
Henüz karakterlerim için birilerini bulamadım, içime sinen kimse olmadı ama sizler için onların gözünü tam anlamanız için birkaç fotoğraf hazırladım!!

Benim güzeller güzeli kızım Ayşıl'ın gözleri yeşil. Ormanları gözlerinde barındıran bebeğim.

Bu da çölleri gözlerinde saklayan sevgili Demir'imizin gözleri.
Bir de... bir de... Yıldıza basmayı unutmayalım olur mu? Wattpad kapalı olduğu için yorum yapamıyorsunuz ama en azından yıldıza basmadan geçmeyelim. Ve lütfen okumaya devam edin. Sizleri şok edecek olaylar bekliyor.
Herkesin içinde saklı, keşfedilmeyi bekleyen bir başka benlik vardır. Kimimiz bu gizemli yanımızla tanışmış, kimimiz ise onun varlığından bile habersiz bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. Bazen aniden ortaya çıktığını düşündüğümüz olumsuz duygular, aslında bu gizli benliğin bizden sakladığı hisleri kendi başına deneyimlemesinden kaynaklanır. Saatlerce oturup bizi huzursuz eden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırız. Oysa cevap düşündüğümüz kadar uzak değildir; tam da içimizdedir. İç dünyamıza, derinliklerimize bakmayı öğrenmemiz gerekirken, çoğu zaman bu yüzleşmeden kaçmayı ve arkamıza bile bakmadan uzaklaşmayı tercih ederiz. Ancak gerçek huzur, bu derinliklere cesaretle bakmayı başardığımızda ortaya çıkar.
Ben o benliğimi önce fark ettim, sonrasında yalanlarla uyutmayı tercih ettim. Ondan kaçamayacağımı biliyordum bu yüzden onu ölüm uykusuna yatırmıştım. Kimsenin ve hatta kendimin bile onu uyandırmayacağına kendimi inandırdım ya da avuttum.
Bu adam, o benliği uyandırdığını bilmeden nasıl ormanlarımda dolaşmaya cesaret edebiliyordu? Küçük kızım, ormanın en derinliklerinde, hayat ağacının köklerinde huzurla uyuyordu bugüne dek. Ona nasıl ulaşmayı başarmıştı?
"Yağmur ormanlarında yağmur hiç dinmez, belki de ondandır." Aslında nasıl bir cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. "Neden gözlerinde yağmur ormanlarını barındırıyorsun?"
O benim ormanlarıma ayak bastığında ben de korkmadan onun çöllerine giriş yaptım. Kuraklık her bir yanı esir almış, her taraf harabeydi. Ama yine de gözleri çok güzeldi.
Gözleri...adeta çöl kumuna batmış gün batımı gibiydi...
"Yaşayabilmek için," dedim, alçak bir sesle. Biten biramı istemsizce masaya sertçe bıraktım; aslında böyle bir hareket yapmak niyetinde değildim, ama elim benden bağımsız hareket edivermişti. Derin bir nefes alıp yerimden kalktım, dolaptan bir bardak alarak masaya geri döndüm. Sessizce bardağı önüne doğru ittirdim. O ise hiç tereddüt etmeden şişeyi eline aldı ve bardağımı viskiyle doldurmaya başladı.
"Yaşamak için sağanağa ihtiyacın yok, Yavru Kurt. Onlarsız da yaşayabilirsin." Dudaklarımda kendini beğenmiş bir gülüşün oluşmasına engel olmadım. Daha fazla konunun üzerimde durmasını istemediğim için sessiz kaldım.
"Sen? Senin çöllerin neden kurak?" Doldurduğu bardağı önüme ittikten sonra arkasına yaslanıp yayıldı. Başını omuzuna eğerek yine aynı şeyi yaptı, kızımı bulabilmek için ormanlarımda dolandı.
"Benim çöllerim senin ormanlarının aksine yağmuru hiç görmedi." Elma suyu gibi duran viskiyi elime alarak tek içişte bitirdim. Boğazımı yakan sıvıyla yüzüm buruşurken gözlerimi kapattım. Galiba kusacağım. Boş bardağı tekrar önüne ittim, zaten yarım doldurmuştu. Ya da zaten doldurulması gereken ölçü buydu. Her neyse. O ise hiç itiraz etmeden yeniden doldurdu.
"Şanslısın," dedim. "Çöllerin şanslıymış." Alaylı bir şekilde güldü. "Yağmuru görmedi ama ateş yalnız bırakmadı, hep benimleydi." Bakışlarım yavaşça yüzüne tırmandı. "Hangisi daha kötü sence?" Derin bir nefes aldım. "Sürekli yanmak mı yoksa, yağmurun altında boğulmak mı?"
"İkisi de." Dakikalardır dokunmadığı bardağının kafasına dikti. "Fakat," dedi, boş bardağını masaya bırakırken, "Yağmurun ateşe ihtiyacı olduğu hiç görülmedi."
Zamanın durduğunu hissetmenin nasıl bir şey olduğunu şu an anlıyordum. Gözlerimiz uzun süre birbirinden ayrılmadan öylece bekledik, konuşmadık. Belki de ne söyleyeceğimizi bilmediğimizdendi, bilmiyorum.
"Bölüyorum ama, belki bilmek istersiniz; yalnız değilsiniz, ben içeride sizi bekliyorum," diyerek bakışmamızı bölen, aralık olan mutfak kapının arasında bakıyordu. Beren'e baktım. "Şuraya bak, bensiz orta-" Mutfağa girdiği an yüzünü buruşturup burnunu kapattı. "Bu ne be? Baca borusu gibi tütmüşsünüz." Pencereyi açtığı gibi içeriye dolan temiz havayla kendime geldim.
Beren başımıza dikildiğinde hala burnunu kapalı tutuyordu. "Ben de içeride sizi bekliyorum geleceksiniz diye. Beni istemiyorsanız söyleyin de ona göre gideyim," dedi burnunu kapattığı için çıkan boğuk sesiyle. "Telefondan başını kaldırıp etrafa bir bakınsaydın bize eşlik ederdin," dedi Demir. Kardeşini seviyordu ama çokta laf sokuyordu yahu... Ardından çenesiyle Beren'in elindeki telefonu işaret edip hayırdır der gibi göz kırptı. Beren telefonu arka cebine koydu alelacele. Kesin buraya gelirken havaalanında tanıştığı çocukla konuşuyordu.
"Ne alakası var ya? Neyse ya, siz oturun şeyapın, ben içerideyim," diyerek mutfaktan koşarcasına çıktı. Kendimi tutamayıp güldüğümde kardeşinin arkasından bakan Demir hızlıca bana döndü. Boğazımı temizleyip gülüşümü yüzümden sildim.
"Neye gülüyorsun?"
"Ben mi?"
"Sen."
"Ne güleceğim ya, aaa," diyerek önümdeki viski bardağını alarak sandalyeden kalktım. "Neye güleyim, gülmüyorum ben. Hem gülmek yasak mı? Gülerim." Konuşa konuşa -aslında kaça kaça- mutfaktan ayrılıp salona Beren'in yanına koşarak gittim. İçeriye girdiğimde koltukta oturan Beren'i görmemle sessiz sessiz gülmeye başladım.
O da bana katılıp gülmeye başladığında benim aksime o gülüşünü sessiz tutamıyordu. "Bir şey dedi mi?" diye gülmelerinin arasında sessizce sorduğunda başımı salladım. Daha fazla kendimi sıkamayacağımı fark edip kahkaha atmaya başladım ve kendimi koltuğun üstüne bıraktım. Beren'le birbirimizin ağzını kapatırken daha sesli gülmeye başladık. "Sus," dedi zar zor konuşurken.
Salona ellerini arkada birleştirmiş, kaşlarını çatmış bir Demir girdiğinde birden ikimizde suspus olarak önümüze döndük. Suç işlerken yakalanmış çocuk edasıyla önümüze bakıyorduk. "Hayırdır size?" Bunu söylerken kaş göz yapıyordu. Beren alık alık abisine baktı. "Hı abi?" dedi, sanki ne olduğunu bilmiyormuşcasına. Demir sesli bir nefes aldı.
Ağzını açacağı sırada Beren'in kolçağın üstüne koyduğu telefon çalmaya başladı. Demir'in bakışları telefonun ekranına düştüğünde kaşları yavaşça havalandı. "Emre?" dedi sorarcasına. Tam da tahmin ettiğim gibi havaalanındaki çocuktu. Ayak üstü herkesi elden geçirebilecek bir kızdı Beren. O yüzden bu hızlılığına şaşırmıyordum.
"Aç aç," dedi. "Neyi abi?" Ben kendimi gülmemek için sıkarken Demir dilini yanağında dolaştırıp kardeşine baktı. "Beren, aç kızım." Sesi sakin gibi çıksa da pek öyle görünmüyordu kendisi.
Beren el mahkum telefonu açtığında karşıdan "Güzelim," diye gevşek ve sarhoş bir erkek sesi geldi. Yavşak. Demir sinirle gülerken gözlerini kapatıp dilini alt dudağının içinde dolaştırdı.
"Söyle güzelim," diye yavşak Emre'yi sinirle cevapladı Demir.
Birkaç saniyelik sessizlik.
Telefon kapanma sesi.
Beren kendini daha fazla tutamayıp güldüğünde ben alt dudağımı dişleyip Demir'e baktım. Beren'den öğrendiğim kadarıyla Demir aşırı kıskanç bir abiymiş. Çoğu zaman takıldığı erkekler abisinin gazabına uğruyormuş. Sadece gözünün tutmadığı çocuklara karşı böyle tavırlar takındığını söylemişti Beren. Buna rağmen sevgililerini abisiyle tanıştırabiliyor ve onunla onlar hakkında konuşup fikir aldığı oluyormuş. Demir sadece kardeşinin zarar görmesini istemeyen bir abiydi o kadar.
Her ne kadar kıskanç olsa da kardeşinin hayatına müdahale etmeyip gölge gibi peşinden ilerliyormuş. Beren abisi için, 'O benim gölgemi bile koruyan bir adam, akşam vakti olduğunda kendi gölgemden önce onun gölgesini görüyorum,' demişti.
O zamanlar bu söylediği beni etkilemişti. Kardeşinin hayatına müdahale etmeden, sessizce arkasında duruyor ama kardeşine zarar geleceğini fark ettiği an öne atılıp onu arkasında saklıyordu. Benim bir abim yoktu, bu duyguya imrenmeden edememiştim.
Bir an onun için de içimde bir fidan dikmek isteyen kız belirdi gözlerimin önünde, hevesle fidanı dikebileceği güzel bir yer bulmaya çalışıyordu. Yardım etmem için parlayan gözleri beni izliyordu ama elindeki fidanı dikmek için yardım edemezdim ona.
İlk defa karşımdaki güvenli limanı ayrıntılı bir şekilde baktım. Esmer diyebileceğim bir adam değildi ama dağlarda olmanın getirisiyle koyuydu sanırım. Kumral diyebilirdim. Kahverenginin en açık tonlarını barındırıyordu gözlerinde. Burnu kemerliydi fakat sırıtmıyordu, oldukça erkeksi duruyordu. Çene kemiği kendini fazlasıyla belli ediyordu. Kemikli bir yüze sahipti. Fazlasıyla geniş omuzları, yapılı bir vücudu ve üst bedenine oranla daha uzun bacakları olması birçok erkeğin sahip olmak isteyeceği bir vücuda sahipti.
"Sahiden güzelin miyim?" diye gülerek konuştu Beren. "Fesüphanallah." Demir sinirle karşımızdaki koltuğa oturduğunda elimde tuttuğum bardağı dudaklarıma götürdüm.
"Aman abi ya, konuşmayayım mı kimseyle?" Demir sızlanan kardeşine baktı. "Konuş güzelim, konuş abicim. Konuşma mı diyorum sana? Ben sana yavşaklardan uzak dur, diyorum." Dudaklarımdan firar eden kırkırdamaya engel olamazken Beren bana ters ters baktı. "Ne? Çocuk gerçekten sakız gibiydi." Hayır, tam bir yavşak gibiydi.
"Abimin yancısı," dedi gözlerini kısarak. Şaşkınlıkla bedenimi ona çevirip parmağımla kendimi gösterdim. "Ben mi yancıyım? Üstelik abinin? Ne yancısı olacağım ya? Ben kimsenin yancısı falan olmam." Çeneme vuran sevgili çakırlık, seni pistten alalım mı?
"Hıı."
Dişlerimi sıkarak gülümsedim ve mırıldandım. "Sana bir kafa atarım eve uçarsın Beren." Önüme dönerek arkama yaslandım. "Tabii tabii." Saçlarını savurup abisine baktı. "Sen burada mı kalacaksın abi?"
Bu soruyu benim gibi Demir'de beklemiyor olacaktı ki, "Allah aşkına niye burada kalayım bebeğim?" Diyerek cevapladı. Doğru. Neden burada kalsındı bebeği? "Bilmem, sohbetinizi böldüm ya, belki devam etmek istersiniz diye dedim ben." Benim arkadaşım ne kadar da boş yapan bir insanmış meğer.
"Çıkacağım şimdi, Leman'la görüşeceğim." Cümlesiyle bakmaktan kaçındığım gözlerine baktım. "Hemen mi gidiyorsun? Daha karpuz kesecektik abi," dedi Beren.
Demir, çalan telefonunu cebinden çıkarıp kimin aradığına baktıktan sonra meşgule atıp parmaklarını ekranda dolaştırdı. Sanırım mesaj yazıyordu. Leman'a mı yazıyordu acaba?
Ayağa kalktığında çıkışa doğru yürüyüp portmantodan montunu aldı. Biz de onunla birlikte kalkıp aramızda dört adım mesafe olacak şekilde durduk. "Bir şey eksik olur, bir şeye ihtiyacınız olur, ne bileyim, kafanız eser hadi bir gezelim, dersiniz." Montunu giyerek konuşuyordu. "Aşağıda Hakan ve Abdullah var, ona göre."
Çoğul konuşuyor olsa da daha çok kardeşine ithafen söylüyor gibiydi. Benim bilmediğim dilde bakıştırlar bir süreden sonra ve Beren başını salladı. "Tamam abi."
Demir montunun yakalarını kaldırdığında birkaç saniye yüzüme baktı ve tekrardan kardeşine döndü. O sırada siyah postallarını giyiyordu. Acaba simsiyah giyindiğinde karanlıkta görünüyor muydu?
"Uyumadan önce haber verin. Arada ararım sizi, aklım kalmasın." Beren aldığı komutla başını tekrardan salladı. Demir deri eldivenlerini ellerine geçirdiğinde uzun ve kalın parmaklarını artık göremiyordum. "Güzel. Dikkat edin."
"Sen de dikkat et," diye mırıldandım.
Durdu ve yüzüme baktı.
"Eyvallah."
Birbirimize karşılıklı tek kelimelik cevaplar verdikten sonra Demir evden çıkıp gitmişti. Boğazımı temizleyip arkamı döndüm ve koltuğa oturdum. Nerede olduğunu bilmediğim telefonu aramakla uğraşmak yerine Beren'in telefonundan saate baktım. 22:48
Beren kısa süreliğine ortadan kaybolduktan sonra yeniden salona döndüğünde elinde iki şarap şişesi ve bardaklar vardı. Onları ahşap yemek masasının üstüne koyduğunda iki kız kalmanın şerefine değişik dansımla koltuğun üstüne çıkıp kollarımı havaya kaldırdım ve yavaş çekimde oynamaya başladım.
"Dıptıs dıptıs."
Beren bana ağzıyla müzik yaparak şarapları doldururken, çalgısız oynar bizim ayıların beden bulmuş hali olmaktan son anda kurtulmuştum.
Dakikalar birbirini kovaladı derken Beren ağzıyla şarkı yapmaktan sıkılmış olacak ki eğlenceli bir şarkı açarak bardağı elime vermek için yanıma geldi. Elinden bardağı aldığımda birbirimize bakarak dolu şarap bardağını -aslında su bardağıydı- kafamıza diktik.
"Hoppala!"
"Heyt be!"
İkimiz aynı anda konuşup farklı kelimeler söylediğimizde gülerek dans etmeye devam ettik. O yerde ben ise koltukta kollarımı kaldırmış dans ediyorduk.
"O BENİ PRENSES PERİ SANIYO. NE HATA YAPSAM GERİ SARIYO. MİTOLOJİDEN BİRİ SANIYO."
Nil Karaibrahimgil'den Peri şarkısını beraber bağırarak söyleme başladık. İyi hissetmek için kaçış noktamız her zaman müzik olurdu. Onu tanıdığım beş ay kadar bile olmayan süre zarfında benim gibi müziğe deli bir kız olduğunu fark etmiştim. Yakınlaşmamıza sebep olan da buydu zaten.
Bir gün kütüphanede, kitap raflarının arasında oturuyorken elime öylesine aldığım bir kitapla bakıştığım sırada "Bir kitap bir insana en fazla ne yapmış olabilir ki?" demişti fısıltıyla yanıma yere çökerken. Ne dediğini anlamamıştım çünkü kafam o an yerinde değildi ve kafamın içindeki binlerce kurdun sesini dinlemekle meşguldüm. "Dövecek gibi bakıyorsun kitaba. Asıldıysa söyle de benim kitapları çağırayım." O an söylediği şey bana komik geldiği için sessizce gülmüştüm. Ardından kulaklığının tekini bana uzatmıştı hiçbir şey demeden. Gülümseyerek bana bakıyordu. Kıramadım. Onun gülümsemesiyle kafamın içinde uluyan kurtların sesi dinmişti sanki. Onlarda şaşkındı, bir yabancı tarafından fark edilebileceğimizi düşünmemişlerdi. Elinden kulaklığı alıp taktığımda tahminen yanıma gelmeden önce kapattığı müziği tekrardan başlatmıştı. İkimizde sessizce başımızı rafa yaslayıp yan yana müziği dinlemeye başlamıştık. Saatlerce aynı müziği hiç kıpırdamadan dinlemiştik, bedenimiz orada olsa da aklımız orada değildi, ruhlarımız ise birbiriyle tanışmaya başlamıştı.
Yine aynı o zamandaki gibi çalan şarkıyı dakikalarca dinlemeye devam ettik, tek fark bu sefer eşlik ediyorduk. Elimize doldurmaktan sıkıldığımız için şarap şişelerini almıştık.
En sonunda kendimizi koltuğa gülerek attığımızda şarkı son bulmuştu. Birdenbire çalan melankolik bir şarkıyla uzak durduğumuz düşünceler beynimizi ele geçirdi. İki beden ve tek ruhtuk biz. Canımdı, kız kardeşimdi, her şeyimdi o benim.
Her ne kadar ona bakmasam da ağlamaya başladığını hissediyordum. Başımı en sonunda ona çevirdiğimde elindeki içi boş olan şişeyi kafasına dikti. Tek bir dahi damla gelmediğinde yüzünü buruşturup yere koydu.
"Çok korktum," dedi dakikalar sonra. "O kadar çok korktum ki uyurken beni rahat bırakmıyorlar." Sadece onu izliyor ve acı çekişini izliyordum. "Sana bir şey olacak diye çok korktum," dedi sesli sesli ağlamaya başladığında. "Arkama bile bakmadan koştum," dedi burnunu çekerken. "Beni yakalamasınlar diye nereye gittiğimi bilmeden koştum. Ama.. bana bir şey olacak diye değil, seni kurtaramam diye. Yemin ederim.. Kendim için değil. Yemin ederim Ayşıl." Ela gözlerini yüzüme dikti alt dudağını sarkıtırken. "Seni bıraktım diye kızdın mı bana? Çünkü sen beni bırakmazdın, biliyorum. Sırtına alır götürürdün beni oradan ama yine de bırakmazdın.."
Gülümsedim sadece ve başımı iki yana salladım. "Bırakmazdım," dedim. "Ama sana kızmadım. Eğer kalsaydın çok kızardım. Sen beni bırakmadın ki, kurtarmak için gittin. Sen gitmeseydin eğer şu an burada olamazdık. İyi ki gittin. Beni kurtardığın için teşekkür ederim." Gözlerini kapatıp çocuk gibi daha da sesli ağlamaya başladığında burnumu çektim ve onu kendime çekerek sarıldım.
"Her gece rüyamda seni kurtaramadığımı görüyorum," dedi ağlamaya devam ederken. "Ama kurtardın." Dilimden hangi kelimeler dökülürse dökülsün, onu uykusunda bile rahat bırakmayan suçluluğu asla üstünden atamayacaktı. "Beren, bak ben de ağlarım," dedim. İçli içli burnu çektiğinde başını omuzuma koydu. "Tamam," dedi, "Ağlamıyorum." Bunu derken ağlamaya devam etmesi beni istemsizce güldürmüştü.
"Ya kızım, ağlamasana. Bak ben gelemem böyle ağlak insanlara."
"Aman ya. İki dakika ağlatmıyorsun." Sitemle geri çekildiğinde gözlerimi kapatıp onu taklit ederek ağlamaya başladım. "Ağğağağa" Deyim yerindeyse böğürerek onu taklidini yaptığımda gülüş sesini duyduğumda tek gözümü açıp yandan ona baktım. "Ağağağağa" Gözlerini gülerek silip toparlanmaya çalıştı.
Ben de güldüğümde onu kendime tekrar çekip sıkıca sarıldım. "Ayrıca Beren," Onu kendimden uzaklaştırdım yüzüne daha net bakabilmek için. "Ben öyle hemen ölebilecek birisi miyim? Alındım," dedim. "Gücendim." Güldü. "Neden öyle dediniz anfendiğ?" Yaptığı ağıza kahkaha attım. Beren'de benim gibi kahkaha attığında içim bir nebzede olsa rahatlamıştı, onu öyle ağlarken görmek beni çaresiz hissettiriyordu. En son babam öldüğünde öyle hissetmiştim.
Hayır, bir olay daha var, dedi, beynim.
Onu umursamadım. Daha önceden de yaptığım gibi onu, o konu hakkındaki söylemlerini görmezden gelmeyi tercih ettim.
"Sen korktun mu?"
Korktum mu? "Korktun tabii, bendeki de soru işte." Ağlamasa bile yine de hüzünlüydü. "Yani.. korkmadım desem yalan olur, korktum. Ama dediğim gibi, kurtulacağımdan emindim o yüzden korktuğum kadar da rahattım. Ayrıca o an tek istediğim senin yolunu kaybetmeden, onlar seni yakalanmadan kaçmış olmandı." Derin bir nefes aldım. Her ne kadar sessiz kalmak istesem de bu konuyu onunla konuşup bir daha da açmak istemiyordum. Üzülsün istemiyorum.
"Beren, sıradan bir şey değildi bu, değil mi?" Bakışlarımı temkinli bir şekilde suratında dolaştırdım. "Başka bir şey var." Yüz ifadesi tamamen bunu söylüyordu. Bakışlarını hızlıca kaçırdığında gözlerimle birlikte dudaklarım şaşkınlıktan aralanmıştı. "Bu.. sizinle ilgili bir şey.."
Tabi ya. Yoksa neden sıradan iki kızı alışveriş merkezinin otoparkında kaçırsınlardı ki? Sıradan, öylesine iki kızı?
"Ayşıl, bunu sana söyleyemem ama.. korkma, tamam mı? Ailem bununla ilgileniyor. Gerçekten. Çok özür dilerim bizim yüzümüzden bunu yaşadığın için." Elimi kaldırıp susması için durdurdum. Düşünmem gerekiyordu.
Gözlerim direkt karşımdaki kızı buldu, bana endişeyle bakıyordu. "Sen daha önce böyle bir şey yaşadın mı?" Ne olursun yaşamadığını söyle. "Hayır.. Ayşıl.." Başımı iki yana salladım. Ne yani ben sırf Beren'in yanında olduğum için mi kaçırılmıştım? Nasıl amına koyayım ya?
Kafamın içindeki kurtların bile dilleri lal olmuştu. Hızlıca ayağa kalkıp odanın içinde bir elim belimde diğer elimin parmakları ise alt dudağımı üzerinde oyalanırken volta atıyordum.
Böyle olmamalıydı. Bu yüzden kaçırılmış olamazdım, çok.. saçmaydı. Saçma olması gerekiyordu. Siktir. Siktir. Siktir. Koca bir HASSİKTİR.
Duraksadım.
Bana endişeyle bakan Şeker Portakalı'na baktım. Korktuğumu düşünüyordu ve haklıydı; ben delicesine korkuyordum amına koyayım.
"Kimsiniz siz?" dedim düşüncelerime cevap bulamazken. "Kim senin ailen Beren?" Gözlerinden boncuklar akmaya başladı yeniden. "Bak sana söylememem gerekiyordu. Hayır. İma dahi etmemem gerekiyordu bunu. Anlamaman gerekiyordu. Ne olursun. Bak yalvarıyorum hiçbir şey sorma, söyleyemem," dedi yalvarırcasına. Birden yerinden kalkıp önümde diz çöktü. Gözlerim kocaman açılırken kollarım boşluğa sallandı.
"Yalvarırım hiçbir şey bilmiyormuş gibi davran. Bir şeyleri fark ettiğini anlamasın abim, yalvarırım. Çok zor durumda kalır." Ayaklarıma kapanmak üzereydi ve ben şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmeden ona bakıyordum. "Abimi zor durumda bırakma, yalvarırım."
Daha fazla bu görüntüye dayanamayarak diz çöktüm ve onunla aynı pozisyonu aldım. "Ben bir şey bilmiyorum," dedim şaşkınlıktan aklım durmuşken. "Tamam, ağlama.. Ben.. hiçbir şey bilmiyorum." Bilmiyordum. "Hiçbir şey fark etmedim," dedim fısıldayarak.
Başını önüne eğmiş hıçkırarak ağlamasını daha fazla kaldıramazdım o yüzden onu kollarından tutarak kendime doğru çektim ve kollarımı beline sardım. "Sen ağlayınca ben çaresiz hissediyorum, Şeker Portakalı." Kollarını boynuma dolayıp ağlamaya devam ettiğinde gözlerimi kapattım. "Ve ben çaresizlikle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum.. Beni çaresiz bırakma, ne olursun.." Her şeyi yap ama beni çaresiz bırakma, Şeker Portakalı. Canımı al, ama onu yapma. Çünkü ben çaresiz kaldığımda güçsüzleşiyorum. Ve, Şeker Portakalı, ben güçsüzleşmek istemiyorum.
Beren'in ağlamalarını dindiremeyeceğimi fark ettiğimde onu kalacağım odaya götürüp yatağa yatırmış ve neredeyse gece yarısını geçene kadar onunla yatmış saçlarını okşayarak uyutmaya çalışmıştım. Şimdi de salondaki koltukta, elimde Demir'den kalan, yarıya ulaşmış viski şişesiyle oturuyordum. Elimdeki iki paketi sonuna kadar tükettiğimi de az önce bir dal aldığımda fark etmiştim.
Başım dönüyor, midem bulanıyordu ama aklım hala yerli yerindeydi ve tüm bulmacayı çözmeye çalışıyordum. Her bir parçayı farklı yollarla, farklı parçalarla birleştirmeye çalışıyordum ama her seferinde karmakarışık bir şeyler çıkıyordu karşıma.
Sahi, ben neden hala sarhoş olamadım?
Kapının hafif tıklatıldığını duyduğumda kaşlarımı çattım ve doğru mu duydum diye birkaç saniye bekledim. Ses gelmeyince yanlış duyduğumu düşünecektim ki kapı bu sefer biraz daha sert tıklatıldı. Ayağa kalkıp kapıya yöneldiğimde karanlıktan dolayı nereye basacağımı bilmediğimden ayağımla çarptığım yerdeki şişe devrilerek ses çıkarmıştı. "Senin gibi şişenin ben anasını da, avradını da.."
Beren'i rahatsız etmemek için kapıyı çektim ama tamamen örtmedim. Kapı tekrar tıklatıldığında, "Patlama, geldim," dedim homurdanarak. Elbette bunu sessizce söylemiştim. Kimdi bu gece vaktinde gelen dakiksiz?
Kapıyı açtığımda Demir'i görmemle önce kaşlarım çatıldı, sonra düzeldi. Alt dudağım saniyelik titredi sonra kendimi sıkarak düzelttim. Uzun uzun gözlerine baktım. Beren abisi için hep güvenli liman, diye bahsederdi. Ondan mıydı benim de şu an kendimi o güvenli limana atma isteği?
Ya benim için güvenli değilse?
Önemsemedim. Ona yaklaştım ve bileğimde beni saatlerdir zorlayan ağrıyı önemsemeden yükselerek kollarımı boynuna sardım. Elimin altındaki kasları kasıldı ama hiç hareket etmedi. Hiçbir şey yapmadan bekledi ben ona sarılırken. Sonra yavaşça hareketlendi ve kollarını belime sardı. Ben ona daha sıkı sarıldıkça o da bana aynı şekilde sarıldı. Gülesim gelmişti. Sanki ben onu nefes alamayacağı kadar sıksam o da beni o şekilde sıkacak gibiydi.
Birkaç saniye sonra ayaklarımı yerden keserek bileğimdeki ağrının hafiflemesini sağladı. Hala boynuna sarılıyordum. Hala belime sarılıyordu. Tek fark ayaklarım değmiyor, küçük bir çocuk gibi tutuyordu. Elini sırtımda belirsiz bir şekilde hareket ettirdi. Sanırım bu onun buradayım deme şekliydi.
"Anlat bana," dedi, kulağıma doğru. Beni kendinden çekeceğini anladığım sırada biraz daha sıklaştırdım kollarımı. "Biraz daha," dedim, sızlanır gibi. "Biraz daha," diye beni tekrarladı daha sıkı sararken.
Aradan dakikalar geçmişti ve biz hala kapının önünde sarılmaya devam ediyorduk. Çenemi omuzuna yaslamış gözlerimi karşı apartman dairesine dikmiştim. Acaba kolları yorulmuş muydu?
"Yoruldun mu?" Sesim fısıltıdan daha da kısık ve yorulmadım demesini bekliyor gibi çıkmıştı.
"Sen kollarımda mıydın?" Beni görmek için başını geriye doğru çektiğinde yüzümü yan tarafa çevirip yanağımı omuzuna bastırdım. Baksın istemiyordum. Şimdi duvarla bakışıyordum. "Yorulduysan indirebilirsin," dedim, sessizce. Bunu derken kollarının arasında kendime daha çok yer yapmam ironikti.
"Çok içmişsin. Hem sigarayı hem de alkolü." Sesi bu durumdan hoşnut değilmiş gibi çıkıyorfu. Burnumu çektim. Birazdan uyuyakalabilirdim kollarında. "Sigaram bitti." Gidip almasını istemiyordum ama.. söylemek istemiştim sadece. Bu bilgiyle gidip istediğini yapabilirdi. Çenesini omuzuma koydu. "Ayık olsaydın," Derin bir nefes aldı. "O izmaritleri sana yedirirdim bu kadar çok sigara içtiğin için." Ses tonu o kadar naif, o kadar yumuşak çıkıyordu ki bir an tehdit etmiyor da ninni söylüyor sandım.
"O gün.. sendin, değil mi? Beni oradan kurtaran, konuşan, şükreden.. saçlarımı okşayan.." Dudaklarını ağlamamak için büzdüm. O günü açmam hoşuna gitmemişti çünkü bedeni az önceki kadar rahat değildi. "Biliyor musun? Ben aslında saçlarıma dokunulmasını istemem.. Yani.. saçlarım istemez. Bilmiyorum nasıl oluyor ama, ben istesem bile saçlarım bir başkasının ellerini kabul etmiyor. Babam severdi bir tek saçlarımı.. bir tek o dokunurdu saçlarıma." Parmaklarım istemsizce onun saçlarına gitti ve öylece durdu. "Ama o gün seni babam sanıp dokunmanı istediğimde saçlarım rahatsız olmadı. Ben tanımasam bile onlar o parmakların yabancı olduğunu anlarlar. Normalde ölüm döşeğinde bile olsam beni kendime getirirler ve dokunan kişiye itiraz etmemi isterler."
Nereye varacaktım ben? Daha doğrusu dakikalardır kapının önünde bana sarılarak kucağında tutan adama ne anlatıyordum?
"Senden rahatsız olmadılar, kabul ettiler." Derin bir nefes aldığında göğsü şişmişti ve ben de onunla birlikte hareket etmiştim.
"Saçlarını okşayayım mı?" Dokunsun mu? "Önce yavaş dokun ama.. istemezlerse dokunmanı canımı acıtırlar sonra.." Tek elini yavaşça saçlarıma götürdüğünü hissettiğimde gözlerimi kapattım. Parmak uçlarını narince dokundurdu gece saçlarıma. "Kızıyorlar mı?" Sesi fısıltıdan farksızdı. "I-ıh."
Onayını almış gibi parmaklarını saç diplerime bastırarak fakat yine de narin olmayı eksiltmeden okşamaya başladı. Kollarında uyuyacağım fark ettiğimde gözlerimi araladım.
"Sen beni nasıl tek elinle taşıyorsun? Elli beş kiloyum ben." Hafifçe güldü. "Senin üstüne senden dört tane daha eklersek belki zorlanırım." Kaşlarımı çattım. "Yine de yorulmadın mı aynı kolunla tutmaktan?" Boğazından olumsuz bir ses çıkardı ama benim artık inmem lazımdı.
"Beni müsait bir yerde indirir misin?" Bir an bırakmayacağını çünkü daha sıkı sarıldığını sanmıştım ama ayaklarımın yere değmesiyle bir yanılma oluğunu anladım.
Birkaç adım sendeleyerek bir ileri bir geri gittiğimde beni tek kolumdan tutarak sabit tutmaya çalışıyordu. Acilen kendime gelmem lazımdı. Ellerimi yüzüme götürüp acıyan gözlerimi parmaklarımla sertçe ovdum ve ardından gözlerimden patlayan bir şeyler çıkınca ona baktım.
"Sen neden gelmiştin?" Biraz daha ayık olduğunu sandığım sesimle. Elinde tuttuğunu yeni fark ettiğim paketi bana uzattı. Önce ona, sonra pakete bakarken elinden yavaşça paketi aldım.
"Beren uyuyor belli ki. Size bir şey getirmiştim ama sonra yersiniz." Hala kolumu tutuyor ve dengemi sağlamamda yardımcı oluyordu. Paketin içine baktığımda bir şeyler görmeye çalıştım ama göremiyordum. Hareketlenmesiyle başımı kaldırıp çöllerine bakmaya çalıştım.
"Gidiyor musun?" Sesimi başka zaman ben duyuyor olsaydım eğer gitmemesi için yalvardığımı sanardım. "Gidiyorum." O da ses tonuma şaşırmış olmalı ki kekeleyerek konuşmuştu. Güldüm. Kaşlarını kaldırdı. Kendimi tutamayarak daha da sesli gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu ama kekelemesi de komikti.
Başımı geriye attığımda elimi dudaklarımı kapatıp Beren uyanmasın diye kahkahalarımı bastırmaya çalışıyordum. "Kekeledin," dedim gülmelerimin arasında.
O tepki vermezken kesik kesik gülmelerimi de bastırıp yüzüne baktım. Kaşlarını çatmış beni izliyordu. Kızmış mıydı? Kendimi tutamayıp kıkırdadım. "Kızdın mı?"
"Kızmadım."
Gülümseyerek başımı salladım. "Tamam o zaman."
"Tamam."
"İçeriye geçeyim ben," dedim.
Başını salladığında yüzüme anlamadığım bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu. Yerimden kıpırdamadan ben de onu izliyordum.
"Girmiyor musun içeri?"
"Kolumu bırakmadın."
Bakışları dirseğimi tutan eline düştüğünde yavaşça çekti ve deri eldivenin içinde olan işaret parmağıyla burnunun ucunu kaşıdı. "Bir şey olursa ararsınız."
Ardından elini cebine sokup sigara paketini çıkarttı ve işaret ve orta parmağının arasında duran paketi bana uzattı. Elinden alacağım sırada parmaklarının arasındaki paketi hafifçe geriye çekti. "Şimdi içmen için değil, yarın dışarıya çıkma diye veriyorum. Tamam mı?"
Onaylamak için başımı salladım. "Güzel." Paketi tekrardan uzattığında elinden alarak geriye çekildim ve kapıyı kapatmak için elimi kapıya yasladım.
"İyi geceler."
"Sana da."
Gitmesini beklemeden kapıyı kapatıp salona girdim. Sokak lambasının aydınlattığı odada etrafa bakındım. Biraz başım dönüyordu ama idare ederdim herhalde. Elimi getirdiği paketin içine sokup içindeki poşeti çıkardığımda şaşkınlıkla elimdeki pakete baktım.
O, iyi bir abiydi.
O, kardeşine düşkündü.
O, kardeşi için gecenin bir vakti pamuk şekeri bulup getirecek kadar da düşünceliydi.
Gülümsedim ve az önce suratına kapattığım kapıya baktım.
O, güvenli limandı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |