
Dakikalarca önce yedi kişiyken şimdi sekiz kişi olarak masayı donatmıştık. Alparslan'ın gelişiyle herkesin keyfi epey yerine gelmişti. Bahtiyar'ın bile yüzü gülüyordu.
"Bitmiş sonunda," Dedi Demir. "Hoş geldin." Mavi gözlü adamın omuzuna elini koyup sıktı. Beren abisinin yanından kalktığı için şu an karşımda Alparslan vardı.
"Bitti devrem. Bitmeyecek sandım ama bitti sonunda." Yakasını silkti. "İllallah ettirdiler anasını satayım."
"Devrem mi?" Şaşkınlıkla adama baktığımda yüzünü bana çevirdi.
"Sen kimsin?"
Ha?
Bu soruyu beklemediğimden alık alık adama baktığım için Demir benim yerime konuştu. "Ayşıl. Bir süre misafirimiz."
Beren'in arkadaşı, dememişti. Kendisinin içerdiği bir hitapla da tanıtmamıştı. Sadece ismimi söylemişti; Ayşıl
Bakışlarını bana çevirdiğinde ben de karşımdaki adama bakmayı bırakıp ona döndüm. "Alparslan timin yeni üyesi. Ekibe girebilmek için üç yıldır eğitim görüyordu, eğitimi de dün sabah bitti. Artık tam anlamıyla bu timin üyesi oldu."
Ekibe girebilmek için üç yıl eğitim mi görmüştü? O da Beren'in bahsettiği gibi devlet tarafından yetiştirilen özel askerlerden miydi? Üç yıl uzun bir süreydi.
Ondan bahsederken gözleri gururla parlıyordu. Arkadaşından değil de oğlundan bahsediyordu sanki. Yeniden adama dönüp gülümsedim. Onun adına gerçekten sevinmiştim.
"Hayırlı olsun."
"Teşekkür ederim."
Başımı salladığımda bardağımın dibinde kalan rakımı kafama diktim ve yenisini doldurmak için şişeye uzandım.
"Çarpmasın?" Alparslan'ın sorusuyla başımı kaldırıp kısa süre yüzüne baktım. Bakışlarımı yeniden bardağıma çevirdiğimde içtiğim iki bardaktan ayrı olarak bu sefer biraz daha az su koymuştum. "Çarpmaz, içmesini bilirim," dedim gülümseyerek. "Öyle mi? Rakı çok içer misin?" Omuz silktim. "Aslında hayır, ama içmesini öğreten iyi öğretti." Başını salladı.
"Kandaş, sen biliyor muydun?" Demir başıyla Bahtiyar'ı onayladı. "Dosya bana bir hafta önceden ulaşmıştı ama yine de emin olmadan söylemek istemedim." Kaçıncı olduğunu bilmediğim bardağını sek doldurdu ve yudumladı. Gece sonunda taşınmak zorunda kalmazdı umarım.
"Vay be, demek artık altı kişiyiz." Ulaç, Beren'in önünden bardağını uzattığında Alparslan'da elindeki bardağın altını diğerine vurdu.
Zaman akarak akrep ve yelkovanı dokuza getirdiğinde erkekler ve kızlar olarak ikiye ayrılmış şekilde oturuyorduk masada. Bahtiyar ve Ulaç, Demir'le yan yana oturan Alparslan'a yakın olmak için ben ve Beren'le yer değiştirmişti. Ben de şimdi diğer baş köşede ayaklarımı sandalyeye çekerek oturuyordum.
Kızlarda kendi halinde sohbet içerisinde konuşurken rakının yavaştan çarpmasıyla sessizliğe gömülmüştüm. Ya da belki kendimi birbirini tanıyan insanlar arasında yabancı gibi hissetmiştim.
"Yeter ayrı gayrı olduğumuz, oyun oynayalım," dedi Hilal sıkılmış gibi.
"Ne oyunu oynayacağız kızım?" Hilal'i cevaplayan Bahtiyar'dı.
"Yüzük," dedi Hilal tek kaşını kaldırıp sorgularcasına arkadaşına baktığında.
"Ben varım," diye atladı Ulaç ve ellerini birbirine sürttü. "Avuçlarım kaşınıyordu zaten, biraz ağlatayım sizi."
"Hadi lan oradan. Geçen sefer çarpanlarına bölünen kimdi?" Leman kaşlarını çatarak Ulaç'a baktı. Uluç he he der gibi başını salladığında Hilal boynunu kıtlattı ve ayağa kalkıp evin içerisini gösterdi. "Korkusuz olanları sahneye alalım beyler." Baş kaldırışına Uluç cevap verdiğinde diğerlerinden de onaylayıcı sesler çıkmıştı. Hepsi bir bir masadan kalktığında zihnimde bir şarkı sözü çalındı.
'Her geçen yıl birer birer, masadan eksiliyor dostlar.'
Kalan son birkaç yudumumu da içeceğim sırada elim nazikçe tutuldu. Gözlerimi diktiğim masadan kaldırdığımda herkes içeri girmişti. Elimi tutan Demir'e baktığımda bardağı diğer eliyle alarak masanın üstüne koydu ve beni ayağa kaldırdı. Adımlarım sendelendi. Sarhoş değildim ama birden kalkmak başımı döndürmüştü. Belimdeki eller sayesinde ayakta durmayı başardığımda gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım.
"İyi misin?" Yumuşacık çıkan sesi bana ninni gibi gelmişti. Dudakları kulağıma yakın bir yerde dolanıyordu ve sanırım saçlarımdan öpüyordu. Başımı uysalca salladım. "İyiyim, çarptı biraz," dedim aynı onun gibi çıkan sesimle.
Omuzumu göğsüne yaslayarak yan şekilde ondan destek alarak ayakta duruyordum. "Biraz ara verelim içmeye. Kendine geldikten sonra devam edersin." Başımı yeniden salladığımda dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Aferin kızıma." Sesinden akan şefkati ellerimle tutup kalbimin en güzel köşesinde saklamak istiyordum.
Onun desteğiyle birlikte içeri girdiğimde her biri yere oturarak sırtını yaslayacak bir yer bulmuş ve daire oluşturmuştu. Demir sırtımı koltuğa yaslayacağım şekilde yere oturttuğunda o da Uluç ve Beren arasına girmişti. Sırtını yaslamak için kendilerine doğru çektikleri koltuğa yasladı. Çaprazımda kalıyordu.
"Eveeet, terlik mi yoksa direkt elle mi?" diye sordu Hilal.
"Abicim oyunda Demir varken gerçekten bu soruyu soruyor musunuz?" Ulaç yakınırcasına sorduğu soruyla kaşlarımı kaldırdım. O nedenmiş?
"Neden?" diye sordum merakımı gidermek için.
"Demir'in eli ağırdı. Ama harbi ağırdı," dedi Leman. "Ne kadar ağır olabilir ki?" diye saçma bir soru daha sordum. Kalçasında beş parmağının izi olan birisinin bu soruyu sorması da şovdu bence.
"O zaman şöyle yapalım, siz elle vurun ben terlikle." diye bir fikir sundu Demir ve birasından yudumladı. Benim de canım bira çekti.. keşke bana da verse... Ama birasını.
"Demir, inanır mısın ben sana öyle bile güvenmiyorum," dedi Ulaç, arkadaşına bakarak.
"Kandaş, inanır mısın ben bile güvenmiyorum. Kızlara gelince nazik oluyorsun ama bize gavura vurur gibi vuruyorsun." Bahtiyar'ın bile sitem edinmesine kıkırdadığımda Demir'le göz göze geldik.
"Beyler, ağlayacaksanız oynamayalım." Bunu söyleyen Alparslan'dı. Ellerini iki yana açmış Ulaç ve Bahtiyar'a bakıyordu.
"Hadi hadi. Başlıyorum."
Hilal ellerini birleştirip kendi yüzüğünü arasına koyduğunda hepimiz aynı şekilde avuçlarımızı birbirine birleştirip ellerimizi uzattık. Teker teker avuçlarımızın arasına birleştirdiği elini koyup sürterek çıkardı. Yüzük ben de değildi. Birbirimizin ellerine bakmıyorduk ki kime verdiğini görmeyelim. Pek tabii benim gözümde Demir'den başkasını görmüyordu.
"Yüzük Demir'de," dedi Ulaç hızlıca. Yüzüğün kimde olduğunu tahmin ediyorduk. Güldüğümüzde ellerini açmadan omuz silkti. "Riske atamam abi."
"Ben de Demir, diyorum," dedi Leman. "Siz yavaş vurduğunu sanıyorsunuz ama ağrısı üç gün geçmiyor."
"Alparslan," dedim gülerek. Onunla bakışlarımız birleştiğinde gülerek göz kırptı. "Sende sende," dedim başımı iki yana sallayıp seni gidi gidi der gibi.
"Leman ablada," dedi Beren.
"Alparslan," dedi Demir.
Demir ise "Ulaç," demişti gelişigüzel.
Ben ve Beren hariç herkes Demir'i söylemişti. Hilal yüzüğü dağıtan olduğu için o isim söylemeyecekti. Birkaç saniye sonra Bahtiyar sırıttı.
"Göreyim abi elleri."
"E anasının gözü," dedi Ulaç gülerek.
Hiçbirimiz onun adını vermediğimiz için elimizin tersini vurması için ona uzattık. Beren ve Leman'a öylesine vurarak geçiştirdi. Alparslan, Ulaç Bahtiyar'dan nasibini aldığında Demir'e döndü Bahtiyar.
"Senin bana son sefer vurduğun hala aklımda." Kolunu kaldırıp Demir'in elinin tersine öyle bir geçirdi ki şak sesi resmen salonda yankılandı. Demir gülerek başını eyvallah dercesine eğdi.
"Seni sona bıraktım, Karabasan. Gel." Gülerek elimi rahat bir şekilde uzattığımda Demir'e vurduğu zamanki gibi kolunu yukarı kaldırdı.
"Senin koluna sokarım Bahtiyar. İndir lan eli." Demir kaşlarını çatarak ona baktığında Bahtiyar umursamadan sert bir şekilde elime vurdu. Yuh anasının gözü yani.
"Sikerim yapacağın işi ama."
Elimin acısıyla gülmeye başladığımda Bahtiyar'a kızan Alparslan kızaran elime baktı. "İyiyim," dedim gülmeye devam ederken.
"Ulan Bahtiyar, düşme elime." Alparslan hala kızıyordu fakat Demir'den ses çıkmıyordu. Odaklanmış şekilde Bahtiyar'a bakıyordu.
Bir süre sonra tüm eller kızarmaya başlamıştı çünkü kimse Demir'den başka isim söylemiyordu. Demir ise gelişigüzel isim söylüyor kimde olduğunu umursamıyordu.
Leman, Alparslan, Bahtiyar ve Beren'den elime tokat yemiştim ama hiçbiri Bahtiyar'ınki kadar acıtmamıştı. Ama ne yalan söyleyeyim, Leman bana en az Bahtiyar kadar sert vurmuştu. Bir kez daha el dönüyordu ve bu sefer dağıtan Alparslan'dı.
"Lan pandik atma," dedi Ulaç'a kızarak. Sinirle Leman'a bıraktığı yüzüğü alıp tekrardan dağıttı.
"Ayşıl" dedi Bahtiyar. İlk defa Demir'den başka bir isim vermesi şaşırtmıştı.
"Birileri korkusunu yenmiş," dedi Hilal gülerek ve "Beren," diye devam etti.
"Bahtiyar," dedim gözlerimi kısarak. Ona güvenmiyordum. Yüzük onda olabilirdi. Sağ gösterip sol vurmaya da çalışıyordur belki de.
"Alparslan," dedi Beren gözlerini kaçırarak. Demir kız kardeşine doğru başını çevirdiğinde kaşlarını belli belirsiz çattı.
"Alparslan dağıttı ya Beren," dedi. "Ha? Haaa. Şey o zaman. Ulaç abi."
Onun tuhaf halleri alkolden miydi yoksa sebebi başka bir şey miydi? Gece boyunca utangaç tavırlar sergilemişti. İki biradan fazla içmemişti o yüzden sarhoş olma ihtimalini eliyordum. Leman Demir'i söylerken Ulaç beni söylemişti.
"Benim söylememe gerek yok. Açın elinizi." Demir elindeki yüzüğü ortaya attı.
"Hay ananı sikeyim." Ulaç korkuyla yüzünü sıvazladı. "Amına koyayım senin Alparslan."
"Küfür etmeden konuş dalağını sökerim senin." Alparslan ters ters Ulaç'a bakarken Leman Demir'in adını verdiği için rahatça geriye yaslandı.
Hilal ve Beren sırayla elini ona uzattığında Demir dokundurup geri çekilmişti. Ardından Ulaç'a döndü.
"Uzat kardeşim," dedi rahatça Demir.
"Uzatmasam?" Ulaç korkuyla arkadaşına bakıyordu. Abartacak ne vardı?
"Uzatmazsan ben uzatacağım seni."
"Leman," dedi Ulaç arkadaşına dönerken. "Ambulansı arayın da kapıda beklesin." Kahkaha attığımda çaktırmadan Demir'in önündeki biraya uzandım.
"Yok artık," dedim gülerek. "Ne abarttınız."
"Abartmak mı? Ayşıl bu gördüğün adam yumruk attığı kişiye beyin kanaması geçirtirdi." Şaşkınlıkla Hilal'e baktım. "Üstelik tek yumrukla." Gözlerim daha da açılırken Demir'e baktım.
"Tokat attığı bir kişinin de çenesini kırmıştı," diye devam etti Leman. ÇÜŞ!
"Ben ararım ambulansı," dedim şaşkınlığım devam ederken.
Ulaç sona yaklaştığını bilerek elini uzattığında diğer elini Alparslan'dan güç almak istercesine bağdaş kurduğu bacağına koydu. "Yapma, biz dostuz."
Gülerek Ulaç'a bakarken birden onun eline inen elin sesiyle gülüşümüz soldu. Ben her rengi görmüştüm bu hayatta ama şu an Ulaç'un elinin aldığı rengi ilk defa görüyordum.
Ulaç kendi bileğini tutarak başını yana doğru çevirdi. Acısını belli etmemek için kendini sıkıyordu. Yüzü bozarmıştı. Ben yutkunarak Demir'e bakarken kalçam sızladı. Sabah orantısız güç derken bundan mı bahsediyordu? Ben ucuz yırtmışım.
Bahtiyar telefonunu çıkartıp kulağına götürdü. "Efendim? Hemen mi? Hadi ya. Tamamdır geliyoruz şimdi."
"Ne oldu?" diye sordu Demir. Sesi ne olduğunu iyi biliyormuş gibi rahat çıkmıştı.
"Görev çıkmış, hemen gitmemiz lazımmış."
Demir bir süre arkadaşına salağa bakıyormuş gibi baktı. Onun bu bakışını önceden ben de yemiştim. Acaba ona göre hepimiz salak mıydık(?
"Bahtiyar."
"Hı?"
"Siz görevleri benden alıyorsunuz," dedi boş bakışlarla. "Uzat," dedi ardından.
Bahtiyar'ın yaptığı oyunu anladığımda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hilal ve Beren kahkaha atarken Leman endişeli gözlerle Bahtiyar'a bakıyordu.
Endişeli?
Ulaç'a böyle bakmamıştı ama Bahtiyar için endişeleniyordu. Beynimde birden fazla çark dönmeye başladı. Hislerin karşılıklı olabileceği düşüncesi beni heyecanlandırmıştı.
"Şansımı deneyeyim dedim." Bahtiyar el mahkum elini uzattığında Demir bir süre o ele baktı ve tuhaf bir şekilde güldü. Sonra bacaklarını çözdü ve dizlerinin üzerinde doğrulduktan sonra kazağının kollarını dirseklerine kadar çekti. Hepimiz onu izliyorduk.
"Savaşa mı hazırlanıyorsun amına koyayım? Ne yapıyorsun?" Bahtiyar korkmuyordu ama hazin sonu kendisini endişelendiriyordu.
"Diğer elini uzat," dedi Demir sakince. Kaşlarım havalandığında Bahtiyar sıkıntıyla nefesini verip diğer elini uzattı. O elle vurmuştu bana. Şu an bir miktar içimin yağları eri-
HASSİKTİR!
Demir eline vurduğu gibi Bahtiyar'ın eli onun vuruşuyla yere çarpmıştı. Ulaç öyle bir bakıyordu ki, sanki o tokadı kendisi yemediği için şükrediyordu.
Bahtiyar belli etmemeye çalışsa da elinin acıdığını biliyordum. Yerimden kalkarak mutfağa koşar adımlarla gittim ve buz torbasını alarak salona geri döndüm. Bahtiyar'ın yanında endişeyle diz çöküp elini tuttum. Demir yüzünden yere çarptığı avuç içi de kızarmıştı.
"Ne yapıyorsun ya? Şu ele bak," diye Demir'e sızlandım.
Bahtiyar bunu beklemiyordu ki şaşkınca bana baktı. Buz torbasını elinin üstüne hafifçe dokundurdum. Sıkıntıyla oflayıp ters ters Demir'e baktım. Yeniden bacaklarını bağdaş kurmuş bana değil Bahtiyar'a bakıyordu. Kolu falan kopmadığına mı şükretsem acaba? Leman'da yaklaşıp Bahtiyar'ın eline hafifçe dokundu.
"İyi misin?" dedi fısıltıyla.
Bahtiyar kara gecesi gözlerini mavi gözlere diktiğinde bir şey demeden başını salladı. Ortamda ufak bir sessizlik oluştu.
"Benim de elim acıyor," dedi Ulaç sitemle elini gösterirken. "Hani bana iyi misinler, hani bana buz torbaları?"
Bahtiyar birden gülmeye başladı ve Demir'e baktı. "Anladım kardeşim," dedi. Neyi anlamıştı? Gerçekten keyiften gülüyordu üstelik. Deli midir nedir?
"Neyi anladın?" diye sordum merakla. Bahtiyar bana baktığında göz kırptı ve elimde tuttuğum buz torbasını alıp Ulaç'a uzattı. "Lan Lale, sen al şunu."
Bahtiyar birden keyiflenmişti. Onun hallerini hepimiz yadırgarken Demir'de güldü ve, "Bir daha olmasın," dedi. İkisinin arasındaki muhabbet beni iyice meraklandırdığında ortaya, ikisinin arasına girdim.
"Bana da söyleyin," dedim bakışlarımı ikisinin üzerinde dolaştırırken. Bahtiyar bana baktı ve elini omuzuma koydu. "Geçmiş olsun, Karabasan," dedi. Niye öyle dedi? Neden dedi? Meraktan çatlayacaktım şimdi.
"Niye? Ne oldu ki?"
"Haaaaaa," dedi Hilal aydınlanırken ve o da keyifle sırıtıp bana baktı. NOLUYO? NOLUYO BU AŞAĞILIK EVDE?? HEĞ.
Beren dahil herkes birer birer aydınlanma yaşarken ben ne olduğunu anlamadan salak gibi ortalarında durmuş onlara bakıyordum. Kimseden ses çıkmayınca sinirle ayağa kalkıp yerime oturdum.
"Söylemezseniz söylemeyin be. Dağıt sen de yüzüğü."
Demir sinirli halime gülüyordu ama ben gülmüyordum. Komik değildi. Ortaya attığı yüzüğü alarak dağıtmaya başladı. Büyük elleri avucumun arasında girdiğinde gözlerine baktım.
Şimdiye dek yüzük bana hiç gelmemişti. Demir dağıttığında kardeşine bırakmış ve o elde öylede geçmişti. Beren kimseye kıyamamıştı. Gerçi o minik ellerle vurmaya kalksa kesin kendisi sakatlanırdı.
Beren dağıtmaya başladığında yüzüğü avuçlarıma bırakıp devam etti. Arkama yaslanıp normal davranmaya çalıştım. Gerektiğinde rengini belli etmeyen birisiydim ve şu an başarılı olmuştum. Çünkü kimse kimse adımı söylememişti.
Benim isim tahmin etme sıram geldiğinde gülerek boğazımı temizledim ve dizlerimin üstünde doğruldum. Üstümdeki Demir'in hırkasını çıkartıp arkamdaki koltuğa bıraktığım da avucumu açarak yüzüğü gösterdim. Herkesten itiraz nidaları yükseldiğinde kıkırdamaya başladım.
"Biri bitiyor biri başlıyor. Hareketlere bak," dedi Hilal gülerek. Dizlerimin üstünde Demir'in az önceki pozisyonuna benzer şekilde duruyordum.
"Şimdi," dedim gülerek. "Kadın erkek eşit benim için o yüzden kızlar size yumuşak davranacağımı düşünmeyin. Ve," diyerek diğer yüzlere döndüm. "Benim de elim epey ağırdır."
"Kesiiin," dedi Ulaç ve elini uzattı rahatça. Sırıttım. Beni hafife alıyordu. İri vücutlu ve uzun boyluydu. Oldukça güçlü görünüyordu ve sanırım onun canını acıtamayacağımı düşünüyordu. Ama benim kimsenin bilmediği ufak bir sırrım vardı.
Omuz silkerek ona döndüm. "Hazır mısın?" Başını alayla salladı. Sinsice sırıttığımda elimi kaldırdığım gibi elinin üstüne indirdim. Benim sırrım, nereye vuracağımı bilmekti.
"Siktir lan," diyerek elini salladı. "Sen boş günlerde mermer mi tokatlıyorsun?" Seslice güldüğümde Bahtiyar'a döndüm. Ona vuramazdım, içim acırdı. Elini uzattığında bana göre yavaş ona göre ise kuş tüyü hafifliğinde vurdum.
"İnsanlık görsün birileri," dedi gülerek. Attığı laf Demir'e çarptı. Leman'a döndüğümde sırıttım. "Ben kinci bir insanım," dedim gülerek. Alınmayacağını düşünüyordum. Bir abla gibi gülerek elini bana uzattığında bana vurduğu sertlikte vurdum. Ulaç'a vurduğum gibi vurmamıştım ona. Birkaç saniye durdu ve takdir ederek bana baktı.
"Bu kızda iş var," diyerek beni işaret etti.
Hilal'e yavaş vurarak Alparslan'a döndüm. Elini uzattığında elimi altına koyup avuçlarımızı düz şekilde birleştirip gözlerine baktım. Birbirimize gülümsedik.
"Bana da kıyacak mısın?" Sesi neşeli çıkıyordu.
"Neden seni ayrı tutayım?" Baş parmağını elinin altında kalan ince parmaklarımın üstüne koydu. Hoş adamdı.
"Bilmem, ilk defa tanıştığımız için kıymak istemezsin belki."
Elimi beklemediği anda, beklemediği şiddetle elinin üstüne çarptım. Hoş adamdı, ama sevmemiştim. Beren'le birbirlerine olan bakışlarını yakalamıştım gece boyunca o yüzden ayrı bir tilt olmuştum adama.
"Elim kaydı ya," dedim yapmacık bir üzüntüyle.
"Canın sağ olsun."
Elini bırakıp arkama, Demir'e döndüğümde kaşlarını çatmış elime bakıyordu. Bir an yanlış bir şey yaptığımı düşündüm çünkü bakışları bunu ima ediyordu.
Elini öylesine uzattığında vurup geçmemi ister gibi hali vardı. Kaşlarım çatılırken tavrına sinirlendim ve eline tüm sinirimi çıkartmak için sertçe vurdum.
Bir acı hissediyordum. Çok yakınlardaydı üstelik. Şöyle kolumun ucunda, elimde bir şeyler oluyordu. Benim elim koptu mu acaba?
"Yavaş be kızım, yavaş." Demir farkında olmadan bileğimi tuttuğum elimi çekip avucumun içine baktı. "Bu nasıl el gözünü seveyim, Demir?" Sızlanarak dizlerimin üstüne oturduğumda kızaran elime baktım. "Böyle el mi olur? El değil bu, yanlışınız var sizin."
Kahkaha atan kişilere kaşlarımı daha da çatarak baktım. Dudaklarını birbirlerine bastırıp sessiz olmaya çalışıyorlardı. Ulaç gülerek elindeki buz torbasını bana verdi. "Al bu senin daha çok işine yarar."
"Kısa günün kârı," diyerek ayağa kalktı Bahtiyar gülerek. Demir de o sırada avucumun üstüne buz torbasını koymuştu. Aklım almıyordu. Vuran bendim. Eline buz torbası koyulan da bendim.
Herkes ayaklandığında bir bir bahçeye dökülmüşlerdi. Bahçeyi gösteren tavandan yere kadar uzanan uzun camlardan dışarıya baktığımda Alparslan ve Beren diğerlerinden ayrı olarak ortadan sıvışıyorlar. Ben bunun da hesabını sorardım elbet.
"Tanıyor musun onu?"
Demir'e baktığımda kimden bahsettiğini anlamamıştım. "Kimi?" diye sordum. "Alparslan." dedi. Elimde olan bakışları yüzüme çıktı. "Fazla yakın davrandın." Sesi sert ve bir şeyleri çözümlemek ister gibi düşünceli çıkıyordu.
"Hayır," diyebildim sadece. Beren'le olan bakışmalarını yakaladım o yüzden adama sinir oldum, diyemezdim.
"Söyle," dedi gözlerini benden çektiğinde. Buz torbasını avucumda dolaştırmaya devam etti. "Neyi söyleyeyim?" Tereddütle konuşmam onu daha sinirlendirmiş olacaktı ki nefesini sertçe bıraktı. Ardından buz torbasını yere koyarak yüzüme baktı.
"Bir şey saklıyorsun. Ben daha da gerilmeden söyle şunu."
Çehresi adı gibi sert görünüyordu ve bu beni geriyordu. Ondan sakladığım şeyi söylemezdim. Kızıp kızmayacağından emin değildim ya da kardeşine nasıl bir tepki göstereceğini bilmiyordum. Ama emin olduğum bir şey varsa o iki kişinin arasında bir şeyler vardı.
"Ayşıl!" Yüksek sesle konuşması beni daha da gererken dilimle dudaklarımı ıslattım. "Bir şey saklamıyorum," dedim mırıltıyla. Gözlerini kıstığında dilini üst dişlerinin keskin kenarlarında dolaştırdı. "Söylememekte kararlısın, öyle mi?" Başını salladı ve ayağa kalktı. Ben de onunla birlikte hızlıca ayaklandım.
"Demir," dedim endişeyle arkasını dönüp gittiği için. Durmadan merdivenlerden yukarı çıkıp gözden kaybolduğunda koşarak peşinden gittim.
Burası büyük bir koridordu. Sadece üç kapı vardı ve Demir direkt koridorun sonundaki odaya girdi ama kapıyı kapatmadı. Arkasından odaya çekingen şekilde girdiğimde Demir banyo olduğunu tahmin ettiğim yerden çıkmıştı. Banyo diyordum çünkü elini yüzünü yıkamıştı ve el havlusuyla kuruluyordu.
"Demir?"
Bana arkası dönüktü o yüzden omuzunun ardından bakmıştı. Gözlerinde gördüğüm sinirlilikle irkilip şaşkınca ona baktım.
"Sinirlendirdim mi?" Sesim zayıf çıkıyordu çünkü bakışları beni ürkütüyordu.
Bana doğru yürüdüğünde kolumdan tutarak içeri çekip kapıyı kapattı. Sırtımı yasladıktan sonra tek kolunu kapıya yaslayıp yüzüme eğildi. Gözlerinin içine kadar işlenmiş siniri anlamlandıramıyordum. Velev ki o adamı tanıyorum, velev ki bir şey saklıyorum. Peki o neden böyle davranıyordu?
"Benden ne saklıyorsun, Yakamoz?"
"Hiçbir şey," dedim telaşla.
Gözlerini kapatıp derin nefesler aldı. Açtığında alt dudağını dişlemeye başladı. "Yalana affım olmaz," dedi uyarırcasına. Bu bilgiyi söylüyordu çünkü ona göre davranmamı, bir şey saklıyor ve bunu yalanla örtemeye çalışıyorsam affetmeyeceğini bilmemi istiyordu.
"Alparslan uzun süredir Ankara'daydı. Orada mı tanıştınız? Sevgilin miydi?"
Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldığında başımı iki yana salladım. "O zaman neden ilk defa tanıştığın adamın elini tutuyorsun, Yakamoz?" Sesi sertti ve konuşurken Alparslan'ın elini tutan elimi tutarak kaldırmıştı. Yaslı olan elini sertçe kapıya vurduğunda kapı titremişti. "Neden ona dokunuyorsun?" Karanlığın hakim olduğu çölleri yeşillerimde teker teker dolandı.
"Sana ne bundan?" dediğimde ağzımdan aslında böyle bir cümlenin çıkmasını beklemiyordum. Ne dediğimi bilmeden konuşmuştum ama iş işten geçmişti ve ben söylemiştim.
Kaşları tehditvari şekilde havalandı, sonrasında sinirle başını sallayıp geri çekildi. Ellerini beline koyarak arkasını döndü.
"Söylesene," diye direttim ona doğru adım attığımda. "Neden söylemiyorsun?" Aniden bana dönüp çenemi tutarak kapıya yasladı. Canım yanmamıştı ama ani tepkisiyle donup kalmıştım. Çenemi sıkmıyor sadece tutuyordu. Parmakları yanaklarıma kadar ulaşıyordu. Başımı kaldırıp dudaklarını dudaklarıma bastırdığında sertçe öpmeye başladı. Karşılık vermeme fırsat vermeden geri çekildiğinde nefes nefese kalmışken dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Çünkü beni delirtiyor. Başkasına gülmen bile beni delirtiyor, Yakamoz. Ve ben, başkasına gülmene bile katlanamazken sen onun elini tutuyorsun. Yapma. Sana karşı içimde büyüyen çocukça kıskançlığı körükleme."
Sesi içimde bir yere dokunarak beni heyecanlandırmaya başladığında dudaklarım aralık şekilde ona bakıyordum. Hafifçe gülümsediğimde dudaklarımın dudaklarına sürtündü. Kıskançlıktan hoşlanmazdım ve kendisinin de yaptığı kıskançlığı saçma bulduğunu söylediği cümlelerden anlamıştım. Fakat şu an hoşuma gitmişti.
Bakışları dudaklarıma düştüğünde şaşırdı. "Neden gülüyorsun?" dedi fısıldayarak.
"Kıskanıyorsun," dedim gülümsemeye devam ederken. Kaşlarını çattığında "Gülme," diyerek uyardı fakat bu gülüşümün daha da büyümesine sebep oldu. "Gülme, Yakamoz." Sıkıntıyla nefes verip bana ters ters baktığında gülüşümden öptü. "Şimdi ben yumuşamışken bana söyle. Ne saklıyorsun?"
Gülüşüm anında solarken hala konunun başında olmamız gözlerimi devirmeme neden oldu. Yanaklarımdaki parmaklarını sıkılaştırdığında dudaklarım büzüldü. Bunu dudaklarımı büzmek için yaptığı açıkça belliydi.
"Söylüyor musun yoksa ben kendi bildiğim yolla mı söyleteyim?"
Dudaklarım büzüldüğü için konuşamıyordum o yüzden gözlerimi kapatıp açtım. Dudaklarımı rahat bıraktığında yüzüme baktı.
"Benden duymasan?" dedim son bir şansla. Kaşları tekrar çatıldı. "Benimle ilgili değil çünkü. Zaten ben de tam emin değilim, önce öğrenmem lazım."
Bir süre gözlerimi izledikten sonra parmaklarını kapıya vurmaya başladı. "Beren," dedi. Siniri yeniden onunla olmaya başladığında geri çekilip kapıyı açmaya çalıştığında önüne geçtim hızlıca.
"Ne yapıyorsun?" Kapıyı kapatıp ellerimi göğsüne koydum. "Ne anladın sen?"
"Gece boyunca birbirlerine olan bakışlarından bir şey olduğunu anlamıştım zaten." Beni köşeye ittiğinde yeniden önüne geçtim. "Gidip ne diyeceksin kıza? Bu sinirle gidersen kırarsın onu," dedim telaşla.
"Çık önümden." Sinirle nefes alıp veriyordu.
"Hayır."
Kapıya odaklı bakışları beni bulduğunda isterse buradan kolayca çıkıp gideceğini biliyordum ama benim kendi rızamla çekilmemi istiyordu.
"Neden öpüşmeyi sevmediğin halde beni öpüyorsun?"
Kafasını karıştırmak için kurduğum cümle ondan çok benim kafamı karıştırmıştı. Mesela neden böyle bir şey söylemiştim? Önce şaşırdı sonra kaşlarını kaldırıp güldü. "Öpüşmeyi mi sevmezmişim? Nereden biliyorsun?" Omuz silkip göğsünde olan ellerimi beline yerleştirdim. "Beren söyledi. Sen öpüşmezmişsin."
"Beren," dedi dişlerinin arasından sinirle gülerken. Başını geriye attı. "Ah Beren ah." Başını eğerek gözlerini yeniden benimle buluşturdu. "Bilmiyorum. Sadece dudaklarına her baktığımda orada olmak istiyorum."
Cevabı beni duraksatırken bakışlarımı kaçırdım ve geri çekildim. Öpmek istediği için mi öpüyordu yani? Başımı salladığımda yanağımın için ısırdım.
"Öpmek istediğin... için mi.. öpüyorsun?" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Seslice dile getirmek beni sinirlendirmişti. Öpmek istediği için öptüğü bir kız olmak beni öfkelendirdi. Kimi öfkelendirmezdi ki? Senin duygular katarak öptüğün kişinin sıradan şekilde karşılık vermesi herkesi kırardı.
"Yakamoz," dedi gülümseyerek. Bana yaklaşıp ellerini belime koyarak kendine çekti. Yüzüme yaklaşarak dudağımın kenarını öptü. "Öpmek istiyorum," duraksayıp bu sefer dudağıma daha yakın bir yeri öptü. "Çünkü," Dudaklarımdan öptü. "İçimde yer edindin."
Çatılı kaşlarım gevşediğinde yüzüne şaşkınlıkla baktım. Birazdan düşüp bayılmazdım umarım. Kollarına tutunarak ayakta kalmaya çalışırken dudaklarımı konuşmak için araladım ama bir şey diyemeden kapattım.
"Sen öylesine öptüğüm birisi olamayacak kadar içimdesin," dedi. "Nasıl yer ettin, nasıl işledin içime şu kadarcık zamanda bilmiyorum ama, oralardasın işte."
Ayşıl kalk bir gören olacak.
Yakasından tutarak kendime çekip dudaklarımızı birleştirdim. Ustalıkla kavradığı üst dudağımı emmeye başladığında parmak uçlarımda yükselip alt dudağını kavrayarak ona nazaran daha sert emdim.
Tek kolumu boynuna doladığımda biraz daha eğildi ve baldırlarımdan tutarak kaldırıp beni kucağına aldı. Sırtımı kapıya yasladığında kollarımı boynuna dolayıp başımı sağa doğru yatırıp üst dudağını kavrayarak ısırdım. Üst dudağı alt dudağına oranla daha dolgundu ve bu onu sürekli ısırmak istememe sebep oluyordu. Dili ağzımın içine girdiğinde dişlerimin üzerinde dolandı.
Bedeniyle beni kapının arasında sıkıştırdığında nefesimi burnumdan seslice dışarı bırakıp daha büyük açlıkla öpmeye başladım. Parmaklarım boynuna kaydığında elimin altında bir şey hissettim. Duraksadığımda benimle birlikte durmuştu. Geri çekilip kazağının boğaz kısmını açarak yamuk çizgi halinde olan çizgiyi karanlıkta seçmeye çalıştım. Bakmam için boynunu hafifçe geriye yatırmıştı.
"Önemli bir şey değil," dese de benim için önemliydi. Kaşlarımı çatarak biraz daha yaklaştım. Gördüğüm dikiş izleriyle kaşlarım daha da çatıldı. "Ne oldu buraya? Derin kesilmiş." Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda elimi tutarak boynunda uzaklaştırdı. Parmaklarımı dudaklarına götürüp hafifçe öptü.
"Görevdeyken oldu, çokta bir önemi yok."
Gözlerimi yeniden dikişin olduğu noktada dolaştırdım. Diğer elimle ize dokunup baş parmağımla hafifçe okşadım. "Çok derin kesilmiş," dedim üzgünce. Nasıl bir durumdayken boynu bu şekilde kesilmişti?
Gözlerimi o noktadan alamazken onun boynundaki iz yüzünden hüngür hüngür ağlayabilirdim. Kalbim tarifsiz sızıyla sancılanırken boynuna yaklaşıp dudaklarımı geçmişte kalmış yarasına bastırdım.
Elimi bıraktığında saçlarımı okşayıp başını geriye doğru çekip yüzüme bakmaya çalıştı. "Çok eski, sadece izi kaldı. Acımıyor artık." Çocuk pışpışlar gibi konuşuyordu ya da bir çocuğu inandırmaya çalışıyor gibi.
Başımı kaldırdığımda elimi yanağına koydum. Baş parmağımla dudağının kenarını okşamaya başladığımda güldü. "Çocuğunu seviyor gibisin." Dudaklarımda ufak bir gülümseme peydahlandı. "Çünkü öyle." Ciğerlerime oksijeni derince çektim ve gözlerine baktım. "Çocuğumu seviyorum ben şu an," diye fısıldadım.
Yüzünde ufak bir şaşkınlık oluştuğunda dudaklarından narince öptüm. "Az önce koca bir bebeği sakinleştirdim ben," dedim hafifçe gülerek. Tok bir kahkaha attığında ona yaptığım gibi elini yanağıma koyarak okşamaya başladı. "Anadolu çocuğu yer mi sanıyorsun?" Şaşırma sırası bana geçtiğinde kaşlarımı hafifçe çatmıştım ama kendimi huzurlu hissediyordum. "Sakinleşmedin mi?" diye sordum çocuksu bir merakla. Tek gözünü kısıp başını iki yana eh dercesine salladı.
Yeniden dudaklarından öptüm. "Şimdi?" Boğazından olumsuz bir ses çıkardı. Yaklaşıp dudaklarımızı tekrar bastırdığımda az öncekinden daha sert öpmüştüm.
"Peki ya şimdi?"
"Biraz daha çabalaman lazım," dedi muzipçe. Gülerek omuzuna vurduğumda bu sefer öpen o olmuştu ama benim öpücüklerimle uzaktan yakından alakası yoktu. Yanağımdaki elini başımın arkasına götürdüğünde sanki dudaklarının baskısı yetmiyormuş gibi eliyle de başıma baskı yapıyordu. Geri çekildiğinde başımı kapıya yaslayıp yüzünü izledim. En son ne zaman bu kadar huzurlu hissettiğimi ya da en son kimin kollarında kendimi değerli hissetmiştim, hatırlamıyorum.
"Bence artık aşağıya inmeliyiz," dediğinde başımı salladım. Beni yere bıraktığında kapıyı açarak odadan çıktım. Arkamdan elleri cebinde geliyordu. Merdivenlerden ineceğimiz sırada beni kolumdan tuttu. Başımı kaldırıp ona baktım.
"Bir daha," dedi ve baş parmağıyla dudaklarımı okşadı. "Benden hiçbir şey saklama ya da saklamaya çalışma. Konu ne olursa olsun." Hiçbir şey demeden sadece gülümsedim.
Merdivenlerden indiğimizde Demir kolunu omuzuma atıp kendisine çekti. Ona baktığımda gülümseyerek göz kırptı. Bahçeye çıktığımızda Hilal, Leman ve Beren masada oturuyor, erkekler ise bahçenin bir köşesinde ayakta sohbet ediyordu. Hilal'in yüzü bize dönük olduğu için bahçeye çıktığımızda bizi gören ilk o olmuştu.
Bizi gördüğü an dudakları tuhaf bir hal almıştı. Onun yüz ifadesiyle Beren ve Leman'da bizim olduğumuz yöne bakmıştı. Utanarak bakışlarımı kaçırdığımda masaya ilerlemiştik. Demir kulağıma yaklaşıp "Gelirim birazdan," demiş ve saçlarımdan öperek yanımızdan uzaklaştı.
Beren hızlıca beni kolumdan tutup sandalyeye oturtturdu. "Ne oluyoruz kızım? Oldu mu sonunda?" diye şakıyarak sorduğunda Hilal ve Leman'da vereceğim cevap için ağzıma düşmek üzereydi.
"Ne olacak ya. Öyle konuştuk sadece." Masada kimin olduğunu bilmediğim su bardağını içmek için aldım.
"Ne konuşması be? Dudakların şişmiş işte. Yeme bizi." İçtiğim su boğazımda kaldığında öksürmeye başladım. Ben düştüğüm hale lanetler okurken onlar kahkaha atıyordu. Kendimi toparladığımda kaşlarımı çatarak pişmiş kelle gibi gülen suratlara baktım.
"Gülmesenize be!"
Dakikalarca soru işkencesine tabi tutulmuş ama ağzımı bıçak açmamıştı. Kızların zorlamaları erkeklerinde masaya oturmasıyla son bulmuştu. Gece yarısına kadar edilen sohbetlerin ardı arkası kesilmeden konuşurken yağmurun çiselemesiyle içeriye geçmek zorunda kalmıştık. Kızlar olarak salondaki koltuklara yayılmışken masayı toplama işini erkekler yapıyordu. Diğerleri mutfağa taşıyor, Bahtiyar da getirilen bulaşıkları yıkıyordu.
Beren'e koltukta Leman'ın omuzunda sızmış uyukluyordu. Leman'da başını Beren'in kafasının üstüne koyup gözlerini kapatmıştı. Hilal uyuklamakla uyanık kalmak arasında gidip geliyordu. Benim de uykum vardı ama uyumamakta direniyordum. Omuzumun üstünden arkama baktığımda yağmur kendini belli edecek kıvamda hızlanmıştı ama henüz sağanağa dönüşmemişti.
Yağmuru severdim. Onunla yalnız kalmayı, altında ıslanmayı ve yağmayı bıraktıktan sonra bize armağan etti kokusuna tapardım. Yerimden kalktığımda beklemeden bahçenin ön kısmına çıktım. Buradan bakıldığında bahçenin arka kısmı görünmüyordu ama bahçeye çıkmadan önce mutfak kapısının önünden geçtiğimde neredeyse toparlanmışlardı. Masayı eve nasıl sokarlardı, bilmiyorum. Masanın Demir kadar boyu vardı çünkü.
Yağmur damlaları teker teker bedenimle temas ederken ilk defa üşüdüğümü hissetmiyordum. Bedenim, zihnim rahattı. Kafamın içine dönen çarklar molaya çıkmış olmalılardı ki onlar bile hareket etmiyordu. Huzurluydum.
Baba, huzuru buldum. Keşke sen de olsaydın. Ama beni görüyorsun değil mi? Mutlu olduğumu sen de hissediyorsun, biliyorum. Seni özledim baba.
Başımı gökyüzüne kaldırıp geceyi aydınlatan aya ve gökyüzüne serpilen yıldızlara baktım. Şehirden uzakta bir köyde olmanın en güzel yanı yapay ışıkların eksikliği sayesinde gözler önüne serilen gökyüzüydü. Her biri geceyi aydınlatmakla görevlendirilen doğal ışıklardı, ama en güzelİ aydı.
Gözlerimi kapatıp kollarımla kendimi sardığımda toprak kokusunu içime çektim. Tanıdık bir kokuyu anımsatıyordu bana. Küçüklükten beri bu kokuya aşıktım ben. Yağmur sonrası etrafta yayılan doğanın kokusu. Toprak kokusu.
"Hasta olacaksın."
Gözlerimi açmadan gülümsedim. Sevdiğim kokunun vücut olmuş halini bulmuştum ve içinde de ben vardım. Aramızda ne vardı bilmiyorum ama, içinde bir yerlerde olduğumu bilmek yeterliydi benim için.
"Biliyor musun," dedim gözlerimi açtığımda. Yeniden gökyüzüyle karşılaşmıştım. "Şu an gökyüzündeki yıldızların hepsi dört yıl öncesine aitmiş. Yani biz şu an dört yıl öncemize bakıyoruz."
Kollarını arkadan belime sardığında sırtımı ve başımı göğsüne yaslayıp gökyüzünü izledim. "Bu da demek oluyor ki, biz dört yıl önce tanıştık." Kıkırdayarak yüzüne baktım. "Ama yok, o kadar uzun süre önce tanışmış olsak sen böyle bir yüzü unutamazsın."
"Bak sen," dedi gülerek ve şakağımdan öptü. "Nereden biliyorsun? Belki unutmamışımdır." Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda başını sol omuzuna doğru hafifçe yatırıp yüzlerimizi karşı karşıya getirdi. "Utanmadan söylüyor musun bir de bunu?" dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Utanmadan dört yıl beni öpmeyi beklediğini mi söylüyorsun?" O da benim gibi ıslanırken saçları alnına düşerek yakışıklılığına yakışıklılık kattı.
"Beni fark etmeni bekledim," dedi usulca. "Yıllarca beni fark edip gelmeni bekledim." Kulağıma yaklaştı ve fısıldadı. "Yani Yakamoz, burada hatalı olan sensin, o yüzden seni cezalandıracağım."
"Cezalandıracak mısın?" diye sordum sesimin her köşesinden hayret akarken.
Başını salladı ve beni daha da sardı. "Evet. Aslında senin ceza listen katlanıp duruyor da ben kıyamıyorum işte," diyerek iç çekti.
"Benim kadar uslu, akıllı, denileni yapan ve asla sözden çıkmayan birisine de bunu söylemezsin ya." Burun kıvırarak başımı çevirdim. Neşeli kahkahası gecemi ay ve yıldızlardan daha da çok aydınlattı. "Henüz bahsettiğin yönlerinin bazılarıyla tanışma fırsatım olmadı. Affet, benim hatam."
"Önemli değil de," Son kelimeyi vurgulayarak söyleyip yüzüne baktım. "Sen hangi yönlerimle karşılaştın?" Gözlerini ileriye dikip derin bir nefes aldı. Sanırım düşünüyordu. "Mesela," dedi çenesini başıma yasladığında. "Akıllı, zeki, güçlü -hem de epey güçlü-," diyerek dipnot yaptı. "Sevimli, huysuz ama bir o kadar da sevecen, bazen de dozunu aşmadan yaptığın şımarık hallerinle tanışmış olabilirim."
Duraksadım.
"Ben anlamadım. Sen şimdi beni sevdin mi yoksa sövdün mü?"
"Ben seni," dedi ve sustu. Merakla cümlesini devam ettirmesini beklerken o susmayı tercih etmişti. Ben de zorlamadım.
"Hani sana kokunu sormuştum ya?"
"Hı hı."
"Kokunu çözemediğim için sormuştum ama artık öğrendim." Karnımın üstünde birleştirdiği ellerinin üstüne ellerimi koyduğumda ellerimi avuçlarının içerine alıp sarılmaya devam etti.
"Neymiş benim kokum?"
"Yağmur sonrası gelen huzur saklı senin kokunda"
Ellerimi okşayan parmakları duraksadığında sırtımı yasladığım göğsü gerildi. Yanlış bir şey söylediğim hissine kapıldığımda geri çekilerek düşüncemi onayladı. Abartmıştım. Huzurumun onda olduğunu söyleyerek sorumluluk bindirmiştim belki de üstüne.
Beni kendine çevirdiğinde yüzümü avuçlayıp gözlerine bakmamı sağladı. "Ayşıl, az önce bir yanınla daha tanıştım," dedi gülümseyerek. "Ve en çok o yanını sevdim." Yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdiğinde gözlerimi kapattım.
Geri çekilerek beni kollarının arasına aldı ve sıkıca sarmaladı. "O zaman seni huzurundan mümkün oldukça ayrı bırakmayalım," dediğinde çenemi göğsüne koyup kollarımı beline sardım. "Kızmadın mı?" Duraksayıp dudaklarımda dolanan yağmur damlalarını emdim. "Sana huzur gibi koktuğunu söylediğim için." Bana bakmıyor olsa da gülümsüyordu. "Kızmadım. Huzurun olabilmek beni memnun etti, Yakamoz." Başını eğip gözlerime baktı. "Hem de hiç olmadığım kadar."
Birbirimize sarılı halde bir süre beklerken ayakta uyuma moduna geçmiş ve gözlerimi kapatmıştım. Yanağım göğsüne yaslı halde huzurla uyurken Demir'in saçlarımı öpmesiyle gözlerimi yarı uykulu halde açtım. "Uyu uyu, hiç rahatsız olma," dedi gülerek. Birden havalandığımda rahatımı bozmadan başımı omuzuna koyup uyumaya devam ettim.
Bir kapı açılıp kapandığında sırtım yumuşak yatakla kavuştu. Yanıma yatmıştı sanırım çünkü kokusu çok yakından geliyordu. Burnumu sürttüğüm yerde göğsü olmalıydı.
"Yastık o, Yakamoz," dedi gülerek. Öyle miydi? Neden onun gibi kokuyordu peki?
"Hı?" Uykulu çıkan sesimle bir şeyler mırıldandım. Ellerimi birleştirmiş yanağımın altına koymuştum. Kolumdan tutularak yastıktan ayrıldığımda sızlanarak geri yatmaya çalışsam da başaralı olamamıştım.
"Üstünü değiştirmeden uyuyamazsın... Ayşıl sana diyorum... Ya sabır." Gözlerimi öfkeyle açtığımda yatağın yanında ayakta durmuş bana bakıyordu. "Bir uyutmuyorsun ya."
"Zorla duşa sokmadığıma dua et. Kıyafetlerin Beren'le kalacağınız odada, Leman'la birlikte kalıyorlar girmek olmaz şimdi. Sen benim kıyafetlerimi giyin, sabah hallederiz."
O kadar uzun cümle kurmuştu ki ne dediğini anlamamıştım. Anlamsızca yüzüne bakıyordum. "İş başa düştü." Beni kolumdan tutarak kaldığında hiçbir şey demeden peşinden ilerlediğimde banyoya girdik. Ben neredeydim şu an?
"Kıyafetleri buraya bırakıyorum, giyin." Birkaç saniye yüzüme baktı. "Tamam mı?" Başımı salladığımdan kapıyı kapatarak çıktı. Kendime aynada biraz baktıktan sonra üstümdeki badinin ipini çözmek için arkaya uzandım. Bir ucunu çekiyordum çözülmüyordu, diğer ucunu çekiyordum yine çözülmüyordu. Kendin gibi yılan düğümü mü attın, Beren!
Sinirle banyo kapısını açıp ayakta duran Demir'e baktım. Kapının açılmasıyla başını telefondan kaldırmıştı. Yan dönerek hala tek elimle tuttuğum ipi gösterdim. "Açılmıyor bu!" Telefonu yatağın üstüne atıp bana doğru geldiğinde banyoya yeniden girip ellerimi mermere yasladım. Arkama geçtiğinde iyice huysuzlaşmış halde çözmesini bekledim. Bir dakika bile geçmeden "Hallettim," dedi ve yanağımdan makas alarak banyodan çıkıp kapıyı kapattı.
Islak kıyafetlerimden hızlıca kurtulduğumda iç çamaşırlarımı çok ıslanmadıkları için çıkarmamıştım. Benim için getirdiği kıyafetlerden gri eşofmanı elime alıp baktım. Bu adamın boyunu öğrenme vaktim gelmişti artık çünkü bana getirdiği eşofman giyindiğim zaman göğüs altıma kadar uzandığı gibi paçaları da yerlere bir hayli sürünüyordu. Siyah bol gelen tişörtü de giyinerek aynadaki görüntüme baktım. Tam bir rapçi gibi olmuştum.
"Papi papi, papi çilo papi papi papi engami engami"
Elimi kaldırıp indirerek rapçi edasıyla şarkıyı fısıldayarak söyleyip ritim tutturup başımı salladım. Kendi kendime güldüğüm sırada kapı tıklandı.
"Banyoda mı uyuyorsun, Yakamoz?"
Belimden düşen eşofmanın düşmemesi için bağlayacağım bir ipi yoktu o yüzden tek elimle bel kısmını tutup katladığım ıslak kıyafetleri kolumun altına sıkıştırıp kapıyı açtım. Karşı karşıya geldiğimizde beni süzdü ve boğazını gülmemek için temizledi. O da üstünü değiştirmişti. Siyah eşofman ve siyah tişört vardı üstünde. Saçlarını ise kurutmak yerine eliyle karıştırmış gibi dağınıktı. Odaya girdiğimde eşofmanı hala tek elimle belinden tutuyordum.
"Nerede yatacağım?" diye sordum.
Eliyle gösterdiği yatağa baktım. "Sen burada yatarsın, ben de salonda yatarım," dediğinde yeniden ona baktım. "Hilal nerede yatıyor?"
"Aşağıdaki tek yataklı bir oda var, orada yatıyor."
"Koltuk var mı odada?" Başını salladı. Burada yatıp onu yatağından etmek istemiyordum. "Ben Hilal'le yatarım, sen yatağında yat. Yerinden etmeyeyim seni boşuna." Yatağın üstüne oturup yere sürünen paçaları dört defa katladım.
"Koltukta mı yatacaksın, Yakamoz? Geç onu. Sen burada uyu, ben salonda çocuklarla yatarım." Gözlerimi devirip yataktan eşofmanı tutarak kalktım. "Ben yatamam burada. Sen yerinde yat, ben uyurum onunla." Gülümseyip kaşlarını çatarak bana bakan adama doğru yürüdüm. "İyi geceler."
Arkama bakmadan kaçar gibi odadan çıkıp merdivenlerden indim ve salonda takılan adamlara görünmeden sessiz sessiz Hilal'in kaldığı odaya girdim. Odaya girmemle kurt gibi kulaklarını dikip başını yastıktan kaldırdı.
"Hu huu, demek onun kıyafetlerini giydin. Bilseydim sana kıyafet getirmezdim," dediğinde koltuk yastıklarından bir tanesini alıp ona fırlattım. Gülerek yastığı yakalayıp kollarının arasına aldı ve uyuklamaya devam etti. Koltuğa uzanmadan önce altımdaki eşofmanı çıkarttım, uzun olduğu için onunla yatamazdım. Sütyenimi de çıkartıp diğer eşyaların yanına bıraktım ve koltuğa kuruldum. Üstümü koltuğun kolçağında olan battaniyeyle örtüp uyuma moduna geçtim.
Çabuk uyuyamazdım, uyumamam için kafamın içinin susması lazımdı ve bu her zaman uzun sürerdi. O yüzden bazen hayal kurar, bazen sayılar sayar ya da aklıma gelen tüm renkli sayardım. Bu gecenin de öyle olup olmayacağını bilmeden gözlerimi kapadım.
Gözlerim kulaklarıma ulaşan sesle birlikte birden açıldığında yataktan kalkan Hilal'le göz göze geldim. Bana şaşkınlıkla bakarken birkaç saniye nerede olduğumu sorgulamıştım. Koltuktan doğrulduğumda sırtımı yastığa yaslayıp elimle yüzümü sıvazladım.
"Uykun bu kadar hafif miydi senin?"
Üstümde uyku mahmurluğumu yoksa farklı bir şeyden mi olduğunu bilmediğim bir durgunluk ve soğukluk vardı. Bakışlarımı yataktan kalkmış ve üstünü değiştirmek için soyunan Hilal' çevirdim. O yanımda soyunmaktan çekinmiyorsa ben de bakmaktan çekinmezdim.
"Tek yaşadığım için ister istemez en ufacık sese karşı bile tetikte oluyorsun." Sesim çatallı çıktığı için boğazımı temizledim. Gülümseyip tişörtünü giyindiğinde ben de ona gülümsedim.
"Tek yaşamak zor mu?"
Sorusunu düşünmek için bakışlarımı kırarak kendime çektiğim bacaklarıma çevirdim. "İlk başlarda zor olsa da mutluydum... kurtulmuştum." Neden tek başıma yaşamaya başladığımı düşününce içim ürperdi. O cehennemden kurtulmam zor olmuştu o yüzden tek başıma yaşamak benim için Allahı'ın bana verdiği bir hediyeydi. Sadece geceleri yalnızlık yüreğimde büyük boşluk yaratıyordu ama bir süre sonra o boşluk benim için alışıldık bir durum haline gelmişti. Hilal'e baktığımda bana tedirgin bir şekilde bakıyordu.
"Ne oldu?" diye sordum halini yadırgadığım için.
"Kurtulduğun şey.. neydi?" Soruyu sormak istemese de sanırım merakına engel olamamıştı.
"Cehennem," dedim gözlerinin içine gülümseyerek bakarken. "Ve iblisler."
Suratında dehşete düşmüş bir ifade belirirken bir süre öylece bana baktı. Sanırım çok açık konuşmuş ve onu korkutmuştum. Gözlerim kısılacak kadar derince gülümseyip kollarımı bacaklarıma sarıp başımı dizlerimin üstüne koydum.
"Ben bile bu kadar dehşete düşmemiştim," dedim onun haline gülerken. Kendini toparlayıp pantolonunun düğmesini kapattı hızlıca. "Affedersin, sen öyle söyleyince..." Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.
"Ayşıl," dedi sonunda. "Düşündüğüm şeyler mi?" Endişeyle gözlerime baktığında koltuktan kalktım ve yaklaşıp elimi kolunun üstüne koydum. "Düşündüğün şeyler ne bilmiyorum ama, atlattım. Geçti."
"Eğer.. yardımcı olacağım bir şey olursa söyle.. belki bir gün zor gelir ve anlatmak istersen.." Kelimeleri tek tek cımbızla çekiyor ve mantıklı cümleler kurmaya çalışıyordu ama onları bir araya getirip cümle kuramıyordu.
"Boşuna psikoloji okumuyorum. Zor olsa da kendimi tedavi edebiliyorum," dedim gülümseyerek. Sabah sabah çok gülümsemiştim. Bari dişlerimi fırçalasaydım.
Şaşkınlıkla yüzüme baktığında bir şeyin farkına varmış gibiydi. "Sen.. kendin için mi psikoloji okuyorsun." Başımı salladım. "Bilinçaltımı çözümlemem lazımdı ve tek yol da buydu." Dudakları aralanarak bana bakıyordu. Şaşkın ördeğe benziyordu ve onu komik gösteriyordu. "Ama bunlar aramızda sır."
"Beren-"
"Sır," dedim üstüne bastırarak. Onun dahi bilmediği bir şeydi bu. Beni onaylayarak başını salladığında gülümsedim. Arkamı bu konuyu daha da konuşmak istemediğimi belli etmek için dönüp gece benim için getirdiği kıyafetlerimi bir çırpıda giyindim. Artık nerede olduğunu bilmediğim telefonumu es geçip duvar saatinden saati kontrol ettim. Henüz sekizi yeni geçiyordu. Telefonumu artık ulu orta bırakmamam gerektiğini aklıma not düşüp odadan Hilal'le çıktım.
Salondan mutfağa geçtiğimizde koltuklarda uyuyan üç adamı görmüştüm. Her biri bir koltuğa yayılmıştı. Ama gerçekten yayılmışlardı. Onlara Hilal'le sessizce gülüp geçmiştik. Masanın üstünde kime ait olduğunu bilmediğim sigara paketini alıp bahçeye çıktım. Dışarıda huzurun kokusu yayılmıştı. Huzuru içime çekerek gözlerimi kapattım. Vücudum anında gevşerken üstümdeki soğukluk yok olmuş ve beni sıcaklığa kavuşturmuştu.
Sigaramı hızlıca içip üşüdüğüm için içeri girmiştim. Hilal yavaş ve sessiz olmaya çalışarak kahvaltı hazırlıyordu. Dişlerimi fırçalamadan nefes almaktan bile kaçındığım için sessizce yukarı çıkıp Beren'in kaldığı odaya girip valizin önündeki diş fırçasını alıp banyoya girdim. İşlerimi hallettikten sonra doğruca salona indiğimde erkekler de yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Aslında Bahtiyar uyanmış diğerlerini de tekmeleyerek uyandırıyordu. Güldüğümde bana göz kırptı ve Alparslan'ın poposunu tekmeledi. İkisi atışmaya başlarken ben de mutfağa girmiştim.
Kısa sürede kahvaltı masasını hazırladığımızda Beren ve Leman'da bize eşlik etmeye başlamıştı. Arada Hilal'in tedirgin kaçamak bakışlarını yakalıyordum ve o anlarda ona gülümseyip içini rahatlatıyordum.
"Ekmek yokmuş," dedi Beren salondaki üç erkeğe bakarken. Erkekler birbirlerine baktı. İt ite, itte kuyruğuna buyuruyormuş halleri vardı. Alparslan en sonunda ayağa kalktığında kazağını düzeltti.
"Beren, sen de gitsene eksik bazı şeyler var onları alırsın," dedim çenemle Alparslan'ı işaret ederken.
"Alırım ben, sen söyle," dedi Alparslan. Bayık bayık yüzüne baktığımda, "Haa, tamam," dedi ve arkasını dönüp dış kapıya yürüdü. Beren yanıma geldiğinde kollarımı göğsümde bağladım. "Soracağım sana şu süzmenin hesabını, sen merak etme." Şaşkınlıkla bana baktı. "Anlamam sandın değil mi? Pislik. Şimdi git, sana yarattığım fırsatın tadını çıkart. Gelirken de ped falan al da boş dönme." Yanağımdan öptüğünde yüz vermeden bekledim. "Sen cansın can. Çok seviyorum seni. " Geri çekildiğinde öptüğü yanağımı sildim. Koşarak kapıya gittiğinde kendisini bekleyen Alparslan'la evden çıktılar.
Demir'i uyandırmak için merdivenlerden yukarı çıktığımda kapıyı açacaktım kapıyı tıklatıp biraz bekledim. Aslında onu tekrar uyurken izlemek istediğim için parmağımı kapıya sadece dokundurmuştum, sorarsa tıkladığımı söylerdim. İçeri girdiğimde kapıyı açık bırakıp temkinli adımlarla yatakta uyuyan Demir'e sessizce yaklaştım.
"Demir."
Sessizce adını söyleyip biraz daha yaklaştım. Yüzü kapıya dönüktü ve yine yatakta dağınık yatıyordu. Ben de dev olsam bir yatağa sığamazdım haklı tabii. Yüzünü uyurken ilk defa görüyordum ve şaşkındım. Alt dudağı yanağını yastığa gömüldüğü için öne doğru büzülmüş ona sevimli bir hal katmıştı. Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken o dudağı ısırmak istemiştim. Kolumu çıplak omuzuna dokundurdum.
"Dem-"
"HAİN!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |