
Okumaya başlamadan önce yıldıza basalım mı? Basalım basalım. Bir de yorum bırakmayı unutmayalım. Çokça öpüldünüz.
Kafamın içinde aynı anda dolanan binlerce düşünceyi durdurmak benim için her daim zor olmuştur. Bazen o kadar çok düşünür, o kadar çok kafamda kurardım ki, kafamın patlayacağını sanırdım.
Özellikle korktuğum anlarda kafamın içi bombaların düştüğü bir ülke gibi darmadağın oluyordu. Kolayca korkan bir yanım yoktu ama, söz konusu sevdiklerim olunca hiçbir zaman yüz yüze gelmediğim korkum gün yüzüne çıkar ve hiç hissettirmediği kadar yoğun bir korku salardı vücuduma.
Karşımda ağzı yüzü yara içinde kalan arkadaşıma baktım. Evet. Tam olarak korkum tekrardan tetiklenmişti. Kardeşim karşımda darmadağın olmuş bir halde duruyorken nasıl korkmazdım? Şu anda tüm dünyayı yok etmek, onu bu hale getirenleri cayır cayır yakmak istiyordum.
Alt dudağımın titremesine engel olamazken o, acıdan gözlerimin önünde inliyordu. "Beren," dedim sessizce. "Beren, duyuyor musun beni?"
Korkuyla mağaranın çıkışına çevirdim gözlerimi ve yeniden yerde kıvranan arkadaşıma baktım. "Beren ne olur cevap ver bana." Gözlerimin yandığını hissetsem de akmakta ısrarcı olan gözyaşlarımı yuttum sakince. Her ne kadar zor olsa da sakin olmalı ve bir an önce bu yerden çıkmamız gerekiyordu.
Titrek, zayıf ve bir o kadar da güçsüz çıkan ses odağımı bozduğunda, bakışlarımı yeniden yerde kıvranan arkadaşıma çevirdim. "Buradayım Beren, buradayım."
"Abim-" dedi sessizce fakat cümlesini tamamlayamayacak kadar güçsüzdü. "Korkma," dedi.
Korkuyordum fakat kendim için değil, onun için korkuyordum. Ona zarar gelmesini istemiyordum. Elaya çalınan gözlerini görmeyi o kadar çok istiyordum ki, bu istek bana nefes aldırtmıyordu.
Bileklerimin bağlı olduğu ipi sonunda gevşetebilmeyi başarmış olmanın heyecanıyla, gözlerimi arkadaşıma çevirdim. "Beren, gideceğiz buradan."
Cümlem dudaklarımda asılı kalırken mağara girişinden gelen seslerle put gibi kesildim. Nefesimi almak dahi zor geliyordu şu an bana.
"Hele gel bak Nihat, uyanmışlar."
Sapsarı dişleri ve iğrenç gülüşüyle karşımda dikilen adamın gözlerinin içine baktım. İçimde beni yiyip bitiren öfkeyi ona göstermeyi öylesine istiyordum ki, bu uğurda canımı verebilirdim fakat sağ tarafımda cenin pozisyonunda yerde kıvranan arkadaşımı görmezden gelemezdim.
"Paşa hazretleri uyanmış, bir an öldünüz sandık lan."
İçeriye arkadaşının peşinden giren bir diğer adam da konuşmuş ve birbirlerine bakarak gülmüşlerdi.
"Bak bak nasıl bakıyor bize. Çok korktum, ben bir işemeye gideyim." Tekrardan gülüşmeye başladıklarında neredeyse kusacaktım.
"Çok uzaklaşma Sülo, yakınlarda işe," dedi içeriye giren ilk adam. "Amına koyayım iki kızdan mı korkuyorsun? Biri mevta olmuş zaten." Bakışları beni bulduğunda gözlerimin içine baktı. "Bu kız biraz korkutucu gerçi." Gülerek boynundaki puşiyi düzeltip mağaranın çıkışına doğru ilerledi. "Ama yemez seni. Sen git yemeğini ye rahat rahat. Geldiğimde de biraz oynayalım kızlarla. Hasret çekiyorum valla ha." Konuşurken bir yandan da şalvarının bel kısmını çekiştirdi.
"Orospu çocuğu." Dudaklarımdan fısıltı halinde çıkan cümleyi giden duymasa da hemen karşımda duran adam duymuştu. Birden öne atılıp göğsüme tekme attığında, sırtımda arkamdaki pürüzlü duvara çarptı. Nefesimin kesildiğini hissettim. Gözlerimin önünde bir ışık süzmesi patladığında kendimi kıvranarak yan tarafa doğru bıraktım. Kesik nefesler alırken kısık gözlerimin arasından baktığımda o adamında gittiğini görmüştüm.
