mi? Ne oldu?" Nermin teyze kızının ani hareketine anlam verememişti.

"Tüh ya. Abimden kartını almadım ben," dedi hayıflanarak. "Ne kartı?" diye sordum, şaşkınlıkla. "Kredi kartını. Bana verecekti onu alışveriş yapmamız için." Üzüntüyle arkasına yaslandı. "Babam harçlığımı kıstı çok harcıyorum diye, ben de abimden istemiştim. of."

"Yavrum onu bıraktı ya vestiyere." Beren heyecanla doğruldu. "Harbi mi anne? YA CANIM ABİM BE." Nermin teyze elindeki fincanı masaya bıraktığında kaşlarını çattı. "Bana bak, bitirme çocuğun parasını. Sana çalışıyor sanki, yazık."

"Ay anne, duyan da abimi kıt kanaat geçiniyor sanacak. Adam hem babamın şirketine ortak hem de güzel maaş alıyor." Şaşkınlıktan gözlerim yuvasından çıkacaktı. Şirketi mi vardı?

"Şirketi mi var?" dedim sesimdeki şaşkınlığa engel olamazken. Beren başını salladı ve bedenini bana çevirdi. "Evet. Silah ticareti yapıyor abim."

"Af buyur?"

"Yani TSK için ticaret yapıyor gerçi. Karışık oralar biz pek bilmiyoruz ama bir şirketi var, evet."

Birkaç saniye hiç tepki vermeden Beren'in yüzüne baktım. "Ay anne, kıza inme indi."

"Tövbe de kızım. Ayşıl, kuzum?" Nermin teyzenin sesini duyuyordum ama tepki veremiyordum. Demir'in hem asker olup hem de bir silah ticareti yapan şirketin sahibi olduğu gerçeğini sindirmem uzun sürecekti. ÜSTELİK TSK İÇİN YAPIYORDU. Tövbeler, estağfurullahlar olsundu.

"Ayşıl" Beren elini gözlerimin önünde salladığında gözlerimi kırpıştırdım. "Abin.. silah ticareti mi yapıyor? Hey maşallah." Tepkime engel olamazken Beren kıkırdamıştı. "Hıı. Sen seversin silahları, bakarsın abimi ikna edersin de askeriye için yaptığı özel silahları göstermeye götürür. Gerçi babama bile göstermemişti ama.."

"ÖZEL Mİ?" Sesim kontrolsüz yüksek çıkarken tepkime Beren ve annesi seslice gülmüştü. Ben onun hakkında daha ne öğrenecektim? Gün geçtikçe yeni şeyler öğreniyordum ve bu bilgiler beni şaşırtıyordu. Ayrıca bildiğim bir şey varsa da bu yapılan tamamiyle suçtu.

Kafamın içinde çarklar dönüp dururken, Beren ile bir alışveriş merkezinde dolaşıyorduk. Söylediği hiçbir şeye tepki veremiyordum; çünkü zihnim, onun abisinin ve diğerlerinin özel askerler olduğunu öğrenmenin şokuyla hâlâ meşguldü. Üstelik bu sabah söyledikleri de bu karmaşaya eklenmişti. Her yeni bilgi beni çıkmaza sürüklüyor, nasıl tepki vermem gerektiğini ve nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum. Eğer Demir gerçekten Beren'in anlattığı gibiyse, sonum felaket olurdu. Hiç adım atmamam gereken çöllere girmiş, bir kurdun yaşayamayacağı kumlarda kendime kent kurmaya çalışmıştım. Bu durumda ise tüm çabalarım yerle bir olurdu.

Düşünmekten kafamın kazana döndüğü sıralarda Beren'in konuşurken söylediği cümleler arasında birkaç tane aşırdığım kelimeyle anladığım kadarıyla bir kafeye oturmuştuk. Çok büyük bir AVM olmasa da istediği şeyleri bulabilmiştik.

"Çok güzel değil mi ya?" diye sordu Beren.

"Evet," dedim. Neyin güzel olduğunu onayladığımı bilmiyordum fakat sanırım Leman için aldığı elbiseden bahsediyordu. Bu soğuğa rağmen açık alanda benim yüzümden oturmasını umursamadan kendime bir sigara yaktım. Birkaç saniye sonra üstümüz bir garsonun elindeki kumandanın tuşa basmasıyla kapanmaya başladı. Şimdi daha iyiydi.

"İyi misin?"

Bakışlarım abisine tezat şekilde daha koyu fakat ela olan gözlere baktığımda üstümdeki yorgunluğun verdiği kadar gülümsedim.

"Çok dolaştık ve sigara içemedim. Şimdi kendime gelirim."

"Gören de tiryaki sanacak seni.. içmesen olmuyor sanki. Canım ciğerciklerine yazık.." dedi üzgün şekilde. Sadece ona mızmızlanabildiğim için çocukça alt dudağımı sarkıttım.

"Benim ciğerciklerimi mi düşünüyorsun sen?" O da benim gibi alt dudağını sarkıtıp başını salladı üzgünce. Gerçekten üzülüyordu sigara içtiğime.

"Benim ciğerciklerim seninkilerden daha sağlam, sen kendi ciğerciklerine yan bir kere." Başımı ona teessüf eder gibi başka yöne çevirdiğimde gülümsediğini göremesem de hissettim.

Benim bu hayatta kalpten hissettiğim nadir insanlardan birisiydi, diğerlerinden de şimdi oldukça uzaktım. Uzaktık. Ama biliyordum ki çağırsam her şeyi yakıp gelirlerdi.

Yalnız değildim.

Kimsesiz? Kimsesiz hiç değildim.

Ben yetim ve öksüz olmama rağmen sayılı insanların birçok şeyiydim.

"Sen iyi değilsin," dedi Beren telaşla karşımdaki sandalyeden kalkıp yanıma otururken. Üşüyen ellerini yanaklarıma bastırdığında baş parmakları yanağımı okşadı.

Mutsuz son yaşamayacaktım.

"Duygularım," dedim ve birkaç saniye duraksadım. "Kontrol edemiyorum."

"Ayşıl, iyi misin?"

Hakan'ın sesini duyduğumda boş görünen ama aslında bakmasını bilene çok şey anlatan gözlerimi ona çevirdim. Endişeliydi. Ne için? Bana değer verdiği için mi? Sevmiş miydi o da beni?

Gülümsedim.

"Bana tuzlu ayran getirir misin? Tansiyonum düştü sanırım."

Yanımda olduğunu yeni fark ettiğim Abdullah koşarak uzaklaşırken zaman kavramım benden bir hayli uzaklaşmıştı. İnsanları görebiliyor, duyabiliyor ama tepki vermekte zorlanıyordum.

Beren'in telefonu çaldığında yanıtlayıp kulağına götürdü.

"Evet, iyi. Sanırım. Tansiyonu düştü sanırım." Duraksayıp karşı tarafı dinledi ve dinlerken gözlerini üzerimde tuttu. Tansiyonu düşen bendim fark konuşan kimdi? Abdullah içinde ayran olan bir bardakla geldiğinde zar zor gülümseyip elinden aldım. Birkaç yudum içtiğimde Beren telefonu bana uzattı.

"Abim seni istiyor."

Halsizce telefonu elinden aldığımda kulağıma götürdüm. Boğazımı temizlediğimde sesimi güçlü çıkarmayı umuyordum.

"Yakamoz?"

"Efendim?" Çok şükür ki sesimin gücü yerli yerindeydi. Peki ben Yakamoz olduğumu neden kabullenmiş ve tek bir defa söylemesine rağmen benimsemiştim?

"İyi misin? Bir şey mi oldu?" Arkadan birkaç sesin geldiğini duydum. Sanırım yürüyordu.

"Bir şey olmadı.. iyiyim. Biraz acıktım sanırım o yüzden tansiyonum falan düştü ama şimdi iyiyim." Evet. Ben iyiydim.

"Tamam, hızlıca bir şeyler yiyin ben de birkaç işimi hallettikten sonra geleceğim."

"Hayır, gelme. Ben gerçekten iyiyim. Yemek siparişi de verdik zaten. Hiç boşuna gelmene gerek yok." Yemek siparişi vermemiştik ama birazdan verecektik yalan sayılmazdı.

"Birkaç saate orada olurum. Hilal ve Bahtiyar yakınlarda, onlar ben gelene kadar yanınıza gelir." Söylediklerimi es geçerek kendi bildiğini okurken derin bir nefes verdim. Uğraşacak halim yoktu. "Tamam," dedim sakince.

"Beren'e ver şimdi telefonu." Sesi emir veriyormuş gibi değil de sanki lütfen demese bile rica ediyormuş gibi yumuşacık geliyordu.

Telefonu Beren'e uzattıktan birkaç saniye sonra onaylayıcı birkaç ses çıkartıp kapattı. Yeniden bana döndüğünde acilen bu halden çıkmam gerektiğini hatırlattım kendime. Bu ruh halinden çıkmazsam daha da kötü şeylerin tetikleneceğini biliyordum. İlk sırada da sinir krizi ve ardından belki de bayılma.

Derin fakat sakin birkaç nefes aldıktan sonra gözlerimi açtım ve beni endişeyle izleyen üç göze baktım.

"Ölecek miyim?" dedim hafif seslice gülerken. "Neden öyle bakıyorsunuz?"

"Kuzu, o nasıl söz ya," dedi Beren hafif sitemle.

Hakan, bir abi edasıyla bana gülümsediğinde ben de ona aynı şekilde gülümsedim. "İyiyim, gerçekten. Şimdi ayranı içer zımba gibi olurum."

Ellerini masaya yaslayarak ayakta dikilen Abdullah başını hafifçe eğdi. "İyi misin gerçekten? İstersen bir hastaneye gidelim."

"İyiyim ya, aaa, lütfen. Hasta psikolojisine sokuyorsunuz ama beni. Birazdan bu ilgiyi daha çok görmek için kendimi yere atacağım." Üçü de bana tedirginlikle bakmaya devam ederken kollarımı iki yana açıp yana doğru bayılıyormuş gibi yaptım. "Bakın bayılıyorum."

Beren tebessüm edip hiç ağır olmayan ince ve küçük parmaklarıyla koluma vurdu. Bebek eli gibiydi.

"Siz de oturun ya. Hadi. İyiyim ben. Gerçekten." Hakan ve Abdullah başını sallayıp kendi masalarına oturduğunda aramızda sadece iki adım ya vardı ya da yoktu.

"Biz de yemek söyleyelim o zaman. Abim kızdı zaten bu saate kadar yemek yemediğimiz için. Seni de çok düşünüyor yaaaaaniii." Son kelimeleri yaya yaya konuşurken omuzundan saçlarını geriye attı. Yandan bana bakmayı da ihmal etmiyordu tabii.

"Beren, hastayım zaten. Sus."

"Abime mi? Belli belli." İmalı imalı konuşması beni utandırmak ve sinirlendirmek arasında bırakırken sinirlenen yanım daha ağır bastı. Ters ters ona baktığımda umursamaz tavırla menüye baktı.

"Hiç bakma öyle. Onunla konuştuktan sonra bir canlandın sen, fark etmedim sanma."

"Ya ne canlanacağım ya? Ben mi gel dedim ona sanki?"

Beren şaşkınca bana döndü. "Abim mi geliyor? Bu saatte? Buraya?" Ben de aynı onun gibi şaşırmıştım. Bu kadar şaşırmasının sebebi neydi ki? Uzaydan geliyordu sanki abisi.

"Evet," dedim tuhaf bir şekilde.

"Oha. Yuh. Abimi öldürsen bu saatte çıkıp da gelmez. İşini bırakıp gelmez yani. Her şeyden önce işi gelir onun." Şaşkın şaşkın masaya baktı birkaç saniye ve sonrasında kollarını hafifçe kaldırıp bize özel olan tuhaf dansımızı yapmaya başladı.

"Ne yapıyorsun ya?" Dişlerimin arasından konuşurken kollarını rezil olmadan indirmeye çalışıyordum ama bize bakan birkaç masa vardı bile.

"Ya kızım bırak. Abim eğer o kışladan sırf senin tansiyonun düştü diye geliyorsa siz kesin evlenirsiniz," dedi müziksiz oynamaya devam ederken.

"Saçma sapan konuşma. Ya bi' dur be!" Kollarını zar zor indirdikten sonra bana koca bir sırıtışla bakmaya başladı.

"Bak şimdi," dedi bir şey anlatmaya başlayacağını belli etmek isterken. "Abimi arasam ve desem ki, abi tansiyonum düştü çok kötüyüm, çok endişelenir, ortalığı ayağa kaldırır sonra babam gelir alır beni. Ama gelmez. Çünkü onun için mesleği, işi canından ve her şeyden önce gelir." Yüzüne alık alık baktım.

"Yani?" dedim boş boş.

"Yani, benim her şeyde zeki ama, aşkta salak olan Buz Kraliçe'm. Abim buraya senin için geliyor. Bu da demek oluyor ki-"

"Selam!" dedi neşeli bir ses.

Sesin geldiği yöne baktığımızda Hilal'in ve Bahtiyar'ın hemen yanı başımızda olduğunu gördüm.

"Aaa, hoş geldiniz! Nereden bildiniz burada olduğumuzu?"

Demir'in Hilal ve Bahtiyar'ı buraya göndereceğini Beren'e söylemeyi unuttuğum aklıma geldi.

"Demir aradı. Ayşıl'ın biraz kötü olduğunu söyledi biz de uçup geldik." Hilal gülümseyerek bana döndü. "İyi misin? Rahatsızsan eğer doktora gidelim."

"İyiyim, iyiyim. Biraz tansiyonum düştü sadece."

"Hımmm. Demek abim sizi Ayşıl kötü diye gönderdi," dedi Beren yandan yandan bana sırıtarak bakarken. Çaktırmadan masanın altından ayağına vurduğumda hiç etkilenmeden imalı bakışlarını yollamaya devam etti."

"Bir sıkıntı yok?" Bahtiyar bana gözlerine kısarak bakarken gülümseyerek başımı salladım. "Her şey yolunda merkez."

"Güzel. O zaman yemek söyleyelim. Demir yemek yediğinizden emin olmamı istedi." Ellerini birbirine sürttü. "Evet hanımlar, ne yersiniz?" Bahtiyar'ın ilk gördüğüm halinden biraz daha samimi olduğunu görmek hoşuma gitmişti. Sanırım Leman varken geriliyordu.

"Ben hamburger yerim vallahi."

"Ben de," dedi Beren, Hilal'e katılarak.

"İyi o zaman ben de yerim." dedim sakince.

"Size eşlik edeyim madem ben de."

Söylediğimiz hamburgerler geldiğinde görüntüsüyle bile iştahım kabarmıştı. Hiç çekinmeden koca bir ısırık alırken gözlerimi kapattım. Nasıl güzel.. nasıl.

"Leman ablaya elbisesini aldım," dedi Beren heyecanla. Gözlerimi açtığımda Bahtiyar ağzına götürdüğü hamburgerle duraksamış ağzı açık şekilde Beren'e bakıyordu. Hafifçe güldüğümde göz göze geldik. Anında kendini toparlayıp hamburgerini ısırdı.

"Ben de çok güzel bir bileklik aldım. Gözleri gibi boncuk boncuk taşları var." Hilal de neşesiyle Beren'e ortak olurken yuttuğum lokmayla Bahtiyar'a döndüm.

"Sen ne aldın?"

Üçünün bakışları bana döndüğünde Bahtiyar gergince yutkundu. "Henüz almadım, alırım bir ara." Umursamaz bir tavırla söylese de umurumda olduğu her halinden belliydi.

"Aman ya oğlum. Kırk beş yıl düşünürsün sen şimdi ne alacağını."

"Düşünürüm kızım, sana mı soracağım?"

"Ne tersliyorsun oğlum? Allah Allah." Ben gerilmiş şekilde onlara bakarken Beren gülüyordu. Sanırım bu onların anlaşma şekliydi.

"Beraber bakalım mı?" Heyecanla sorduğum soru Bahtiyar'ı duraksatsa da belli etmeden hamburgerinden ısırık aldı.

"Bahtiyar abi, hediye konusunda Ayşıl'a güven. Efsane akıl veriyor."

Ben hala ona heyecanla bakıyor ve cevap vermesini bekliyordum. Basit bir şey almasını istemiyordum. Üstüme vazife olmasa da yardımcı olmak istiyordum ona.

"Tamam," dedi tereddütle.

"Kalk o zaman." Yerimden alelacele kalktığımda hepsi birden şaşırmıştı.

"Hemen mi?" Bahtiyar benimle birlikte kalksa da tereddütlü ifadesi yüzünden sıyrılmamıştı.

"Evet, evet. Yürü hadi." Beren'in sandalyesinin arkasından geçtiğimde Hakan da yerinden kalkmıştı. Bahtiyar eliyle oturmasını işaret ettiğinde yanıma çantamı aldım. Bahtiyar yanıma geldiğinde koluna girip onu kendimle birlikte sürükleyerek yürümeye başladım.

"E yemek?" Dedi Beren arkamızdan seslenerek. Elimi gelişigüzel salladım. "Sonra sonra."

Mağazaların olduğu kata geldiğimizde etrafa aklımdaki şeye uygun bir yer arıyordum. Leman'ı tanıdığımı söylemezdim. Aslında hiç tanımıyordum ama Bahtiyar'ın yardımıyla onun için güzel bir şey almayı umut ediyordum.

"Yemeğini de yemedin, Demir'i başıma bela edeceksin Ayşıl" Omuz silkerek etrafa bakınmaya devam ettim. "Bir şey olmaz. Ben aç kalmaya alışkınım." Bahtiyar'a gülümseyerek baktığımda bana kaşlarını çatarak bakıyordu. "Nasıl alışkınsın?"

"Yani.. annem babam yok, akrabam da yok. Kısaca bana bakacak kimsem yok. Küçük yaştan beri bir yerlerde çalışıp kendi paramı kazanmaya çalışıyorum. Çalışmadığım zamanlarda da takdir edersin ki aç kalıyorum."

Yavaş yavaş yürümeye devam ederken yüzünde değişen ifadeyi tanıdım. Beni anlıyormuş gibi bakıyordu fakat beni anladığını sanmıyordum. Birkaç saniye daha bana baktığında seslice nefesimi bırakıp durdum.

"Bana acıyarak bakacaksan eğer hediyeni tek başına bulabilirsin," dedim sıkıntıyla. Benimle birlikte durduğunda önüme geçmiş ve hafifçe gülümsemişti.

"Acımıyorum, takdir ediyorum. Bu zamana kadar kendi ayaklarının üstünde durabildiğin için de gurur duyuyorum."

"Nasıl yani?" Dedim şaşkınlıkla.

Yanıma geçtiğinde ellerini cebine sokup ardından kolunu uzattı. Bu sefer koluna girmemi isteyen oydu. Koluna girip yavaş adımlarla yürümeye başladık.

"Şöyle ki, benim de annem babam yok. Bir akrabam da yok. Yetimhanede büyüdüm." Büyük bir şok yaşarken yavaş olan adımlarım daha da yavaşladı.

Az önce beni anlıyormuş gibi bakarken aslında gerçekten anlıyormuş.

"E oldu o zaman, sen şoktan çıktığında beni ararsın," dedi gülerek.

"İyi sen de BIM'e gelirsin o zaman."

İkimizde duraksadık ve birbirimizin suratına yüzümüzü buruşturarak bakmaya başladık. İğrenç mizahıma verilecek en hak edilecek tepkiyi veriyorduk şu anda.

"Ben duymamış gibi yapacağım," dedi sonunda.

"Ben de söylememiş gibi," dedim ve yürümeye başladık. İstediğime uygun bir şey bulamazken sıkıntıyla ofladım.

"Yok," dedim. "Hiç gözüme hitap eden bir şey yok." Aklımdakine uygun bir mağaza bulamamanın hayal kırıklığını yaşarken Bahtiyar bir mağazanın önünde durup vitrindeki kazağı gösterdi.

"Bu hoş aslında." Ona sanki bir çöpmüş gibi bakarken bakışlarını bana değdirdiğinde şaşırdı.

"Yani, pes. Vallahi pes. Sahiden onu mu alacaksın? Utanmazsam seni şuradan aşağıya atarım." Dilimi damağıma vurarak ses çıkartırken memnunsuz bir suratla yürümeye başladım. Onu da kendimle birlikte sürüklüyordum.

"Güzelim kazak işte, neyini beğenmedin?"

"Neden sıradanlaşıyorsun?" dan diye sorduğum soruyla duraksadığında nefesini seslice bıraktı.

"Beren elbise aldı, Hilal bileklik almış. Bir diğeri başka bir şey, bir diğeri sıradan başka bir şey alacak. Sen de onlar gibi sıradanlaşıp kazak mı alacaksın sahiden?" Kollarımı göğsümde birleştirip cevap beklermiş gibi yüzüne baktım.

"Arkadaşıma hediye alacağım alt tarafı," dedi ne diyeceğini bilemez halde.

"Ha sen diyorsun ki, Ayşıl benim yüzüme vur gerçekleri?"

Sol ayağınısertçe yere vurarak arkasını döndü. Bekledi. Bekledim. Yeniden bana döndüğünde yüzünde karmaşık bir ifade vardı.

"Ayşıl, alalım bir kazak çıkalım işte."

"Ondan hoşlanıyorsun!" Sesim sessiz fakat güçlü çıkmıştı. "Ki bu bile senin sıradanlaşmaman için büyük bir sebep."

"Sen de onun için değerli bir şey almak istiyorsun ama seni durduran bir şey var." Ellerimi kollarının üstüne koyup gülümseyerek geceyi anımsatan gözlerine baktım.

"Düşünme. Yap. Uzaktan baktığımda karşımda korkusuz bir adam görüyorum. Ve benim şu anda o korkusuz adama ihtiyacım var."

"Manipüle etmeye çalışıyorsun," dedi sıkkın bir şekilde gülerken.

"Kabul et, oluyorsun." Aynı şekilde gülümsediğimde kollarını daha da sıktım. "Bu hayatta korkman gereken en son şey aşk olmalı," dedi, daha bu sabah aşık olmaktan korkan ve ondan kaçmak isteyen içimdeki ses.

"Sen kafana goyduğun her şeyi başarırsın, çünkü senin inanılmaz bir gücün var ve sevginde varrrrr." Son kelimeyi tek elimi yumruk yapıp havada tutarken içten bir şekilde söylemiştim.

Bana boş boş baktı.

"Öf. Sen de hiçbir şeyden anlamıyorsun." Kaşlarımı çatarak kollarını sitemli bir şekilde bıraktığımda utangaçlığımı çemkirerek saklamaya çalıştım. Artık ne kadar başarılı olursam.

Gür sesiyle kahkaha atmaya başladığında sinirle yüzüne baktım. Utancım üçe, beşe, yüze katlandığında kolundan tutup susması için kaş göz yaptım.

"Tamam ya, sus. Çok komikmiş gibi bir de gülüyorsun. Ya sussana. Aaa Leman!"

Birden kaskatı kesilirken üstündeki ceketi düzeltip boğazını temizledi ve etrafına baktı. Yemimi yemişti. Kahkaha atma sırası bendeyken, ters ters bakma sırası ondaydı.

"Bak bunu yazıyorum köşeye. Alırım ben de senin aklını elbet," dedi başını sallarken. He he der gibi başımı salladığımda telefon melodisi sesi geldi. Ben kesik kesik gülmeye devam ederken telefonunu bana asla göndermeyi kesmediği ters bakışlarını göndermeye devam ediyordu.

"İkinci katta, merdivenlerin ilerisinde." dediğinde kahkaha atmayı bırakmıştım ama yüzüne sırıtarak bakıyordum.

Bahtiyar bir köşeye baktığında sıkıntıyla ofladı. "Hay anasını satayım ya." Tepkisinin nedenini anlamak için baktığı yöne baktım. Merdivenleri üçer beşer tırmanan Demir'i gördüğüm de Bahtiyar'a baktım.

"Al bak gücü asıl sen şimdi gör," dedi. Neden böyle dediğini anlayamazken benim en az on adımda yürüyeceğim yolu Demir üç adımda gelmişti.

Ne bu şiddet bu celal?

"Devrem," dedi Bahtiyar Demir ile avuçlarını birbirine vurarak selamlaştığında. "Hadi ben kaçtım," dedi ardından. Demir başını salladığında yanımıza gelip Bahtiyar'la selamlaştığından beri yüzüme bakıyordu.

"Ne oldu?" diye sordum, tedirgin bir şekilde.

Önü açık uzun paltosunu geriye itip parmaklarını siyah pantolonunun beline yerleştirip çatık kaşlarla bakmaya devam etti.

"Neden öyle bakıyorsun?"

"Açlıktan tansiyonun düşmemiş miydi senin?"

"Evet?"

"O zaman neden yemeğini yemeden fır fır dolanıyorsun?"

Ona tuhaf tuhaf bakarken bu durumun onu tam olarak ne kadar ilgilendirdiğini sorguluyordum.

"Hediye bakmak için çıkınca öyle kaldı yemeğim. İnince yerim, ne olacak? Hayır sen neden bu kadar sinirleniyorsun ben onu anlamıyorum."

"Başıma iş çıkartıp bela oluyorsun çünkü," dedi dişlerinin arasından. İçimde bir yerlerden bir ses geldi, neresi olduğunu bilmiyordum ama kırıldığından emindim.

Başından beri kibarca beni uyarmış olmasına aldırmadan hareket etmiştim ve en sonunda tepkisini belli ederek rahatsız olduğunu söylemişti. Buna alınmamam gerekiyordu belki de ama söyleyen o olunca istemsizce kırılmıştım.

"Affedersin," dedim. Sesimden dökülen mahcupluk kendini belli ederken bakışlarımı yüzünden kaçırdım. "Dikkatsiz davranıyorum. Yemeğimi yemem lazımdı." Ona bakmasam da bakışlarının yüzümde dolandığını hissedebiliyordum. "Ben.. en iyisi ineyim. Kusura bakma tekrardan."

Yanından kaçar gibi uzaklaşmaya başladığımda yürüyen merdivenin basamağına bineceğim sırada kolumdan tutulmamla adımım havada kaldı.

"Öyle demek istemedim." Sesi birkaç saniye öncesine nazaran daha yumuşak çıkarken boğazımı temizleyip önümdeki merdivene bakmaya devam ettim. "Yakamoz, bak bana." Başını eğdiğini gördüğümde başımı ondan ters yöne çevirdim. Duygu karmaşıklığımın içine kırgınlığın eklenmesi daha kötü hissettirmeye başlamıştı.

"Yemek yemediğin için kızdım, ama bu başıma bela oluşundan değil. Sinirle çıktı ağzımdan."

"Sorun değil." Yok artık ya. Sesimin titremesi sinirlerimi iyice bozmuştu. Başlayacaktım ama bu dengesiz ruh halime.

Beni kendine doğru çevirip göz kontağı kurmaya çalıştığında hafifçe boğazımı temizledim.

"Öyle demek istemedim." dedi tekrardan naif bir sesle. Bakışlarımı gecenin çöktüğü çöllere çevirdim. Merdivenlerin başında durduğumuz için birkaç kişi geçmek için müsaade istediğinde Demir beni tuttuğu kolumla köşeye çekti.

"Hayır, haklısın. Tek başıma yaşamaya ve sorumsuz davranmaya alışkın olduğumdan bazen böyle olabiliyor. Ben daha dikkatli olurum. Şimdi izninle yemeğimi yemeye gideceğim." Birkaç saniye yüzüme bakıp alt dudağını dişledi.

"Ve ben de senin için endişelenip verilmemesi gereken bir tepki verdim."

"Kolumu bırakır mısın? Bu kadar uzun temastan nefret ederim," dedim bakışlarımı ve sesimi düz tutmaya çalışırken.

Elini yavaşça çektiğinden arkamı dönerek merdivenlerden inmeye başladım. Bahtiyar'la geldiğim yolu arkamda bıraktığım Demir'le birlikte döndüm ve kafenin bahçesine girdim. Beren, Hilal ve Bahtiyar koltukları olan bir masaya geçip yer değiştirmişti. Ayrıca neden koca bir koltuk boşken üçü tek bir yere sıkışmıştı? Madem öyle, benimle de sıkış tıkış oturabilirlerdi.

Sinirle gidip küçük boşluk olan koltuğa Beren'i iterek oturduğumda Beren ve Hilal sıkışmıştı.

"Oha."

"Yuh."

İkisi farklı tepkiler verirken sinirle masaya baktım. "Hamburgerim nerede?"

"Ya kızım geçsene karşıya, niye bizi sıkıştırıyorsun?"

Ters bakışlarımı Beren'e yönelttiğimde gördüğü ifadeden ürkerek Hilal'e kedi gibi sırnaştı. "Hamburgerim nerede?"

Üç farklı yüzde gözlerimi dolaştırdığımda Bahtiyar sessizce ayağa kalktı ve masayı biraz köşeden iterek karşı koltuğa geçip oturdu. Masayı düzeltirken yanına Demir oturmuştu.

"Hamburgerim nerede?" Dişlerimin arasından konuştuğumda Hilal ve Beren ürkerek geriye doğru hafifçe kaçtı.

"Tövbe bismillah. Minnoş kızın içine kurt kaçmış." Hilal bu halimi tuhaf karşılarken gözlerimi Beren'den ayırmıyordum.

"Yenisini söyledim, gelir birazdan." Demir'in konuşmasıyla sinirle ona döndüm. "Neden?" O da bu kadar sinirlenmemi beklenmiyor olmalı ki kaşlarını çatmıştı.

"Bir ısırık almıştım, yerdim."

"Yenisini yersin." dedi benim gibi sert konuşurken. Arkama yaslanıp kendime bir sigara yakarken, ortamdaki gerginliğin kaynağı olmak düşüncesi içimi kemiriyor, sinirlerimi altüst ediyordu. Normalde bu kadar sert tepkiler vermez, olaylara her zaman sakin bir tavırla yaklaşmaya çalışırdım. Ancak şimdi, onun bana "başına dert olduğumu" söylemesi mi yoksa öğrendiğim gerçekler mi beni bu kadar öfkelendiren şeydi, bir türlü karar veremiyordum. Galiba, ikisinin birleşimi beni bu noktaya getirmişti.

Benim yüzümden sessiz geçen yemekten sonra arabalara dağılmıştık. Herkesten bir bir özür dileyip tatsız geçen yemeğin ve sinirli olmamın sebebini açıklamak istemiştim fakat yapmamıştım. Hakan ve Abdullah yoktu. Sanırım Demir gelince gitmişlerdi.

Şimdi Demir'in arabasında arka koltukta oturmuş hızlıca geçtiğimiz yolları izliyordum. Radyodan mırıltı halinde çıkan ses sessiz arabanın içinde dans ediyordu.

"Burada inebilir miyim?"

Bakışlarımı dikiz aynasından kaşlarını çatarak bana bakan Demir'e çevirdim. "Anlamadım?"

"Biraz yürüyeceğim, inebilir miyim?"

"Abi, insin." Beren'in konuşmasıyla Demir ona sinirli şekilde baktığında büyük ihtimalle neden öyle dediğini anlamamıştı. Beren beni anlıyordu. Tek geçen hayatımın içine birden yüklenen fazla insandan sıkılmış olduğumu anlamıştı.

"Saçma sapan konuşma Beren." Ardından bana baktı. "Beren'i eve bıraktıktan sonra çıkarız."

"Tek başıma yürümek istiyorum."

"Abi-"

"Beren!" Ani yükselişine kaşlarımı çatarken yeniden bakışlarını yüzüme çevirdi. "Eve gittikten sonra çıkarız Ayşıl. Tek başına yürüyemezsin." Başka emri var mıydı?

"Ya sen arabayı durdurur paşa paşa beni indirirsin ya da ben inmesini bilirim." Onun kullanmaktan çekinmediği sert ses tonuyla karşılık verdiğimde kaşlarını alayla kaldırdı. "Hadi in bakalım," dedi meydan okurcasına. Ardından gözlerini yola çevirdi.

Ben gitmek istiyorsam giderdim, kalmak istiyorsam kalır ve inmek istiyorsam inerdim. Bu keyfimden yaptığım bir şey değildi, zorunluluktu. Çünkü gitmek istiyorsam bunalmışımdır ve ben şu an aşırı bunalmıştım. Gün boyunca kendine doğru çeken krizi kontrol edebilmiştim ama artık edemiyordum. O yüzden inip sakinleşmem gerekiyordu.

"Abi.. inmesi lazım."

Nefeslerim hızlanırken bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Sinir krizlerimi düşündükçe beni daha geriyordu. Ellerim titremeye başladı.

"Durdur arabayı," dedim titreyen sesimle. Oralı olmadı. "Lütfen durdurur musun?"

Tüm gün yaptığım saçmalıklar birer birer zihnimde canlandı. Yemeğin benim yüzümden gergin bir havada geçmesi, insanların sorularına sert cevaplar vermem, onun söylediklerini kafama takmam, ona yük olmam... Hiçbiri beni sevmeyecekti. Hatta Beren, artık benimle arkadaşlık etmeyecek kadar benden uzaklaşacaktı çünkü ben tam anlamıyla bir aptaldım. Arabanın hala durmamış olması sinirlerimi iyice bozunca, yumruk yaptığım elimle kapının yan kısmına sertçe vurdum.

"DURDUR ARABAYI."

"Yapayalnızsın. Burada sana kimse yardım etmeyecek. Sevgi beklediğin hiç kimse sana sevgi göstermeyecek. Bir bir gidecekler ve yalnız kalacaksın. Neden biliyor musun? Çünkü sen... hak etmiyorsun."

Arabana kısa sürede dururken arka kapı açıldı ve Demir'i gördüm.

"Benim... nefes almam lazım." İşaret parmağımı kaldırdım. "Bir saniye.. lütfen."

Önümde duran Demir'i iterek arabadan indiğimde sarsak adımlarla boş caddeye bakındım. Hiç beklemeden yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Zaten gittiğim yolun hiçbir önemi yoktu, o yollar babama çıkmayacaksa bir önemi yoktu.

"Ayşıl"

Kollarımdan tutulmamla bedene çarptığımda beni kollarının arasına almasına izin verdim. Ellerim iki yanımda sarkarken ruhum varken ruhsuzluğu yaşıyordum.

Sırtımda olan ellerden bir tanesi saçlarıma ulaştığında gözlerimi kapattım. Ben değil ama saçlarım mutluydu. Nefes alabiliyorlardı.

Benim aksime.

"Geçti."

"Geçmiyor."

"Geçti," dedi tekrardan. Sesi öylesine ikna edici çıkmıştı ki, geçmemiş olsa bile geçtiğine inanmıştım. Geri çekileceği sırada paltosundan tuttum.

"Hayır, görmesin." Alelacele konuşmuştum ve o anlamamıştı, emindim. "Ağlıyorum. Babam görmesin, üzülür. Ne olur geri çekilme."

Derin bir nefes aldığını göğsünün şişmesinden anlamıştım. Burnumu, asla açıklayamayacağım fakat bana huzur getiren kokusunu almak için göğsüne sürttüm.

"Eğer sümüklerini sürüyorsan, o kazağı sana yıkatırım."

"Parfümün ne?"

"Parfümüm mü?"

"Hı hı." Derin bir nefes çektiğimde bunu çaktırmamayı dilemiştim.

"Beni mi kokluyorsun sen?" Güldüğünü çıkardığı sesinden ve hareket eden göğsünden anlamıştım. Yakalanmamayı dilemem hiçbir işe yaramamıştı o yüzden cevap vermedim.

"Parfüm kullanmıyorum."

Şaşkınlıkla başımı kaldırıp çenemi göğsüne yasladığımda başını eğip yüzüme baktı. "Senin kokun mu bu?"

"Bilmem, öyle sanırım. Nasıl koktuğumu bilmiyorum. Umarım kötü kokmuyorumdur." Başını kaldırıp gözlerini ileriye bir yere kilitledi. Beni huzura kavuşturan bir koku nasıl kötü kokabilirdi?

"Güzel kokuyorsun," dedim boş bulunarak. Gözlerini yeniden benimle buluşturduğunda gülümsedi.

"Senin kadar değil." şaşkınlığım ikiye katlanırken kokumu nereden bildiğini merak ettim.

"Şey.. rahatsız ediyorum ama, isterseniz ben gidebilirim."

Demir'le birlikte Beren'e baktığımızda, o bizden birkaç adım ötede durmuştu. Varlığını tamamen unutmuştum. Kollarında beni saran ve saçlarımı nazikçe okşayan adam, çevremdeki her şeyi bir anda silip süpürmüştü. Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum, ama hissettirdiği duygu tarifsiz bir güzellikti.

"Ayrıca izin verirsen ben de sarılayım yani abi. Yeter bu kadar. Aaaa. Abimden arkadaşımı kıskanacağım aklımın ucundan geçmezdi."

Bir çırpıda yanımıza ulaşıp bizi birbirimizden kopardı. "Çekil şuradan." Demir gülerek geri çekildiğinde kollarımı Beren'e doladım.

"Son birkaç gündür kendim gibi davranmadığım için üzgünüm." Sessizce fısıldayışımın ardından Beren kollarının sıkılığını iyice arttırırken sırtımı minik elleriyle sıvazladı. "Aksine, en çok birkaç gündür kendin gibi davranıyorsun... özür dilerim ama gözlerinde üzüntü dahi olsa bir şeyler görebiliyorum ve bu tuhaf ama... mutlu ediyor."

İkimizde gülerken aslında bu gülüşün bizim açımızdan acı bir gülüş olduğunu sadece biz bilebilirdik. Hala sarılmaya devam ederken gözlerim kollarımdaki kadının abisine çevrildiğinde gülümseyerek bana göz kırptı.

Hafifçe güldüğümde Beren kulağıma yaklaştı. "Abimle bakışıyorsunuz, biliyorum." Kıkırdadığımda birbirimizden istemeyerek de olsak ayrılmıştık. Beren abisine döndüğünde hiç duraksamadan ona da sarılmıştı. Kulağına bir şeyler söylüyordu ve Demir gülerek başını sallıyordu.

"Dayak istiyorsun," dedi gülerek. Beren ne söyledi bilmiyorum ama Demir'in hoşuna gittiği belliydi. Esen rüzgarla ellerimi cebime soktuğumda Demir kardeşinden ayrıldı.

"Eve mi gidelim?" İnce davranıp bana sorması beni mutlu etmişti. Hala yürümek isteyip istemediğimi öğrenmek istiyordu ve bu benim açımdan değerliydi. Başımı salladığımda eliyle arabayı bir beyefendi gibi gösterdi.

"Önden hanımlar," dedi muzip biçimde. Beren, neşeyle gülümseyerek arabanın arka koltuğuna oturduğunda, aynı neşeyle gözlerimi devirip hafifçe iç çektim. Demir'e bakmadan ön koltuğa geçip kemerimi dikkatlice bağladım.

 

Zihnimi karartan umutsuzluk dolu düşünceleri, başka birinin kollarında bırakmıştım. O kollar, benim yükümü taşımayı kendi isteğiyle mi kabul etmişti, yoksa farkında olmadan mı? Bunu bilmiyordum. Tek bildiğim şey, o kolların sahibinin hayatımdan hiç çıkmamasını istememdi.

 

Bakışlarımı sokak lambalarının solgun ışığında parlayan yüzüne çevirdim. Sanki benim onu izlediğimi hissetmiş gibi birkaç saniye içinde gözlerimiz buluştu. Ardından, yüzünde beliren sıcak bir gülümsemeyle içimdeki karanlığı aydınlattı.

Bölüm : 03.09.2025 17:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...