8. Bölüm

KORKU

Smokeye
smokeeye

"Baba, nereye gidiyorsun?" Okuması için göğsüme bastırdığım kitabımla birlikte üstünü giyinen babama baktım. "Bana kitap okuyacaktın," dedim dudaklarımı büzerek. Montunu giyindikten sonra gülümseyerek önümde çömeldiğinde başımı eğdim. "Okuyacağım kızım ama akşam eve geldiğimde. Kaçıncı sayfada kaldık?" Üzüntüyle yüzüne baktım. "Yetmiş yedinci sayfada kaldık, en önemli yerine gelmiştik." Sadece gitmesini istemiyordum. Kitap okumasa da olurdu, beni bırakıp gitmesin. "Tamam, geldiğim zaman devam ederiz. Sen ben gelmeden okuma ama, küserim bak." Omuz silktim. "Şimdi oku." Dolu gözlerle yüzüne bakıyordum. "Gitme baba."

Babam gitmişti ve dönmemişti. Ben de dediğini yapmış ve asla o kitabı okumamıştım. Öyle demişti, ben gelmeden okuma, ben de okumadım. Ben sözlerini dinleyen uslu bir kızdım, keşke o gün o da beni dinleyip yanımdan gitmeseydi. Keşke ağlamamak için tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraksaydım ve gitmemesi için ortalığı yıksaydım. Belki gitmezdi o zaman.

Beren abisi evden gittikten sonra saatlerce tedirgin bir şekilde evin içinde dolandı. Bir ara annesiyle konuşmayı düşündü ama sonra annesini de endişelendirmek istemediği için aramaktan vazgeçti. En sonunda abisine kendisini araması için mesaj attı. Telefon elinde bir haber gelecek diye diken üstünde bekliyordu.

"Beren, sakin ol. Bir şey olmamıştır," dedim onu rahatlatmak için. "Ayşıl geçen sene yine böyle toplandıkları bir günde apar topar çıkıp gittiler.. Ben iki abimi kaybettim," dedi ağlamaklı bir şekilde.

Sadece abisi için değil, arkadaşları için de endişeleniyordu. "Hepsi dalyan gibi kızım, bir şey olmaz onlara. Çokta önemli bir şey değildir. Hem bildiğim kadarıyla birden öyle göreve göndermiyorlar."

"Onları gönderirler," dedi elindeki telefonun ekranının açıp kontrol ederken. "Neden?" Bana kaçamak bir bakış attı. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyor gibiydi. Ama söylemek istiyordu, çünkü şu an üstünde yük vardı ve rahatlamak istiyordu. "Onlar normal asker değiller.. özeller." Elleriyle yüzünü sıvazlayıp koltuğa oturdu. "Devletin özel olarak yetiştirdiği, diğer askerlerden ayrı tuttuğu ve.. askeriyenin bile bilmediği tehlikeli görevlere giden özel askerler onlar. Askeriyeden değil direkt devletten alırlar emirleri."

Bana yalvardığı geceyi anımsadım. Parçalar bir bir kafamda otururken kendimi koltuğa bıraktım. Elimi dudaklarıma götürürken söylediklerinin ağırlığıyla omuzlarım çöktü. Özel askerler.. devletin yetiştirdiği, kimsenin bilmediği askerler.. Üstüme binen bir yükün daha altında kalmamak için cebelleşirken odayı telefon melodisi doldurdu.

"Abi! İyi misin? Biz iyiyiz, evet.. Siz neden gittiniz öyle? Yalan söylemiyorsun değil mi? Yok, biz daha çıkmadık... Endişelendim abi ondan çıkamadık. Tamam ya.. Ama iyisiniz, değil mi? Tamam.. Görüşürüz abi."

Beren telefonu kapatıp rahatlamış gibi arkasına yaslandı. Bir şey demeden onu izliyordum, zaten konuşamayacak kadar dilim lal olmuştu. "İyilermiş, birkaç saate yanımıza gelecekmiş o yüzden dışarı çıkın diyor. Seni dışarı çıkarmadığım için azarladığına göre çok iyi demek ki." İyi olduklarını bilmek iyi hissettirmişti. Gülümseyerek arkama yaslandım ve Beren'e baktım. "O zaman çıkalım da beni biraz gezdir," dedim.

Demir'in aramasıyla iyice rahatlayan Beren ile birlikte evi toparlamış sonrasında da hazırlanmıştık. Evden çıkana kadar bana gezdireceği yerler hakkında sürekli bilgiler vermişti. İlk defa oturduğumuz çevreden uzak bir yere gideceğimiz için heyecanlıydı. Yaşadığımız olaydan sonra ikimizde tedirgin hissetsek de bunu dile getirmiyor ve asla konusunu açmıyorduk.

Üstüme siyah pantolon, siyah boğazlı kazak ve kalın, içi yünlü ama dışı deri olan mont giyindin. Kolları ve yaka kısmı da yünlü olan montun sıcak tutuyor olması benim için en önemli etkendi. Gözlerimi ortaya çıkartacak siyah farı kirpiklerimin diplerine sürerken eyeliner havası katarak yanaklarımı allık olmadığı için farla hafifçe renklendirdim. Dudaklarımı sürekli yaladığım için ruj sürmeyi es geçtim. Makyaj yapmayı seviyordum, özellikle koyu yeşillerimi ortaya çıkarmak benim vazgeçilmezlerimdendi.

Ayağıma kapının önünde çizmelerimi geçirirken Beren alt dudağını ısırarak bana bakıyordu. "Ne oldu?" dedim karın ağrısını öğrenmek için. "Sana bahsettiklerim.. söylememem lazımdı onları.. öyle bir an şey oldum.."

Çizmelerimi giydikten sonra doğrulup yüzüne baktım. "Bana bir şey mi anlattın sen?" dedim şaşkınlıkla. Yüzünde güzel bir gülümseme yeşerirken göz kırptım. "Hadi, hadi. Gidip biraz eğlence yapalım."

Evden çıktıktan sonra yaklaşık dört saate kadar karşın her bir yanını gezmiştik. Yani bana öyle gelmişti çünkü o kadar çok yer dolaşmıştık ki bir ara kendimi Kars sınırları dışına çıktık sanmıştım.

Bazı yerleri küçüklükten kalma anılar sayesinde hatırlasam da tam net değildi o yüzden gittiğim her yeri fotoğraf makinemle çekiyor ve ölümsüz kılıyordum. Benim fotoğraf makinem gözlerim, ölümsüz olarak tuttuğum yer ise beynimdi fakat yine de fotoğraf çekmek istemiştim. Bazen Beren'in heyecanla dolaşıyor olmasını, bazen Abdullah ve Hakan ile uğraşırken gülmesini çekiyordum. Aralarında bir samimiyet olması onların uzun zamandır tanıştıklarını gösteriyordu. İkisi de küçük kardeşleriyle ilgileniyor gibi duruyordu.

Bir kafeye yerleştiğimizde ben vazgeçilmezlerimden biri olan çayı, Beren ise kahve söylemişti. Cam kenarında oturduğumuz için dışarıyı görme fırsatımız oluyordu. Abdullah ve Hakan arabanın içinde kalmayı tercih etmiş ve bizi yalnız bırakmıştı.

"Ayşıl, ben Hakan abilere de kahve alayım. Sabahtan beri bizimle dolanıyorlar onlarda üşümüşlerdir." Başımı salladığımda Beren kahve almak için kasaya ilerledi. Birkaç dakika sonra kafeden çıkıp karşıya geçti ve arabanın olduğu yöne ilerledi.

"Ya oğlum, en rahatı uzmanlık. Adamlar göt vura vura çalışıyor. Gören de ülkeyi kurtarıyor yavşak."

Yan taraftaki masada yüksek sesle yerli yersiz konuşan gençlere doğru döndüm.

"Ya amına koyayım, bir kasılmaları var ki sorma. Beleşe para alıyorsun oğlum, bir sik yaptığın yok, neyin kasılması bu?"

Üçü birden güldüğünde dikkatimi başka yöne çektim. Beren hala arabanın orada Hakan ve Abdullah'la bir şeyler konuşuyordu. Karışmayacaktım, hayır, üç tane salak beynini konuşturuyordu işte. Elleşmeyecektim. Hayır. Sakinim. Evet. Sakinim. Çok sakinim.

"Okuyup gidenler subaylar onlardan beter. Okuyup asker mi olunur? Silah tut desen sikini tutar."

Güldüm. Hiç sakin değildim.

Elimde çay bardağımla birlikte kalkıp onların masasına doğru yaklaştım. Üçünün bakışları bana çevrildiğinde gülümseyip çayı gösterdim. "Ziyan olmasın." Çayımdan yudumladım yavaşça çokta soğuk değildi, idare ederdi beni.

Bardaktaki çayı yersiz konuşan çocuğun suratına fırlattığım gibi küfür ederek ayağa kalkmıştı. "Ne yapıyorsun lan sen?" Tüh, yanmadı.

"Çok konuşma sen de yavşak."

Sinirle ayağa kalkan çoçuğun yakasından tutarak kafa atarken arkadan saçımdan tutulmasıyla arkamdaki adamın ayağına ayakkabımla vurup bileğini bükerek beline tekme attım. Başka masaya doğru yüz üstü düşerken yüzüne çay attığım çocuğun kafasını tutarak alnını iki defa masaya geçirdim.

Yok, hala geçmiyordu sinirim.

Masaya yatırıp yüzüne yumruk attığım sırada kollarımdan tutularak geri çekilmiştim. "BIRAK! BIRAK LAN BENİ."

Kollarıyla beni kenetleyen adam alanımı kısıtlarken Beren'in çığlığını duyuyordum. "Ayşıl aslan mısın mübarek, dursana kızım." Beni tutanın Abdullah olduğunu anladığımda bağırdım. "Bırak şu gevşeği dikeyim ben. YA BIRAK."

Abdullah'ın kollarından kurtulup çocuğun üstüne atladıktan sonra kafeye polislerin gelmesi ve bizi karakola getirmesi sadece yarım saat sürmüştü. Şu an karşımdaki komiserin karşısında ayakta durmuş diğer üç çocukla birlikte duruyordum.

"Kızım manyak mısın sen? Bu çocukları niye bu hale getirdin?" Sinirle alt dudağımın içini ısırıyordum. Hıncımı alamamıştım ve bu beni daha da delirtiyordu. Komiser kalemiyle masaya vurdu. "Kızım sana diyorum, sana."

Derin bir nefes alıp yan tarafımda oturan çocuklara baktım. Ben ayaktayken niye onlar oturuyordu ya?

"Onlar cevaplasın komiserim. Kafedeyken geviş getirir gibi konuşuyorlardı." Komiser kaşlarını çatarak kombo yavşaklara döndü. "Asıldınız mı lan kıza?" Ortada oturan ve ben arkadaşlarını döverken köşeden köşeden kaçmaya çalışan çocuk konuştu. "Yok vallahi abi." Onu dövememiştim o yüzden kendimi zor tutuyordum.

"Niye dövdü o zaman oğlum bu kız sizi?" Komiser bağırdığında elimle onları gösterdim. "Askerlere laf ettiler," dedim, öfkeyle. Elim ayağımın titremesine engel olamazken bir sinir krizi başlangıcına girdiğimi hissediyordum. Ayağımı sallayarak başımı yan tarafa çevirip gözlerimi kapatıp sakinleşmeye bekledim.

"Biz kötü bir şey söylemedik komiserim, biz sohbet ediyorduk kız üstümüze atladı."

Gözlerimi açtığım gibi dövmediğim çoçuğa döndüm. Ellerimi yumruk yaparak dişlerimin birbirime bastırdım. "Ulan ben seni döverim."

Koltukta oturan çocuğun üstüne atlayarak yumruk atmaya başladığımda beni belimden çekerek havaya kaldıran komiserden kurtulmaya çalışıyordum. "Bırak beni. Ya bırak." Kapı açılıp dışarı çıkartılırken kapı pervazına tutunmuş çıkmamak için direniyordum.

"Ulan seni dövemedim zaten. BIRAKIN BENİ YA. ÖLDÜRÜRÜM OĞLUM SENİ. GEVŞEK." Tek komiser benimle baş edemeyince başka biri daha gelip tutunduğum yerden beni çekmeye çalışıyordu. Tutuldukça daha da çıldırıyordum ve ben şu an resmen ayaklarım havaya kaldırılmış arkaya doğru çekiliyordum.

Ayaklarımı kurtarıp korkarak ayağa kalkan dövmediğim çocuğa tekme savurdum. Nereye geldiğini bilmiyordum, gözüm dönmüştü. Tekrardan güçlü kollar tarafından geriye çekildiğimde hareket etmeye çalıştım.

Hulk mu gönderdiniz insafsızlar?

"Ya bırakın beni ya, tutmayın diyorum. Dövemedim ben şerefsizi!"

"Ayşıl!"

Beni tutan kişinin Demir olduğunu anladığımda daha da sinirleniyordum. Onları laf ettikleri asker kurtarıyordu. Kendine çevirdiğinde kollarını sırtıma dolayıp hareket alanımı kısıtladı. Hiçbir şekilde hareket edemiyordum.

Birkaç saniye öyle beklediğimizde alnımı göğsüne yasladım. "Tamam," dedim nefes nefese. "İyiyim." Beni tutmaya devam ederken gözlerimi kapattım. "Tutarsan daha kötü olurum, geçmez, o yüzden bırak." Beni yavaşça bıraksa da her ihtimale karşı kolumu tutmaya devam ediyordu.

"Bak, silah tut desen başka bir tarafını tutacak olan adam burada. Hani şu göt vura vura para alan. Yüzüne söyle yiyorsa." Öfkeyle Demir'e dönüp çocukları işaret ettim. "Öyle dediler. Neymiş siz ülkeyi mi kurtarıyormuşsunuz." Öfkeyle bir tekme daha savurduğumda Demir'in belimden tutmasıyla tekmem boşa gelmişti.

"Ayşıl, benim asabımı bozma, dur yerinde." Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Beni niye azarlıyorsun ya? Onları azarla." Resmen çocukların önünde beni azarlıyordu.

Başını sabır çeker gibi yana çevirdiğinde sinirli bir şekilde çocuklara baktı. Beni geriye çektiğinde kollarımı göğsümde bağladım.

"Abi vallahi biz öyle demek istemedik."

"Hadi be oradan! Sen değil miydin 'Silah tut desek sik-" Demir'in omuzun ardından bana bakmasıyla cümlem yarıda kesilirken omuz silktim. Tekrardan çocuklara döndü.

"Ne abisi lan? Yavşak."

Çocuklar korkudan ellerini önlerinde birleştirmiş başlarını eğmişlerdi.

"Ne demek istedin oğlum, anlat." Sesi oldukça sakin çıkıyordu. Ya iki tane geçirsene yüzlerine, diye üstüne atlayacaktım.

"ANLAT LAN."

Bağırışıyla bu tepkiyi beklemediğim için yerimden sıçradım. Arkasında bağladığı ellerinin tekini yüzüne çay döktüğüm çocuğun çenesini tuttu. "Lan konuşsanıza."

Dişlerinin arasından konuşması beni ürkütürken arkada, belinde duran tek elini yumruk yapması birazdan patlayacak olan bombanın habercisiydi.

Omuzumda el hissettiğimde arkama baktım. "Gel biz dışarı çıkalım." Bahtiyar kolunu omuzuma dolayıp beni odadan çıkardığında kapıyı kapattım. Dışarıda Ulaç'ı da görmeyi beklemiyordum. İkisi fazlasıyla ciddi duruyorken kollarım göğsümde bekliyordum.

"İçimde kaldı," dedim, dudaklarımı ısırırken. Bahtiyar merak ederek kaşlarını çattı. "Dövemedim ya, içimde kaldı." Bıyık altından güldüğünde bu sefer kaşlarını çatan ben oldum. "Ne ya? İkisini dövdüm ama bir tanesini dövemedim. Kafede dövmek için peşinden koştum ama tuttular."

"Niye dövdün sen onları?" Ulaç'a baktım. "Size laf ettiler." Sırtımı duvara yasladım. "Askerlere işte. Yok siz yan gelip yatıyormuşsunuz, beleşe para alıyormuşsunuz. Silah tutmasını bilmiyormuşsunuz. Ama sen bunu küfürlü hayal et."

Kapalı kapının ardından bağırış sesiyle birlikte patırtı sesi gelince korkuyla yaslandığım yerden doğruldum. Yavaşça Ulaç ve Bahtiyar'a bakıp kapıyı işaret ettim. "Bir şey diyeceğim, onları dövdüm diye.. bana da kızar mı?"

Kapının hiddetle açılmasıyla Demir'in öfkeden dönen gözleriyle göz göze geldim. Üniformasının açıkta bıraktığı boynundaki damarlar birazdan bulundukları yerden çıkacakmış gibi duruyordu. Korkuyla Bahtiyar'ın arkasına geçtim. İçeriden çıkartılan çocuklara baktım ama yüzlerini görememiştim. Keşke bir kere daha dövebilsem.

"Buraya gel Ayşıl."

Sinirden konuşamayan Demir'in sesini duyduğumda sessizce Bahtiyar'a doğru konuştum. "Ben aslında yoğum." Omuzun ardından bana bakıp göz kırptı. "Git de daha da çıldırmasın." Tereddüt ederek ona baktığımda güven verircesine gülümsedi. "Git hadi."

Arkasından çıktığımda alt dudağımı ısırıp Demir'e doğru yürümeye başladım. Bir elini kapı kulpuna koymuş diğerini de beline yerleştirmişti. "Geç içeri."

İçeriye girdiğimde kimsenin olmaması beni daha da ürkütürken kapıyı çarpmasa da sert şekilde kapattı. Dudağının köşesini yalayıp masanın önündeki tekli koltuğu gösterdi. Sessizce koltuğa oturup ona baktım. Umarım beni azarlamak gibi bir gaflete düşmezdi.

"Anlat Ayşıl, niye dövdün çocukları?"

Elleri belinde tependen bana bakıyordu. Sertçe nefesimi bırakıp kollarımı göğsümde bağladım. "Beren kahve alıp Hakan ve Abdullah'ın yanına gitti, ben de oturuyordum sessizce. Sonra onlar ileri geri konuşunca kavga başladı."

"Sana ne?"

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Anlamadım?" Ne demek sana ne? Ne saçmalıyor bu adam? Önümde, iki tekli sandalyenin ortasındaki sehpaya oturup dirseklerini dizlerine yaslayıp bana yaklaştı. Gözlerinin tek odağı gözlerimken bir nebze daha olsa sakinleştiğini düşündüm. En azından gözleri artık kırmızı değildi.

Parmaklarını dizlerimin arkasına geçirip tuttuğunda baş parmaklarını dizlerime bastırdı. "Yavru Kurt, biz her bizim hakkımızda konuşanı dövseydik işimiz işti." Baş parmağı dizlerimde hareket etmeye başladığında kulaklarıma ulaşan sesi kısa sürede kesildi. Dudakları hareket ediyordu ama duymuyordum. Tek odak noktam dizlerimi okşayan parmaklarıydı. Gözlerindeki çöllere adım attığımda beni sırtımdan birisinin iteklemesiyle kumların üstüne düştüm.

Ben.. onun.. çöllerine düşmüştüm.

Ormanların derinlerinden gelen küçük kızın fısıltısını duydum. "Yap," diyordu. "Daha fazla bekleme ve bizim olanı al."

"Anladın mı, Ayşıl?"

Bir şeyler söylüyordu ama kulaklarıma ulaşamadan havada uçup yok oluyorlardı. Yüzünün her zerresinde dolaştı ormanlarım. Yağmurları dindi ve ıslak yeşilliklerimin gökyüzünde ilk defa güneş doğdu.

Ateşi miydi? Ben ateşte yaşayamazdım, o da yağmur ormanlarımda yaşayamazdı. Kurtlar ateşi ve yağmuru sevmezdi. Ben onun için yağmurlarımı dindirebilirdim ama o ateşini söndürebilir miydi?

Kalbimle beynimin çatıştığı noktaya ulaştığımda kalbimin sesini dinlemek istemesem de bedenim onu dinlemekte ısrarcıydı.

Elim benden bağımsız bir şekilde yanağına ulaştığında çatılı olan kaşları şaşkınlıkla havalandı. Dudakları hareket ediyordu, bana ulaşmaya çalışıyordu fakat ben transa girmiştim ve aynı onun dizlerime parmaklarıyla yaptığı okşamayı sağ yanağına yaptım. Elimin altındaki bedeni kasılırken yeni çıkmaya başlayan açık kahve sakalları avuç içimi gıdıkladı.

Yaşatmayacağını bilsem de ateşin hakim olduğu çöllerinde hayata tutunmaya razıydım.

Başımı sağa doğru hafifçe yatırdığımda hafif dolgun dudaklarına yaklaştım. Gözlerim kendiliğinden kapanırken tenlerimiz birbiriyle buluştu. Kalbimde yıllarca beklettiğim bomba patlayıp içimi darmaduman etti, küçük kız çocuğu yavru kurtlarıyla büyük bir kutlama verdi ormanında.

Heyecanla kurtlarıyla dolanan küçük kız duraksadı. Hala o adamı göremiyordu ormanlarında, onu görememişti kutlamada. Titreyen dudaklarıyla onu izleyen bana baktı, Küçüğüm. İstenmediğimizi o da anlamıştı.

Gözlerimi açtığımda onu kendimden ittim ve hızlıca oturduğum koltuktan kalktım. Onu öpen bendim ama istenmediğimi fark etmek kötü hissettirmişti. Öpmemişti beni. Tamam, belki sadece dudaklarımı dokundurmuştum ama yine de hiç karşılık vermedi!

Lanet olsun! Aptal! O küçük kız yüzünden yaptığım bu aptallığı. Salak kafam.

Yerinden kalktığını hissettim ama görmedim çünkü ona arkam dönüktü. Bir süre bakmamayı düşünüyordum. Belki bir on yıl kadar.

Utangaç bir insan değildim, aksine arsızlığın dibine vuracak birisiydim fakat şu an öyle boktan bir durumdaydım ki yerin dibine girmek istiyordum.

Hiçbir şey söylemeden odadan çıktığında tuttuğum nefesimi bıraktım. Parmaklarımı sızlayan dudaklarımın üstüne götürdüğümde onu öptüğümde tenime dokunan sıcaklığı kalbimi titretti.

Onu öpmüştüm! ONU ÖPMÜŞTÜM! SİKEYİM. ONU ÖPMÜŞTÜM.

Dudaklarımda arsız bir gülümseme oluşurken kapının açılmasıyla kendimi toparlayıp Ulaç'a baktım.

"Çok azarlandın mı?" Sorusuna karşılık dolu dolu kahkaha atmak istedim ama yapamadım. Onun yerine başımı iki yana sallandım. "Öyle yanımızdan fırtına gibi geçip gidince iyice dellendirecek bir şeyler söyledin sandım." Sinirli miydi? Çocuk işte, deyip geçebilir sonuçta.

"Hayır, ben bir şey söylemedim." Eliyle dışarıya gösterdi. "Hadi çıkalım o zaman, Demir seni Nermin teyzelere götürecekmiş." Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda bir şey demeden odadan çıktı. Ben de ardından çıktığımda Bahtiyar'ın da çıktığını gördüm.

"Ee, çocuklar benden şikayetçi olmuştu," dedim koridorda yürürken. "Halledildi o, boş ver." Yanımda yürüyen Ulaç'a baktım. Demir kadar uzun boylu değildi ama onun yanında da kısa duruyordum.

"Boyun kaç?"

"Bir seksen sekiz civarı," dedi. "Hayırdır, huyu huyuma, suyu suyuma birisini mi buldun bana?" Yüzü çok ciddi duruyordu ama ses tonu alaylıydı. Üniforma içinde daha farklı bir kişiliğe büründüğüne daha da emin oldum.

"Benim arkadaşım yok," dedim merdivenlerden inerken. "Nasıl yok?" Bana baktığında omuz silktim. "Beren'den başka kimse yok. Kalabalık sevmem ben." Başını hayret eder gibi sallayıp hiçbir şey söylememeyi tercih etti.

Dışarı çıktığımızda Demir az önce odasında olduğumuz komiserler konuşuyordu. Ona baktığımı hissetmiş gibi başını kaldırıp bana baktığında gözlerimi kaçırdım hızlıca. Uluç elini omuzuma koyup sıktı. "Görüşürüz sonra," başımı salladım. "Görüşürüz."

Ulaç arka arkaya park edilmiş arabalardan önde olanının yolcu koltuğuna bindiğinde şoför koltuğundaki Bahtiyar'ı gördüm. Başıyla bana selam verdiğinde elimi kaldırıp salladığımda onlar karakol bahçesinden çıkmaya başlamıştı.

Yeniden Demir'e baktığımda komiser yanından gitmiş ve odak noktası ben olmuştum. Birkaç saniye birbirimize baktıktan sonra ona doğru yürüdüm. Tam önünde durduğumda bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Eğer şimdi utanırsam fena çuvallardım o yüzden kendimi sıkıp düz suratla yüzüne baktım.

"Size mi gidiyoruz?"

"Evet."

"Beren orada mı?"

Başını salladı. Yanından geçip kapıyı açtığım gibi kendimi arabanın içine attım. Kemerimi bağladıktan sonra arkana yaslandım. Beren karakola geldikten bir süre sonra ortadan kaybolmuştu. O an o kadar sinirliydim ki çevremde olan bitenin farkına varamıyordum.

Şimdi hava kararmış ve daha da soğumuştu. Kendimi Beren'in gününü mahvettiğim için biraz suçlu hissediyordum.

Kendisi de araca bindiğinde kemerini bağlayıp bahçeden çıkıp karanlık caddeye çıkış yaptık. Hiçbir şey demeden arkama yaslanmış bekliyordum. Belki bana bir şeyler sorar diye ama o da sessiz olmaktan kaçınmıyordu.

Yarım saat kadar sessiz araba yolculuğu yaptıktan sonra iki katlı bir evin önünde durdu araç. İndiğimde etrafa bakına bakındım. Ev iki katlı olsa da geniş olması evin büyüklüğünün hafife indirgenmemesi gerektiğini gösteriyordu. Çok şaşalı görünmese de süslü bir yerdi. Bahçesinde Hakan ve Abdullah haricinde birkaç kişi vardı. Kendimi aksiyonlu bir filme konuk olmuş gibi hissetmiştim.

Demir yanımdan geçip gittiğinde ben de onu takip ettim sessizce. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtığında içeri geçmem için bekledi. Aramızda bir gerginlik mi vardı bilmiyorum ama bu sessizlik beni rahatsız ediyordu. Kapıyı kapatıp ayakkabısını çıkardığında ben de ona ayak uydurdum. Eve ayakkabıyla girmedikleri için hepsinin anlından öpebilirdim.

Benimkinin iki ya da üç katı büyüklüğünde bir salona girdiğimizde içeride gördüğüm yüzlere gülümsedim. Beren ve Nermin teyze yan yana, salon girişine bakan koltuklarından bir tanesine oturmuşlardı. Karşılarında tek koltukta oturan adamın sırtı dönüyordu.

"Ayşıl!"

Beren bana koşarak gelirken mahçup bir şekilde sarıldım. "Gününü mahvettim," dedim sessizce. "Saçmalama. Sen iyi misin?" Başımı salladığımda geri çekildi. Sıra Nermin teyzeye geldiğinde kadın vana tuhaf tuhaf baktı. "E Ayşıl gayet iyi kızım," dedi, şaşkınlıkla.

Evet, iyiydim. Neden kötü olacaktım ki? "İyiyim.. neden kötü olayım ki?"

"Bu kız bana üç erkekle kavga ettiğini söyleyince ben de yaralı bereli bir surat bekliyordum.." Endişeli görünüyordu. Ters ters Beren'e baktığımda o sırıtıyordu. "Anne, ben sana kavga etti, demedim, Ayşıl üç erkeği dövdü, dedim."

Ailesinin bu durumdan haberi olmamasını umut etmiştim çünkü benim kavgacı bir tip olduğumu düşünmelerini istemiyordum.

"Yüreğime indi kızım, gelecektik de Demir istemedi. İyisin ama değil mi? Gidelim mi hastaneye?" Şefkatle yüzüme bakarken ellerimi tuttu. Nermin teyzenin bu denli iyi yürekli olması beni üzüyordu.

"İyiyim, benim bir şeyim yok."

"Bir de karşı tarafı görün siz," dedi Beren gülerek. Yine kafa atmama ramak kala.

"Neyse, hadi otur kızım sen biz de Beren'le masayı hazırlayalım. Tüm gün bir şey yememişsiniz."

"Yardım etseydim."

"Yok kızım, sen otur biz Beren'le hallederiz."

Başımı salladığımda onlar yanımdan gitmişti. Şimdi karşımda Demir ve Demir'den birkaç santim uzun yaşlı bir adam duruyordu. Beren'in babası olduğunu anlamak zor değildi. Ahmet Özçelik.

"Hoş geldin kızım." Demir gibi sert bir yüze sahipti. Saçları beyazlamış ama duruşu bir genç kadar sağlam duruyordu. Demir'in gözlerini annesinden aldığını sanıyordum ama şimdi babasını görünce yanıldığımı anladım. Gözleri aynı babasınınkiyle aynıydı. Onun da çölleri vardı.

"Hoş buldum," diyebildim. "Rahatsız ettim kusura bakmayın." Gülümsediğinde az önceki sert yüz ifadesi tamamen kaybolmuştu. O kadar tatlı olmuştu ki utanmasam yanaklarını sıkacaktım.

"Olur mu öyle şey? Hoş geldin, sefa getirdin. Geç, otur." Eliyle işaret ettiği koltuğa oturdum.

"Ben üstümü değiştirip geliyorum baba." Demir gözden kaybolduğunda Ahmet bey tekli koltuğa oturdu. "İyi misin?" Aynı gülümsemeyle bana bakıyordu. Beni gördüğüne çok mutlu olmuş gibi gözleri parlıyordu. Bir an bu kadar mutlu olması beni şaşırtmıştı.

"İyiyim, siz nasılsınız?"

"Görüyorsun ya, yaşlılıktan hallice," dedi. "Estağfurullah." Ellerini dizlerine sürttü. "Kibarlık etme şimdi. Her gün kendimi aynada görüyorum." Hafifçe güldüm. "Gerçekten iyi görünüyorsunuz. Maşallahınız var." Tamam, sen bu kadar samimi olma Ayşıl, yavaş kızım.

Ahmet bey gür sesiyle kahkaha attı. "Bak nasıl keyfim yerine geldi." Nermin teyze mutfak olduğunu düşündüğüm yerden elinden tabakla çıktı. "Neye gülüyorsun böyle?" Ahmet bey eşine baktığında gözlerinde görünen sevgiyi görmemek imkansızdı.

"Genç görünüyormuşum," dedi mutlu bir şekilde. Bu haline istemsizce gülmeden edemedim. "Kızım, sen bu adam söyleme öyle şeyler. Sonra giyiniyor üniformasını 'göreve gideceğim' diye tutturuyor." Nermin teyzenin söylediğine alt dudağımı ısırarak sırıttım. "Aşk olsun, Çiçeğim. Neyim eksik benim Demir'den? Giderim tabii."

Sitem eder gibi karısına baktığında Beren kahkaha atarak mutfaktan çıktı. "Baba ben sana bir ara liste yapar getiririm." Ahmet bey bedenini kızına doğru çevirdi. "Allah Allah." Ardından bana döndü. "Görüyorsun değil mi kızım? Ana kız bir olmuş istikbalime gölge düşürüyorlar." Gülerek Ahmet beye baktım. "Ben sizi destekliyorum Ahmet bey. Hatta bana da bir tane üniforma ayarlayın beraber göreve gidelim," dedim şakacı bir tavırla.

"Görün görün. Böyle destek olunur işte." Ahmet bey bacak bacak üstüne attı nispet yapar gibi. Bu adamı şimdi mıncıracağım. "Ahmet efendi, bırak da gençler yapsın artık. Aslanların kendini göstersin biraz."

Demir'in yukarı çıkan merdivenlerden siyah bir eşofman ve siyah kısa kollu tişörtle indiğini gördüm. Saçları hafif nemliydi. Bu kadar kısa sürede duş mu almıştı? Bize doğru geldiğinde Ahmet bey ayağa kalkıp kolunu oğlunun omuzuna atıp sıktı. "Bir aslanım da burada."

Ahmet bey, Demir'e nasıl gururla bakıyorsa Demir'de aynı şekilde babasına bakıyordu. Kolunu babasının beline sarıp sıktı. Demir birden sırıtıp diğer kolunu da karnına sardığında babasını kaldırıp diğer tarafına koydu.

Oha. O adamı nasıl taşıdı o?

"La bebe, kime güç gösterisi yapıyorsun?" Ahmet bey koltuk altına aldığı Demir'in kafasını sıkıştırdığında ben gülerek onları izliyordum. Demir hiç etkilenmiyormuş gibi babasını tekrardan kaldırıp üç adım ilerleyip bıraktı. "Çiçeğim, şu oğluna bir şey söyle elimde kalacak yoksa." Nermin teyze gülerek iki koca adama yaklaştı. Onların yanında küçücük kaldığını görünce kıkırdadım.

Ellerini beline annelere has şekilde yerleştirmiş oğluna bakıyordu. "Dokunma benim yiğidime, alırım ayağımın altına bak." Her ne kadar ciddi dursa da gülmemek için kendini sıkıyordu.

Demir aniden annesini belinden tutup kaldırdığında çanta gibi tek kolunda taşıyarak yemek masasına taşımaya başladı. "Bey, help. Hanımın kaçırılıyor. Ay help." Ben daha fazla kendimi tutamayıp kahkaha atarken Beren çoktan kendini gülmekten koltuğa atmıştı.

"Help mi?" Beren kahkahalarla koltuğa vuruyordu. "ANNE HELP NE?" Demir koşarak kardeşine geldi ve onu da tek hamleyle omuzuna attığında Beren çığırdı. "AY BENİM YÜKSEKLİK KORKUM VAR ABİ."

Gözlerimden gülmekten yaşlar akarken Ahmet bey gülümseyerek ellerini cebine koymuş ailesine bakıyordu. Bana döndüğünde gülerek göz kırptı. Gülmekten yaşaran gözlerimi silerken Demir birden bana doğru yürümeye başladı.

Tüm hareketlerim duraksarken sinsi bir gülüş yayıldı dudaklarına. Başımı iki yana salladığımda o aşağı yukarı sallamıştı. Tam kaçacağım sırada beni hızlıca tek koluyla kaldırıp çanta misali koluna astı. Sırtım göğsüne değerken düşmemek için koluna yapışmıştım.

Beren'le göz göze geldiğimde onda filmler kopmuştu. Karnını tutarak kahkaha attığında ben tepki veremiyordum. Beni bez bebekmişim gibi sandalye bıraktığında başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gülerek bana göz kırptığında doğrulup babasına baktı. "Baba, sen kendin gel."

"Bu nasıl servis? Herkes kucakta taşınıyor ben kendim geliyorum." Gülerek masanın baş köşesine oturduğunda Demir'de gülerek yanımdaki sandalyeye kurulmuştu. "Taşırım taşımasına baba da, bırakalım da belim kuvvetten düşmesin." Ahmet bey oğluna maydanoz demetinden fırlattı. "Al bunu ye aslanım, kuvvetin düşmesin." Demir dahil herkes kahkaha attığında daha önce bu kadar güldüğümü hatırlamıyordum.

Eski bir Yarbay dediklerinde hiç gülmeyen, çok sert bir adam bekliyordum ama karşımda hiç büyümemiş, sevimli ve tatlı bir adam duruyordu.

Güzel sohbetler eşliğinde yemeği yerken Ahmet beyin sorusuyla suyumdan yudumladım. "Sen söyle bakayım kızım, niye dövdün çocukları?" Soru banaydı fakat ben sorusuyla birlikte tek bir ana sürüklenmiştim.

Yanımdaki adamı öptüğüm dakikalar zihnime yeniden yüklendiğinde boğazımı temizleyip yerimden kıpırdadım.

"Askerler hakkında hoş olmayan şeyler söyledikleri için," dedim mahcup olmuş şekilde. Beren'in ailesinin gözünde kötü konumda olmak istemiyordum. "Size de iş çıkardım, kusuruma bakmayın."

"İyi dövdün mü bari hepsini?" Dedi Ahmet bey. Eğdiğim başımı şaşkınlıkla kaldırdığımda bana gülerek bakıyordu. Ne diyeceğimi bilemeden Nermin teyzeye baktığımda bana tebessüm ederek göz kırptı.

"Yani... ikisini dövebildim," dedim sessizce. Diğerini dövememek içime dert oldu resmen.

Demir derin bir nefes aldığında yan gözle ona baktım. Kollarını göğsünde bağlayıp kaşlarını çatmıştı.

"Baba, ben dışarıya Hakan abilere kahve götürmüştüm. Öyle biraz konuşurken sesler geldi birden. Ne oluyor diye bakayım dedim, bir baktım Ayşıl çocuğun kafasını tutmuş masaya geçiyor." Gülerek komik sandığı şeyi anlatırken ona susması için kaş göz yaptım. Bana omuz silkip tekrar babasına döndü. "Neyse biz hemen içeri girdik, Abdullah abi tuttu Ayşıl'ı ama nasıl zorlanıyor. Hem tutuyor, hem de Ayşıl'a Kurbanın olayım Ayşıl, canavar mısın? diyordu. Baktım Ayşıl kafa atacak Abdullah abiye, hemen uzaklaştırdım onu. Ayşıl hiç durur mu? Bir tane çocuğu kafenin içinde 'seni dövemedim buraya gel," diye kovalamaya başladı. Ayşıl'ın peşinde de Hakan ve Abdullah abi koşuyor." Ahmet bey kızıyla birlikte kahkaha attığında yer yarılsa da yerin dibine girsem diye bekliyordum.

Allah'ım, lütfen yok et dünyayı.

"Kızım senin nasıl gücün yetti o çocuklara?" Ahmet bey gülerek bana döndüğünde utanarak başımı eğdim. "Utanma utanma, ellerine sağlık. İyi yapmışsın. Hak ediyor bazıları. Ama sen dayak yemediğine göre eğitimlisin, değil mi?" Başımı salladım hafifçe. "Yedi yaşımda başladım. Bir süre ara vermiştim ama sonra tekrar başladım."

Demir'in bakışlarının bana çevrildiğini hissettiğimde ben ona baktım. Bakışları dudaklarıma saliselik bir zamanda düşüp tekrar gözlerime ulaştığında önüme döndüm.

"En güzeli. Şu zamanda kız çocuklarına kendini koruması için bir şeyler öğretmek lazım. Kimseye ihtiyaç duymadan dimdik durmaları gerekiyor. Bizim asenalarımız değerli," dedi. Beren'e baktığında bir kız çocuğu babası olmanın gururunu yaşıyordu.

Yemekten sonra kimseye çaktırmadan mutfaktan bahçeye açılan kapıdan çıktım. Beren her ne kadar sorun olmadığını söylese de ben rahatsız olmuştum. Sigaranın saygısı olmazdı ama, yine de kendim rahatsız olurdum.

Çardak tarzında bir yer vardı, o yöne doğru gittiğimde Demir'in de orada oturduğunu gördüm. Arkası bana dönük olduğu için beni görmemişti. Gidip gitmemekte karar veremezken, "Ayakta mı bekleyeceksin?" dedi, Demir.

Yavaş adımlarla çardağa ilerleyip aramızda mesafe bırakarak oturduğumda elimdeki çay bardağını yan tarafıma koydum. Bir sigara yaktığımda yemek sonrası sigarasının keyfini çıkarmak istiyordum ama onunla baş başkayken pek mümkün değildi.

"Sana vurdular mı?" Başımı ondan tarafa çevirip baktığımda gözlerini kısmış sigarasından içiyordu. Kısa kolluyla üşümüyor muydu? "Vuramadılar," dedim sessizce.

"Peki sen benim sana söylediklerimi aklına kazıdın mı?" Ne söylemişti ki bana? Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Söyledin ki ban-" Onu öpmeden öne bana bir şeyler söylemeye çalıştığını hatırladım. "Evet. Evet, evet. Hatırladım. Yani.. anladım. Kazıdım, evet." Başımı hızlıca sallayıp önüme döndüm ve kendime sigara yakıp derin bir nefes aldım. Salak kafam.

"Ne söyledim sana?"

"Ne söyledin?"

"Ben de onu soruyorum ya, ne söyledim ben sana? Hangi söylediğimi kazıdın kafana?" HATIRLAMIYORUM Kİ!

Boğazımı temizleyip yüzüne baktım. "Yani.." Halimden epey memnunmuş gibi yüzüme keyifle sırıtarak bakıyordu. Tek ayağını altına alıp bedenini bana çevirdiğinde sigarasını yeni fark ettiğim küllüğe bastırdı.

"Bir daha yapmamamı, her laf edeni dövmemem gerektiğini söyledin," dedim. Dediklerini hatırlamak için kendimi zorladığımda aklıma sadece birkaç kelime geliyordu.

"Başka," dedi sırıtarak. Herife bak, hep öpmüyor hem de eğleniyor. "Dedin bir şeyler işte, ben kazıdım kafama. Allah Allah ya." Kaşlarımı çatarak yarım olan sigaramı söndürdüm. Yerimden kalkmamla birlikte yan tarafıma koyduğumu unuttuğum çay bardağı yan devrilip yere düşerek kırılmıştı.

Demir ufak bir kahkaha atarak beni bileğimden tutup kırılan bardaktan uzaklaştırmak için kendine doğru çekti. "Demedim bir şey, tamam, heyecan yapma."

Ters ters yüzüne baktım. "Ne heyecan yapacağım ya? Senin yüzünden döküldü." Bir kez daha güldüğünde gözlerimi kıstım. "Tamam, geç de şöyle cam batmasın ayağına." Beni biraz daha geriye çektiğinde ayağa kalktı. "Bekle geliyorum."

Yanımdan gittikten birkaç dakika sonra elinde süpürgeyle geri döndüğünde yerdeki camları temizledi. Süpürgeyi köşeye koyduktan sonra haşa kaşları çatık olan bana bakıp göz kırptı. "İçecek misin bir tane daha?"

"İçeceğim." Çayı mı yoksa sigarayı mı kast ettiğini bilmiyordum ama umursamayıp bir sigara daha yaktım ve az önce onun oturduğu yerin biraz ilerisine oturdum. O da biraz yakınıma oturduğunda sigaradan bahsettiğini anladım.

Aklıma kapının dışında beklerken odadan gelen sesler geldiğinde ona döndüm. "Dövdün mü?" Bana boş boş baktığında gözlerimi devirdim. "Ne? Dövdün mü?"

Ofladı. "Dövdüm Ayşıl." Ciddi mi olduğunu anlamak için yüzüne baktım. Sanırım ciddiydi. "En çok dövmediğim çocuğu dövseydin. İçimde kaldı zaten. Pislik." Sigarasını içerken güldü. "En çok onu dövdüm." Tatmin olmuş halde ona baktım. "Gerçekten mi?" Gülerek başını salladı. "Gerçekten."

Elimi göğsüme götürüp aşağı doğru sürttüm. "Oh olsun." Bana bir çocuğa bakıyormuş gibi baktığında omuz silktim. "Ne? Hak etmişlerdi. Sen duysaydın onları ikiye katlardın," dedim.

Sigaramı söndürüp üşüdüğüm için ayağa kalktığımda bileğimden tuttu. Ona baktığımda o da sigarasını söndürüp ayağa kalktı. "Bir daha olmasın Ayşıl, bu sefer sana karşılık veremeyecek üç beş salaktı ama bir sonrakinde aynısı olmayabilir." Omuz silktim. "Dövebiliyorlarsa dövsünler, sorun değil. Ben kendimi koruyabilirim." Kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı. "Kendini koruyamazsın, demiyorum. Bir daha olmasın, diyorum. Tamam mı?" Bilmiyorum der gibi dudaklarımı büzdüm. "Söz veremiyorum. Damarıma basmazlarsa ben kimseye karışmam." Parmaklarını beline yerleştirip bana tepeden baktı. "Sınıyor musun sen beni Ayşıl?" Ne sınayacağım seni ben?

Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde bağladım. "Eğer ileri geri konuşan birisi daha çıkarsa döverim," dedim. Güldü ama sinirli bir gülüştü. Ellerini yanaklarıma koydu. "Döv Ayşıl. Ama bu sefer ağızlarını burunlarını da kır. Kırılmadık bir yerleri kalmasın kızım, tamam mı?"

Soğuk parmakları yanaklarıma değdiğinde bedenimi ele geçiren ürperti yüzünden neredeyse kollarına bayılacaktım.

"Döverim," dedim.

"Hasbinallah." Geri çekildiğinde ikimizde birbirimize sinirle bakıyorduk.

"Abi, annem çağırıyor sizi." Beren mutfak kapısının oradan seslendiğinde Demir eliyle yolu gösterdi. Sinirle arkamı dönüp ayağımdaki terlikleri yere vura vura önünde yürümeye başladım.

"Yer elması."

Sinirle arkamı dönüp yüzüne baktım. "Kaçak kat."

Çatılı kaşları havalandığında bana şaşkınlıkla baktı. Ardından başını geriye atarak kahkaha attı. Çok sinir bozucu gülüyordu. Zaten boş bulunup çocuk gibi laf söylemiştim, daha da sinirlerimi bozmuştu.

Dişlerimi sıkarak onu arkamda bırakıp içeriye girdim. Çıkmadan önce üstüme aldığım şalı koltuğun kol yaslama yerine bırakıp oturdum.

"Sütlaç sevdiğini söylemişti Beren, ben de sütlaç yaptım sana." Sehpanın üstünde duran sütlaca bakıp gülümsedim. "Severim, en sevdiğim sütlü tatlı." Babamın en sevdiği sütlü tatlı.

Başımı kaldırdığımda Ahmet beyin bana düşünceli bir şekilde baktığını gördüğümde tebessüm ettim, aynı şekilde bana gülümsediğinde iç çekti ve elindeki sütlacı kaşıkla sıkıntıyla karıştırdı.

"Afiyet olsun kızım." Nermin teyzeye gülümseyip sütlaçtan kaşıklayıp yedim. Gözlerim fal taşı gibi açılırken Nermin teyzeye baktım. Bu nasıl bir şey be!

"Anne beğendi," dedi Beren hafifçe gülerek. "Beğendim mi?" Dedim şaşkınlıkla. "Bayıldım, bayıldım! Beğenmek az kalır."

"Sen ye onu, ben bir tane daha getiririm sana." Utanmazlık edip üçüncü, dördüncü tabağı bile yiyebilirdim.

Bir kaşık daha aldığımda içeriye gülerek giren Demir'i gördüm. Anında gözlerim kısılırken ona yan yan bakıyordum. Beni gördüğünde tekrardan hafif sesli bir şekilde gülüp Beren'in yanına oturdu ve kolonu kardeşinin omuzuna attı.

"Hayırdır oğlum, ne bu neşe?" Annesi oğlunun mutlu olmasından memnun olarak ona bakarken Demir bakışlarını kısaca bana dokundurdu. "Kaçak katlara gülüyorum anne."

"Kaçak kat mı?" Boğazımda kalan pirinçle öksürmeye başladığımda Beren sırtıma düşmanmışım gibi vurmaya başladı. Canımın acısıyla öksürerek geriye çekilip Beren'e baktım. "Düşmanın mıyım Beren?" Boğazımı temizleyip derin bir nefes aldığımda kaşlarını teessüf eder gibi kaldırdı. "Yardım ediyorum işte kızım." Sırtını abisinin göğsüne yasladı. "Daha çok ciğerimi söküyormuşsun gibime geldi."

Önümdeki sehpadan su alıp yudumladığımda Ahmet bey ellerini dizlerine vurarak ayağa kalktı. "Yaşlılığın altın kuralı erken yatmaktır."

"İyi geceler Ahmet bey," Bana baktığında gülümsedi. "Kızım, amca mı dersin, dayı mı dersin, abi mi dersin bilemem ama şu beyi ortadan kaldıralım," dediğinde aynı şekilde gülümsedim. "İyi geceler Ahmet amca," diye düzelttiğimde elini omuzuma koyup sıktı. "İyi geceler kızım."

Nermin teyze de iyi geceler dileyip yanımızdan kalıp gittiğinde Beren, ben ve Demir kalmıştık. Onların ikisi karşı koltukta otururken ben tek başıma bir koltukta oturuyordum.

"Hadi film izleyelim!" Beren ellerini birbirine vurarak bir abisine bir bana baktı. "Beren, saçma sapan filmler açıyorsun, hiç çekememem onları kızım." Demir kolunu kardeşinin omuzundan çekti.

"Ya hadi ya. Bak uzun zamandır beraber izlemiyoruz. Zaten saat daha çok erken. Ne olur abi." Beren abisinin kolunu tutup yanağını yasladı. "Ne olur." Her harfi uzatarak söylüyordu.

"Dikkatimi çekmezse kalkar giderim." Beren gülerek başını salladı. "Tamam! Kabul! Korku filmi açayım eğlenceli olur." Demir bana baktı. "Sen korkar mısın?" Başımı salladım. "Yok, ben korkmam. Zaten sürekli korku filmi izliyoruz Beren'le."

"Süper! Ben hemen çerez falan hazırlayayım sonra açarız. Işıkları da kapatalım ama." Ayağa kalkıp korkunç çıkardığını sandığı sesiyle bana yaklaştı. "Daha çok korkarız," dediğinde gülerek ayaklarımı koltukta kendime çektim. "Senden ala korkuncu mu var? Hayatıma sen girdiğinden beri korku filminin başrolüyüm ben," dedim. Beren üzgün üzgün bana baktı. "Çok kötüsün ya." Gözlerini kıstı. "Sen görürsün. Bak ben sana ne yapacağım."

Gözden kaybolup mutfağa girdikten on dakika sonra elinde tabaklarla geri döndü. Her birimizin önüne tabakları koyduktan sonra mutfağa geri gidip üç bardak ve kolayla koşarak bize yaklaştı.

Demir bardaklara kolayı doldurduktan sonra bir tanesini önümdeki sehpaya bırakıp ışıkları kapattı. Beren izleyeceğimiz filmi açtığında gülen suratım soldu.

Korku filmlerini severdim, korkmazdım fakat Türk filmi olmadıkları müddetçe. Ben Siccin'nin ilk saniyesinde 'kapatın' diye çığlık atmış insanım, bu bana yapılır mıydı?

Beren'le korku filmi izlediğimiz zamanlarda Türk filmi olmasın diye altını çizerek söylerdim, şu an yapmasının tek bir nedeni vardı; intikam. Bilerek yapıyordu. Ruhumu teslim ederdim film bitmeden. Karanlıktan korkmazdım, hatta ben sevdiklerime zarar gelmesinin haricinde hiçbir şeyden korkmazdım. Tek başıma gecenin bir vakti dağın başında, ormanda, ıssız bir evde belki de, ama söz konusu görünmeyen varlıkları içeren bir şeyse arkama bakmadan kaçardım. Bağlasalar durmam.

Beren'e baktığımda sırıtıyordu. Film henüz başlamamıştı o yüzden kaş göz yaparak değiştirmesini istediğimde omuz silkti.

"Dabbe Cin Çarpmasını mı izleyeceğiz, Beren?" Dişlerimin arasından konuştum. "Hıı," dediğinde ona uçan kafa atmak istedim.

"Ya," dedim, "Ben buradan tam göremiyorum Beren, yanına geleyim." Kucağımda yastıkla koşar adımla yanına geçtiğimde bu sefer o kalkmıştı. Benim kalktığım koltuğa geçip sırtını kol yaslama yerine yasladı. "Ben burada durayım sen orada izle." Gözüm sinirden seğirirken televizyona baktım. Başlatma tuşuna bastığında nefesimi tuttum. Tek istediğim film başlar başlamaz çığlık

Kucağımdaki yastığı sıktım. Allah'ım sen büyüksün. Bismillah, bismillah, bismillah. Gerçek değil. Film bu, korkalım diye.

Filmin ilk bir saatini bildiğim tüm duaları okuyarak geçirmiştim. Demir'e yan gözle baktığımda koltukta yayılarak oturduğunu gördüm. Bacaklarını yayarak açmış kafasını da koltuğun arkasına yaslamıştı. Yüzünde tek bir mimik oynamazken Beren'in çığlıyla yerimden sıçrayıp çaktırmadan Demir'e yaklaştım.

"Allah'ım, bismillah o ne?" Beren korkuyla koynundaki yastığa sarıldı.

Demir'in dudaklarında belli belirsiz bir gülüş vardı. Oturuşunu düzeltip dik bir pozisyona geçtiğinde benden tarafta olan kolunu koltuğun sırt dayama bölgesine koydu.

Yarısında gözlerim açık, yarısında da kapalı bir şekilde filmin sonuna yaklaşırken Beren benden önce davranıp abisinin neredeyse kucağına çıkıp ağlayarak filmi kapatmasını istemişti. O yüzden şimdi Beren abisine ahtapot gibi sarılmışken merdivenlerden yukarı çıkıyorduk. Arkada kalanın ben olduğumdan götüm götüm ilerliyordum.

Telefondan saati kontrol ettiğimde gece yarısını geçtiğini gördüm. Benim için hazırlanan misafir odasındaydım ve film yüzünden uyuyamıyordum. En son bu şekilde bir film izlediğimde bir ay boyunca etkisinden çıkamamıştım, sürekli beni izleyen bir şeylerin olduğunu düşünüp huzursuz olmuştum. Korkudan lambayı kapatmazken yerimden kalkamıyordum. Sigara içmeyi çok istiyordum ama odadan çıkıp o karanlık merdiveni inip sonra mutfağa gidip oradan da bahçeye çıkmaya bir tarafım yemezdi.

Pencereyi açıp içsem mi diye düşünürken iyice sıkılmıştım. Çokta yüksek değildi aslında, buradan atlayıp içerdim ama tırmanamazdım. Sıkıntıyla üstümdeki yorganı kaldırıp yataktan kalkıp yorganı kapattım. Aşağı inemeyecektim kendime sigara diye eziyet etmeye gerek yoktu. Yatağa gireceğim sırada bedenimde bir huzursuzluk hissettim, izlenme hissi beni yeniden sarmaladığında neredeyse kendimi boğacaktım.

Soğuk olsa da en azından ses gelmesi için pencereyi açıp yatağa geçtim. Başımı yastığa koyup yorganı kafama kadar korkudan çekerken gözlerimi sıkıca kapattım. Bana hep Ayetel Kürsi'yi öğren demişlerdi de ben üşenip ertelemiştim. Allah'ım öğreneceğim vallahi, ne olur uyuyayım ya.

Cama tıklanma sesi gelince gözlerimi daha da kapattım. Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ım bismillah... Tekrar bir ses geldiğinde tüm cesaretimi toplayıp yorganı kafamdan çekip odaya bakındım. Hiçbir şey olmadığını görünce dualar ederek cama doğru yürüdüm. Bakmadan içim rahat etmeyecekti, biliyordum.

Korku filmlerinde de böyle olmuyor muydu zaten? Ses gelir ve birisi bakmaya gider sonra bam! Bir yerden bir şeyler çıkar. İnşallah katil falandır da beni öldürmeye gelmiştir. Yeter ki görebildiğim bir şey olsun.

Kafamı camdan dışarı çıkarıp etrafı tedirginlikle izledim. Sigara içtiğim çardak tarafına bakan taraftaydım o yüzden biraz karanlık gibiydi, sokak lambalarının aydınlatmadığı tarafta kalıyordu ve bahçe ışıklandırması kapalıydı. İleride gölge tarzında bir şey görür gibi olduğumda gözlerimi kıstım. "Bismillahirrhmanirrahim. Nesin sen?" Korkudan gözlerimi kapatmak istedim fakat birden köşeden bağırarak çıkan bir şeyle çığlık atarak olduğum yere çöktüm.

Camın dibine çökerek ellerimi yüzüme kapattığımda korkudan hareket edemiyordum. Saniyeler sonra kapı açılıp kapandığında tekrardan çığlık atarak yatağın köşesine sığındım.

"Ayşıl benim sakin ol." O muydu? Beni o mu korkutmuştu?

Bir yanım rahatlarken diğer yanım kızgınlıkla doldu. "Aptal mısın, niye korkutuyorsun?" diye omuzuna vurduğum. Gözlerinde elle tutulur endişe, dudaklarında da tatlı bir tebessüm vardı. "Özür dilerim. Tamam, gel buraya." Beni kendine çektiğinde başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı okşamaya başladı. "Ya kalp krizi geçirip ölseydim?" Abartmakta üstüme yoktu ama kalbime iniyordu neredeyse.

Yanağım göğsüne yaslıydı ve ben koluna sarılmıştım. "Ölseydim görerdin." Hafifçe güldüğünde göğsü titredi. "Bak gülüyor ya." Saçlarımı yavaşça okşarken, "Bu kadar korkacağını düşünmemiştim," diye saçlarıma doğru fısıldadı. Hiçbir şey demeden kollarında sakinleşmeyi bekledim. Hala saçlarımı okşuyor ağlamamın dinmesini bekliyordu.

"Tamam, korkma artık. Yapma." Sesindeki şefkat beni daha da ağlatıyordu. Beni kendinden uzaklaştırdığında avuçlarını yanaklarıma koyup yanaklarımı sildi. "Ne korkak yavru kurt çıktın sen." Koluna vurdum sinirle. "Ben görmediğim şeylerden korkarım. Hem sen beni neden korkutuyorsun?" Sesim çatallı çıksa da kendimi biraz toparlamıştım.

"Sigara içiyordum, baktım dışarıyı korka korka izliyorsun sesleneyim dedim de sen beni duyar duymaz çığlık atmaya başladın. Bilerek korkutmadım." Gözlerime baktığında hafifçe yanağımı okşadı. "Nasıl geldiğimi bilemedim kızım, öyle bağırılır mı?" Burnumu çekip dudaklarımı büzdüm. "Ne bileyim, ağaçların orada bir şey gördüm sandım, ona bakayım derken sen çıktın birden. Sen olduğunu bile anlamadım."

"Sigara içmek istiyorum ben," dedim kendimi toparladığımda. Çöktüğü yerden kalktığında elini bana uzattı. Elini tutarak kalktığımda ağlamalarım dinmişti. Boğazımı temizleyip Beren'in bana uyurken giymem için verdiği kazağı düzelttim.

Odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğimizde bir adım bile sayılmayacak kadar gerisinde ilerliyordum. Arkadan ayağına bastığımda omuzunun ardından bana bakıp güldü. "Gel buraya, yoksa beraber merdivenlerden yuvarlanacağız." Kolunu omuzuma atıp kendine çektiğinde itiraz etmeden ona sokuldum.

Merdivenlerden inerken yandan ona baktığımda hala sırıtıyordu. "Gülme, kafa atarım." Çok yüksek sesli olmayacak şekilde güldüğünde yumruk yaptığım elimi karnına vurdum. "Baaak," dedi harfleri uzatarak. "Giderim." Benden uzaklaştığında izin vermeyip daha fazla yaklaştım. "Tamam tamam, gitme," dedim endişeyle. "Aferin." Kolunu tekrardan omuzuma sardı. Her ne kadar onu tekme tokat dövme isteğim olsa da şu an elim kolum bağlıydı.

Bahçeye çıkmadan önce üstüme koltuğa bıraktığım şalı alıp omuzlarıma sardım. Çardağa geldiğimizde bir köşeye oturup yüzüne baktım. "Ben biraz otlakçı olacağım ama.. sigaramı getirmeyi unuttum." Çardağın tam ortasında olan büyük masanın üstünden paketi alıp içinden ikimize de sigara sigara çıkarttı. Sigaramı yaktıktan sonra kendi sigarasını da yakıp yanıma oturdu.

Yandan yüzüne baktığımda yorgun görünüyordu. Sabah arabada uyumadığını söylemişti, eğer şimdi de hiç uyumamış olduğunu sayarsak neredeyse iki gündür uykusuzdu.

"Neden uyumadın?" Bakışlarını bana çevirmeden başını arkaya attı ve gözlerini kapattı. "Uyku tutmadı," dedi yorgun bir şekilde. "Uykun var," dedim. "Yalan söyleme. Başka bir nedenden dolayı uyumuyorsun." Başını kaldırıp bana baktığında dirseklerini sırtını yasladığı banka koydu. "Doğru, uykum var. Kendi evimden başka bir yerde uyuyamıyorum." Kaşlarımı çatıp bedenimi ona döndürdüm. "Neden?" Sigarasından içerken bana bakmaya devam ediyordu. "Meraklı mısın sen?" Başımı onu onaylayarak salladım. "Evet." Güldüğünde fark ettiğim detayla kaşlarım havalandı. Belirsiz bir gamzesi vardı. Ona tatlı bir hava katıyordu.

"Mesleki deformasyon, diyelim." Başımı omuzuma doğru yatırdım. "Nasıl yani? Üniformayla mı yatıyorsun, yoksa silahın olmadan yatamıyor musun?" Düşünmek için başka yöne baktım. "Ya da.. her an hazır ol pozisyonuna geçecek şekilde mi yatıyorsun?" Dudaklarımı ne bileyim der gibi büzdüm. "Nasıl bir deformasyon?"

"Silahım olmadan yatmadığım doğru. Hatta onu yanımdan hiç ayırmam ama benim bahsettiğim başka bir şey." Göz kırptığında hiç içmediğim sigaranın külünü döküp derin bir nefes çektim. "Silahını hep yanında mı taşıyorsun?" Başını salladı.

"Şu an bile mi?"

"Şu an bile."

Düşünceli bir şekilde ona baktım. "Ama şu an kendi evindesin, neden taşıyorsun ki?" Derin bir nefes alıp sigarasını söndürdü ve yaslandığı yerden doğrulup masanın üstündeki paketine uzandı. "Kendi evim, hatta kendi yatağımda bile olsam yanımdan ayırmam, Yavru Kurt."

Doğrulduğu anda dakikalar önce camdan dışarıya baktığımda bir şey gördüğümü sandığım yere gözüm çarptı. Orada bir hareketlilik görünce kalbim endişeyle çarpmaya başladı.

"Sana pencereden bakarken bir şey gördüğümü söylemiştim," dedim tereddütle. Hala o noktaya bakıyordum.

"Evet?"

"Sanırım orada gerçekten birisi var..."

Demir'in başı hızlıca bana döndüğün yavaşça ayağa kalktım. Baktığım yere baktığında oda benimle birlikte kalkmıştı. Kolumdan tutarak beni arkasına aldı.

"Eve geç Ayşıl."

Bölüm : 29.08.2025 18:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...