Kendimi toparlamak için birkaç saniye bekledim. Arkadan bağladığı ellerimi bulduğum bir taşla saatlerdir çözmeye çalışıyordum. Yerde kıvrandığımı düşünerek beni arkasında bırakıp gitmesi büyük bir şanstı benim için.
Gevşettiğim ipler sonunda çözülürken beni daha fazla tutsak etmelerine izin vermeyip hemen ellerimi serbest bıraktım. Gözlerim mağaranın çıkışını gözlerken sürünerek Beren'e yaklaştım. Ellerimi bağlı olan bileklerine götürüp titreyen ellerimle çözmeye başladım. "Beren, hadi, uyan. Bak kimse yok şu an."
Beren yardımımla acıyla yerden doğrulduğunda tek gözü şişmiş ve neredeyse kapanmıştı. "Ayşıl." Başını omuzuma koymaya çalıştığında engel olup geri çektim ve yanaklarını avuçladım. "Beren, bak kalkman lazım. Kimse yok, kalk hadi."
Ayağa kalkarken kendimle birlikte onun bedenini de kaldırmıştım. "Yürüyebilecek misin?" Tek gözünün izin verdiği kadar bana baktı. "Öldürürler bizi, yapma. Abim gelecek kurtaracak bizi." Derin bir nefes aldı zar zor. Alamadığı o nefes benim boğazımda kaldı. "Biraz dayan."
Gözlerimle arada sırada çıkışı gözetliyor ve birisinin gelip gelmediğini kontrol ediyordum. "Beren, bizi zaten öldürecekler. En azından kaçarak deneyelim şansımızı. Bize dövmekten çok daha kötü şeyler yapacaklar güzelim, tamam mı? Eğer abin bizi bulmak için çıktıysa, zaten bir şekilde bulur. Hadi."
Benden ayrıldığında etrafa bakınıp başını salladı. "Tamam, tamam." Korktuğu o kadar belliydi ki titreyen dizleri yüzünden neredeyse yere düşecekti. O arkamdan gelirken hızla çıkışa ilerledim. Baygın olduğumuzu düşündükleri sırada grup dağılmış ve sadece iki kişi kalmıştı başımızda. Bir diğerinin gitmesi Allah'ın bize verdiği bir şansken bunu kullanmam lazımdı.
Dışarıyı gözetlediğimde kimsenin olmayışıyla tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Adrenalin tüm bedenimde kol gezerken birden gelen cesaretle kendimi dışarı atıp, etrafa bakındım. Kimse yoktu. Şimdilik. Her an birileri gelebilirdi.
Büyük bir yokluğun içindeydik. Nerede olduğumuzu dahi bilmiyordum açıkçası, sadece iç güdüyle hareket ediyordum. Önümüzde dağlar ve büyük kayalıklardan başka bir şey yokken, sadece tahmin ediyordum.
Beren'e elimi uzatıp onu mezarımız olacak mağaradan çıkardığımda gördüğüm ilk çıkış yolu olan kayalıklardan inmeye başladım. Beren'in bedeni kötü durumdaydı fakat ayakları sağlamdı bu yüzden hızlı ilerleyebiliyordu. Ben ise kaçırılıp buraya getirildiğimizde sürüklendiğim sırada bileğimi burkmuştum.
Kayalıklardan ayağımın acısını önemsemeden inmeye devam ederken az önce işemeye gittiğini söyleyen adamla köşeye döndüğümüz an göz göze gelmiştik. "Lan orospu," diyerek üstüme atıldığında elini tuttuğum Beren'i iterek kendimden uzaklaştırdım. "Kaç Beren!" Adamla aramızda arbede yaşanırken, saçlarımdan tutarak beni kendine çekti. Acıyla önünde yere düştüğümde bileğimdeki ağrı beni perişan edecek kıvamdaydı.
Gözüme kestirdiğim büyük taş parçasını elime aldığımda adamın dizlerine kollarımı sararak onu sırt üstü yere düşürdüm ve hiç vakit kaybetmeden üstüne çıkıp elimdeki taş parçasıyla kafasına vurmaya başladım.
Kaç defa vurdum, kaç defa yüzüme kan sıçradı, kaç defa o adam acıyla inledi bilmiyorum ama, her vuruşumda parmaklarımın parçalandığını hissedebiliyordum. Gözlerimi kapatmamıştım ama sanki gözlerime perde inmişti. Nefes almadan elimdeki taşı nereye geldiğini önemsemeden vuruyordum. Ben vurdukça mide bulandırıcı sesler geliyor ve kulağımı çınlatıyordu.
Adamın üstünden kalktığımda yüzü tanınamayacak haldeydi. Elimdeki taşı iğrenerek attığımda arkamda korkuyla ağlayan Beren'e ilerledim.
"Sülo, oğlum kızlar yok lan neredesin?" Diğer adamın adım seslerini ve korkuyla karışık sesini duyduğumda yeniden Beren'in elini tuttum. Koşmak için adım attığımda bileğimdeki ağrıyla dudaklarımdan acıyla karışık bir nefes verdim. . Adım attırmayacak kadar zonklama yapan bileğim dizlerimin üstüne çökmeme sebep olurken, benimle birlikte yere çöken arkadaşımın kollarını tuttum. "Beren, git. Bak ben yürüyemiyorum sen git. Koş hadi."
"Saçmalama Ayşıl. Gidemem. Seni bırakmam ben," dedi gözlerinden yaşlar akarken. Titreyen sesi kalbimi acıttı.
Arkamızdan yaklaşan adım seslerini duyduğumda korkuyla arkadaşımı ittim. "Beren ikimizi de bulursa öldürür. Git hemen yardım iste. Yolu hatırlıyorsun değil mi? İki yüz metre düz gittikten sonra sola dön ve hiçbir yere sapmadan dümdüz koş. Birileriyle karşılaşırsın mutlaka. Tamam mı? Hadi git!"
Kimsesizlerin dağında kiminle karşılaşırdı bilmiyorum ama kaçması lazımdı, hem de şu an. Hemen.
"Ayşıl gide-" Sözünü öfkeyle kesip kollarından sıkıca tutarak sarstım. "Eğer gitmezsen ikimizde öleceğiz kızım, git diyorum sana."
"Lan orospular neredesiniz?" Adamın bağırışıyla birlikte Beren korkarak gözlerimin içine baktı. "Git," diye fısıldadım. "Beni kurtarmak için git." Başını salladığında olduğu yerden kalkmadan önce saçlarımı öptü.
İçim sızladı. Saçlarım sızladı.
"Sözüm olsun. Kardeş sözü olsun ki kurtaracağım seni, Buz Kraliçesi."
Ellerimi taşa yaslayıp başımı öne eğerken gözlerimi kapatıp başımı salladım. "Git. Arkana bakmadan git ve dikkatli ol."
Beren dediğimi yaparak arkasına bakmadan kayalıkların üstünde koşar adımlarla benden uzaklaşırken, dudaklarımda acı bir tebessüm oluştu. "Kurtul." Dudaklarımda acının en belirgin hali olan küçük sözler fısıltıyla dökülürken, o gözden kaybolana dek arkasından baktım. Artık onu göremiyordum. Tek başıma kalmıştım.
Hep bir başıma değil miydim ben zaten? Yetim, öksüz ve bir başına? Peki neden şimdi bu bir başına kalmışlık kalbimi cehennem ateşinin en derinlerinde yanıyormuş gibi hissettiriyordu?
Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmediğim dakikaların ardından, arkamda olduğunu hissettiğim adam birden saçlarımı asıldı. Acıyla inleyip saçlarımı tutan bileği kavrayarak kurtulmaya çalıştım. "Lan orospu, lan kevaşe. Nerede arkadaşın?" Saçlarımı avuçlarının içinde sıkarak beni sarstığında kendimi kurtarmak için çırpındım. "Cehennemin dibinde," dedim dişlerimin arasından. "Bırak beni! Saçlarımı bırak." Çığlık atarak saçlarımı kurtarmaya çalışırken beni sürüklemeye başladı.
Ayağa kalkmama müsaade etmeden parmaklarının arasına kenetlediği saçlarımla birlikte beni sürüklüyor, hırsından dolayı küfürler ediyordu. Pantolonum taşlara sürtündüğünden dolayı yırtılarak bana ihanet etmişti. Şimdi o taşlar dizlerime sürtünüyor ve onları perişan ediyordu.
"Saçlarımı bırak diyorum sana!" Ayağa kalkmak için çırpınırken ellerine kenetlenmiş saçlarımı kurtarmak için cebelleşiyordum. Saçlarım eğer konuşabiliyor olsaydı çığlık çığlığa haykırırlardı. Çünkü biliyorlardı ki her biri teker teker sevilmiş, okşanmış ve her biri için şiirler yazılmıştı. Babama ağlarlardı. Benim değil, babama ait olan saçlar, onun ellerinin dokunduğu her bir tele şimdi iğrenç bir adamın dokunuyor olmasına lanetler ediyordu, biliyordum.
"Kimsenin saçlarına dokunmasına izin verme güzel kızım." Parmakları ince saç tellerimde dolaşıyordu narince. Sanki onları incitmek istemiyordu. Saçlar incinir miydi ki? "Tamam mı, sırma saçlım?"
