
Sigara içmek için çardağa çıkmadan önce Beren'i evin içinde aramıştım ama bulamamıştım. Bana sigara içerken eşlik etmesini ve biraz da konuşmak istediğimi söyleyecektim. Bugün için hala mahcup hissediyordum. Aynı şekilde Demir ve onun arkadaşlarına da.
Salona girdiğinde Ahmet amca koltukta oturmuş bir maç tekrarını izliyordu. Beşiktaş'ın yabancı bir takımla oynuyordu ama takımın kim olduğuyla ilgilenmedim. Çünkü Beşiktaş yenerdi. Canım Beşiktaş. Acaba bileklerimi kessem siyah beyaz mı yoksa beyaz kırmızı mı akardı?
Yine ütopik düşünceler.
"Hangi takımlısın?"
Ahmet amca maç tekrarını ayakta, muhtemelen gözlerim parlayarak izlemememden kaynaklı sormuştu soruyu.
"Beşiktaş," dedim gururla. "Sen de bizdensin demek. Seni zaten seviyordum, şimdi daha da kanım kaynadı bak." Babacan bir tavırla konuştuğunda gülümsedim.
"Ayşıl, gelsene kızım iki dakika konuşalım."
Eliyle oturduğu tekliğin çaprazındaki koltuğu gösterdi. Başımı sallayıp koltuğa yerleştiğimde elinde tuttuğu kumandayla yayını durdurdu ve bana döndü.
"Şimdi seninle bir şey konuşacağım ama sözümü kesmeden dinlemeni istiyorum." Ciddi bir onu konuşacağını fark ettiğimde oturuşumu düzeltip koltuğun ucunda neredeyse yere düşecek şekilde oturuyordum.
"Buyurun," dedim kibarca.
"Okulunu dondurmuşsun, doğru mu?"
"Evet," dedim nereye varmak isteyeceğini anlamadığım için tedirgin bir şekilde.
"Neden?"
Dizlerimin üstündeki ellerimle altımda Beren'e ait olan eşofmanı sıktım. Konuşmaktan kaçındığım bir konuydu çünkü vereceğim cevaplar beni hiçbir zaman memnun etmezdi.
"Çalışmam gerekiyor. Hem okulu hem de işi aynı anda yürütmekte zorlandım." Konuşmaktan rahatsız olduğum bir konuydu ama bunu ona belli etmek istemedim, kötü bir niyeti olmadığını biliyordum ve umarım tahmin ettiğim yere varmazdı.
"Sen zeki bir kızsın, belli," dediğinde konuşmanın tahmin ettiğim yere gideceğini anladım. "Ben seni çok sevdim. Allah var, çok efendi, çok temizsin kızsın."
"Teşekkür ederim."
"Fakat, okulu dondurmuş olman hiç hoşuma gitmedi. Zehir gibi aklınla istediğin yere ulaşırsın. Demem o ki, sende kabul edersen eğer ben senin okul masraflarını karşılamak isterim. Ha, yanlış anlama sakın. Bunu kızımın arkadaşı olduğun için değil, bir baba olduğum için istiyorum. Sen de benim kızımsın. "
Güzel, naif ve değeri olması gereken bir düşünceydi ve ben karşımdaki adamın cümlelerini asla yanlış anlamamıştım. Aksine, her insanın yapması gereken bir şeydi bu. Benim ihtiyacım yoktu ama çevremizde buna ihtiyacı olan insanlar vardı.
Gülümsedim.
"Ahmet amca, beni de kızın olarak gördüğün için çok teşekkür ederim. Fakat ben bunu kabul edemem. Etmem." Aynı benim onun sözünü kesmediğim gibi o da sözümü bitirmemi bekliyordu. "Yirmi iki yaşımdayım ve bu yaşıma kadar kendim çabalayarak geldim. Birisinden herhangi bir yardım almadım. Şu saatten sonra bana yapılmak istenen iyiliği yadırgarım. Ne ben kabul edebilirim bu değişikliği ne de hayatım."
Gülümsedi. Kabul etmeyeceğimi biliyormuş gibi gülümsedi.
"Sen nasıl istersen güzel kızım. Eğer bir gün bir ihtiyacın olursa baban olarak burada her daim olduğumu bil, olur mu? Sadece maddi değil, manevi olarak da buradayım."
"Teşekkür ederim, aklımda tutacağım."
Gözlerimin içine uzun uzun baktı. O yaşlı gözlerde yaşanmışlıkları, geçmişi ve anıları gördüm.
"Emanetsin bana," dedi derin bir solukla.
Yutkundum ve başımı yere eğdim. Derin bir nefes aldığımda bana baktığı şekilde bakmak için gözlerine baktım.
"Biliyorum," diyebildim. "Biliyorum amca."
Gülümsedi. "İyi madem, hadi sen de git bahçene." dedi. Az önce yaptığımız konuyu saygı duyarak kapatması hoşuma gitse de sigara içtiğimi vurgulaması beni bir nebze utandırmıştı.
Evet, sigaranın saygısı olmazdı ama Ahmet amca benden epey büyüktü ve ister istemez utanmıştım.
"Hadi hadi, tamam, utanma. Ben görmüyorum bir şey." Önüne dönmeden önce göz kırptı. Yanından resmen kaçar gibi çıkıp mutfağa girdiğimde üstüme alacağım montu da alamamıştım.
Ev terliğini çıkartıp bahçe için ayrılan terliklerden bir tanesini ayağıma geçirip bahçeye çıktım. Üstümdeki ince boğazlı badi soğuğa karşı savaşını kaybedip rüzgarını tenime dokunmasına izin verdi. İçim titrediği de rüzgara arkama alıp dişlerimi sıktım.
"Yüce Rabbim, gerçekten bu kadar soğuk olmak zorunda mı?"
Titreye titreye çardağa yürüdüğümde evin içinde aradığım Beren'in burada abisiyle konuştuğunu gördüm. Bankta yana dönerek oturmuş işaret parmağını ve başını aynı orantı da sallayarak abisine bir şeyler söylüyordu. Her ne söylüyorsa bundan epey keyif alıyordu.
Birkaç saniye sonra bakışları etrafta dolandı ve beni gördü. Demir'in arkası dönüktü ve kollarını bankın sırt bölgesine yaslamıştı.
Hızlı adımlarla çardağa ilerleyip dönemeçli olan bankın onların karşısında kalan bir diğer ucuna oturdum. Cebimden sigara ile çakmağı çıkardım. Ayaklarımı kendime çektikten sonra sigara yaktım.
"Evin içinde seni arıyordum ben de," dedim ve ardından dumanı içime çektim. Demir'e bakışlarımı çevirdiğimde telefonla uğraşıyordu.
"Abime yalakalık yapmaya gelmiştim ben de. Leman'ın doğum gününü kayak merkezinde bir otelde kutlayacakmışız ve dört gün de tatil yapacağız. Otelin fotoğraflarına baktım, mis mis."
Eğer dört gün Beren onlarla olacaksa ben de ertelediğim işlerimi yapabilirdim. Mesela Ankara'ya gider ve işimi halledip kimsenin haberi olmadan geri dönerdim. Benim de işime gelirdi.
"Kars'a gelip bir kayamadım diye ağlıyordun. Gider doya doya kayarsın artık," dedim gülerek. Açık olan belimden rüzgar tenime çarpıyordu. Elimle arkadan açılan badiyi eşofmanın içine sıkıştırdım.
"Sen acaba kafanı bir yere mi çarptın?" dedi Beren düşünceyle. Baş parmağını çenesine işaret parmağını da şakağına yaslayıp düşünen kadın pozisyonunda durdu.
"O niyeymiş?"
"Benim tek gidebileceğimi nasıl düşündün acaba?" Pozisyonunu hala bozmamıştı.
"Benim de gelecek halim yok ya?" Götürmeselerdi hiç bozulmazdım. Zaten benim bir otelde dört gün boyunca kalacak kadar param yoktu. Vardı ama yoktu. Ben bu parasızlığın hesabını sormasını da bilirdim elbet.
"Valla öyle bir halin var canım, sen de geliyorsun çünkü." Tek ayağımı yere indirirken sigaramı söndürdüm. Kaşlarımı çatarak Beren'e baktım. Nasıl gelecektim pardon? Adamlara öpücük mü verseydim?
Demir'e baktığımda hala telefonla uğraştığını gördüm. Yeniden Beren'e döndüğümde işaret parmağımı ve baş parmağımın uçlarını birbirine sürtüp dudaklarımı oynattım gizli gizli.
"Param yok!"
Beren gözlerini berelterek yumruk yaptığı elini kaldırdı. Bu onun dilinde seni döverim, sus oluyordu.
"Beren," dedi Demir telefondan başını kaldırdığında. "Ben rezervasyonları hallettim. Cuma günü yola çıkacağız, ona göre eksik bir şeyin varsa hallet sonra bana orada iş çıkarma."
"İyi o zaman ben gidip bir kontrol edeyim eşyalarımı," dediğinde ben de ayağa kalktım. "Ben de yanında durayım o zaman."
"Sen otur keş gibi sigara içmeye devam et." Bir bana bir de abisine bakıp yüzünü buruşturdu ve omuzundaki kalın şalı yüzüme fırlatır gibi attı. "Keşler sizi."
Yanımızdan koşarak gidip mutfak kapısından içeri girdi. "Deli ya," dedim arkasından gülerek bakarken.
"Hem de zırdeli olanından," dedi Demir gülerek.
Ona baktığımda kendine bir sigara yakıyordu. Biten sigaramı ayağa kalkıp önündeki küllüğe bastırdım. Yerime oturmadan önce şalı omuzlarıma adeta kendimi lahanaya çevirecek şekilde sardım.
"Siz psikolog bulmadınız mı Beren için? Hala kabus görüyor."
"Kabul etmiyor. Az önce konuştuk ama istemiyor. Ben de üstüne gitmek istemiyorum." Dirseklerini dizlerine yaslayıp başını eğdi. Kardeşinin durumu onu rahatsız etse de kararlarına saygı duymayı tercih ediyordu.
Yerimden kalkarak az önce Beren'in kalktığı yere oturdum. "Hala suçluyor musun kendini?" Başını kaldırmadan olduğum yöne baktı. Dudaklarında belli belirsiz biraz gülüş oluştu.
"Biraz. Ama onu da hallederim."
"Lisanslı sayılmam ama istersen elime not defteri ve kalem alıp seninle bir seans yapabiliriz," dedim tebessümle.
"Çocukluğuma da inecek miyiz?" Ufak bir kahkaha attım. "Ha o kadar derin diyorsun? Eğer istersen ineriz." O da benim gibi güldüğünde doğrulup sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırdı. Üstündeki montunu çıkartıp bana uzattı. "Azer gibi titremene gönlüm razı gelmedi."
İtiraz etmeden elindeki montu şalı üstümden alarak giyindim. Kucağımdaki şalı ona uzattım. "Sen de bunu al o zaman." Başını iki yana sallayıp banka yaslandı. "Onu da ört, çok üşüyorsun."
"Sen de üşürsün," dedim elimdeki şalı itinayla ona uzatmaya devam ederken. "Ben alışkınım Kars'ın soğuğuna. Sen ört."
"Teklif var, ısrar yok." Canıma minnetti çünkü deli gibi üşüyordum. Şalı da montun üstünden üzerime örtüp sıkıca sarındım.
"Ben gelmesem?"
"Ne yapacaksın tek başına burada?"
"Bulurum bir şeyler," dedim yalan söyleyerek. Sigarasını söndürüp kollarını göğsünde bağladı.
"Gelmeni isterim." Kendime çıkardığım sigarayı yakmak için çakmağı ateşleyeceğim sırada duraksadım. Elim hava da kalırken gözlerine baktım. Dumura uğradığımı söylersem yalan olurdu. Ne sebeple söylediğini bilmesem de onlarla gitmemi istemesi beni şaşırtmıştı.
"Neden?"
"Gelecek misin?" Sorumu es geçip yine bir soru yönelttiğinde gözlerimi kıstım. Onlarla gideceğimi biliyordu ama yine de benden duymak istemişti.
"Geleyim mi?" dedim hafif tebessümle. Gözlerini kapatıp açtı gel demek ister gibi.
"Geleyim madem." Sigaramı yakarak çakmağı masanın üstüne koydum.
"Yarın bende toplanıp mangal yapacağız." Şaşkınla yüzüne baktım.
"Bu havada mı? Kömür niyetine beni yakarsınız artık. Anca öyle ısınırım ben." Ufak bir kahkaha attı.
"Isıtırım," dedi. Durdu. Gülüşünü toparladı. "Yani evi ısıtırım, ısınırsın. Hava yarın daha iyi olacak."
Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırıp önüme döndüğümde boğazını temizledi. Boş bulunup konuşan her daim ben olurken sıramı ona kaptırmıştım.
Ağzımı açıp konuşacağım sırada Beren'in bağırış sesleriyle duraksadım. Endişeyle eve baktığımda Demir sinirle gözlerini yumdu.
"Baba," dedi dişlerinin arasından. Yerimden kalkarak üstümdeki şalla birlikte koşarak mutfağa girdim. Ayağıma ev terliklerini giydiğimde şalı üstümden çıkartıp mutfak masasının üstüne koyup salona girdim.
"İSTEMİYORUM!"
Ahmet amca ayakta durmuş endişeyle kızına bakıyordu. Nermin teyze ağlayan Beren'i sakinleştirmek için uğraşsa da onun sakinleşmeye niyeti yoktu.
"Beren?" Yanına giderek yüzünü gizleyen saçlarını düzelttiğimde o öfkeyle abisine döndü.
"Buna sen karar veremezsin! Anladın mı? Sen buna karışamazsın!"
Demir ellerini beline koyup çatılmış kaşlarıyla babasına baktı. Yeniden Beren'e baktığında ben ne olduğunu anlayamaz halde bir aile tartışmasının arasında kalmıştım.
"Güzelim, sadece bir süre. Sonra tekrardan döneceksin." Uzlaşmacı bir şekilde konuşsa da Beren bunu umursamıyordu. Başını iki yana salladı.
"Kabul etmiyorum. Ben Ankara'ya geri döneceğim ve sen buna karışmayacaksın."
Kaşlarım istemsizce çatılırken konunun Beren'in Ankara'ya dönüp dönmemesiyle ne alakası olduğunu anlayamıyordum.
"Beren," dedim uysal şekilde. Bana baktı. Önüne geçerek ellerimi omuzuna koydum. "Abini dinleseydik önce?" Yeniden abisine döndüğünde ona doğru ilerleyip tam karşısında durdu ve beni işaret etti.
"Hadi beni tutmaya hakkın var. Bu kız? Onu ne hakla burada tutacaksın?"
"Anlamadım?"
Demir sinirle ellerini saçlarından geçirip gözlerini kapattı ve ufak adımlar atıp arkasını döndü.
"SANA DİYORUM SANA! BU KIZI DA BURADA TUTAMAZSIN!"
Ahmet amca ve Nermin teyze salondan bahçeye doğru çıktılar. Neden gidiyorlardı? Henüz bana bir açıklama yapmamışlardı.
"Hatta biliyor musun? Beni de tutamazsın. Hemen şimdi gidiyoruz."
Beren merdivenleri koşarak çıktığında hala arkası dönük olan Demir'e baktım. Soru sormak için yanlış bir zamandı, erteleyebilirdim. Önceliğim Beren olmalıydı.
Beren'in odasına girdiğimde hızlı ama dağınık şekilde bavula eşyalarını koyuyordu. "Şeker Portakalı, sakinleş. Bu şekilde bir çözüme varamazsın."
Bir şey demeden bavulunu koyduğu üç beş eşyayla kapattı. İçine ne koyduğu umrunda değildi sadece gitmek ister gibi bir hali vardı.
"Ayşıl, sen de eşyalarını al gidelim."
Bana dönerek göz yaşlarını sildi. Kızaran ela gözleri içimi sızlatırlarken ona yaptığının bir anlamı olmadığını anlatmak istiyordum ama anlamayacağım da biliyordum. Kapı açıldı ve içeri Demir girdi. Kapıyı kilitledi. Ben ona şaşkınlıkla bakarken o gözlerini bana dokundurmadan kardeşine bakıyordu. Sinirli olsa da bunu kardeşine yansıtmamaya çalışıyordu.
Beren bavulu alarak kapıya yöneldiğinde önünde koca bir engel olarak duran Demir'i geçmeye çalıştı. "Çık önümden." Beren abisine bakmadığı gibi Demir de ona bakmıyordu. Bakışları bomboş bir şekilde kilitlenmişti. "Sana çık dedim!"
Demir hareket etmeden kardeşinin önünde dikilmeye devam ediyordu. Beren onu iterek kapıya doğru ilerlemeye çalışsa da Demir tek koluyla kardeşini sert olmayacak şekilde itti.
"İstemiyorum, anlamıyor musun? Ben bu evde kalmam! Çünkü kalmam için önemli bir şey yok! O yüzden şimdi Ankara'ya geri dönüyorum. Çık."
Beren ağlayarak onu tekrardan itmeye çalıştığında aralarında küçük bir arbede yaşandı. Beren elindeki bavulu yere atıp bu sefer iki eliyle önünden itmeye çalıştı. "ÇIK! ANLAMIYOR MUSUN SEN BENİ? ÇIK DİYORUM ÇIK!"
Bağırarak abisine vurmaya başladığında Demir ona vuran elleri yok sayarak kardeşine baktı. Kollarını ağlayan kardeşine sardığında Beren onu itmeye ya da vurmaya çalışıyordu.
"ÖLME!"
Beren çığlığıyla dizlerinin üzerine yığıldığında, bedenimdeki en küçük kas bile hareket edemez hale geldi. Abisine ölme diye yalvarıyordu. Gerçekten ölecek miydi? Benim yer edinmek istediğim o gözlerin ışığı sonsuza dek sönecek miydi?
Demir, kardeşiyle birlikte yere çöktü ve onu kendine çekerek sıkıca sarıldı. "Ne olur ölme abi. Öldürmesinler seni. Ne olur," diye haykırdı, sesi titrek ve çaresizdi.
Beren, gözyaşları içinde abisinin boynuna sarıldığında, titreyen elimle makyaj masasına tutunmak zorunda kaldım. Onları öylece izlerken içimde kopmaya başlayan fırtına, daha ilk esintisiyle beni yerle bir etmişti. Beren neyden bahsediyordu? Hangi korku, hangi tehdit bu kadar derin bir acıya sebep olmuştu?
"Tamam, ölmeyeceğim. Ağlama," dedi abisi, kardeşini neredeyse kucağına çekerken saçlarını nazikçe okşayarak. "Gitmem yanından ama ne olur ölme," diye hıçkırarak ekledi Beren. Ancak onun gözyaşları, gitmeyecek olmasından ziyade, bilmediğim bir tehlikenin abisini gerçekten öldürebileceği gerçeğiyle yüzleşmenin verdiği korkudan kaynaklanıyordu.
"Ağlama."
Çöllerin sahibi ölecek miydi? Dizlerim beni taşıyamayacak hale gelse de çökmeyi reddedip dimdik durmaya çalıştım. O, onu öldüremeyecekleri kadar güçlüydü. Buna adımdan emin olduğum kadar emindim.
Yanlarına doğru ilerlediğimde Demir'in bakışları beni buldu. "Beren," dedim sessizce. Beren başını kaldırıp bana baktığında alnını abisinin boynuna yasladı. Aynı onlar gibi yere çöktüm. Beren abisinin uzattığı tek bacağının üstüne oturmuş sıkıca ona sarılıyordu.
"Sen de kalır mısın bizimle? Ama eğer kalmak istemezsen abim seni koruyacak bir yol bulur.. ama kal."
Demir'le kısa bir süre bakıştım. Yeniden kız kardeşime baktığımda gülümseyip yanağından süzülen göz yaşını sildim.
"Kalırım ama abine söyle, uslu durmamı söyleyip durmasın sürekli. Daha da çıldırasım geliyor."
Sesim yumuşak çıkıyor olsa da sitem yaptığım belli oluyordu. Demir yokmuş gibi ondan bahsediyor olmam tuhaftı ama amacım Beren'in bir kez de olsa gülümsemesiydi.
"Söylerim. Olmadı onun evine yerleşir onu kovarız," dedi burnunu çekerek.
"Bilemedim.. ev büyük mü? Gerçi büyüktür. Abin dev gibi bir şey, Hobbit evinde kalacak hali yok."
Beren ağlayarak gülerken göz yaşlarını sildi. Onun gülmesiyle ben de gülümsedim. Demir'e baktığımda gözleri üzerimdeydi.
"Şimdi ben evimden mi oldum? Doğru mu anlıyorum?" dedi şakayla karışık. Beren'le ikimiz kıkırdadığımızda Demir kardeşinin saçlarını öptü. Beren iyice abisine sırnaştığında aralarındaki bağın çok kuvvetli olduğunu gördüm.
Beren babasını çok severdi, ondan bahsederken gözlerinin içi parladı ama abisine olan sevgisi çok daha farklıydı. Kızların ilk aşkının babası olduğunu söyleseler de Beren için bu durum farklıydı. Onun ilk aşkı abisiydi.
"Beren, anlıyorum güzelim yerin çok rahat ama kalksan mı artık?" Beren omuz silktiğinde Demir güldü. "Bana ne."
"Sen omuzlarda bahçe turu istiyorsun demek ki." Beren başını kaldırıp abisine şaşkınlıkla baktı. "Şu an ağlıyorum ve sen beni tehdit mi ediyorsun?" Dilini damağına vurarak üç defa cık sesi çıkardı.
"Sen önceden çok daha iyi bir abiydin. Şimdi hep tehdit hep tehdit." Demir tek kaşını kaldırdığında Beren yaşlı gözlerle abisine bakıp güldü. "Ama korkma, seni hala seviyorum."
Tekrardan abisine sıkıca sarıldığında dudaklarımdan silinmeyen gülümsemeyle onları izliyordum. Aile bağını en çok şu an özlemiştim. Abi yokluğunu en çok şu an çekiyordum.
Beren geri çekildiğinde akan göz yaşlarını silerek ayağa kalktı. Ben de ayağa kalkarken Demir bize ellerini uzattı. Beren ile bize uzatılan eli tutarken Demir'i yerden kaldırmak için kollarını çektik.
Bize göre bu bir çekme eylemi olsa da Demir için değildi çünkü değil yerinden kalkmak hareket dahi etmemişti. Bir kez daha çektiğimizde kendimizi zorlayarak kaldırmaya çalıştık.
"Abi kalk Allah aşkına yoksa kolum sende kalacak." Beren'in sesi kendisin sıkmasından kaynaklı boğuk çıkmıştı. Çekerken tuttuğum nefesimi bırakıp şaşkınlıkla ona baktım. Tamam o ağır olabilirdi ama ben de güçlü bir kızdım. Beren pes etse de ben etmeyip tekrar çektiğim hatta daha fazlasını yapıp kendimi geriye doğru eğip öyle çekmeye çalıştım. Demir tuttuğum elini biraz kendine çekti. Neredeyse kucağına düşecekken kendimi son anda frenledim.
"E yuh!" dedim hayretle. Beren kahkaha attığında Demir de gülerek yardımsız yerden kalktı.
"Kızım tamam güçlüsünde abim senin iki katın. Hayır. Üç...belki.. dört?"
"Bir saniye, ben çok sinirlendim şu an."
Kaşlarımı çatarak Demir'e bakmaya devam ettim. En nefret ettiğim şey birisinden güçsüz olduğumu görmekti. Tamam, bu olağan bir şey değildi ama ben bunu gururuma yediremezdim.
"Biraz daha süt iç, Yakamoz." Burnuma fiske attığında gözlerimi kıstım. "Anormal olan sensin, Kaçak Kat."
"Yakamoz mu? Kaçak Kat mı?"
Beren sohbetin gerisinden gelirken Demir halinden memnun şekilde yüzüme bakıyordu.
"Oooo, hayırlı olsun arkadaşlar," dedi Beren gülerek. Demir ve ben anlamayarak ona baktığımızda Beren elini sallaya sallaya kilitli kapıyı açtı. "Ne diyorsun be?"
"Hayırlı olsun, hayırlı olsuuuuuuun."
"Sağ ol," dedi Demir. Beren kahkaha attığında Demir de ona göz kırpmıştı. Kapıyı kapatıp çıktığında kapalı olan kapıyı işaret ettim.
"Ne dedi şimdi bu?"
Demir dudaklarını bilmem dercesine büzdüğünde omuz silkti. "Bilmem."
"Niye sağ ol dedin o zaman?" Yine dudaklarını büzdüğünde ellerimi belime koydum. "Yalan söyleme, biliyorsun." Demir gülerek kapıyı açtı ve kapatmadan dışarı çıktı. Peşinden gittiğimde önüne geçtim.
"Söylesene." O ilerlediği için ben de geri geri gidiyordum. Söylememekte ısrarcı olsa da öğrenmeden bırakmayacaktım.
"Söylesene," dedim tekrardan.
"Sonra söylerim."
"Hayır şimdi söyle."
Durmadan yürümeye devam etmesi sinirimi bozduğu için ellerimi göğsüne koyup durdurmaya çalıştım. Onu tutmam hiç etki etmezken sanki ben onu durdurmaya çalışmıyormuşum gibi yürümeye devam etti.
"E dur ama!"
Demir kahkaha atarak kendi hür iradesiyle durdu. Kaşlarımı daha da çattım. Şöyle gerinip gerinip bir tane kafa atsam beş kilo falan verirdim kesin.
"Söylemeyeceğim, Yakamoz."
"Bana neden Yakamoz diyorsun?"
"Çünkü canım öyle demek istiyor."
"Sen canın ne isterse yapıyor musun?" Ellerim hala göğsünde duruyordu. Yavaşça eğildi ve yüzüme yaklaştı.
"Evet. Ve şu an canım ne yapmak istiyor, biliyor musun?"
O üzerime eğildikçe ben geriye giderken ellerini düşmemem için belime koydu. Çünkü şu an yay gibi gerilerek arkaya doğru eğilmiştim.
"Ne istiyor?" diye sordum, gözlerine bakarken.
"Kafamın karışmasını." Gözlerim kocaman açılırken dudaklarımda gözlerime eşlik etti. Ben ona şaşkınca bakarken sırıttı.
"Arada kafam karışıyor, canımın ne istediğini anımsamıyorum." Bir süre gülerek beni süzdü. "Sen ne sandın?"
"Ne sanacağım ya?" diyerek kollarından sıyrılmak için geriye doğru adım atsam da baskısı daha da sıkılaştı.
"Yalan söylüyorsun," dedi benim ona az önce söylediğim gibi. Demir Özçelik oynamalara doyamıyordu.
"Bıraksana," diye tısladım dişlerimin arasından. "Bak kafa atacağım."
Tek kaşı alayla havalandı. İnanmıyor muydu? Seve seve inandırırdım da kafa attığımda onun canından çok benim canımın yanacağından endişe ediyordum.
"Ooo, hayırlı işleeer." dedi nereden çıktığını bilmediğim ama birazdan kafa atacağımdan emin olduğum Beren.
"Ben gidiyorum ya." Sitemle Demir'in kollarının arasından çıkmaya çalıştım ve bu sefer beni serbest bıraktı. "Abi kardeş bir olup benimle oynuyorsunuz," dedim. Arkamı dönüp merdivenlerden inmeye başladım.
Ahmet amca her zaman ki tekli koltuğunda, Nermin teyze de hemen çaprazındaki koltukta oturuyordu. Bana döndüklerinde ikisi de gülümsedi. Sinirli halim anında yumuşarken ben de onlara gülümseyip boş bir koltuğa oturdum.
"Hallettiler mi?" dedi Nermin teyze gülümseyerek.
"Halletmişler."
Ahmet amcaya baktığımda gülerek baktığı yere çevirdim bakışlarımı. Beren abisinin beline koluna dolarken Demir de omuzuna koluna atmış merdivenlerden iniyorlardı. Yanımıza ulaştıklarında Beren babasına naz yaparak yüz çevirdiğinde abisinin beline diğer kolunu da doladı. Ahmet amca yerinden kalktı ve kollarını iki yana açtı. Beren omuz silkip başını abisinin göğsüne yasladı.
"Gel kız buraya." Ahmet amca sinirli söylendiğinde Beren gülerek babasına gidip sarıldı. Ahmet amca da kızına sarıldığında gülmeye başladı. "Aferin." Mutlu aile tablosunu keyifle izlerken arkama yaslandım. Onları kıskanmıyordum ama bazen ailesiz oluşumun yokluğuna üzülüyordum.
"Olmaz öyle uzaktan gülmek sen de gel bakayım."
Ahmet amcanın bana dönmesiyle şaşkınlıkla yüzüne baktığımda parmağımla kendimi gösterdim. "Ben mi?"
"Ben mi geleceğim bir de? Gel kız!" Azarlayarak beni yanına çağırdığında ne yapacağımı bilmez bakışlarımı doğruca Demir'e yönelttim. Ellerini eşofmanının ceplerine koymuş beni izliyordu. Gözlerini kapatıp açtığında babasının yanına gitmem gerektiğine dair işaret vermişti.
Yavaşça yerimden kalktığımda koltukta kırık tebessümle bana bakan Nermin teyzeye gülümsedim. Ahmet amca bir kolunun altında Beren'i tutarken diğer kolunu da benim için kaldırmıştı. Kolunun altına girmemi istiyordu.
Tereddütle kolunun altına girerken kolumu beline doladım. Hiç beklemeden kolunu omuzuma sarıp Beren ve bana aynı anda sarıldı. Bir babaya sarılmayalı yıllar olmuştu ve ben babama sarılıyormuş gibi hissediyordum. Birazdan yere çöküp mutluluktan ağlayacaktım.
Bir süre öylece sarılırken Ahmet amca önce Beren'in saçlarından öptü, sonra da benim. Saç diplerimin acımasını ve tepki göstermesini beklerken hiçbir tepki göstermemeleri beklemediğim bir şeydi. Yadırgamamışlardı.
Neden?
"Beyim ben de sarılayım kızlarıma, çık."
Nermin teyzenin tepkisi bana Beren'i hatırlattı. Bugün abisine aynı tepkiyi vermişti. Beren görüntü olarak annesine benziyordu ama şu an anladım ki karakteri ve neşesi de annesine benziyordu.
Başımı kaldırıp Ahmet amcaya bakarak gülümsedim. O da göz kırparak bizi serbest bıraktığında Nermin teyze bize sarılmaya başladı.
"Yavrularım benim."
Beren annesinin sol yanağından öptüğünde ben de çenemi omuzuna yasladım. "Amanın," dedi Nermin teyze. "Sağ yanağım boşta kaldı."
İçimden gelen en büyük neşeyle güldüm, ardından yanağından bir öpücük kondurdum. İlk kez kendimi bir eve ait hissediyordum, bu his öylesine güçlüydü ki içimdeki eksikliğin artık tamamlandığını fark ettim. Daha önce hep bir parçam eksikmiş, bunu şimdi anlıyorum.
Kısa sürede bu aileye nasıl bu kadar bağlandığımı anlamakta zorlanıyordum. Sanki onları yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyordum. Kalbim, onlara karşı en ufak bir yabancılık çekmiyor, bu durum beni hem şaşırtıyor hem de derinden etkiliyordu.
Beren geri çekildiğinde, ben de istemeden aynı şekilde geri adım attım. Üzerimde garip bir mahcupluk vardı; sanki ailemin olmayışı benim suçummuş gibi bir his. Onların bana şefkat göstermesi gerektiğini düşünmek bile içimi sıkıyordu, bu düşünce beni daha da mahcup ediyordu.
Herkes yerlerine oturduğunda, Demir yine sanki başka bir boş yer yokmuş gibi gelip yanıma oturdu. Bu hareketi, hem doğal hem de sıcak bir yakınlık hissettirdi.
"Konuyu Ayşıl'ın bilmesi için de konuşalım." Dedi Demir, belki de şu ana dek gördüğüm en ciddi ifadeyle. Kimseden ses çıkmazken Demir bana baktı.
"Kısaca ve bilmen gerekecek şekilde anlatmam gerekirse, kaçırılmanız ve Ankara'ya bir süre dönemeyecek olmanız birbiriyle bağlantılı olaylar. Ailemin ve benim zarar görmemi isteyen bir grup insan var ve senin de bizimle olman ister istemez seni de bu olayın içine sürükledi. Keza geldiğiniz ilk hafta yaşadığınız olay da bunu teyit ediyor. Ne zamana kadar devam eder, bilmiyorum. Sana net bir zaman veremem. Burada olduğunuz sürece de olabildiğince yanınızda Ahmet ve Abdullah varken dışarıya çıkacaksınız zaten. Diyelim ki kalmayı kabul etmedin ve gitmek istedin, o zaman seni burada tutmak için zoru kullanmak zorunda kalacağım çünkü benim önceliğim canınızı korumak, keyfinizi yerinde tutmak değil."
"Size zarar vermek isteyenler kim?"
"Orası bilmen gereken kısım değil."
"Eğer bu olayın içine ben de sürüklendiysem bence bilmek hakkım."
Sıkıntılı bir nefes verip baş parmağıyla burnunu gergince kaşıdı.
"Anlaşılmayan bir şey var mı?" Sorumu es geçmesi kaşlarımın çatmasına neden olurken bedenimi ona döndürdüm.
"Sorumun cevabını alamadım," dedim ısrarla.
"Ben de sana onun bilmen gerekenlerin dışında olduğunu söyledim," dedi aynı ciddiyetle. Hiçbir şey demeden ısrarla yüzüne baktım.
"Terör örgütü Ayşıl," dedi öfkeyle. "Fakat bizimkisi epey kişisel bir olaya dönüştü. Rahatladın mı?"
"Evet," dedim ve önüme dönüp kollarımı göğsümde bağladım umursamazca. Daha detaylı anlatmasını istiyordum ama bir tane daha soru sorsam hiç iyi şeyler olmayacak gibi hissediyordum.
"HasbinAllah. Neyse. Kalacak yer olarak yukarıda Beren'le konuştuğunuz gibi bende de kalabilirsiniz ya da burada. Senin evinde kalmanız işimi zorlaştırır, oradayken sizi kontrol edemem."
"Abi ben senin evde kalma taraftarıyım," dedi elini kaldırıp incelttiği sesiyle fısıltı gibi konuşurken. Demir bana baktığında omuz silktim.
"Beren nerede kalmak isterse orada kalabilirim, sorun olmaz."
Demir başını salladı. "Yarın bana gelirken birkaç kıyafet ayarlar öyle gelirsiniz."
"Benim kıyafetlerim evimde," dedim mırıldanarak.
"Hallederiz," dediğinde kendince kafasında bir şeyleri hesaplıyor gibi görünüyordu. Eminim ki onunla kafasının içi aynı benimkisi gibi sürekli düşünceler içerisinde dönüyordu.
💀
Salonda konuşulanlardan sonra herkes bir yana dağılmış ve ben de sigara içmeye çıkmıştım. Ankara'ya bir süre dönemeyecek olmam benim açımdan kötü olmuştu. İşlerimi halledemeyecektim ve onları halledemeyecek olmak tüm dengemi bozacaktı. Ayrıca burada kaldığım sürece çalışamayacaktım ve parasız kalacaktım. Onlardan geçinemezdim.
Bir numarayı tuşlayıp kulağıma götürdüm. Açmasını beklerken gerginlikten bir sigara daha yakmış çardakta bir ileri bir geri yürüyordum. Tam kapatacağım sırada ses duyuldu.
"Çabuk konuş." dedi ketum bir ses.
"Sağ ol ya, çok özlemişsin beni."
"Sana hala çok kızgınım o yüzden boş yapıp canımı daha da sıkma. Konuş."
"Bana para lazım.." dedim mırıldanarak. "Ya bak beş parasızım. Ne olur-"
Telefonun kapanma sesiyle şaşkınlıkla kala kalırken sinirle banka tekme attım. Başka bir numarayı tuşlayıp kulağıma götürdüm ve sigaramdan derin bir nefes çektim.
"Söyle," dedi.
"Sen de mi?" diye sızlandım çocukça.
"Evet," diye kestirip attı. "Ne oldu?"
"Para lazım bana.." diye üzgünce mırıldandım.
"Sen mi kapatırsın yoksa ben mi kapatayım yüzüne?"
"Tamam... kapatıyorum.. öptüm."
Cevap vermesini beklesem de beklediğim gibi olmamış ve cevap vermemişti. Üzgünce telefonu kapatıp biten sigaramı küllüğe bastırıp hemen ardından bir sigara daha yaktım. Ard arda yaktığım dördüncü sigaraydı ama ben ne içtiğimi anlamıyordum. Şansımı son bir numaradan yana kullandım. Bekledim. Bekledim. Açtı!
"Ben de ne zaman ararsın diye bekliyordum. Nasılsın güzellik?"
"Ya sen beni özledin mi?" diye sordum çocukça. Asıl derdimi unutup onların bana soğuk davranmasını dert etmiştim.
"Hem de çok özledim. Hatta o kadar çok özledim ki yarın çıkıp yanına gelesim var." dedi gülerek.
"Şu an kendimi yerden yere atabilirim.. Bana çok kızgın onlar. Sen olma bak kafama sıkarım." Neşeli bir kahkaha attı.
"Haklı değiller mi? Her biri zincire geçirilmiş kurt gibi. Onları tutmak çok zor. Ama sen dert etme. Şimdi söyle asıl derdini."
"Param yok.." dedim diğerlerine yapamadığım nazı ona yaparken. "Birazcık, ucundan bana borç versene.." Bakışlarım yerde, ayağımdaki terlikle hafifçe toprağı ezi
"Ne kadar ucundan?"
"Gönlünden ne koparsa artık," diyerek güldüm. "Ama senin gönlün çok zengin, biliyorum ben. Koca yürekli insan."
"Yap kızım, yap. Nazını bir bana geçirebiliyorsun ya, yap. Neyse, tamam, hallederiz."
Mutluluktan sigarayı tutan elimi havaya kaldırıp kalçamı sallayarak dans etmeye başladım.
"Ya sen bir tanesin! Bir tane! Çok seviyorum sen-"
Arkamı dönmemle birkaç adım uzağımda olan Demir'le karşı karşıya gelmiştim. Elindeki sigara paketini açmış ama içinden dal almadan durmuş kaşlarını çatarak bana bakıyordu.
"Ben de seni seviyorum, görüşürüz güzellik."
"Görüşürüz," dedim mırıltıyla ve telefonu kapattım. Boğazımı temizleyip sigaramın külünü küllüğü silkip montuma sarındım ve banka oturdum. Hala çatılı kaşlarla bana bakmaya devam etmesi hareketlerimi kısıtlarken sigaramdan tedirginde bir sigara aldım. Neye sinirli olduğunu anlamasam da umuyordum ki konuşmamı duymamış olsun.
Başını sağ tarafa yatırdığında boynundan çıkan kemik sesleriyle yutkundum. Burnunu çekip bankın diğer ucuna, karşıma oturdu. Kendine bir sigara yakarak arkasına yaslandı ve sol bacağını sallamaya başladı.
"Hava soğuk, şalı ister misin?"
"Kiminle konuşuyordun?"
"Hı?"
Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. Şu an yapabildiğim tek şey buydu çünkü vakit kazanmak istiyordum. Öne süreceğim bir yalan bulana kadar sığınma kalem olacaktı.
"Arkadaşımla konuşuyordum." Başını salladığında kolundaki saati bana gösterdi. Saatine kaşlarımı kaldırarak baktım. Güzel saat dememi mi bekliyordu acaba?
"Saat ikiye on var," dedi meraksız bir sesle. Gözlerimi devirip sigaramın dumanını içime çekip yavaşça bıraktım.
"Olabilir."
"Bu saatte normal bir arkadaşla konuşulmaz," dedi kaşlarını çatarak.
"Ben ilk oluyorum o halde?" diye alayla konuştum.
"Kimdi o?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Hesap sorma hakkının olmadığını ona birisinin hatırlatması lazımdı.
"Hesap mı soruyorsun?" dedim sert bir dille. "Ne zaman istersem, kiminle istersem konuşurum."
Yerimden kalkarak sigarayı küllüğe fırlattım. Neye kızacağımı şaşırmıştım. Bir sevgilimin olduğunu düşünmesine mi yoksa hesap sormasına mı karar verememiştim. Eğer ilk seçenekse onu, sevgilim varken öptüğümü nasıl düşünebilirdi?
Benimle birlikte ayaklandığında önüme dikildi. "Erkek sesi geliyordu Ayşıl. Seviyorumlar uçuşuyordu havalarda." Sesinin tonu bir tık yükseldiğinde hayretle yüzüne baktım. Sertçe nefesimi bıraktım.
"Arkadaşımdı. Ankara'ya dönemeyeceğim için çalışamayacaktım ve param suyunu çekmek üzere. Kendisinden borç istedim ve ona teşekkür ettim. Oldu mu? Şimdi çık önümden."
Yüzünde şaşkın bir ifade oluşmasını önemsemeden yanından geçtim. Birkaç adım attıktan sonra durup arkamı döndüm.
"Bana bunun açıklamasını yaptırdığın için de ayrıca teşekkür ederim."
Açıklama yapmazdım fakat onu öpmüştüm ve yanlış bir düşünceye kapılmasını istememiştim. Yanından ayrıldığımda sessizce benim için ayrılan odaya geçip yatağa oturdum. Beren'in verdiği şort ve tişörtü üstüme geçirmeden önce sütyenimi çıkartıp sinirle yere fırlattım.
"Hayvan. Sen kimsin de bana hesap soruyorsun? Hadi soruyorsun, öyle mi sorulur? Üslupsuz herif."
Yatağa söylene söylene girip başımı yastığa koydum. Dayanamayıp yastığa üç defa sinirle kafa attım. Ona atamazdım çünkü, kırılan benim kafam olurdu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı ve sessizce kapandı.
"Yakamoz, uyuyor musun?" Yumuşak ve sessiz çıkan sese aldanmamak için gözlerimi kapattım.
"Evet," dedim düz bir şekilde.
"Uyurken benimle iletişime geçmek gibi güçlerin mi var?"
"Git şuradan," dedim öfkeyle. Yatağın köşesi çöktüğünde sinirle doğrulup üstümdeki yorganı tekmeledim. Dizlerimin üstünde durarak ayaklandım. Şimdi ondan birkaç santim uzun olmuştum.
"Ya sana ne? Sana ne? Kiminle konuşursam konuşurum. Hesabını sormak sana mı kalmış? Sen ne üslupsuz bir herifsin!" Kaşlarını gülerek kaldırdı. "Ben mi üslupsuzum?"
"Evet!" Sesimi yükseltmek istesem de saat fazlasıyla geçti ve ben sinirimi belli etmek için sadece dişlerimin arasından konuşabiliyordum.
"Geçmemem gereken bir sınır vardı ve ben onu geçtim."
"Evet!" dedim kaşlarımı çatarak. "Nasıl sevgilim olduğunu düşünebilirsin?"
Kaşlarını çattı. "Yakamoz, kimse bu saatte bir kadının bir adama seni seviyorum demesini normal algılamaz."
"Senin algılaman lazımdı!"
"Önce bir sakinleş ve otur." Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı.
"Oturmuyorum! Konumuz bu değil ayrıca," diye tersledim.
Gözleri dudaklarıma kaydığında yutkundum. Hiç olmadık zaman da hiç bakmaması gereken yere bakıyordu.
"Yakamoz," dedi en güzel ses tonuyla. "Senin yerinde olsam sözümü dinlerdim."
Bakışları dudaklarımdan ayrılmazken dediğini yapıp dizlerimin üstüne oturdum. Gözlerimi gözlerinden almazken onun odak noktası dudaklarımdı. Dilim damağım kurumuştu ve lanet olası dudaklarımı yalama dürtüsü beni zorluyordu.
"Aferin kızıma," dedi fısıltıyla. Sadece sesiyle bile içimin erimesine neden olurken bakışlarının altında eziliyordum.
"Sevgilim yok," dedim amaçsızca.
"Biliyorum," dedi karanlıkta koyulaşan gözlerini gözlerime sonunda ulaştırdığında.
"Ölecek misin?" Alakasız şekilde sorduğum soru karşısında önce şaşırdı sonra da düşündüğümün tam aksisini yaparak güldü. Halbuki kaşlarını çatmasını beklemiştim.
"Beren öyle söyledi ya. Ölmemeni istedi hani... ölecek misin?" Dudaklarımdan soru cümlesi olarak dökülse de aslında kelimelerimin altında yalvarış yatıyordu.
"Ölmeyeceğim," dedi saçlarımın uçlarına dokunurken.
"Söz ver."
"Benim elimde olmayan bir şey istiyorsun. Sana ölmeyeceğime dair söz veremem ama, o ölümü olabildiğince erteleyeceğime söz verebilirim."
"Demir," dedim sızlanarak. İkimizde duraksarken adını ilk defa seslice dile getirmenin şaşkınlığını yaşıyordum. Dudaklarımı konuşmak için araladım ama diyecek bir şey bulamadığım için kapattım.
"Tekrarla," dedi, dudaklarıma yeniden yoğunlaştığında. Kalbim heyecandan mı bilinmez maraton koşucularının ki kadar hızlı atmaya başladı.
"Tekrarla," dedi sabırsız bir şekilde. Bir elini belime yerleştirip beni kendine doğru çektiğinde ellerimi omuzlarına koydum. Düşecek bir yer olmasa da yer her an ayaklarımın altından kayacakmış gibi hissediyordum.
"Yakamoz," dedi kızarak. "Tekrarla."
"Demir-"
Dudaklarıma aniden çarpan dudaklarıyla şaşırırken ellerimin altındaki tişörtünü sıktım. Üst dudağım dudakları arasında yerini alırken öylece durdum. Hareketleri sert değildi ama yumuşak diyebileceğim kadarda değildi. Beni kaçırmak istemiyor fakat hislerine engel olamıyor gibiydi.
Dudaklarımı yavaşça hareket ettirmemle birlikte beni bacağımdan tutarak kucağına çekti. Ayaklarımı belinde birleştirdiğimde alt dudağını dişlerimin arasına alıp ısırdım. Eli çıplak baldırıma ulaşıp sıktığında dudaklarına doğru acıyla inledim. Elinin ne kadar ağır olduğunun farkında değil miydi bu adam? Hızlıca geri çekilip başını yan tarafa çevirdiğinde nefes nefese kalmıştı.
"Yakamoz, uyuman lazım." dedi alelacele. "Ne?" dedim, alakaya maydanoz olan cümlesine. Beni kucağından kaldırıp yatağın üstüne koyduğunda şaşkınca ona bakıyordum. Ayağa kalkıp boğazını temizledi.
"Uyu," diyerek hızlıca odadan çıktığında bağdaş kurarak yatakta oturur pozisyona geçtim. Başımı öne umutsuzca eğerken kapı hışımla tekrar açıldı.
"Sikerler anasını satayım."
Demir kapıyı yavaş olmayacak şekilde kapattığında yüzünde oldukça sinirli bir görüntü vardı. Ne olduğunu anlamadan beni bacaklarımdan tutup yatağa hızlıca yatırdığında üstüme eğilip dudaklarını yeniden dudaklarımla buluşturdu.
Az öncekinin aksine daha sert davranan dudaklarına eşlik ederken elimi ensesine götürüp parmaklarımı saçlarının arasına daldırdım. Başını hafifçe yatırıp dudaklarımın arasından dilini sinsice soktuğunda bir eli boynuma ulaştı. Diğer elini ise tişörtümün içinden sırtıma ulaştırdığında dokunan parmaklarıyla inledim ve parmaklarından kaçınmak için belimi havalandırdım.
Vücudumun en hassas noktası olan sırtımda parmaklarının dolanması beni sürekli inleteceğini bildiğimden elimi bileğine dolayarak çekmeye çalıştım. Bir yandan da bana sunduğu alt dudağını emiyordum.
Parmak uçları yapma denileni üstüne giderek yapan yaramaz çocuklar gibi sırtımda dolandığında dudaklarından ayrılıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Belim yay gibi gerildiğinde göğsüm göğsüne çarptı.
Dudaklarında arsız bir gülüş peydahlandığında gizli bir sırrı keşfetmiş gibiydi. Tüy dokunuşu kıvamında dolanan parmaklarından kaçınmak istesem de onlardan onun müsaade ettiği kadar uzaklaşabiliyordum.
Herhangi bir ses çıkarmamak için alt dudağımı ısırırken boynumda duran eli dudağıma ulaştı ve dişlerimin arasından kurtardı.
"O güzel sesini duymak istiyorum," dedi dudaklarıma küçük bir öpücük kondururken. Sıkıca tuttuğum bileğini yeniden çekmeye çalıştığımda güldü.
"Uslu dur, Yakamoz."
Ayak parmak uçlarımı bükerek ayaklarımı yatağa sürtüp bileğini serbest bıraktım. Bel oyuntumda dolanan arsız parmaklarıyla dudaklarıma sürtünen dudaklarına doğru inledim.
Sertçe dudaklarımı öperek geri çekildiğinde belimi de rahat bırakmıştı. Dirseklerini başımın iki yanına yasladığında parmakları saçlarımda dolanıyordu.
"Sırtın benim için büyük bir keşif, senin içinse büyük bir ıstırap olacak," dedi gülümseyerek.
"Benimle oynarsan sana kafa atarım," dedim kaşlarımı çatarak.
Burnumu ısırıp geri çekildiğinde dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve tamamen üstümden kalktı. Arsız gibi kollarından tutarak 'hayır, üstümden kalkma' diye sızlanmadığım için memnundum.
Ben de onunla birlikte doğrulduğumda sırtımı yatak başlığına yasladım. Ayağa kalktığında işaret parmağını çenemin altına yerleştirirken baş parmağıyla dudağımı okşadı. Eğilip dudaklarımı yeniden öptüğünde gülümsedim.
"Şimdi güzelce uyu." Usulca başımı salladım. Sahibini gördüğünde heyecanlanıp kuyruğunu sallayan köpekler gibi hissediyordum. Kuyruğumu yoktu belki ama kalbim bir uçurumdan sallanıyordu.
Uzaklaştığında kapıya doğru yürüdü fakat bir şey aklına gelmiş gibi duraksayıp bana döndü. İşaret parmağını sallayarak üzerime doğru gelmeye başladı.
"Ayrıca, asıl üslupsuzluk gecenin bir yarısında elin heriflerine seni seviyorum, demektir." Kendimi tutamayıp sessizce güldüğümde yatağın içini gösterdi kaşlarını çatarak.
"Uyu," dedi hoşnutsuz biçimde ve ben gülmeye devam ederken o odadan çıktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |