5. Bölüm

NİNNİ

Smokeye
smokeeye

Yıldızları ve yorumları unutmayın bebekler.

 

Gözlerim yeni bir güne açıldığında dün nasıl oturduysam öyle uyuyakaldığımı fark ettim. Dün üşüyorum diye üstümdeki kamuflajı dahi çıkarmamıştım.

Bedenim yana doğru eğildiği için belim ağrıyordu. Hafifçe doğrulduğumda sızlayan belime karşılık olarak küfür ederken alt dudağımı ısırdım.

Yavaşça koltuktan kalkarak elimi yüzümü yıkamak için banyoya doğru yürüdüm. Hızlıca elimi yüzümü yıkayarak kendime gelirken aynadaki görüntüme baktım. Doğru düzgün bakma fırsatım olmamıştı.

Dudağımın kenarında kurumuş bir yara, sol yanağımın elmacık kemiğinde morluk, sağ yanağımda da direkt olarak morluk vardı. Çok ağrı yoktu ama sızladıklarını hissediyordum. "Güzelliğime zeval gelmemiş çok şükür."

Sinirli sinirli banyodan çıktığımda koltuğun üstünde duran telefonu elime alıp ekranı açtım. Dün Beren çıkmadan ben aramadan arama beni ölü gibi uyumak istiyorum, dediğim için aramamıştı.

Gözlerim saate takıldığında ise öğleni geçmişti. Gözlerim kocaman açılırken bu kadar saat uyuduğuma şaşırıyordum. Ben kargalar yemeğini yemeden uyanan insandım, nasıl uyuyabildim bu kadar?

Ellerim belimde etrafı genel bir süzdüm Her ne kadar düzenli temizlik yapıldığı söylense de, evde kimse yaşamadığı için biraz tozlu görünüyordu. Yalnızlığımın bir simgesi olabilirdi bu. Dengesiz düşüncelerimi bir kenara iterek evi temizlemeye karar verdim. Her ne kadar ayağım sızlasa da bunu önemsemedim. Daha doğrusu önemsememek işime geliyordu.

Temizlik malzemelerini almak için dışarı çıkmış, ihtiyaç duyduğum her şeyi alıp eve dönmüştüm. Hava soğuk olmasına rağmen yürüyüş yapmak bana iyi gelmişti. Karın yavaş yavaş yağarak şehrin sokaklarını beyaza bürüdüğü o an, içimde garip bir huzur hissetmiştim. Manzara büyüleyiciydi, insanların sıcak ve samimi tavırları ise içimi ısıtmıştı.

Üzerimde bana oldukça büyük gelen kamuflaj montu gören bazı kişilerin tuhaf bakışlarına maruz kalsam da pek umursamamıştım. Evet. Hala üstümdeydi. Dışarı çıkmadan önce makineye kısa süreli programda perdeleri ve çarşafları atmış öyle çıkmıştım. Eve geldikten sonra onları çıkarmış temizlediğim bir köşeye kurumaları için bırakmıştım.

Evi baştan sona kadar temizleyerek vakit geçirirken etraftaki pisliği daha net görmek için ışığı açtım. Yani en azından girişiminde bulundum çünkü ışık yanmamıştı.

Kaşlarımı çatarak birkaç kez daha düğmeye bastım. "Nasıl ya? Nasıl çalışmazsın sen? Ne demek çalışmamak arkadaşım? Delirdin mi sen?" Sinirle başka odalara giderek onları kontrol ederken banyo, tuvalet ve bir oda haricinde iki odanın da çalışmadığını gördüm. Bedenimde elektrik akımı gibi dolanan sinir yüzünden cinnet geçirmeye yakın hissediyordum.

Her yeri temizlemiş bir tek oturma odası kalmıştı. Orayı da dışarının aydınlığı sayesinde temizleyip temizlik malzemelerini ortadan kaldırdım.

Evin bir köşesinde bulduğum merdivenle lambaları kontrol ettiğimde ampüllerinde sıkıntı yoktu. Merdiven küçük olduğu için tam yetişemiyordum ama yine de uzaktan görebilmiştim. Bu bana iyice sinir yüklemesi yaparken birazdan koşarak kafamı duvara geçirecektim. Çünkü kendime kafa atamıyordum!

Birkaç yeri arayıp fiyat bilgisi aldığımda adamlarla kavga ederek telefonu suratlarına kapatmıştım. İki kablo için dört yüz istemişlerdi. Yok anasının gözü.

Telefonum çaldığında kimin aradığını bilerek ekrana bakmadan telefonu açtım. "Buz Kraliçesi," dedi arkadaşım gülerek. "Uyanmışsın sonunda."

"Çok oldu ben uyanalı kızım. Bence sen yeni uyandın." Birkaç saniye sustu. Ehehe, yeni uyanan oydu. "Yo," dedi. Homurdanarak koltuğa oturdum. Etraf temizlik kokuyordu ve ben bu kokuyu çok seviyordum.

"Ya Beren, lambalar çalışmıyor. Çıktım baktım belki yaparım diye de yapamadım. Hayır yani, bir tavan nasıl bu kadar yüksekte olabilir?" Evin içi soğuk olsa da hareket ettiğim için o soğukluğu hissetmiyordum.

"Kızım ben sana bizde kal, dedim. Sen tutturdun orayı. Gel işte bize. Bak annem bile uyanır uyanmaz seni sordu." Dudaklarımda gülümseme yeşerdi. "Biliyorsun neden burada kaldığımı." Derin bir iç çektim.

Az önce kavga ettiğim adamlar aklıma geldiğinde tekrardan sinirlendim. "Ya bir de iki kablo için benden dört yüz istemezler mi? Vallahi katil olmalık." Kahkaha attı. "Dur ben söylerim bizimkilere de hallederiz onları." Oflayarak kablosu kopmuş lambaya baktım. "Kablolar kopmuş ondan çalışmıyorlar galiba. Sadece iki odada sorun var, diğerleri çalışıyor. Ayrıca sıcak su da yok!" Son cümleyi bağırarak söylemiştim.

Sıcak suyun çalışmadığını, mutfak malzemelerini yıkamak için musluğu açtığım anda fark etmiştim. Beren yeniden kahkahalarla gülmeye başladığında kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Gülme ya! Sinirlerim iyice gerildi. Bir yere kafa atmamak için kendimi zor tutuyorum," dedim sert bir sesle. Ama o, hiçbir şey olmamış gibi kahkahalarına devam ediyordu.

"Tamam, tamam. Ben geleceğim, hallederiz onları," dedi gülerek. Ancak bir anda ses tonu ciddileşti. "Ayşıl, annem diyor ki, bize gelin olmak ister mi?" Bu kez ben kahkahayı patlattım. "Olur," dedim, harfleri özellikle uzatarak. Kızlarına gelin olmayı gerçekten seve seve isterdim.

"Peki, ne zaman evleniyoruz, Şeker Portakalı?" dedim alaycı bir tonla. Beren, boğazını temizleyip ciddiyetle konuşmaya başladı. "Yok kızım, bana değil, abime istiyoruz seni." Bu sözler üzerine daha da şiddetli bir kahkaha attım. "Olur olur, yeriz yeriz," diye dalga geçtim. Ama o ciddiyetini bozmamıştı. "Ya kızım, ciddiyim," dedi. Birden duraksadım ve onun gerçekten ciddi olduğunu fark ettim. "Ya kızım, yeter bu kadar şaka. Kapat," dediğinde, konuşmasına fırsat vermeden telefonu suratına kapattım.

"Deli midir, nedir?" Saçlarımı sinirle geriye atarak koltuktan kalktım ve evin içinde bir sağa bir sola dolanmaya başladım. Lambayı tamir edebilmek için gerekli birkaç aleti bulmaya çalışıyordum, ama tüm çabalarım sonuçsuz kalmıştı. Zaman geçtikçe sabrım tükeniyordu. Üzerinden epey süre geçmişti, fakat Beren hâlâ ortalarda yoktu. İçimdeki öfkeyi bir yerlere yönlendirmeye çalışıyordum, bu yüzden bir ona bir de zavallı lambaya verip veriştiriyordum.

"Senin gibi lambanın da!" dedim, ellerimi hırsla lambaya doğru sallayarak. "Senin gibi uzun tavanın da!" Bu kez ellerimi tavana çevirdim. "Senin gibi küçük merdivenin de geçmişini, geleceğini si-" diye bağırırken, aniden ayağım takıldı ve yere kapaklandım. Öfkem yerini şaşkınlığa bırakırken, bir an durup kendi halime gülmeye başladım.

Bir anlığına bulunduğum yeri, bulunduğum durumu yadırgadım. Tuhaf hissediyordum... Şey gibi... normal gibiydim. Normal bir hayat yaşan genç bir kadın gibi hissetmekten kendimi alıkoyamamıştım ve bu fazlasıyla hoşuma gitmişti açıkçası.

Çalan kapıyla birlikte hala düştüğüm yerde oturuyor olduğumu fark ederek doğruldum ve ayağımı sürte sürte kapıya ilerleyip sertçe kapıyı açıp duvara çarptım. Kapıya bakmadan arkamı döndüm. "Allah'tan hemen geliyordun Beren, bir de hemen geliyorum demesen ne zaman gelirdin kim bilir?"

Sinirle odalardan birine girip kuruyan perdeleri toplamaya başladım. Kapının kapanma sesini duydum. "Ya kim bu kadar uzun tavan yapar ya? Hangi akla hizmetle yapılmış bu ev? Dev adamlar mı yaşayacak bu evde? Neyim ben? İki metre mi? Huh hah Dev Adam mı? Merdiven desen benden kısa. Az kalsın yere uçuyordum." Beni duyması için de bağırarak konuşuyordum. Sinirle kucağımda duran perdelerle birlikte oturma odasına girdim. Sinirden bileğimin ağrısını hissetmeyecek kıvama gelmiştim.

"Perdeyi asacağım ama tavana bak ya." Elimle bana gökyüzünden el sallayan tavanı işaret ettim. "Kendimi tavana bakarken hobbit gibi hissediyorum." Kucağımdaki perdeleri koltuğa sinirle fırlattım. Niye konuşmuyordu bu?

"Kızım dilini mi yuttun?" Sinirle arkamı döndüğümde beni salonun ortasında durarak karşılayan kişiyi görmemle ağzımdan çıkacak olan tüm cümleleri yuttum. Şaşkınlığım elle tutulur bir haldeyken kendimi tutamayarak hemen arkamdaki koltuğa düştüm. Bir elim göğsümdeyken diğer elimin baş parmağını damağıma bastırdım.

"Sen gelen kişiye bakmadan mı açarsın kapıyı?" Kaşlarım istemsizce havalanırken ne diyeceğimi bilmiyordum. Bir ona, bir de arkasında kalan dış kapıya bakıyordum.

"Beren gelecekti, o sandım," dedim sessizce. "Neyse," dedi. "Bir iki odanın ışıklandırmasında sorun varmış." Başımı salladım uysalca. Bakışları bana dokundu. "Hangileri?" Kendime gelerek koltuktan kalktım hızlıca. Toparlan, bıragma kendini.

"Burası bir de," Salonun ışığını sonra da az önce perdelerle çıktığım odayı gösterdim. "Bu oda." Başını sallayarak elindeki yeni fark ettim alet çantasını merdivenin tepesine koydu. Üstündeki siyah ceketini çıkartıp duvara dayalı olan üçlü masanın yanında olan kahverengi, ahşap sandalyeye astıktan sonra deri eldivenlerini de masaya bıraktı. "Bir bakalım."

Sivil olduğunu yeni fark ediyordum. Siyah pantolon, siyah boğazlı bir kazak giymişti. Az önce bu evde huh hah devam adam mı yaşayacak diyordum fakat şu an fark ediyordum ki, Demir onlardan bile uzundu. Başı avizeye çok yakındı. Uzunluğu karşısında küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Bu adamın boyu kaçtı oğlum?

Daha fazla sessiz kalmamak adına boğazımı temizledim. "Yardım edeyim mi?" Dilini damağına vurarak cık sesi çıkardı. "Gerek yok. Ama," Elini arka cebine atarak telefonunu çıkartıp flaşı açtı. "Şunu tutarsan iyi olur." Telefonu bana uzattığında elinden alarak sağlam ayağımın üstünde yükselip ışığı kablolara tuttum. En azından boyumun yettiği kadar denedim.

Birkaç dakika boyunca öyle beklediğim için kolum ve ayağım ağrımıştı. "Bir saniye," diyerek ilerideki sandalyelerden bir tanesini alıp sürüyerek önüne koydum. Ne yapacağıma anlamış olacak ki elini uzattı. Elini tutup destek alarak sandalyenin üstüne çıktım. Böyle daha iyiydi.

Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştuğunda görmemiş gibi yapıp ışığı kablolara doğru tuttum. "Beren gelecekti," dedim, yüzüne bakarken. O sırada kablolardan bir parça kopardı. "Bir işi varmış, halledip gelecek." Başımı salladım. "Beren mi söyledi sorun olduğunu?" Konuşmadan boğazından gelen bir sesle beni onayladı. "Anladım," dedim, ne diyeceğimi bilemeden.

Birkaç saniye sonra eğilip çantadan bir şey aldı ve kablolarla olan işine kaldığı yerden devam etti. "Bileğin nasıl?" Ayağıma baktım. "İyi," dedim, kısaca. "Kremi kullanıyor musun?" Hayır. "Evet." Aslında unuttum. "Güzel. Başka bir sıkıntı var mı?" Yeşillerimi yüzüne diktim. Başını omuzuna doğru eğmiş kaşlarını hafifçe çatmıştı ve dikkatle kablolarla uğraşıyordu.

"Var mı?" Cevap vermediğim için tekrardan bir soru yöneltme gereksinimi duymuştu. Bakışları bende olmasa da dikkati bendeydi. "Hayır," dedim.

"Şuraya," dedi bileğimi tutarak ışığı nereye tutacağımı gösterdi. Bileğimi tutan eline sonra da yüzüne baktım. Gösterdiği yere ışığı yere tuttuktan kısa bir süre sonra geri çekildi. "Tamamdır."

Geri çekildiğinde ben de kolumu indirdim. "Düğme soldaki duvarda." Dediğim yöne ilerleyip tuşa bastı. Beyaz ampul yandığında sinirle söylendim. "İşte bunu yapmaya dört yüz istedi adam. Bu kadarcık şeye." Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Yanlış anlama, basit bir şey olduğu için değil de, ama yani buna da dört yüz istemezsin be dayı."

Elimle sandalyenin sırtından destek alarak inmeye çalıştım. Eğer önce incinmiş bileğimi indirirsem onun üstüne yüklenmek zorunda kalacaktım, diğerini indirirsem de bu sefer sandalyedeyken büküleceği için ağrıyacaktı. Ne var yani çıktığım kadar basit bir şekilde inseydim? Ayrıca bu sandalye niye yüksek be arkadaşım? Sandalyesin sen, kısa olman lazım.

Sağlam bacağımı indireceğim sırada incinen bileğim sızladı. Karşımdaki koltukla göz göze geldiğimde oraya atlama düşüncesiyle birkaç saniye bekledim. Acaba kendimi oraya uçarak atsam beni nasıl karşılardı?

"Gel." Sesiyle birlikte koltukla olan bakışmamı keserek uzattığı ele baktım. Bakışlarım gözlerine ulaştığında yutkundum. Sandalyenin üstünde olmama rağmen kendisinden sadece birkaç santim uzun duruyordum.

"Teşekkür ederim." Bir elimi avucunun içine bırakırken diğerini omuzuna sardım ve kendimi dikkatlice yere bıraktım. "Cidden bu ev devler için yapılmış. Böyle sandalye mi olur ya?"

Ondan uzaklaşıp ellerimi gri eşofmana bastırdım. "Ve ışık için de teşekkür ederim." Başını önemsiz olduğunu söyler gibi iki yana salladı. "Sen geç dinlen, ben diğerini halledeyim." Merdiveni ve alet çantasını alarak diğer odaya girerken tin tin adımlarla peşinden ilerledim. "Işık tutmayayım mı?" Güldü. "Diğer bacağını da incitmeye niyetin varsa, gel."

Merdiveni kurduğunda alet çantasını üstüne bıraktı. "Beren nasıl?" O günden sonra nasıl olduğunu, hissettiğini merak ediyordum. Henüz onunla doğru düzgün oturup konuşamamıştık ve ben onu delicesine merak ediyordum.

"Geceleri uyumakta zorluk çekiyor, kabus görüyor genellikle. Gün içinde iyi ama geceleri biraz zor geçiyor onun için." Birden durdu ve gözlerini kapatıp nefesini sertçe bıraktı. "Psikolojik yardım alması iyi olur, hassas bir kız Beren, tek başına atlamaz," diye mırıldandım.

"Evet, ikinizin de görüşmesi için birisini ayarlamaya çalışıyoruz." Şaşkınlıkla yaslandığım kapı pervazından uzaklaşıp ona doğru birkaç adım ilerledim. "İkiniz mi? Ben de mi? Ben iyiyim," dedim. Yaptığı işi bırakarak bana döndü. "Neye dayanarak söylüyorsun bunu?" Kaşlarımı çattım. "Kendimi tanıyorum çünkü. İyiyim ben." Benim gibi kaşlarını çattı o da. "Geceleri kabus görmediğini söyleyebilir misin bana?"

"Evet?"

Tamam, kabus görüyordum ama bunun o olayla alakası yoktu? Ben hep kabuslar görürdüm zaten. "Benim görüşmeme gerek-" Sözümü kesti. "Görüştükten sonra bunu doktor söylerse bir daha görüşmezsin." Sinirle güldüm. "Ben iyi olduğumu söylüyorum zaten, ne gerek var buna? Ben görüşmek falan istemiyorum."

Çünkü bunu bir zamanlar çokça yapmıştım ve bende travma yaratmıştı.

"Ayşıl-" Bu sefer sözlerini yarıda kesen bendim. "İstemiyorum." Sesimin yüksek çıkmasına engel olamazken ne ara hızlandığını bilmediğim nefesimi sakinleştirmek için gözlerimi kapattım. Birkaç saniye öylece durduktan sonra gözlerimi sakinlikle geri açtım. "Bu konuda beni de düşündüğünüz için gerçekten teşekkür ederim ama lütfen zorlama. Ben iyiyim, eğer kötü olursam söylerim."

Bir şey demeden çantanın içinden bir aleti alarak kablolara yöneldi. "Kötü olduğun halde sakladığını fark edersem seni atar omuzuma ağlasan da sızlansan da götürürüm." Sesi her ne kadar keskin çıksa da gerilen ortamı yumuşatmak için konuştuğu belliydi. Gözlerimi devirdim. "Beni omuzuna alamazsın," dedim gülerek. "Müsaade etmem." Kısa bir bakış atarak benimle aynı şekilde güldü ve yeniden işine odaklandı. "Öyle mi?" Başımı salladım. "Kesinlikle. Ben istemediğim sürece bana iki adımdan fazla kimse yaklaşamaz." Duraksadım. "İstisnai durumlar hariç tabii."

Kablolarla işi bitmiş olmalı ki geri çekildi ve elindeki aleti çantanın içindeki yerine koydu. "Demek kimse yaklaşamaz." Üstüme doğru yürümeye başladığında kaşlarımı kaldırdım. Çölleri yeşilliklerime tozlarını serpiştirerek bir adım daha atarak kolunu uzattı ve hemen arkamda bir yere dokundu. Ampul yandığında gözlerini daha net görebilme şansım olmuştu.

"Neye güvenerek söylüyorsun bunu?" Kolu hala başımın yanında duruyordu. "Üst düzey bir asker olmama?" dedim. Mesleğine olan hayranlığımı pekala saklamam gerek yoktu. "Öyle mi? Nerede yapıyorsun askerliği?" Minik oyunuma katılması hoşuma gitmişti.

"Hakkari, Şırnak, Ankara," dedim. Ciddi bir şekilde başını salladı. İnanmıyordu, değil mi? "Hangi birlik?" Kollarımı göğsümde bağlayıp tek ayağımı öne doğru uzattım. "Sen bilmezsin benim birliğimi." Göz kırptım. "Anlarsın ya, gizli görev falan." Gülerek başımı iki yana salladım. "Teşekkür ederim," dedim başımla ışığı göstererek. "Beni büyük bir dertten kurtardın."

"Dün karanlıkta mı oturdun?" Geri çekilip bana arkasını döndü ve merdivene ilerleyip çantanın ağzını kapatıp duvar köşesinde bir yere koydu. Geniş omuzları sığınak bir liman olarak görünüyordu benim nezdimde.

"Evet. Zaten fark etmemiştim, birkaç saat önce fark ettim ben de." Merdiveni de kapatarak eline aldı. "Kombi de çalışmıyormuş, soğukta mı oturdun?" Başımı salladım. "Bana verdiğin ceket sıcak tutuyordu, açma gereği duymadım. Ayrıca merdiveni karşıdaki odaya koyarım ben."

"Ben hallederim. Kombi için birileri gelir birazdan." Gözleri kısa süreliğine üstümde dolandı ve ardında gözlerime baktı. Dolgun dudakları konuşmak için aralandı. "Ev soğuk sen bir şeyler giy üstüne." Üstüme baktım. Dün çıkarmakla uğraşmadığım için sıfır kollu sporcu atletle duruyordum. Bununla olduğumun farkında bile değildim.

Peşinden odadan çıktığımda o da benim gibi merdiveni bırakmış olmalı ki karşı odadan çıkıyordu. "Lavabo ne tarafta?" Çıktığım odanın yanında kalan dar koridoru gösterdim. "Sağ taraftaki kapı." Neyse ki pırıl pırıl etmiştim de acaba temiz mi diye gerginlik yaşamamıştım.

Bir baş selamıyla yanımda geçip gittiğinde ben de yan taraftaki odaya girip büyük valizi açarak içinden kalın kazak çıkartıp atletin üstüne giyindim. Çalan zille birlikte kapıya doğru yürüdüm.

Açtığımda beni karşılayan iki adama kaşlarımı kaldırarak baktım. "Buyurun?" Adamlar bir bana bir de eve baktı. "Ablam biz Demir komutanıma bakmıştık ama," dedi tereddütle. "Kombi için mi gelmiştiniz?" Adamlardan beyaz saçlı, muhtemelen ellili yaşlarındaki adam başını salladı. "Doğrudur ablam, burası mı?" Geri çekilerek içeriyi gösterdim. "Evet, buyurun."

İki usta içeriye girdiğinde Demir salona yeni girmişti. Demir'i gören yaşlı adam, "Oo, komutanım, yüzünüzü gören cennetlik vallahi," adam elini uzatarak ona yürüdüğünde Demir eli boşta bırakmayarak sıktı. "Nasılsın Rasim Usta?" Yaşlı adamın elini tuttuktan sonra diğer elini adamın omuzuna yerleştirdi. "Sağol komutan oğlum, iyiyim çok şükür." Rasim usta, Demir'in tuttuğu ele vurdu.

Adamın Demir'e olan bakışlarında birçok duygu barınıyordu. Bir an o adamın ona bir borcu olduğunu düşündüm. Maddi olan bir borç değildi bu, daha çok manevi gibiydi. Minnet vardı adamın bakışlarında. "Allah bozmasın usta. Gel ben sana kombiyi göstereyim." Üçü beraber salondan ayrılıp dar koridora doğra girdiler. Sanırım Demir gelmeden önce mutfağa girip kombiye bakmıştı çünkü yerini bana sormadan götürmüştü adamları.

Kapıyı kapatarak yanlarına gideceğim sırada aralık kapıya inen tekmeyle neredeyse savruluyordum. Birkaç adım geriye gittiğimde yavaşça açılan kapının ardına baktım. Beren kollarını yumruk yapıp kaldırmış ve tekme attığı ayağını hava da tutuyordu.

"Salak mısın Cemile?" diye sinirle soludum. Yüreğim ağzıma gelmişti. "Öyle mi gelinir kızım?" O bu kadar kızmamı beklemiyor olacaktı ki ayağını ve kollarını indirdi. "Gir içeri," dedim sertçe. Aptal az kalsın elimde kalacaktı. Önce bana baktı sonra gözlerini yere indirdi. İçeriye girmeden önce son bir hevesle eski pozisyonunu geri alıp "Ninja Kaplumbağalar," dedi hevesle.

"Sana bir kafa atarım Ninjaları tersten görürsün Beren. Gir içeri."

Oflayarak ayaklarını yere vura bura içeriye girdiğinde salona doğru yürüyecekti ki kolundan tuttum. "Dingonun ahırı mı burası kızım? Çıkar ayakkabıları," dedim. "Bak abin ben söylemeden çıkarmış, sen de çıkar." Bıkkınlıkla eğilip botlarının fermuarlarını açtı. "Annemi aratmıyorsun gerçekten, sağ ol."

Ona dil çıkartıp salona geçerek oradan kalacağım odaya girip cüzdanımı alarak geri döndüm. Salondaki koltuklara oturdum rahatça. "Ayrıca abim hala burada mı?" dedi benim yanıma otururken. "Evet. Kombiyi yapmak için ustalarla birlikte mutfakta."

Aklıma gelen düşünceyle karnını çimdikledim. "Aiiy, ne oluyor be Buz Kraliçesi, cinlerin mi geldi?" Başımı eğip koridora baktım kimsenin olmadığını görünce tekrar ona döndüm. "Sen mi söyledin abine ışıkla kombiyi?" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Ay ne var ya? Ben anneme söyledim, annemde babama, babamda abime, hazır boştasın git kızın işlerini hallet, demiş." Sırıttı. "Annem seni gelin alacak bak benden söylemesi. Dünden beri seni öve öve bitirmedi."

Ağzım balıkların ağzı gibi açılırken birden tekrar sinirlenip kolunu çimdikledim. "Sus be, gelinmiş. Ya ben sana git annene mi söyle, dedim? Tanıdık birisini istedim sadece." Oflayarak göz devirdi ve saçlarını savurdu. "Kızım, abim tanıdık işte. Yabancı mı o?" Sabır dilenircesine tavana baktım.

Ağzımı açacağım sırada koridordan gelen seslerle cümlelerimi yuttum. Koltuktan kalkarken üstüne doğru eğilip işaret parmağımı seninle görüşeceğiz der gibi salladım. Hıı der gibi başını salladı.

"Su akıntısını da giderdik zaten Demir komutanım, bir sorun çıkmaz." Onlar salona girdiğinde Demir'le göz göze geldik. Onlar kapıya doğru yaklaştığında peşlerinden gittim. "Sağ olasın usta." Elini cebinden çıkartıp adımın elini tuttu. Rasim usta itiraz eder gibi yüzüne baktı. "Olur mu öyle şey komutanım? Olmaz, kabul edemem." Neyi kabul edemez? Sağ ol demesini mi?

Demir, Rasim ustanın elini iki elinin arasında tutmaya başladı. "Olur usta, olur. Zahmet ettin o kadar." Rasim usta başını salladı. "Var mı başka bir istediğin komutanım?" Demir adamın elini bıraktı. "Canının sağlığı ustam, eyvallah." Adamlar ayakkabılarını giyip doğruldular. "İyi akşamlar komutanım," Sonra bana döndü. "İyi akşamlar yengem," dedi. Adamlar evden çıkarak kapıyı kapattılar.

Omuzumun arkasından Beren'e baktım ve baş parmağımla onu işaret ettim. "Sana dedi galiba." Beren kendini tutamayarak kahkaha attı. "Kızım ben kardeşiyim onun, herkes biliyor." Kaşlarımı çattım. "O zaman bizim görmediğimiz bir varlık görüyor adam, ona dedi."

Aklıma para mevzusu dank edince Demir'e döndüm. Bana baktığını görünce birkaç saniye duraksasam da sonra kendimi toparladım. "Adam parasını almadı," dedim, yanına giderken. Bana bakmayı keserek dar koridora girdi. "Almayacağını söyledi." Yanımdan geçip giderken şaşkınlıkla ona baktım. O niyeymiş?

Peşinden ilerlediğimde birlikte dar koridora girdik. "Neden? Beleşe mi çalışıyormuş?" Adamın itirazları aklıma gelince önüne geçerek kaşlarımı çattım. "Sen mi ödedin?" Önüne geçmemle duraksayıp başını eğdi. "Çok bir şey tutmadı zaten, dert etme." Yanımdan geçeceği sırada önünü kestim.

Aynen, kesin önünü kesmişimdir adamın, yoksa üstüme basıp geçme ihtimali yok.

Nefesimi sıkıntıyla dışarı bıraktım ardında da gülümsedim. Sevimli çıkması için uğraştığım ses tonumla konuştum. "Bugün çok yardımcı oldun, teşekkür ederim ama, bir daha böyle şey yapma. Bu seferlik gözlerimi kapatıp görmemiş gibi yapacağım," dedim.

"Bir yemek yaparsan ödeşiriz," deyip yanımdan geçip mutfağa girdi. O kadar rahattı ki; sanki sürekli gelip gitti bir ev, sürekli gördüğü birisiymişim gibi tavırları vardı.

Başımı salladım. "Tamam, yemekler benden." Yürüyerek mutfağa girdiğimde kombinin ısısını ayarladığını gördüm. "Ne istiyorsun?" Tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Seçenekler var diyorsun?"

Şu hayatta kendime güvendiğim konulardan bir tanesiydi yemek yapmak. Stresimi yemek yaparak attığım zamanlar olmuştu ve o dönemde her çeşit yemeği yaparak öğrenmiştim. Zaten küçüklüğümden beri tek başıma yaşadığım için yemek yapmak benim için basit bir işti. "Ne istediğini söyle ve arkana yaslan," dedim ve sırtımı buzdolabına yasladım.

Kombinin ısısını ayarlamış olacak ki doğrulup benim gibi kendini duvara yasladı. Ellerini cebine koyup bir ayağını diğerinin önüne atarken başını eğmişti.

Başını hafifçe kaldırıp tekrar bana baktı. "Ne istersem?" dedi, emin olmak için. "Ne istersen," dedim rahatça. Çünkü bir sınırım yoktu.

Biraz düşündükten sonra başını tekrardan hafifçe kaldırdı. "Et sote?" Onay bekler gibi sormuştu. Başımı salladım. "Nohutlu pilav," duraksadı biraz, "közlenmiş patlıcan salatası." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken bu kadar düşünmesine karşılık zor şeyler isteyeceğini düşünmüştüm ama oldukça basit şeyler istemişti.

Ellerimi birbirine vurdum. "Şimdi koltuğa yayılıp yemeğin hazır olmasını bekleyebilirsin," dedim. "Ama önce alışveriş yapmam lazım. Malum evde hiçbir şey yok." Yaslandığı yerden doğruldu. "Kahvaltı yapmadın mı?" Ben de onu taklit ederek yaslandığım yerden doğrulduğumda başımı iki yana salladım. "Kahvaltı insanı değilim zaten." Başını usulca salladığında etrafa öylesine bir bakındı.

İkimizde mutfakta boş bir şekilde dururken aramızdaki sessizliği sonunda bozarak konuştu. "Markete beraber gidelim." Ardından mutfak dolaplarına ilerledi ve dolapları açmaya başladı. Her dolaba birkaç saniye bakıp kapatıyordu. Ne yaptığını anlayamasam da sessizce onu izledim.

"Arkadaşınındı bu ev, değil mi?"

"Evet. Aslında ailesinin ama buraya geleceğimi duyunca burada kalabileceğimi söyledi." Ben konuşurken o hala etrafa bakınıyordu. "Ne yapıyorsun?" Daha fazla dayanamamıştım. "İhtiyaç olacak bir şey var mı diye bakıyorum," dedi sonunda dolaplara bakmayı bıraktığında.

"Olacağını sanmıyorum. Hemen hemen her şey var gibi." Bakışlarını bana dokundurdu. "Öyle görünüyor." Eliyle kapıyı gösterdi. "Gidelim o halde."

Salona geçtiğimizde Beren telefonuyla uğraşıyordu. Üçlü koltuğa boylu boyuna uzanmıştı. İçeriye girdiğimizde kafasını kaldırıp bize baktı. "Markete gideceğiz, geliyor musun?" diye sorduğumda oturduğu yerden kalktı. "Gelmem mi?"

Beraber binadan çıktığımızda arabaya doğru doğru yürümeye başladılar. Ben olduğum yerde durmuştum çünkü karşımda bir adet bebek vardı; BMW X6-M. Hızlıca silkelendim ve onları takip ettim. Bir an zenginlikleri karşısında küçük dilimi yutmuştum.

Beren ön kapıyı açtığında ben de arka kapıyı açtım. "Geç," dedi bana doğru dönüp. "Üşümüşsündür, abim klimayı açar ısınırsın," dedi. Başımı iki yana salladım. "Yok ben iyiyim, sen geç." Kaşlarını çatarak eliyle arabanın içini gösterdi. "Kızım geçsene." Ona doğru döndüm. "Ya istemiyorum, sen geç." Önüme geçerek ellerini beline koydu. Kaşlarıyla ön tarafı işaret ettiğinde omuz silktim. "Aaa, yetti be, öf. Geç." Kolumu çekerek beni arabanın içine doğru itti. Hayır. Beni arabanın içine doğru fırlattı.

İçeriye öyle şiddetli savrulmuştum ki Demir'in koluna tutunmak zorunda kalmıştım. Şaşkınlıkla ona bakarken o çoktan arka koltuğa yerleşmişti. Bizi izleyen Demir'e baktım ardından. Kaşlarını çatmış dikiz aynasından kardeşine bakıyordu. "Beren," dedi, uyarıcı bir tonda. Arkadaşım omuz silkerek arkasına yaslandı. "Ayı ya." Söylenerek arabanın ön koltuğuna yerleştim ve kapıyı kapattım.

Araba çalışıp ilerlediğinde bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Kar sabaha göre daha hızlı yağıyordu ve gece karanlığını bastırıyordu.

Çok geçmeden marketin önünde durduğumuzda arabadan bileğime dikkat ederek indim. Beren de arabadan inip yanıma gelince koluma girdi. Ona ters ters baktığımda şirince gülümsedi. Böyleydi işte. Yaramazlık yapar sonrasında o şeker suratıyla sevimlilik yapardı.

Kısa sürede evin neredeyse tüm ihtiyaçlarını almıştık. Hatta Beren kıtlığa girecekmişiz gibi her şeyden fazla fazla alarak ve beni delirtmeye oynamıştı. Beren'i kendi haline bıraktıktan sonra ikinci delirtmeye abisi oynamıştı. Aldığımız onca şeyi ödeyerek ters bakışlarımın odağı olmuştu ama bunu hiç önemsemiş gibi durmuyordu açıkçası.

Ben kafamın içinde kafamı nereye vurabilirim diye hesap yaparken Demir görüş açıma girdi ve saniyeler sonra bagaj açıldı. Elindeki poşetleri arabaya yerleştirdiğinde ben ona sinirli olduğumu belli eden yüz ifadesiyle bakıyordum. Benim de poşetleri koymamı bekledi ama ben hareket etmeden bekledim.

"Neden benim aldıklarımı sen ödüyorsun?" Kaşlarını çatarak bana baktı. "Sadece senin değil kardeşimin de aldıkları vardı içinde." Gözlerimi devirdim. "Ama benim evime alındı," dedim. "Benim kardeşimin de kalacağı ev," diyerek konunun altını çizdi. "O zaman sadece onun aldıklarını ödeseydin," dedim, poşetleri sinirle arabaya koyarken. "Çocukluk ediyorsun şu anda. Uzatmaya gerek yok." Sinirle cüzdanımı açıp içinden para çıkartacağım sırada elini cüzdanın üstüne koydu. "Sakın," dedi az öncekine nazaran daha sert çıkan sesiyle. "Sen böyle bir şey yapmadın, ben de görmedim Ayşıl."

Birbirimize aynı sinirle bakarken Beren camdan kafasını çıkartıp, "Bakışmanıza evde devam eder misiniz? Ben biraz acıktım da." dedi.

"Beren."

"Beren."

Aynı anda ona döndüğümüzde ellerini teslim olmuş gibi elini kaldırıp yavaşça içeri girdi. Sinirle soluyup elinin altındaki elimi çektim ama izin vermedi. "Tamam," dedim, sinirle. "Vermeyeceğim." Birkaç saniye yüzümü izledikten sonra cüzdanı tutan elimi serbest bıraktı.

"Bu beni rahatsız hissettiriyor. Ben söylemeden lütfen bir daha böyle bir olay yaşanmasın. İhtiyacım olursa söylerim," diyerek yanından dolanıp yolcu koltuğuna yerleştim. Bir daha olursa da kafa atardım. Aslında ödenesi maddi açıdan iyiydi çünkü cebimde çokta bir param yoktu ama yine de düşen burnumu tutup da yerden kaldırmayacağım gibi ödemesini de kabul edemezdim.

Demir de arabaya binerek motoru çalıştırdı. "Ay, şükür. Birazdan arabayı yemeye başlayacaktım," diye konuştuğunda gözlerimi devirip arkamı döndüm. Gündüzleri saçları sarı iken akşam karanlığında daha koyu oluyor ve ikisini de ona çok yakıştırıyorum. Gözleri abisine nazaran daha açıktı. Mesela Beren'in gözleri daha açıktı.

"Senin yemediğin bir ben kaldım Beren. Doğruyu söyle, kaç kişi besliyorsun içeride?" Yüzüme inanmayan gözlerle baktığında dişlerimi göstererek sırıttım.

"Sen kaç kişi besliyorsun asıl? Bir oturduğunda masayla birlikte gömüyorsun yemeği." Bu sefer şaşkınlıkla bakan bendim. Tamam çok yiyordum ama o kadar da değil. Tamam, o kadar olabilir ama söylenecek yer mi burası? Yine de sırıtışımı bozmadım. Söylenecek yer neresiydi ki?

"Dört kişi," dedim ve parmaklarımla tek tek saymaya başladım. "Egom, keyfim, kahyam ve," arkaya çevirdiğim başımı saliselik olayda yanımdaki adama çevirdiğimde dikkatli bir şekilde arabayı sürdüğünü gördüm. Tek eli direksiyonda, diğer dirseğini cam kenarına yaslamış parmaklarını dudaklarında dolaştırıyordu. Tekrar arkadaşıma döndüğümde kaldırdığım üç parmağımın yanına işaret parmağımı da ekledim. "kurt."

"Belliydi içinde bir yerlerde canavar olduğu zaten." Kaşlarımı kaldırdım. "Kurt nereden canavar oluyormuş? Sallandırırım seni arabadan." Hıı yaparsın der gibi başını salladığında çaktırmadan arkaya elimi uzatıp bacağını çimdikleyeceğim sırada benden kaçıp abisinin koltuğunun arkasına geçti.

Gözlerimi devirip önüme döndüğümde yandan Beren'in kollarını arkadan uzatıp abisinin boynuna sardığını gördüğümde işte o mükemmel repliği duydum.

"Aşkım gözel bir şarkı aç dinleyelim, aşkım."

Ben kendimi tutamayıp gülerken Beren'de benimle birlikte gülüyordu. Onun en sevdiğim yani bir repliği duyduğunda asla unutmaması ve taklidini yaparken hiç yabancılık çekmemesiydi.

Demir'e baktığımda sokak lambasının dokunduğu yüzünün belli kısımları aralıklarla karanlığa gömülüp tekrardan aydınlanıyordu ve dudaklarında naif bir gülümseme vardı.

Uzanıp radyoyu açtığında şans eseri bir türkü çıkmıştı. Beren kendini tutamayıp biraz daha kahkaha attı. "Nınınınını."

Onun bu hallerine gülmeye devam ederken radyoya uzanıp kanalı değiştirmeye karar verdim çünkü bu bildiğimiz türkülerden daha farklıydı ve doğruyu söylemek gerekirse epey kötüydü.

Birkaç kanalı dolaştıktan sonra Mavi Gri'nin şarkısına denk gelmemle duraksadım. Beren'le göz göze gelip birbirimize gülümsedik. Sıradan bir gülümse değildi bu, daha çok birbirimize adadığımız şarkıyı şans eseri radyoda denk gelmek bizi mutlu etmenin gülümsemesiydi. Aslında Beren şarkıyı bir erkeğin adamasını istiyordu ama üzgün olduğu bir gün şarkıyı bağırarak evde söyleyip onu eğlendirmeye çalıştığım günden sonra birbirimize adadığımız bir şarkıya dönüştü.

Sevdiğimiz şarkıları açıp dinlemek keyif verse de tesadüfi karşılaşmanın yeri çok daha farklı bir hissiyattı ve ben şu an o duygunun içinde kayboluyordum.

Arkama yaslandığımda şarkının sonlara yaklaştığını fark ettim. Beren birden yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladı. Sesi gerçekten güzeldi, hatta eğitimli gibiydi ama eğitim almadığını söylüyordu. Başta inanmadığım için bir sürü yeminler ettirmiştim.

Beren abisini dürttüğünde Demir dikiz aynasından kardeşiyle göz göze geldi. Başını iki yana salladığında Beren mızmızlanıp başını abisinin omuzuna koydu. "Abi," dedi sızlanarak. "Hadi ya."

Demir memnun değilmiş gibi dursa da memnun olduğu her halinden belli oluyordu. Gözlerini yoldan ayırmadan başını hafifçe çevirip dudaklarını kardeşinin saçlarına bastırdı. "Tamam." dediğinde neye dediğini anlamamıştım. Şarkı son nakarata, sadece baterinin çaldığı kısma geldiğinde ikisi birlikte şarkıyı söylemeye başladılar.

Şaşkınlıkla Demir'e baktığımda oldukça rahat bir şekilde şarkıyı söylüyordu. Sesinin boğuk ve kalın olmasına rağmen oldukça güzeldi. Beren gülerek abisine sıkı sıkı sarılıyor bir yanda da güzel sesiyle abisine eşlik ediyordu.

Şarkı sona gelip yeni bir şarkıya giriş yapmıştı ki Demir arabayı usta bir şekilde park edip motoru kapattığında ses kesildi.

"Buz Kraliçesi, ağzını kapat." Beren eliyle aralık olan ağzımı çenemden bastırarak kapattığında kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Demir arabadan inerken güldüğünü sanmıştım ama camdan arka tarafa doğru giderken yüzünü gördüğümde yanlış gördüğümü anladım.

"Kızım var ya senin koluna kafa atarım," diye çemkirdim. Beren gözlerini berelterek kapısını açtı. "Resmen şiddet yanlısı birisiyle dost olmuşum." Arkaya doğru atılacağım sırada gülerek arabadan inip hamlemden kaçtı.

Homurdana homurdana arabadan indiğimde bagajdan poşetleri alan kardeşlerin yanına gittim. Dışarısı buzhane gibiydi, üstümde kalın bir şişme mont olduğu için rahattım ama bacaklarım için aynı şeyi söylemezdim. Resmen götüm dondu.

İkisi tüm poşetleri aldığında ben de bagajı kapattım. "Allah'ına kadar çıksaydın ya, utanma." Kendi kendime bagaj kapısına söverken arkada kaldığımı fark edip bileğime dikkat ederek koşmaya başladım. Beren'in elinde üç poşet vardı diğer hepsini Demir almıştı.

Boş boş yanlarında ilerlemek istemediğim için Demir'in elindeki poşetlere uzandım fakat kendisi poşetleri elimden kaçırdı. Kaşlarımı çattım.

"Versene birazını ben taşıyayım."

"O ayakla mı?"

"Ne varmış ayağımda? Kopmadı ya," diye homurdandığımda hala vermemekte ısrarcıydı. "İyi, taşı. Bana göre hava hoş," diyerek yanından hızlı hızlı yürüyüp geçtim.

Eve girdiğimizde üstümüzdekiler kapı girişindeki portmantoya bırakıp mutfağa ilerledik. Cebimdeki telefonu çıkartıp saate baktığımda yediye geldiğini gördüm. Bugünü fazla hızlı yaşamamıştım, sürekli bir hareket halinde olduğum için yorgun hissediyordum ve bileğimin ağrısı birazdan halay çekerek kendini belli edecekti. Doktorun verdiği ağrı kesicilerden almam gerektiğini fark ettim.

Poşetlerin içindeki mutfak eşyalarını ayırıp tezgaha koyduğumda içinden terlikleri çıkarttım. Bir tanesini kendime, Beren'e ve kırk altı numara giyen Demir'e birer terlik almıştım. Kırk altı diye belirtiyorum çünkü kırk altı numara giyen bir ayak olmaz. Mezardır o.

Kendi terliğimi giydikten sonra Beren'in terliklerini hızlıca poşetten çıkardım. "Şeker Portakalı, giy şunları, üşütürsün sonra." diyerek önüne terlikleri bıraktım. Ellerini yıkayıp kağıt havluyla ellerini kurulayan Demir'in ayaklarının önüne de siyah terliği bıraktım. "Bunlarda senin."

Bir bana bir de terliklere baktıktan giyindi. "Yardımların için küçük bir teşekkür hediyesi," dedim gülerek. "Tabii bir de yemek yapıyorum sana."

"Oha, abim istedi diye mi yemek yapıyorsun?" Başımı salladığımda neden bu kadar şaşırdığını gayet iyi biliyordum. Ben kimseye yemek yapmazdım, hatta kendime bile doğru düzgün yapmaz sıradan şeylerle beslenirdim. Beren'e birkaç kez yapmış ama ondan sonra da aylarca yalvarmasına rağmen yapmamıştım. Çünkü ben yemeği rahatlamak için yapıyordum, yemek için değil.

"Abi," dedi, Beren. "Parmaklarını yemeye hazır ol. Bak," diyerek ağzını açıp damağını gösterdi. "Tadı hala damağımda duruyor." Ben gülerek tezgahın üstündeki malzemeleri yıkamaya başladım. "Abart abart," dedim. "Kızım annemin yemekleriyle yarışırsın sen, o derece güzel. Ayrıca abi, seni böyle mükemmel yemek yapan bir arkadaşımla tanıştırdığım için güzel bir harçlık hak ediyorum bence."

"Ya hadi git, yemek yapacağım. Dolanmayın ayağımın altında," diyerek onlara döndüğümde Demir kaşlarını kaldırdı. "Ayağının altında?" Ne vardı güzel boyumla dalga geçmesen? "Lafın gelişi o," dedim. "Aksini düşünmemiştim," diyerek kardeşini kolunun altına alarak mutfaktan çıktı. "İksini dişinmimiştim."

Sonunda yalnız kaldığıma mutlu olmuştum. Mutfak kapısını ufak bir aralık bırakarak örtüp bir şarkı açarak telefonumu mutfak masasının üstüne koydum. Şarkıyı döngüye alarak yemek için gerekli malzemeleri ayırıp diğerlerini buzdolabına koydum.

Bir iş yaparken sürekli farklı şarkıların çalmasından hoşlanmazdım. O an bana eşlik edecek şarkıyı açıp işlerim bitene kadar onu dinler ve tek bir şarkıya yüzlerce hayal sığdırırdım. Hepsinde de tek bir kişi olurdu.

Küçükken babamla sürekli mutfağa girip yemekler yapardık, çok meşgul bir adamdı ama beni asla ihmal etmezdi. Bir dakikalık bir boşluğu olduğunda beni görmeye gelir vakit geçirirdik.

Belki de bu yüzdendi yemek yaparken kendimi dingin hissetmemin sebebi. Koca okyanusta küçük kayığıma uzanmış renkli gökyüzünü izliyormuş gibi geliyordu. Yalnız hissetmiyordum, gökyüzünden beni izleyen babamla kalbimizle sohbet ediyorduk çünkü.

Şarkı on sekiz kere çalmak için başa döndüğünde kısık ateşte hazırlanan et soteyi kontrol ettim. Kokusu burnuma dolmuş ve açlığıma vurmuştu. Normalde üstten yemeyi ve yenilmesini sevmezdim ama açlığım beni buna zorluyordu fakat yapmayacaktım.

Arkamı döndüğümde kapı pervazına dayanmış beni izleyen Demir'i görmeyi beklemiyordum. Yerinden doğrulup ocağa doğru yürümeye başladı. "Kokuları duyunca ayaklarımı kontrol edemedim," dedi, neden burada olduğunu açıklamak ister gibi. "Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Hazırlar zaten sadece masayı kurmak kaldı." Mutfak dolaplarını işaret ettim. "Şuralarda bir yerde tabaklar olacak, onlar için ihtiyacım olabilir." Tabii hala oradalarsa.

Evin hala yerli yerinde olmasının sebebi kesinlikle onun sürekli olarak buraya geliyor olmasından kaynaklanıyordu. Bana söylememiş olsa da buraya gelip kalıyor, takılıyor ve eşyaları yeniliyordu. Eşyaları yenilediğini de su içmek için bardak aradığım sırada bardakların hala paketlerin içinde olduğunu gördüğümde anlamıştım. Bir gün buraya geleceğimi biliyordu ve o yüzden geldiğimde hiçbir şeyin eksik olmamasını istemiş gibiydi. Tahmin ettiğim gibi yeni tabaklar dolap içerisinde duruyordu.

Demir tabakları çatal kaşıkları koyduğum masanın üstüne koydu. Son kez et yemeğine bakmak için tahta kaşıkla küçük küçük karıştırdım. "Acı sever misin? Beren'le seviyoruz diye biraz abartmış olabilirim çünkü." Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda beni gözleriyle karşılaştım.

Bir an kendimi bir filmin içindeymiş gibi hissettim. Arka fonda çalan müziğin etkisiyle öyle geldiğini biliyordum ama yine de güzel geldi. Normalde çöllerinde gezen ben olurken bu sefer o adım atmıştı benim ormanlarıma.

Bana çok uzun gelen ama birkaç saliselik zaman diliminden sonra konuştu. "Severim," dedi sakince. "Ne zamana olur?"

"Birkaç dakikaya hazır olur," dediğimde mutfak balkonunun kapısını açıp dışarı çıkarken cebinden sigara paketini çıkartıyordu. İçeriye esen rüzgarla bir an Buz keserken titredim. Üstümde hala kazak olmasına rağmen rüzgar sanki tenime esmişti. Üşüdüğümü fark etmiş olacak ki kapıyı kapattı ve tenimi okşayan rüzgarın parmaklarını kesti.

Ocağın altını biraz daha kıstıktan sonra masanın üstündeki sigara paketine uzandım. Birden sigara içme isteğim dürtüklenmişti. Ayağımdaki terlikleri çıkarma gereksinimi duymadan elime küllük alıp ben de arkasından balkona çıktığımda bana baktı. Balkona çıktıktan sonra kapıyı kapattım. Sigarası hem rüzgarın esintisinden hem de içmesinden kaynaklı yarısına ulaşmıştı.

"Bugün hiç içmedim," diyerek küllüğü balkon mermerinin üstüne bırakıp elimdeki çakmağı ateşi elimle siper ederek yaktım. "Ne zamandan beri içiyorsun?" Sigaramdan derin bir nefes çektim. "Sanırım beş yıldan fazla oldu." Başını salladı ve külünü kül tabağına silkti. "Erken başlamışsın." Güldüm. Bu gülüşün ardındakiler o bilmiyordu ama kalbim iyi biliyordu. "Sanırım," dedim. "Beren ne yapıyor?"

İkimizde balkonun manzarasını kapatan yüksek binaya bakıyorduk. Birbirimize dönmemiştik ama karşımızdaki pencereden yansımamızı izliyorduk. "Uzanıyor," dediğinde duraksadı. "Ona baktığında ne görüyorsun," diye sordu aniden. Kaşlarımı çatarak yansımasına bakmayı son verip ona döndüm ama o hala karşıya bakıyordu.

"Arkadaşın olmadığını farz et ve ona öyle bak. Ne görüyorsun?" Ne demek istediğini anladığımda sıkıntıyla nefesimi bıraktım. "İyi değil," dedim dürüst olmayı tercih ederek. "Ben bir psikolog değilim ama, kötü olduğunu saklamaya çalışıyor, bastırıyor kendini ve yanlış yapıyor. Anlayabiliyorum. Yaşadığı şey sıradan bir şey değildi, bastırmaması lazım, o korkuyu atmak için dibi yaşaması lazım."

Sigaramdan bir nefes daha aldığımda esen rüzgarla dağılan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Başını salladı ve sigarasını söndürdü. "Kendini suçlamayı tahminen ne zaman bırakırsın?" Sorum karşısında bedenini bana çevirdi. "Kendimi suçlamıyorum," dediğinde güldüm. Hadi oradan.

"Suçluyorsun. Neden suçladığını bilmiyorum ama senin de buna bir son vermen lazım." Kollarımı göğsümde birleştirdim. Birazdan soğuktan titremeye başlayacaktım. "Neyse, ben masayı hazırlayayım." Sigara izmaritini küllüğe bastırıp mutfağa girdim. Kapıyı kapatırken önüne dönmüş kendine bir sigara daha yaktığını gördüm.

Tabakları koyduğum tepsiyi içeri götürdüğümde Beren'in inlediğini duydum. Tepsiyi masaya koyduğumda hızlı adımlarla yanına ilerledim. Kabus gördüğünü anladığımda yanına oturup saçlarını okşadım onu panikle uyandırıp daha da korkutmak istemiyordum. "Geçti," dedim sessizce. "Geçti, Şeker Portakalı."

Uykusunda ağlamaya başladığında yan yattığı koltukta rahatsızca sırtüstü uzandı. Seslice ağlamaya başladığında bir şeyler mırıldandı. İçeriye elinde salatayla giren Demir'e baktım. Kardeşinin ağlayan sesini duyduğunda kaşları hızlıca çatıldı. Elindeki salatayı masaya neredeyse fırlatacak şekilde bırakıp yanımıza geldi. Elimi kaldırıp onu, yapabileceği ani bir hareket yapmaması için durdurdum. "Sakince," dedim, sessizce.

"Beren, uyan güzelim." Elini kardeşinin yanağına koyarak okşamaya başladı. "Güzelliğim, kabus görüyorsun, uyan." Beren'in göz kapakları titredi ve hışımla açıldı. Bizi karşısında gördüğünde ağlamaklı bir sesle çığlıklar atıp yattığı yerden doğrularak geriye doğru kaçmaya başladı.

Demir kardeşinin kollarından tutup sakinleştirmeye çalışırken ben oturduğum yerden titreyen ellerimle kalktım. "Benim, güzelim. Buradayım." Beren'e sarılarak kardeşinin başını omuzuna koyduğunda Beren zar zor aldığı nefeslerini düzene sokmaya çalışıyordu. "Şş, buradayım."

Dakikalar sonra Beren kendine geldiğinde abisinin omuzunda kendine mesken kurduğu yerden başını kaldırdı. Demir kardeşinin yüzünü avuçlayıp yanaklarını ıslatan yaşları sildi. "Yanındayım."

"Yanındayım babacım."

"Korkma."

"Korkma güzel kızım."

Titreyen ellerimi eşofmana bastırdım, sanki içimdeki korkuyu saklamaya çalışıyordum. Yeni filizlenmeye başlayan fidanın toprağı gibi, ruhum da derinden sarsıldı. Kalbim, içimdeki acının ağırlığıyla sızladı. Karşımdaki görüntü, zihnimi adeta paramparça etti. Dünyam başıma yıkıldı, ama ben dimdik ayakta kaldım. Yıkılmayı göze alamazdım, çünkü yıkılmak benim için bir seçenek değildi.

Beren sonunda sakinleştiğinde kendimi toparlayıp yanına gittim. Elimi, aynı babamın bana korktuğum zamanlarda sakinleşmem için yaptığı gibi saçlarına götürüp okşamaya başladım. Başını kaldırıp kızarmış gözlerle yüzüme baktı. Hafifçe gülümsedim.

"Geçti," dedim.

İkimizin de gözlerinden yaşadığımız anlar geçti. Ağladık içten içe, acımızı yaşadık ve birbirimizi tutarak oradan kurtardık.

Alt dudağı tekrardan ağlayacağı sinyalini verdiğinde koltuğun yanında diz çöktüm. "Geçti," diyebildim sadece.

Başını salladığında yanağından akan göz yaşını sildim. O da benim gibi gülümsediğinde endişeyle yüzüne bakan abisine baktı. "Rüyamda pamuk şekerimi düşürdün," dedi çocuksu bir sesle. Ortamı yumuşatmaya çalıştığını fark ettiğimde kaşlarımı çatıp yanımdaki adama baktım. "Çok ayıp, kocaman adamsın neden kızın şekerini düşürüyorsun?"

Demir dilini dudaklarında dolaştırıp gözlerini kapatıp birkaç saniye sonra açtı. Bu onun sakinleşmek için başvurduğu bir yöntemdi. O da benim gibi Beren'in yaptığı şeyi anlamıştı. "Neyse, dünyadaki tek pamuk şekeri olduğu için üzülmüştüm o kadar." Elleriyle yüzünü sıvazlayıp kendini toparladı. "Yemek hazır mı? Çok açım, hadi." Koltuktan kalkıp dar koridora girip gözden kayboldu.

Demir'e baktığımda kaşlarını çatarak önüne bakıyordu. Elimi kolunun üstüne koyduğumda boş bakışlarını bana çevirdi. "İzin ver bir süre istediği gibi davransın." Kolunun üstündeki elime kaşlarını daha da çatarak baktığında çekmem gerektiğini düşünerek hareketlenecektim ki elimin üstünde elini hissettim.

"Titriyorsun."

Anlamadığım için kaşlarımı çatarken elimi sıktığında elimin titrediğini fark ettim. Benim yanımda da olduğunu belli etmeye çalışıyor gibiydi. "Onu öyle görmek beni korkuttu," dedim fısıltıyla. "Ama düzelecek yakında, o yüzden bir yanım iyi hissediyor. Siz acilen birisini bulun."

Bir şey demesine izin vermeden elimi elinin altından çekip ayağa kalktım ve mutfağa gitmek için dar koridora girdim. Beren banyodan elini yüzünü yıkamış bir halde çıktığında gülümsedim. "Bir yemek yaptım," parmaklarımın uçlarını birleştirip öptüm. "Enfes."

Islak ellerini yanaklarıma koyup dudaklarımı büzdüğünde başımı sallamaya başladı. "Ne kadar güzel gülüyorsun sen, ham yapacağım seni." Hem konuşup hem de yanaklarımı sıkarak başımı sallıyordu. Yanaklarımı o kadar çok sıkmıştı ki dudaklarım öne doğru büzülmüştü. "Bırak," dedim zar zor.

"Abimle balkonlarda sohbetler de edermiş," dedi sırıtarak. Gülen yüzüm aniden düştüğünde kafa atmak için üstüne atıldığımda kahkaha atarak yanımdan koşarak kaçtı. "Kaçın dostlar, kızgın boğa geliyor." Götüne vura vura kaçmasını gülerek izledim.

Mutfağa girip ocağın üstündeki tencerelerden bir tanesini alarak salona götürdüm. O sırada Beren içecekleri getirirken Demir de diğer tencereyi getirmişti. Tabaklara yemekleri koyup önlerine koyduktan sonra masaya oturdum. Beren kolanın kapağını açmakla uğraşıyordu.

"Kapağı Thor'a mı kapattırdınız insafsızlar?" Kola şişesini bu sefer bacaklarının arasına koyup öyle açmayı denedi. Yüzü kendini zorlamasından dolayı kızarırken Demir ve ben gülerek onu izliyorduk. Ikınarak kolanın kapağını açmayı bıraktı. Pes etmiş gibi kolayı masanın üstüne, abisinin önüne koydu.

"Thor'un kapattığı kapağı açsa açsa Hulk açar."

Demir şişeyi tutarak kapağı sıkıp birkaç saniye çevirerek zorladı. Sonunda şişenin açıldığını belli eden ses çıktığında Beren şişeyi alarak yüzünü buruşturdu. "İşte ben buna güç eşitsizliği, diyorum," dediğinde elimde olmadan bu haline kıkırdamıştım.

"Senin tuzun kuru, tabii gülersin. Taş gibi kafan var önüne gelene kafa atıyorsun." Demir bakışlarını bana çevirdi. "Kafa mı?" Beren bardakları doldururken başını salladı. "Evet abi. Bir ara sınıfın Gürbüz'üne sıranın üstünden fırlayıp kafa atmıştı." Birden durup bana baktı. "Harbi sen onu nasıl yaptı ya?"

Gülerek omuz silktim. "Kaşındı. Çocuk gibi gelip uğraşıyordu benimle." Beren doldurduğu bardakları önümüze koydu. "Uğraşmıyordu, çocuk senden hoşlanıyordu." Gözlerimi devirdim. "Hoşlanıyor ya da hoşlanmıyor, fark etmez. Saçlarıma dokunup duruyordu. Kolunu kırmadığıma dua etsin."

Beren yemeği bir kenara bırakıp kollarını masaya dayadı ve heyecanla abisine doğru eğildi. "Bak, dinle şimdi! Çocuk gelip bunun saçlarını okşuyordu. Ayşıl var ya, saçlarına dokunulmasından hiç hoşlanmaz. Sürekli çocuğu 'Dokunma bana!' diye uyarıyordu." Demir, gözlerini bana çevirdi. "Bir yaptı, iki yaptı, derken üçüncüde artık sabrı taştı. Ayşıl sıranın üstüne çıkıp adeta Cüneyt Arkın gibi çocuğun üzerine atladı. Resmen uçan kafa attı!" Beren kahkahalara boğulurken, Demir hâlâ beni izlemeye devam ediyordu. "Ama uyardım, defalarca söyledim!" dedim, kendimi savunmaya çalışarak.

"Kızım çocuğun burnu kırıldı, burnu." Demir hadi canım, der gibi bana baktı. "Güzel kafa atarım." Diyerek güldüm.

"Evet, hatta kendi kafasına hiçbir şey olmamıştı o yüzden de okulda Ayşıl'ı hep Demir Kafa, diye hitap ederlerdi." dedi. "Sonrasında ne oldu?" diye, sordu Demir. Omuz silktim. "Çocuk başka okula gitti."

Demir'in hareketlendiğini gördüğümde ona baktım. Et soteden yemeye başladığında yerimde kıpırdandım. Yemek hakkında yapacağı yorum beni merak ettirse de belli etmemeye çalışarak pilavdan yemeye başladım.

"Nasıl olmuş abi? Dediğim kadar var, değil mi?" Demir'in bakışlarını üzerimde hissetsem de ondan tarafa bakmadan pilavımdan yemeye başladım.

"Güzel," dediğinde tek kelimeyle yorum yapması beni biraz bozmuştu ama bunu dert etmemeye çalışıp yemeye devam ettim. Ben güzel yaptığımı biliyordum sonuçta, onun söylemesine ihtiyacım yoktu.

Sessiz geçen yemeğin ardından masayı birlikte toparlayıp kaldırdıktan sonra yıkamaya başladım. Beren ve hatta Demir bile yıkamayı teklif etmişti ama onları reddetmiştim. Mutfak işleri bana iyi geliyordu.

Mutfağa giren kişinin burnuma gelen hafif toprak kokusuyla kim olduğunu hemen anladım ve ona doğru döndüm. Cebinden sigara paketini çıkardığında, balkona çıkmaya hazırlandığını fark ettim. "Eğer istersen burada içebilirsin, sadece kapıyı kapatman yeterli. Beren rahatsız olmasın." dedim.

Sigarası dudaklarının arasında aşağı düşecek gibi duruyordu, bir an kalbimin teklediğini sansam da çabucak kendini toparlayan kalbim hiç renk vermeden atmaya devam etti.

Kapıyı kapattığında sandalyelerden bir tanesine oturup sigarasını yaktı. Önüme dönüp kaldığım yerden bulaşıkları yıkamaya devam ettim. Sonunda tüm bulaşıkları yıkadıktan sonra tezgahı temizleyip ellerimi yıkadım. Dolaptan kendime bir bira çıkarttığımda masaya, karşısındaki sandalyeye oturdum ve ben de kendime bir sigara yaktım. Ayaklarımı sandalyede kendime çektiğimde biramı açıp büyük bir yudum aldım. Uzun süre sonra içiyor olmanın keyfini çıkarmak istiyordum.

"Beren bugün burada kalsa olur mu?"

Sorumla birlikte telefondaki bakışları beni buldu. Telefonunun ekranını kilitleyip masaya bıraktı ve sigarasından içerek başını iki yana salladı. "Sıkıntı olmaz, kapıda bekleyen birileri olacak," dedi. Başımı salladım.

Yerinden kalktığında sigarasını dudaklarına sabitleyip dolabı açtı ve viski şişelerinden bir tanesini açıp masaya koydu. Bir bardağı da yanına koyduğunda yeniden sandalyeye oturdu. Sigarası hala dudaklarındaydı ve dumandan dolayı gözlerini kısmıştı.

Kapağı açarak bardağını doldurduğunda ona bakarak biramdan yudumladım. "Bir ergenle karşılıklı içmek nasıl hissettiriyor, Komutan?"

Bardağından büyük bir yudum aldığında yüzünde herhangi bir hareket olacak mı diye izledim fakat elim boş bir şekilde geri döndüm. Ben olsam limon yemiş gibi yüzümü buruşturmuştum. Viskiyi kendime yasaklamıştım çünkü onu ilk ve son kez içtiğimde başıma gelenleri net hatırlıyordum.

"Ben karşımda bir ergen göremiyorum." Alt dudağımı ısırdım. "O zaman sana şişemi uzatabilir miyim?" Yavaşça başını salladığında gülümseyerek bira şişemi ona uzattığımda o da bardağını kaldırdı. Şişem bardağına çarptığı gibi gözlerimizde birbirine çarptı.

Geri çekilip biramı yudumladıktan sonra sönen sigaramın ardından bir tane daha sigara yaktım. İçerken sanki dilim uyuşuyordu ve ben sigaraya doyumsuz birisine dönüşüyordum.

"Okulunu neden dondurdun?" Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Bakışlarım masaya düştüğünde omuz silktim. "Öyle gerekti." Yeniden ona baktığımda ikinci bardağını dolduruyordu. "Seneye devam edeceğim ama, psikolojiyi seviyorum yarım bırakmam. Bu sene çalışacağım biraz."

"Bitirdikten sonra ne yapacaksın?" Birkaç saniye düşündüm. Sahi, ne yapacaktım ben? "Düşünmedim," dedim. Cevap bana bile tuhaf geldi. "İleriyi düşünmene gerek yok, şimdiye odaklanman da fayda var. Ne kadar plan yaparsan yap yine de düşündüğün gibi gitmiyor."

Öyleydi. Küçüklüğümü hatırladım. Hep babamla yarını düşünerek planlar yapardık ve ben bir gün babamla yaşadığım son yarını yaşadım.

"Gelecek için plan yapan birisi değilim," dedim dalgınlıkla. Hatıralar gözümün önünde birer bire canlanırken biramdan büyük bir yudum aldım.

"Gözlerin," dedi. "Neden öyle bakıyorlar?" Kaşlarımı çatıp başımı hafifçe omuzuma yatırdım. "Nasıl?"

"Ormanlarından yağmur hiç eksilmiyormuş gibi, ağaçlarının yaprakları hep ıslak." Bedenim kaskatı kesilirken elimin altındaki şişeyi sıktım.

Gördü.

Babasının acısına dayanamayıp kendini ölüm uykusuna yatıran küçük kız gözlerini bu sözlerin etkisiyle açtı. Gözlerindeki durgunluğun yerini canlılık kaplarken dudaklarında umutlar yeşerdi. Görmemesi gereken kişi, uyuyan küçük kızı görmüş ve uyandırmıştı. Benim yıllarca ninniler söyleyerek kandırıp uyuttuğum kız çocuğu şimdi kendisini uyandıran o adama bakıyordu.

 

Bölüm : 18.08.2025 17:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...