O küçük kızın gülüşleri şimdi kulaklarımda birer haykırıştı. "Bırak! Bırak saçlarımı! Dokunma onlara!" Bileğimin ağrısını umursamadan ayaklarının dibinde çırpınmaya devam ettim. Çığlıklarım boğazımı yırtıyor, canımı acıtıyordu. Ama en çok saçlarım acı çekiyordu. "Baba," diye haykırdım. Dağda yayılan sesim yeniden bana ulaştığında boğazımı yırtan, ses tellerimi paramparça edecek bir çığlıkla onu çağırdım. "Baba!"
"Sikerim babanı, yürü lan."
Beni, mezarım olacak mağaraya yeniden soktuğunda iterek öne doğru fırlattı. Ellerim anında saçlarımı bulurken delirmiş gibi onları okşamaya başladım. Geçti, geçti. Sakin olun, geçti.
"Nerede lan o orospu? Nerede! Sen ölmeyi hak ediyorsun. Ölmekten beter edeceğim lan seni. Ölünü bile sikeceğim senin." Üstüme gelerek suratıma tekme attığında elmacık kemiğimin kırıldığını sandım. Bedenim geriye doğru savrulurken bir anlığına gerçeklikten sıyrıldım. Leş kokan bir mağarada değil de babamın koynunda, saçlarımı okşadığı ana yuvarlanmıştım.
Saçlarımdan bir tutam kesildi diye okulu birbirine katan babam belirdi gözlerimin önünde. "Ulan senin oğlun benim kızımın saçlarını kesmiş şerefsiz," diyordu karşısındaki adama.
Derin bir nefes aldım. Boğazımda kaldı.
"Çok mu üzüldün saçın kesildi diye? Çok kesilmemiş güzel kızım, üzülme. Hemen uzar saçlarımız." Gözlerimden akan yaşları sildiğinde dolu gözlerle yüzüne bakıyordum. "Kesildi diye üzülmedim, senden başkası dokundu diye üzüldüm baba. Senden başka kimse dokunmasın onlara." Göz yaşlarımı dudağında oluşan kırık tebessümle öperek sildi.
Baba, göz yaşlarımı siler misin?
Başımı iki yana sallayıp kendime gelirken karşımdaki adama öfkeyle baktım. "Sensin lan orospu. Pezevenk! Orospu çocuğu! Piç kurusu! Irz düşmanı. O arkadaşın gibi geber!"
Dilime vuran öfkemle ardı arkası kesilmeyen küfürler savurduğumda gözü dönen adam silahını çıkartarak bana doğrulttu. Korkuyla mağaranın duvarına sinerken ağlamamak için titreyen alt dudağımı ısırdım. "Soyun lan."
"Siktir git!" Başımın hemen yanına ateş edilen kurşunla çığlık atıp, başımı kollarımın arasına aldım. "Ulan sen soyunmazsan o arkadaşını buraya bulup getirdiğimde hala seni sikmemiş olursam öldürürüm lan onu!"
Korkunun tüm bedenimi ele aldığını hissettim. Neyin nesiydi bu korku? Ne için korkuyordum? Bana yapılacaklardan mı yoksa onun için miydi?
"Lan soyun!" Bana yaklaşıp üstümdeki kazağı yırtarak benden alırken soğuk, bedenimi ele geçirmişti fakat ruhum burada değildi. Zaten engel de olamamıştım. Eğer ölürsem biterdi her şey. Ölmemem lazımdı benim, yaşamam lazımdı. Daha değil baba, şimdi değil.
Avucuma gelen taşı sıkı sıkıya tutarken tekrardan bana yaklaşmasıyla kafasına geçirdim ama bu onu duraksatmamış aksine daha da öfkelenmesine sebep olmuştu. Yumruğunu yüzüme geçirdiğinde bedenim yere serilmişti. Bilincimi açık tutmak için kendimi zorluyordum.
Gözlerimin önünde, mağaranın girişinde bir beden göründüğünde etraf puslanmıştı. Beynim bana oyun mu oynuyordu yoksa, gördüğüm gerçek miydi emin olamayacak kadar kendimde değildim.
Üstümde dudaklarını dolaştırmaya başlayan adama engel olmak, onu durdurmak istiyordum ama kollarımı kaldıramayacak kadar acı içindeydim.
Yüzünü zar zor gördüğüm adam bana gözlerimi kapatmam için işaret verdiğinde gülümsedim. Babam. Babam gelmişti. Ne zaman zorda olsam gelirdi. Geç geldi ama yine de geldi. Buradaydı. Saçlarımı okşamak için gelmişti.
Ya da beynim bana oyun oynuyordu.
Gözlerim isteği üzerine kapanırken birkaç saniye sonra kulaklarımın uğuldamasına sebep olan bir patlama oldu ve üzerime büyük bir ağırlık çöktü. Yüzüme sıçrayan şeylerin ne olduğunu düşünmedim, önemsemedim. Dudaklarımın üstünden sıcak bir sıvı akıp giderken koku midemi bulandırmıştı. Bu bulantı beni yavaştan kendime getiriyordu.
"Açma gözlerini," diyordu derinden bir ses. "Gözlerini sakın açma." İstediğini yaptım ve gözlerimi hiç açmadım. Çok geçmeden üstümdeki ağırlık birdenbire yok oldu. "Alın şu piçi!" Aynı ses mağarada yankılandığında kulaklarım daha da uğuldamaya başlamıştı. İstemsizce yüzümü buruşturdum.
Dudaklarıma, gözlerime, yüzümün her bir noktasına birisinin eli sürtünüyordu. Sanki o sıcak sıvıyı oradan kazımak istermiş gibi, ama bir yandan da canımın acımasından endişe ediyor gibi de narindi.
Derin bir nefes almak istedim ama bu zor geldi. Nefes almak istiyordum.
"Ayşıl, duyuyor musun?" Yanaklarımı avuçlayan eller beni bir bedene yasladı. "Ayşıl duyuyor musun beni?" Parmaklarım yüzümdeki ellerden bir tanesini kavradığında kalbim titredi. "Baba," diye fısıldadım gözlerim yarı açık haldeyken. "Gözlerini aç kızım, hadi."
İsteği üzerine gözlerimi açmak istemiştim ama bu o kadar zordu ki sanki göz kapaklarımın üstünde beni uykuya göndermek isteyen ağırlıklar vardı. "Aç gözlerini Ayşıl." Yüzümde beni serinleten bir ıslaklık hissettim. Ardından o serinlik saçlarıma ulaştı ve bir el tarafından geriye doğru tarandı.
Gözlerim yavaşça aralanırken kirpiklerimin ötesinde beni endişeyle izleyen bir yüz göründü. "İyisin," dedi nefes nefese. Bu sanki kendisine kurduğu bir cümleydi. "Aferin sana. Çok güçlüsün kızım sen. Aferin sana."
Gözlerimi araladığımda bilincim sanki dakikalardır nefes alamıyormuş da gözlerimi açtığım an tüm ihtiyacı olan nefesi çekmiş ve birden kendine gelmişti.
"Beren.."
Nefesim cümlemi tamamlamama yardım etmiyor gibi bana ihanet edip kesildi birden. Göğüs kafesim ağrıdan patlıyordu sanki. Acıyla inlediğimde parmaklarımın arasına olan iri elin serçe ve yüzük parmağını avucumun arasına alarak tuttum. Bana güç vermesini ister gibi tutuyordum onları. "Yorma kendini."
Beni duvara yasladığında gözlerimi etrafta dolaştırdım. İçeride sayarken yorulacağım kadar asker vardı ama hiçbiri benim olduğum tarafa bakmıyordu, sırtları bana doğru dönmüş fakat herhangi bir olay için de tetikte duruyorlardı.
Az önce bana seslendiğini düşündüğüm adamla göz göze geldim. Üstündeki kamuflaj ceketini çıkartıp temkinli bir şekilde bana yaklaştı ve ceketi yavaşça bana giydirdi. Önünü kapatarak bedenimin içinde kaybolmasını sağladı.
"Beren," dedim yavaşça. "Onu buldunuz mu?" Bakışları bedenimi tarayıp gözlerime ulaştığında gözlerindeki kıvılcımı bu haldeyken bile görebiliyordum. "Onu gönderdim... Burada değil, gitti. Buldun mu onu?" Kaşları çatılmış ve ve yüzünün çehresi sert bir kıvam almıştı. "Beren iyi, endişelenme," dedi.
Saatlerdir kor ateşin içinde yanan kalbim ferahladığında derin bir nefes alıp başımı arkaya yasladım. "Şükür, çok şükür."
Bedenimin havalanmasıyla birlikte ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladığımda bakış açıma çatılı kaşlarıyla dümdüz önüne bakan adam girdi. Hiçbir şeyden korkusu yokmuş gibi ilerliyordu. Adımlarının sesi kalbime dek ulaşıyordu. Bir insanın adım sesleri kalbi titretebilir miydi ki? Sanki önüne bir engel çıksa bile onu durdurmaya yetmezdi. En azından bana böyle hissettiriyordu. Odağımda sadece gözleri vardı ve ben yüz hatlarını algılayamayacak kadar yorgundum.
Başımı daha fazla taşıyamayacağımı fark ettiğimde kendimi omuzuna bırakırken belirgin çene hattını izlemeye başladım. Parmaklarımı onun yeşil tişörtüne sardığımda elimin altında bir şey hissettim. Demir gibi, zincir tarzında bir kolye. Künyesini. O tanıdık hisle, istemsizce tişörtünü künyesiyle birlikte tuttum. Bana tanıdık hissini verirken dudaklarımda belirsiz bir gülüş peydahlandı, kalbim acıyla sarsıldı ve gözlerimden bir lav parçası düştü.
Bakışları kısa süreliğine bana dokunduğunda sanki kötü bir şeye bakıyormuş gibi kaşları daha da çatılıyordu. O kadar mı kötü durumdaydım?
Bakışlarını benden uzaklaştırdıktan birkaç adım sonra durdu. O an meraklı gözlerimi yüzüne çevirdim. Bir noktaya odaklanmış izliyordu. Göğsü derin derin şişiyor, burun delikleri ise her nefes alışında daha da genişliyordu. Ona bu reaksiyonu veren şeyin ne olduğuna bakmak için kafamı kaldıracağım sırada, yanağını başıma bastırıp kafamı omuzunda sabitledi ve "Bakma," dedi.
Ne olduğunu tahmin etmek zor değildi. O vatan haininin son halini görmemi istemiyordu fakat ben ona bakmak, bağırıp çağırıp küfür etmek ve hatta tekmelemek istiyordum. Her ne kadar bunları dilesem de karşı çıkıp başımı kaldıracak halim bile yoktu. Bu yüzden sadece sessiz bir soru sordum. "Öldü mü?"
Burnundan verdiği sert nefes saçlarımın arasında can bulduğunda geri çekildi sakince. Gözlerime uzunca baktığında cevabımı almış gibi gözlerimi kapattım. Birkaç saniye sonra yeniden ilerleyen adımların sesi ulaştı kulaklarıma. Dışarıya çıktığımızı esen rüzgarın sert uğultusundan anlamıştım.
"Komutanım, helikopter hazır. Beren üsse gönderildi, diğer helikopter de sizi bekliyor. Biz buraları halledip geliriz," dedi bir ses. "Dikkat edin." Son duyduğum cümleler bunlardı.
Gözlerimi yavaşça araladığım sırada bir helikopterin içindeydim. Birisinin kucağında olduğumu hissediyordum, ama dudaklarımı aralayıp konuşamayacak kadar bitkindim. Kendimi daha fazla zorlamak istemeyip herhangi bir tepki veremeden gözlerim yeniden kapattım.
"Baba, saçlarımı okşar mısın?" Dudaklarımdan kendimin bile anlamayacağı bir mırıltı döküldü ama ne söylediğimi bilmiyordum. Tek hissettiğim saçlarımın arasında usulca, şefkatle dolanan parmaklardı.
-------
"Güzelsin, güzel. Bak vallahi aynadan kıskanacağım seni şimdi." Gülerek aynadaki yansımama baktım. "Sen beni her şeyden kıskanıyorsun zaten baba." Aynadaki yansımama bakmaya son verip babama doğru döndüğümde, dudaklarımdaki gülümseme ayağının altındaki sandalyeyi iterek intihar etti.
Babamın göğsünden kanlar akıyor ama buna rağmen bana gülümsüyordu. "Görmeyeli kocaman olmuşsun küçük kızım," dedi şefkatle. Hiç beklemediğim bir anda yüzüme sıçrayan kanla birlikte çığlık atmaya başladım.
Gözlerim aydınlığa doğru açıldığında hızlı nefesler almaya başladım. Tedirgin olmuş şekilde etrafıma bakarken şakağımdan yanağıma doğru bir sıvı aktı. Korkuyla ellerimi yüzüme götürüp silerken hızlıca avuçlarıma baktım. Orada bir yerde kan olmasından korkuyordum. Tertemizlerdi. Sadece terlemiştim.
Rahat bir nefes alıp etrafa bakındım. Nerede olduğumu çözmek için hafifçe doğrulacağım sırada bedenimde beni titreten bir sızı peydahlandı. Dişlerimi sıkarak kendimi zorlayıp doğruldum.
"Uyanmışsın."
Bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Elindeki kağıtlarla bana gülümseyerek yaklaşan kadının üstünde askeri üniforma vardı.
O gülümseme neden o kadar yapaydı?
"Bunlar senin sonuçların." Elindeki kağıtları salladı. "Açıkçası bir başkası olsa vücudunda kırık olmadan bu durumu atlatamazdı, ama sen.. epey iyi durumdasın." Birden duraksayıp tedirginlikle yüzüme baktı. "Çok mu açık oldu?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır."
Gülümsediğinde beni rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissettim. Önyargılı birisi değildim ama bir insana ilk başta ısınamazsam o kişide mutlaka sonrasında rahatsız edici bir şey çıkıyordu. Ama bunu önemsemedim. Nerede olduğumu çözmek için etrafa bakındığım sırada gözlerim tekrardan konuşmaya başlayan kadına döndü.
"Çok zayıf, çelimsiz görünüyorsun ama kasların epey güçlü. Sadece yağ oranın bir tık düşük. Kaburgalarında ve yüzünde ezilmeler var, ayrıca bileğin incinmiş ama çok kötü durumda değil, o da birkaç güne geçer. Onun dışında diğerleri çizikler ve ufak tefek yaralanmalar. Endişe edecek bir şey yok."
Çok konuştuğunu düşünmeye başladım. Nefesimi seslice dışarı verdim. "Neredeyim?"
"Askeri üs burası, durumunun acil olduğunu düşünerek direkt buraya getirildin." Anladığımı belirtmek için başımı salladım. "Beren nerede?"
Karşımdaki kadının siyah gözleri kısıldığında yüzüme dikkatle baktı. Aynı şekilde gözlerinin içine baktım. "Beren mi? Bilmiyorum."
Kaşlarım hızlıca çatılırken başımı omuzuma doğru eğdim. Benden önce buraya getirilmiş olması gerekiyordu. "Ne demek bilmiyorum?"
"Bilmiyorum. Ayrıca bilsem de sana söylemek gibi bir zorunluluğum yok."
Az önce kurduğu cümleyi tekrarladığında öfkeyle koluma bağlı olan serumu çıkarttım. "Ne yapıyorsun? Çıkartamazsın onu öyle." Bana doğru hamle yapmak istediğinde elimle onu savurdum. Sert bakışlarımı yüzünden ayırmadım.
Dediklerini umursamadan yataktan kalkmaya çalıştığımda kaburgalarımda hissettiğim ağrıyla inledim. Birkaç kesik nefes aldıktan sonra kendime gösterdiğim saniyelik müsaadeye son verip yataktan kalktım ve kadının karşısına dikildim. "Beren nerede?"
Bir askerin onun bulunduğunu söylediğini hatırlıyordum. Ne demek yoktu? "Bulunduğunu söylediniz bana! Arkadaşım nerede?"
Kadın sesimi yükseltmemi hoş bulmamış olacak ki kaşlarını çattı. "Kiminle konuştuğuna dikkat et. Akranın yok karşında, geç yatağa." Koluma uzanan parmaklarını yok sayarak yanından hızlıca geçerken ayak bileğimdeki zonklama yürüyüşümü yavaşlatıyordu.
Odadan çıktığımda kapıda bekleyen iri yarı askerle göz göze geldim. "Beren nerede?" Aynı soruyu ona yönelttiğimde kaşlarını çattı. "Beren!" Başımı boş koridora çevirdim ve o askeri teğet geçerek elimi duvara koyarak bana göre hızlı ama bir kaplumbağaya göre de yavaş hızla yürümeye başladım.
"BEREN!"
Boş koridorda ilerlerken arkamdan gelen kadının ayak sesleri duyuldu. "Burada yok, diyorum, sana."
Yürüdükçe acım daha da katlanılması zor bir hale geliyordu. Nefesim kesiliyor, başım dönüyordu ama yine de önemsemedim. Tek niyetim arkadaşımı bulmaktı. Arkamdan gelen kadının söylediklerini dinlemeden karşımda kapalı olan kapıya doğru yürüdüm. "Arkadaşım benden önce buraya getirildi!" En azından benim tahminim o yöndeydi.
Kapıyı açıp içeriye baktığımda kaldığım odaya benzer bir odayla karşılaştım. Tek fark burasının boş olmasıydı. Sinirle kapıya vurduğumda parmaklarım sızlamıştı. Gözlerim parmaklarıma kaydığında her birinin sargıda olduğunu gördüm. Vurmanın etkisiyle kırmızılaşmaya başlayan parmaklarımı yok sayarak arkamı döndüm. "Beren nerede, dedim."
Endişe çanlarının çalmaya başladığı anda odanın girişinde karşılaştığım askerin bana doğru yöneldiğini gördüm. "Arkadaşım nerede?"
Bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken birkaç adım sesi duyuldu arkamdan.
"Ayşıl"
Başımı arkaya çevirdiğimde göz göze geldiğim arkadaşıma baktım. Dalgalı saçlarını toplamış üstünde rahat bir eşofman takımı vardı. Her ne kadar bedeni iyi durumda gibi görünse de yüzü tamamen dağılmış gibiydi. Tek gözü kapanmakla kapanmamak arasında duruyordu.
"Beren."
O yöne doğru yönelerek yürümeye başladım. Ağrılarımın ne kadar arttığı ya da canımı acıttığı umurumda değildi. O iyiydi ve karşımda sapasağlam duruyordu. Tek istediğim ona sıkıca sarılmaktı.
Sonunda ona yaklaşıp kollarımı doladım. Kollarımı kaldırırken koltuk altımda derin bir sızı hissetsem de bunu göz ardı ettim.
"İyisin," dedim ona sıkıca sarılırken. Aynı şekilde kollarını belime sardığında ağlamaya başladı. Kalbimin sızladığını hissettim. "Sen de iyisin, çok korktum."
Geri çekilerek ellerimi yüzüne yerleştirdim. Kapanmaya yüz tütmüş tek gözünün ardındaki gözlere baktım. "İyiyiz," dedim acıyla gülümserken. Aynı şekilde tekrardan birbirimize sarıldıktan bir süre sonra arkamdaki duran kişileri hatırladım ve geri çekilip onlara doğru döndüm.
Kaşlarını çatarak beni izleyen sarışın kadına bakıp işaret parmağımı ona uzattım. "Bana onun olmadığını söyledin!" Sert tavırlarım onu sıkmış olmalı ki bana doğru adım attığında arkasında duran asker onun kolunu tuttu. Gözlerini devirip bıkkınlıkla yüzüme baktı. "Her sorulan cevaba doğru yanıt verme gibi bir yükümlülüğüm yok. O bir asker kızı ve kardeşi, onu korumak benim görevim."
"O benim arkadaşım!" Öfkeyle yüzüne bakmaya devam ettim. Derin nefesler aldığım için göğsüm nefesler eşliğinde inip kalkıyordu.
"Ayşıl, lütfen sakin ol."
Beren'e kızgınlıkla bakışlarımı çevirdim. "Senin olmadığını söyledi! Aklıma bir sürü şey geldi. Bu nasıl düşüncesizlik?"
Sonlara doğru sesim yükselirken yıpranan sinirlerimle dudaklarım titredi. Bir an bu söylediğim şeyin gerçekliğini düşündüm ve bu kalbimi acıttı. "Sana ulaşamadılar sandım," dedim sesim alçalırken.
"İyiyim ben," dedi arkadaşım seslice ağlamaya başlarken. "Lütfen sakinleş." Onun ağlaması sinirlerimi daha da bozarken sesli bir nefes aldım.
"Özür dilerim, ağlama lütfen. Ama korktum Beren. Çok korktum. O ise yüzüme bakarak pişmiş kelle gibi senin nerede olduğunu bilmediğini söyledi."
"Sözlerine dikkat et!" Arkamdaki kadın sesini yükselttiğinde ona döndüm.
"Ne oluyor burada?"
Ağzımı açacağım sırada koridorun sonundan sert adımlarla yürümeye başlayan adama baktım. Kalın sesi koridorda yankılanırken kaşları çatıktı. Bize doğru yürürken heybetinden ötürü istemsizce derin bir nefes aldım.
Kadının yanındaki asker elini alnına götürüp selam verdiğinde karşımdaki adamın bakışları ok gibi beni buldu. Önce yüzümü, ardından bedenimi yavaşça süzdüğünde huzursuzca kıpırdandım yerimde. Bakışlarını en son yüzüme çıkartıp ardından yanında duran kadına döndü.
"Tuğçe, ne bu hengame?"
"Komutanım, Ayşıl hanım Beren'in nerede olduğunu sordu. Ben ona daha açıklama yapamadan bağırıp çağırıp-"
"Yalan söyleme," dedim öfkeyle. "Yalan söylemeden konuş." Konuşurken bir yandan da işaret parmağımı öfkeyle ona doğru tehditkar bir şekilde doğrultuyordum.
"Sesini alçalt."
Sesimin yüksek çıktığını ancak karşımdaki adam beni uyardığında fark etmiştim. Fakat bu beni durdurmadı. Sert bir soluk alıp bakışlarımı adının Tuğçe olduğunu öğrendiğim kadına diktim.
"Yalan söylemeden, kıvırmadan söyle. Bana onun nerede olduğunu bilmediğini söyledin. Artık derdin neyse." Çatılı kaşlarımın tek odağı karşımdaki kadındı.
İşaret parmağımı tekrardan kadına doğru yönelttiğimde içimdeki öfke daha da körüklendi. Beren benim can noktamdı.
"Komutanım-" Tuğçe konuşmak için araladığı dudaklarını, sert bakışlar yüzünden kapatmak zorunda kaldı. "Gidebilirsin Tuğçe." Kadın bana son kez, öfkesini saklamadan büyük bir kinle baktığında karşılığını bakışlarımla misliyle verdim.
Tuğçe arkasını dönüp gittiğinde Beren varlığını belli etmek adına elimi tuttu ve hafifçe sıktı. Gözlerimi ona çevirdim ve sinirden kasılan yüzümü gevşeterek ona gülümsedim.
"Siz ikinizde odaya," diyerek arkasını dönen ve yanımızdan uzaklaşan adama baktım. "Abim biraz şeydir," diyerek kemküm eden arkadaşıma baktım. "Yabanidir.."
Az önce durduğu yere bakışlarımı diktim. Onun varlığıyla dolu olan koridor gidişiyle birlikte bomboş kalmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |