7. Bölüm

TEHLİKE

Smokeye
smokeeye

Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın aşklarım. Yorumlarınızı okumayı seviyorum. Sohbet ediyormuş gibi hissediyorum...

Öpüldünüz. oxox

 

 

Kars'a geleli iki buçuk hafta olmuştu. İlk haftada yaşadığımız olayı gözden geçirdiğim zaman bu kadar sakin kalmam beni şaşırtıyordu. Aksine şimdiye dek ortalığı alevlendirmem lazımdı.

Sıkıntıyla nefes verdim. Elimdeki sigarayı küllüğe bastırıp balkondan mutfağa girdim ve ocağın üstündeki çayın altını kıstım. Saat henüz erkendi, yediye geliyordu ve ben her zamanki gibi erkenden kalkmış hiçbir şey yapmadan bekliyordum.

Daha ne kadar burada kalacağımızı da bilmiyordum üstelik. Tatil için Kars'a gelmek büyük aptallıktı zaten. Kars'ta tatil mi olurmuş? Olsa bile bana mı olurmuş?

Ona sarıldığım geceden sonra nadiren yüz yüze geliyorduk. Bazen yanımıza uğrayıp bir sıkıntı var mı diye kontrol edip gidiyordu. Her geldiğinde de üstünde üniforması oluyordu. Sanırım vakti oldukça uğrayıp sonra da gidiyordu. Nermin teyze de bazen oğluyla geliyor, bize yemekler yapıyor biraz oturduktan sonra Beren postaladığı için gitmek zorunda kalıyordu.

Beren o günden sonra hep bende kalmaya başlamıştı. Dışarıya çok çıkamasak da beraber evde güzel vakitler geçiriyorduk o yüzden dışarı çıkmamak canımı sıkmıyordu. Tabii arada çıkıp bana oturduğum bölgeyi gösterse de üç beş sokaktan ötesine gidememiştik. Benim için problem değildi, ben evcimen birisiydim lakin Beren olan durumlardan ve gezdiremiyor oluşunu epey dert ediyordu.

Buzdolabını açıp baktığımda her sabah kahvaltı yaptığımız için evde pek bir şey kalmamıştı. Açıkçası bugün canım kahvaltıyla birlikte poğaça ve börek yemek istemişti o yüzden eksikleri kafama not edip dolabın kapağını kapattım. Poğaça ve börek almak için dışarıya çıktığımda onları da alır ve iki defa iş yapmak zorunda kalmazdım.

Beren uyuduğu için onu rahatsız etmeyip tek başıma çıkma kararı aldım. Zaten bileğim artık ağrımıyordu ve ben rahatça yürüyebiliyordum. Gerçi ağrıdığında bile umursamıyordum. Dışarıya çıktığımda beni karşılayan kara karşı gülümsedim. Sanırım buranın en çok sevdiğim yanı karın çok fazla yağmasıydı. Ben tamamiyle kış kızıydım ve burası içimin huzurla dolmasını sağlıyordu.

Bizi bir haftadan beri koruma görevi üstlenen Hakan ve Abdullah'a haber vermek için arabalarına doğru ilerledim. Çünkü nereye gidersek gidelim bizimle birlikte geliyorlardı ve yalnız bırakmıyorlardı. Uzakta durup bize müdahale etmeden izliyorlardı. Asker olmadıkları belliydi fakat bir asker kadar eğitimli oldukları kesindi.

Tam arabaya yaklaşacaktım ki ikisinin uyuduğunu görünce adımlarımı duraksattım. Bir haftadır buradalardı, arada başkaları geliyor olsa da genel olarak ikisi duruyordu ve ne zaman onlarla denk gelsem yorgun oldukları gözlerinden belli oluyordu o yüzden uykularını bölmek istemiyordum. İçim uyandırmaya el vermedi. Sadece yarım saat kadarcık, diye düşündüm...

Arabanının ters yönüne doğru yürümeye başlarken cebimden kulaklığımı ve telefonumu çıkartıp yürürken beni daha da dinginleştirecek bir şarkı aramaya başladım.

Yürüdükçe botlarım kara batıyor ve beyazlara bürünüyorlardı. Kaymayan tabanları oldukları için memnundum yoksa şimdiye dek yüzüstü yere yapışmış olurdum.

Kulağımda naif şarkı çaldıkça dans etmemek için kendimi zor tutuyordum. Kars, köye yakın bir kasabasındaki insanların durduk yere dans eden bir kızı görmelerine alışkın olduklarını sanmıyordum.

Beren ile gezdiğimiz sokakların bir tanesinde bile pastane bulamamıştım bu yüzden başka sokaklara girmeye başladım. Dakikalar sonra bile bir tane pastaneyle karşılaşmamış olmam sinirlerimi bozmuştu. Ağzım yüzüm buz tutmuştu resmen. Üşüyen ellerimi cebimden çıkartamayacak kadar titriyordum üstelik.

Bir bakkalın önünde sigara içen amcayı görünce cebimdeki telefondan şarkının sesini kıstım ve adama doğru yaklaştım. "Günaydın amca, hayırlı işler," dedim, gülümseyerek. "Günaydın hanım kızım, buyur." Adamın hafiften bu yöreye ait konuşmuş olması ve aynı sıcaklıkla karşılık vermesi hoşuma gitmişti.

"Amcam ya, pastane yok mu buralarda?" Adam biraz duraksayıp düşünmeye başladı. "Sen ne alacaktın ki kızım?"

"Poğaça, börek falan alacağım."

"Pastane yok da bak şu ileride bir tane fırın var, oradan alıver sen." Parmağıyla işaret ettiği yere baktıktan sonra gülümseyerek saçları beyazlayan adama baktım. "Sağ ol amca, kolay gelsin." O da aynı şekilde gülümsediğinde hızlı adımlarla o fırına doğru yürümeye başladım. Eğer biraz daha dışarıda dursaydım büyük ihtimalle donarak ölecektim.

Fırının kapısını iterek içeri girdiğimde beni karşılayan sıcaklık sayesinde bedenim ısınırken hafifçe ürperdim.

"Günaydın abla, hoş geldin." Benimle aynı yaşlarda olduğuna emin olduğum çocuğa baktım gülümseyerek. "Günaydın." Koşar adımlarla tezgahın önüne geldiğimde soğuktan donan ellerimi birbirine sürtüp çenemi atkımın içine soktum.

Poğaça bulmak için tezgahtaki ürünlere bakındım ama yoktu. "Poğaçan yok mu?" dedim üzüntüyle çocuğa bakarken. "Birazdan çıkacak ablam, istersen bekle." Başımı heyecanla salladım. "Olur, beklerim. Ama sen bana önden iki simit, üç dört dilimde su böreği paket yapar mısın?" Çocuk başını sallayarak söylediklerimi ustalıkla hazırlamaya başladıktan sonra bana uzattı.

"Çay içer misin abla?" Başımı omuzuma yatırıp minnetle yüzüne baktım. "Ne iyi olur, biliyor musun? Zahmet olmazsa alırım."

Çocuk farklı kapıdan girdikten birkaç dakika sonra elinde çay bardağıyla geri gelmişti. Kasanın önüne koyduğunda tebessüm ettim. "Çok sağ ol."

Çayımdan yudum alırken ısınmanın keyfini çıkartarak dışarıyı izlemeye başladım. Bakışlarım fırının ilerisinde yerde oturan yaşlı bir kadına takıldığında kaşlarımı çattım. Yerde, bir kartonun üstünde oturmuştu önünü izliyordu. Dileniyor gibi dursa da aslında dilenmiyordu. Tek ayağını altına almış, diğer bacağını da kırmış kendine çekerek oturuyordu öylece.

İçim acımıştı. Asla kimseye acımazdım. Bir kula acımak benim haddime değildi ama üzülmüştüm. Yaşlı bir kadının başını eğerek önüne konulacak iki kuruş parayı beklemesi beni üzmüştü. Üstelik bu soğukta.

Bana çay getiren çocuk içeriden tepsiyle birlikte çıktığında bakışlarımı ona çevirdim. Tepsideki poğaçaları tezgaha dizmeye başladı. "Sen bana iki tane poğaçayı şimdi verir misin?"

İki poğaçayı kaptığım gibi fırından çıkmış ve o yaşlı kadına doğru yürümeye başladım. Bir yandan da boynumdaki atkıyı çıkartıyordum. Çıkardığım atkıyı yaşlı kadının omuzlarının üstüne bıraktığımda kırışık göz kapaklarının ardından başını kaldırıp bana baktı.

"Sağ olasın kızım." Kadın Kürtçe konuşmuştu. Gülümseyerek önünde çökerek elimdeki poğaçaları uzattım. "Size getirdim, yersiniz." Kürtçeyi küçük yaşlarda öğrenmiştim o yüzden Türkçe bilmediğini düşünerek aynı şekilde ben de Kürtçe konuşmuştum. Ona uzattığım poğaçalara bakıp dolu gözlerle başını başka yöne çevirdiğinde üzgün gözlerle ona baktım. "Almazsan üzülürüm nene."

Kadın benim gibi üzgün gözlerle bana baktığında anında gülümseyip elimdekileri ısrarla ona uzattım. Elimden poğaçaları aldığında açıp yavaşça yemeye başladı. Başımı kaldırıp bana bakan kahvehanenin önündeki adamla göz göze geldiğimde işaret parmağını yere doğru çevirip döndürmeye başladığında başımı salladım.

Yaşlı teyzeye çay getirmek için içeri giren adamın ardından bir süre sonra orta yaşlarda bir adam çıkmıştı dışarı. Bize doğru yürümeye başladı. "Naile Teyze, gel içeride otur." Benim gibi o da Kürtçe konuşmuştu, sanırım sürekli burada olan bir kadındı.

Kadını kolundan tutup kaldırdığımda elini yanağıma götürüp okşamaya başladığında yaşlı gözlerle yüzüme baktı. "Allah razı olsun." Elimi sırtına götürüp sıvazladım ve kahvehanenin önüne götürdüm. "Allah razı olsun bacım." Yaşlı kadının kolundan tutarak içeriye götürdü adam.

Arkamı dönüp koşar adımlarla fırına doğru ilerledim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde çocukla göz göze gelmiştim. "Şimdi de on tane poğaça istiyorum," dedim, gülümseyerek. "Beş peynirli, beş kaşarlı."

Fırın kapısı açılıp kapandığında tezgahtaki çocuk başını kaldırıp gelene baktı. Gözleri birden parlamış ve gülümsemişti.

"Hoş geldin Demir abi."

Omuzumun üstünden merakla arkama baktım. Şaşkınlıkla ona baktığımda onun gözleri zaten üzerimdeydi. "Hoş buldum aslanım." Bedenimi ona çevirip bir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim. Bana doğru yaklaşıp önümde durdu. "Nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"İyiyim." Başını kaldırıp tezgaha baktı. "Ne aldın?" diye sordu. "İki simit, dört dilim su böreği, on tane de poğaça," dedim işaret parmağımla poğaça koyan çocuğu işaret ederek. Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Hepsini mi yiyeceksiniz?" Gülerek başımı iki yana salladım. "Poğaçalardan sekiz tanesi Hakan ve Abdullah'ın." Birkaç saniye yüzüme bakıp ardından kaşlarını çattı. Bir şeyleri fark etmiş gibiydi.

"Onlar nerede?" Sesi az öncekine nazaran daha sert çıktığında boğazımı temizledim. Uyuyorlardı da kıyamadım uyandırmaya, desem ne derdi acaba?

"Buyur abla." Çocuk poşetleri uzattığında elinden alarak Demir'in bakışlarından kaçmak istesem de cevap bekler gibi baktığını hissedebiliyordum.

"Onlar evin önündeler," dedim sakince ona doğru döndüğümde. "Neden? Bir tanesinin seninle gelmesi gerekiyordu."

"Asıl neden birisinin benimle gelmesi gerekiyor?" Kaşlarımı kaldırarak az önce bana cevap bekleyen bakışlar gibi ben de ona baktım. "Onların amacı Beren'i korumak, güvende tutmak, beni değil. Ayrıca alt tarafı börek, poğaça almaya geldim." Cevap vermeden derin bir nefes aldı. Öyle bir aldı ki ortamdaki oksijeni sömürmüş olabilirdi.

Bir adım geri çekilip deri eldivenli elini ensesine götürüp gözlerini kapattı. Gözlerini açarak bana baktı. Bir şey demek istiyor da demiyor gibiydi. Neye sinirlendi şimdi bu?

"Demir abi, her zamankinden mi?" Çocuk sanki karşısındaki çok saygın birisiymiş gibi gururla bakıyordu Demir'e. Onun rütbeli bir asker olduğunu biliyordum ama öyle olduğu için bu kadar saygı görmesinin nedenini anlayamıyordum. Sanki buradaki herkesle bir bağı var gibiydi. Herkes onu tanıyor, seviyor ve mesleğinden ötürü değil de sanki kendisinden kaynaklı saygı duyuyor gibiydi.

"Her zamankinden olsun ama sen bu sefer az koy. Üç beş bir şey olsun."

Ardından bana baktığında ellerini beline koyup başını sola doğru yatırdı. Ne dercesine yüzüne baktığımda başını iki yana salladı. Deli midir, nedir.

"Buyur abim." Çocuk paketi bana uzattığında Demir poşetleri eline aldı. Ona bakmaktan çocuğun ne koyduğunu görememiştim. "Ne kadar?" Gözleriyle elimdeki torbaları da göstermişti.

"216 tuttu abi."

"Benimkiler ayrı," dedim hızlıca. "Ben ayrı ödeyeceğim." Çocuk bana baktığında cebimden cüzdanımı çıkarttım. "Benimkiler ne kadar?" Demir ben konuşmuyormuşum gibi cüzdanından para çıkartıp uzattı. Ben de hiç beklemeden para uzattım.

Çocuk bir bana, bir de Demir'e bakıyor hangi parayı alacağının tedirginliğini yaşıyordu. Kaşlarımı çatarak Demir'e baktım ama o bana bakmıyordu.

"Ayrı," dedim dişilerimi birbirine bastırarak. Yeterince benim yerime ödemişti zaten, bunu da ödemesini istemiyordum. Neyim ben? Beleşçi mi?

"Alsana Ali." Demir'in sert sesiyle çocuk transtan çıkıp Demir'in elindeki parayı aldığında sinirle gözlerimi devirip parayı cüzdana koydum.

Fırından çıktığımızda sinirli bir şekilde yandan yandan yüzüne bakmaya devam ediyordum. "Biz ne konuştuk? Hani ödemeyecektin?" Dedim daha fazla dayanamayıp. "Misafirsin Ayşıl." Yan yana yürümeye başladık. "Sevmiyorum böyle şeyleri. Rica ediyorum yapma, rahatsız oluyorum." Bana baktı yavaşça. "Neden tek geldin?" Yok, tutmayın kafa atacağım herife.

"Söyledim ya." Ters bir şekilde konuşmaktan kendimi alamamıştım. "Uyuyorlardı zaten uyandırmak istemedim." Sinirli sinirli yürürken onun durmasıyla ben de bir adım önünde durdum. Alt dudağımı ısırıp kırdığım potla kaşlarımı çattım. Aferin bana.

"Ne demek uyuyorlardı?" Bedenimi ona çevirip ofladım. "Uyuyorlardı işte. Çok yorgun görünüyorlardı ben de uyandırmak istemedim." Söylediğim cümleyi o kadar basit bir şekilde söylemeye çalışmıştım ki... Kaşlarını daha da çatarken başını gökyüzüne kaldırıp nefes verdi. Dudaklarından soğuk yüzünden nefesi duman gibi çıkarken kızaran burnuna baktım. Tatlıydı.

"Yürü Ayşıl, yürü." Yanımdan hızlıca geçip yürümeye başladığında ben de koşar adımlarla yürümeye başladım. O bir adım, ben iki adım atıyordum. Hızlı yürüdükçe yüzüme rüzgar esiyordu ve yüzüm yanıyordu. "Yavaş yürür müsün?" Sesim sitemli çıkmıştı. Bir şey demese de adımlarını yavaşlattı.

Birkaç saniye sonra arabasının önünde durduğumuzda hiç beklemeden arabasına bindim. Şu an arabanın içi sıcaktı ve titreyen bedenimi yatıştırıyordu. Demir de arabaya bindiğinde arabayı çalıştırıp sürmeye başladı, İri vücudu koltuğu geriye doğru itmesine rağmen arabadan taşacak gibiydi.

"Sen nereye gidiyorsun?" Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde kaşlarını çatarak yola baktığını gördüm. Sürekli kaş çatmak nasıl bir duyduydu acaba? Ben hep gülümseyen birisiydim.

"Yanınıza geliyordum. Beren gece, kahvaltı yapalım diye mesaj atmıştı. Bilmiyor muydun?" Bu sefer kaşını çatma sırası bendeydi. Neden bundan benim haberim yoktu peki? Yüzüme baktığında anında toparlanıp yola baktım. "Bu kadar erken beklemiyordum," diye yalan söyledim.

"Kışladaydım gece, işim erken bitince ben de geleyim dedim." Uyumamış mıydı? Yeniden yüzüne baktığımda gözlerinin hafiften kızarık olduğunu gördüm. "Hiç uyumadın mı?" Sesim gereğinden fazla yumuşak çıkmıştı.

Kısaca bana bakıp tekrardan önüne döndüğünde yüzünde alaylı bir ifade vardı. "Uyumadım, desem ağlayacakmışsın gibi bir halin var." Gıcık. Umursamıyormuş gibi önüme dönüp kollarımı göğsümde bağladım.

Benden sonra hiç konuşmadan arabayı sürmüştü. Bir ara evde eksik olan eşyaları almak için bir marketin önünde durmuş ve eşyaları almıştık. Yine ödeme problemiyle karşılaştığımızda onu kafa atmakla tehdit ettiğim için bu sefer ben ödemiştim. Ciddiye almasa da ben epey ciddiydim.

Binanın önüne bir yere park ettiğinde arkamızda kalan Hakan ve Abdullah'ın arabasına dikiz aynasından baktı. Hala uyuyor olmalarını beklemiyordum ama gerçekten yorulmuş gibiydiler.

Demir arabadan inip arka koltuktan poşetleri aldığında ben de fırından aldıklarımızı almıştım. Arabayı kilitleyip bilmem kaçıncı rüyalarını gören adamların arabasına ilerleyip yolcu koltuğunun camının önünde durdu. Elini havaya kaldırdı ve birkaç saniye bekledi. Ardından arabanın tavanının üstüne bir kere vurdu. Öyle bir vurmuştu ki çıkan sesle içeride uyuyan adamlarla birlikte ben de sıçramıştım.

Adamlar uyku sersemliğiyle etrafa bakındıklarında Demir'i görmeleriyle hızlıca arabadan çıktıklarında bir adım geriledim. "Demir bey," dedi, yolcu koltuğundan inen Hakan.

"Günaydın Hakan, poğaça almış Ayşıl size. Çıkmış evden, altı sokak aşağıdaki fırıncıya gitmiş sıcak sıcak poğaça almış."

Abdullah'ta Hakan'ın yanına koşarak gelerek elini önünde birleştirdi. Ezilip büzüşmüyorlardı ama yine de mahCup bir şekilde başlarını eğmiş bekliyorlardı. "Demir bey-"

"Lan sikerim beyini." Hakan'ın sözünü küfürle kesen Demir'in sesi beni dahi ürkütürken bu sinirin ucu bana dokunmaması için hafifçe Demir'in bir adım arkasına geçip hayalet moduna girdim.

"Kız buradan çıkıp gidiyor siz de fosur fosur uyuyorsunuz." Başını eğip deri eldivenli elini Hakan'ın ensesine koydu. "Lan Hakan, uyuyun diye mi koydum ben sizi buraya?" Dişlerini sıkarak konuşuyordu. Ardından adamın kulağına yaklaşıp bir şeyler söyledi fakat ben duyamamıştım. Adam gözlerini kapatıp başını salladı. Demir geri çekilip bir Hakan'a bir de yanındaki Abdullah'a baktı. Elini Hakan'ın sırtına birkaç defa geçirdiğinde adam yerinde sendeledi. "Hadi Hakan, dinleniyor musunuz, uyuyor musunuz, siki-" Benim burada olduğumu hatırlamış olacak ki duraksadı. Ardından sinirle soluyup beni arkasında bırakarak binaya doğru yürüdü.

Mahcup bir şekilde yüzlerine baktım. "Kusuruma bakmayın, benim yüzümden oldu." Adamlar da bana mahcupla bakarken Hakan başını iki yana salladı. "Estağfurullah." Onlara ait olan poğaçaları uzattım. "Afiyet olsun," dedim mırıldanarak.

"Ayşıl!"

Sokağı inletecek sesi duyduğumda alelacele yanlarından ayrıldım. Bağırma be! İçimden söylene söylene beni binanın önünde bekleyen adama doğru koşmaya başladım. Ona bakmadan önünden geçip binanın içine girdim hala arkamdan baktığını hissediyordum.

Eve girdiğimizde bıraktığım gibi sessiz konumdaydı. Beren hala uyuyordu o yüzden sessizce içeri girip kapıyı kapattım. Montumu çıkartıp portmantoya asarak terliklerimi giydim. "Senin terliklerin köşede," dedim portmantonun ayağının yanındaki siyah terlikleri işaret ederek.

Yere bıraktığı poşetleri alarak mutfağa girdim ve masanın üstüne bıraktım. Neyse ki akşamdan bulaşıkları yıkamıştım da mutfak dağınık değildi. Demir yanıma geldiğinde koyu bordo boğazlı kazağının kollarını dirseklerine kadar çekmişti.

Eldivenleri elinde olmadığı için parmaklarını görebiliyordum. İnsansın sen ya, bir parmak ne kadar güzel olabilir. Masanın üstündeki pakete uzanarak içinden sigara çıkardım. "Ben hemen sigara içip geliyorum." Başını sallayarak beni cevapladığında balkona geçtim. Bir sigara içecektim fakat farkına varmadan üçüncüyü yaktığımı görünce hızlıca bitirdim. Zaten hava çok soğuktu.

İçeri hızlıca girdiğimde kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. Dışarıda ne kadar durdum ben de bu adam her şeyi hazırlamıştı? Göz ucuyla ona baktığımda omlet yaptığını gördüm.

"Masa hazır olana kadar gelmeyeceksin sandım." Gülerek konuşuyordu. Aklı sıra sevimlilik yapıyordu. Hesap konusunda asla anlaşamıyorduk ve bu beni iyiden iyiye deli ediyordu. Gerçi sen miyavlasan bile sevimli olamazsın da neyse. Ama komik olurdu. Kafasını omuzuma sürterek miyavladığını hayal edince gülmeden edemedim. Güldüğümü görünce bana baktı. Elimdeki paketi masaya bırakırken boğazımı temizleyip çenemi dikleştirdim ve tezgahın üstündeki salatalıkları doğramak için elimi yıkadım.

"Soyayım mı?" Onunla konuşuyor olsam da yüzüne bakmıyordum. Bakmayacaktım da. Dua etsin de kafa atmadım. "Olur, soy." Salatalıkları bıçakla doyduktan sonra dilimleyip tabağa koydum ve masasının üstüne götürdüm.

"Çok kızdın mı?" Sese bak. O kalın sesle utanmıyor muydu sevimlilik yapmaya? "Yoo," dedim umursamıyormuş gibi yaparak. "Bi bak bana." Omuz silkerek ekmekleri dilimlemeye başladım. "Bak sen bi." Tekrardan omuz silktiğimde gülmüştü.

Birden kollarını tezgaha koyup beni kolları arasına aldığında arkamda duruyordu. Onu hiç umursamadan işimi yapmaya devam ediyordum. Poğaça varken neden ekmek doğruyordum gerçi onu da bilmiyorum da neyse.

Başını eğerek omuzumun üstünden bana bakıyordu. Başımı yan tarafa çevirdiğimde yüzüne bakmamakta kararlıydım. "Oyun bozanlık yapma da yüzüme bak." Gülerek konuşması sinirlerimi daha da bozuyordu. Şöyle yandan bir tane kafasına geçirsem ne olurdu acaba? "Ha şimdi de konuşmuyorsun?" Yüzümü görmek için biraz daha eğildiğinde sırtımda göğsünü hissettim. "Bakmayacak mısın yüzüme?"

"Bir daha bana karışmayacağını, aldığım şeyleri ödemeyeceğine söz verirsen bakarım." Parmaklarını oynatıp tezgahın üstüne vurmaya başladı. "Kahvaltıdan önce sigara içmezsen, yanımdayken hesap ödemek için beni kafa atmakla tehdit etmezsen, tamam." Kaşlarımı çatarak hızla ona döndüğümde yüzüme çok yakın olduğunu bilmiyordum. Burunlarımız birbirine çarptığında şaşırdım.

Yutkunarak boğazımı temizledim. "Yine senin istediğin şeye çıkıyor," dedim, ciddi durmaya çalışarak. Gözlerime dikkatli bakması işimi zorlaştırırken geri çekildiğimde sırtım koluna çarptı. "Kahvaltıdan önce sigara içmeyeceksin," dedi. Birkaç saniye önce gülümsüyorken şimdi ciddi görünüyordu. "Hesap konusu istediğin gibi olsun."

Gözlerimi devirdim. "Hala karışıyorsun." Kollarımı göğsümde birleştim. "Bana bir yasak koyarsan seve seve çiğnerim," dedim yapmacık gülümsemeyle. Birden ciddileşip meydan okur gibi yüzüne baktım. "Ödemeyeceksin, karışmayacaksın."

Boynunu hızlıca omuzuna yatırıp çıtlattı. Yanağını erkeksi şekilde kaşıyarak gözlerini kıstı. "İkisi için de hakkın yok, bana karışamazsın." Hiçbir şey söylemeden yüzümü öylece izlediğinde bu pozisyondan kurtulmak istiyordum.

"Kahvaltıdan önce sigara içmeyeceksin," dedi bastırarak. Ne alıp veremediği vardı bununla? "Bu konuda anlaşalım önce." Gözlerimi devirip bıkkınlıkla yüzüne baktım. Keşke biraz uzak olsa benden. Umursamıyormuş gibi davranmak çok zordu.

"Tamam, kahvaltıdan önce sigara yok." İşaret parmağımı tehdit eder gibi yüzüne doğru salladım. "Sonrasında ne kadar içtiğime müdahale etmeyeceksin." Başını salladı. "Hesap konusu ise yarı yarıya olacak. Beren ben yanında olduğum için sürekli rahat davranacak o yüzden hepsini senin ödemene müsaade edemem. Yarı yarıya."

Yani. Böylesi daha mantıklıydı. Mesela o market parasını ben ödemiş olsaydım cebimde şu an para kalmazdı, ama Demir ödediğinde de sinirlerim bozulmuştu. "Beren'in de içinde olduğu her şeyi ben ödeyeceğim." İtiraz etmek ağzımı açacağım sırada benden önce davrandı. "Hiçbir şekilde aksi olmaz. Eğer kabul etmezsen alır götürürüm Beren'i, tek başına yaptığın kahvaltıların parasını sen ödersin böylece," dedi. Ağzım şaşkınlıktan açılırken kollarım boşluğa düştü. Beni arkadaşımı götürmekle tehdit ediyordu!

"İyi," dedim, sinirle. Daha fazla uzatmakta istemiyordum. "Anlaştığımıza sevindim." Ardından kollarını çektiğinde sırtımı tezgaha yaslayıp ona baktım. Tekrardan yaklaştığında gözlerimi kocaman açtım. Beni bedeni ve tezgah arasında sıkıştırırken yukarıya uzandı.

Yüzüm neredeyse göğsüne yaslanmış haldeydi. Kulaklarıma uğultu halinde dolan ses beni tarihte geçmişe doğru götürürken atan bir kalp sesini duymak için ne denli uğraştığımı anımsadım. Bu kadar yakından gelmesine alışkın değildim, bu ses.. benim ölümüm olabilirdi.

Geri çekildiğinde toparlanıp hızlıca arkamı döndüm. Gözlerinin odağında olduğumu göremesem de tahmin ediyordum o yüzden sessizce bekleyip kendime gelmeye çalıştım. Ne kokuyordu bu adam? Asla açıklayamadığım bir kokusu vardı. Kendi kokusu mu yoksa parfüm müydü emin olamıyordum.

"Beren'i kış uykusundan uyandır da kahvaltı edelim." Sesiyle kendime gelirken sessizce nefesimi bıraktım. "Tamam,"

Mutfaktan çıkarak Beren'le kaldığımız odaya girdim. Yatakta kollarını ve bacaklarını iki yana açarak gelişigüzel yatıyordu. "Eh yani Beren. Harbiden kış uykusunda mısın?"

Elini omuzuna koyarak dürttüm. "Şeker Portakal'ı," dedim harfleri uzatarak. "Uyan." Bir tepki vermedi. "Beren, hadi uyan güzelim." Mırıldanarak yan tarafına döndüğünde gözlerimi devirip yatağa oturdum. "Kızım, kalksana be. Ayı mısın?" Hiçbir tepki vermeden uyumaya devam ediyordu. Tam onu uyandırmak için omuzunu sarsacaktım ki onun sesini duydum. "KOĞUŞ KALK!"

Demir son derece yüksek bir sesle kapıya vurarak bağırdığında Beren irkilerek yatakta saçı başı dağınık bir şekilde oturur pozisyonuna geçti. "KALKTIM." Ne dediğini bilmeden konuşmuştu büyük ihtimalle.

Birkaç saniye etrafına baktığında sızlanarak kendini yatağa bırakıp debelenmeye başladı. "Abi ya." Ben haline kahkaha atarken Demir'de bıyık altından gülmeyi ihmal etmiyordu. Norma zamanda; yani bir başkasının yanında güldüğünü pek görmemiştim ama Beren'le olduğu zamman dudaklarından o gülüş hiç eksik olmuyordu. Bir anlığına bu ilişkiyi kıskandım.

Düşüncelerimden beni ayıran Beren'in sesi oldu. "Askerin miyim ben senin ya, insaf." Daha da yatağa yayılmaya başlamıştı bile.

"Buzlu su geliyor Beren." Beren buna inanmamış gibi yatakta daha da yayıldı. Demir birkaç adım atıp yatağa yaklaşmak üzereydi ki Beren korkuyla tekrardan oturur pozisyonuna geçti. "Tamam, kalktım abi, vallahi kalktım."

"Abinin seni buzlu suyla uyandıracağına nasıl inanırsın?" Gülüşlerimin arasında sırayla abi kardeşe bakıyordum. "Çünkü bu deli onun evinde kaldığım zamanlarda beni buzlu suyla uyandırıyor." Onun evi mi? Demir ailesiyle kalmıyor muydu?

"Bu mu? Deli mi?" Demir kardeşine doğru yaklaştığında Beren korkuyla yataktan kalkıp arkama geçtiğinde her şey saniyeler içerisinde gerçekleşti. Beren beni abisine yakalanmamak için onun üstüne itmiş, dengemi kaybettiğimi gören Demir beni tuttuğunda da Beren bunu fırsat bilerek bizi yatağa doğru itmişti.

Pazılarını sıkı sıkı tuttuğum adamın çöllerinde dolandım. Günlerdir ormanın derinliklerinde kendini göstermeyen küçük kızım gülümseyerek başını bir ağacın gövdesinin arkasından çıkardı. Yanaklarının kızarmıştı. Benim küçük kızım utanmıştı.. O da fırsat arıyordu zaten...

Göğsüne, bordo kazağına yayılan uzun saçlarım ve birbirine çok yakın olan dudaklarımız kısa bir anlığına kalbimin sıkışmasına neden oldu. Neden olduğu hakkında bir fikrim yoktu.

"Şey," dedim. Demir aynı benim gibi gözlerimin içine bakıyordu. Elleri belimi ve sırtımı sıkıca kavramıştı, sanki yatakta değil de onun kollarının üstünde yatıyordum. Konuştuğumda dudaklarıma kayan bakışlarıyla nefesimi tuttum. "Hım?" Derin bir nefes aldığında belimi belli belirsiz sıktı. Aynı zamanda parmaklarım kazağını avuçladı.

"Oha."

Beren'in sesiyle kapıya baktığımda şaşkın balık gibi bize baktığını gördüm. "Görmedim," deyip hızlı bir hareketle kapımızı kapatıp bizi odada yalnız bıraktı. Yanlış anlamıştı! Gözlerim kocaman açıldığında Demir'e baktım şaşkınlıkla. "Yanlış anladı," dedim tek seferde. "Neyi?" Ne demek neyi? "Bizi! Yanlış anladı işte. Böyle yatakta kucak kucağa görünce yanlış anladı."

"Kucak kucağa?" Eş zamanlı olarak tek kaşı usulca havalandı.

Başımı salladığımda güldü ve o güzel dudak kıvrımları gözlerime şenlik çıkardı. Kalbim maratona katılmış gibi, en sevdiği şarkıyı rastgele bir yerde sevdiği insanla duymuşcasına hızlıca atmaya başladı.

Sonunda kendimi toparlayabilmek adına boğazımı temizledim. "Gülme de kalk hadi," diyebildim.

Tek kaşını kaldırıp yüzüme dikkatlice baktı. "Neden öyle bakıyorsun?" Kim nasıl bakıyordu bilmiyordum ama dudaklarının dolgunluğu şaka olmalıydı. Kaşlarımı çattım. "Nasıl?"

"Bir şeyler anlatmak istiyor gi- Gözlerime bak, Ayşıl" Bunu söyleyene kadar dudaklarına baktığımın farkında bile değildim.

Utançla gözlerine baktığımda kaşları usulca çatılmış ve gördüğü şeylerden hoşlanmamış gibi bir yüz ifadesi vardı. Birkaç saniye daha öyle durduktan sonra belimdeki eliyle birlikte beni yataktan kaldırdı.

Hiçbir şey demeden yanından gidip salona girdiğimde Beren mutfaktaki tabakları masaya kurmuştu. Olan biten her şeyi silmek istedim. Fazla ileri gitmiş olmalıydım ki bakışlarım rahatsız etmişti. "Mutfakta yerdik, neden getirdin buraya?" Kısaca bana bakıp sırıttı. "Sıkış tıkış orada oturmayalım diye getirmiştim ama siz alıştınız sanki sıkış tıkış olmaya," dedi imalı imalı.

"Kim neye alıştı Beren?" Demir kurulan masanın baş köşesine otururken ben de karşısına geçtim, Beren de çayları koyarak ortamıza geçti. Masa duvara yaslı olduğu için omuzumu duvara yasladım. "Ayşıl, diyorum, Kars'a alıştı sanki." İman batsın pislik karı.

"Bugün dışarı çıkar dolaşırsınız," dedi Demir, önündeki poğaçadan yerken. "Gerçekten mi?" Beren heyecanla abisine baktığında Demir başını sallamakla yetindi.

Beren'in sorusu üzerine daha fazla konuşmamıştık. Sessiz sessiz yemek yerken kapı sesiyle yudumladığım çayımı yuttum. "Birisi mi gelecekti?" Demir ile Beren'e baktığımda ikisi de başını olumsuz anlamda sallamıştı. "Bir bakayım."

Kapıyı açtığımda sarışın, mavi gözlü, uzun boylu bir kız beni karşılamıştı. Oldukça sevimli bir şekilde gülümsüyordu. "Merhaba," dedi ince sesiyle. "Merhaba?"

"Demir burada mı? Ona bakmıştım," dedi. Merdivenlerden çıkan iki adama baktığımda kız baş parmağıyla arkasını gösterdi. "Aslında bakmıştık," diye düzeltti. Cevap veremeden Demir'in sesi duyuldu.

"Leman?"

Leman bu kız mıydı?

Kız -Leman- Demir'i gördüğü an daha da sırıttı. Demir'e baktığımda şaşkınlıkla kıza ve arkada kalan iki adama bakıyordu.

"Sana birisini getirdik," dedi Leman, heyecanla. Demir'in kaşları çatıldı. "Kimi?" Aniden kapının kenarından kafasını bir kız uzattı. "Komutanım!"

"Hilal!"

Demir'in tepkisine şaşırırken o da karşısındaki kızı görmeyi beklemiyor olacak ki şaşkınlık nidası dökülmüştü dudaklarından.

"Hilal abla!" Beren heyecanla Demir'in arkasında belirdi. Demir hızlıca Hilal'in yanına gittiğinde kız da kapının mermerine basarak bedenini çıkardı. Benim boylarımdaydı.

İkisi avuçlarını birbirine vurarak tokalaştıktan sonra birbirlerine sarıldı. "Daha dönmene iki hafta vardı senin kızım." Demir epey mutlu görünüyordu. Hilal sıkıca sarıldıktan sonra geri çekildi. "Komutanımın kardeşi gelmiş diye duydum. Gelmek icabet ederdi." Hilal asker miydi? "Hadi çık da kardeşine sarılayım, çok özledim."

"Hilal abla ya." Beren gülerek, biraz da ağlamaklı ifadeyle Hilal'e sarıldığında kendimi kendi evimde fazlalık gibi hissetmiştim. Birbirini tanıyan, kardeş olarak gören herkes yan yanaydı. Birden içim özlemle dolmuştu. Bir zamanlar benimde kardeş olarak gördüğüm insanlar vardı ama şimdi onlardan uzaktaydım.

"Sen de Ayşıl olmalısın." Hilal'in sesiyle bakışlarımı Demir'in terliklerinden çekip koyu kahve gözlere çıkardım. Hafif tebessümle uzattığı eli sıktım. "Evet," diyebildim.

"Sizin ne işiniz var lan?" Demir arkadaki adamlara baktığımda beyaz tenli adam sırıttı. "Kambersiz düğün mü olur oğlum?"

"Kapıda kaldınız, içeri geçin," diyerek içeriyi gösterdim. Hepsi teker teker içeriye girerken montlarını portmantoya asmıştı. Mutfağa giderek küçük bir tepsiye dört çay bardağı koyarak geri döndüm. Hepsi koltuklara yayılmış bekliyordu. "Kahvaltı yapıyorduk, sandalye getireyim de siz de eşlik edin," dedim gülümseyerek. Hepsinin odak noktası olduğumda tuhaf hissetmiştim.

"Yok, zaten rahatsız ettik. Bir de kahvaltınızı bölmeyelim." Konuşan Leman'dı. "Hayır, hayır. Siz geçin ben geliyorum. Beren sen çayları koysana." Elimdeki tepsiyi masanın üstüne koyup tekrardan mutfağa gitmek için hareketlendim.

Mutfağa ilerlediğim sırada arkamda hareketlilik hissetsem de kimin olduğunu bildiğimde dönüp bakmadım. Mutfaktaki masanın dört sandalyesi olduğu için şanslıydım. Balkonda duran bir tane daha sandalye vardı onu da mutfağa taşıdım.

İki sandalyeyi elime aldığım sırada Demir mutfağa girdi. Masayı içeri götürmüştü. "Bırak sen ben alırım." İki sandalyeyi tek eline aldığında kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Yiğidim ara beni, dediğim kısımda mıydım? Sandalyeleri bıraktığımda onları da alıp mutfaktan çıktı. Masadakilerin yetmeyeceğini düşünerek iki tabağa salatalık, domates doğrayıp hızlıca omlet yaparak salona geri döndüm. Elimdekileri masanın üstüne koyduğumda masayı salonun ortasına çektiklerini gördüm. Masa dokuz kişiye göre küçük olduğundan herkes birbirine yakın oturuyordu.

Bir baş köşede asker tıraşlı ve sesini hiç duymadığım adam, sağında Leman, solunda Hilal oturuyordu. Hilal'in yanında Beren, Beren'in karşısında yani Leman'ın yanında da beyaz tenli adam vardı.

Demir diğer başta otururken hemen yanında boş bir sandalye vardı. Masa yanlamasına geniş olduğu için iki sandalyeyi yan yana koymuştu. "Siz başlayın lütfen ben hemen geliyorumi" diyerek mutfağa ilerledim yeniden. Arkamdan Leman'ın "Bir şey hazırlayacaksan uğraşma, zahmet vermeyelim," dediğini duysam da hızlıca mutfağa geçtim. En pratik şekilde menemen yaparken çıkardığım milföy hamurlarının içini hızlıca doldurup ısıttığım fırına attım. İki tepsiyi altlı üst üste koyduğumda menemenin domatesleri olma kıvamındaydı.

Yaklaşık 7 dakika içerisinde her şey hallolurken mutfağa girer girmez ocağa koyduğum ikinci demliğin altını kıstım. Elimdeki börek tabaklarını götürmek üzere mutfaktan çıktığım an Demir'le koridorda karşılaştım. Kaşları çatık şekilde bir elime bir yüzüme baktı.

"Ne yapıyorsun?"

"Gelmen iyi oldu, şunları alır mısın? Ben diğerlerini alıp geliyorum."

"Uğraşma daha fazla bok yesinler. Geç içeri sen de," dese de gözlerimi devirip mutfağa geçip diğer diğer tabağı ve menemeni alıp salona geçtim.

"Kusura bakma gerçekten seni de uğraştırdık, hiç gerek yoktu." Elimdekileri masaya koydum ve Leman'a bakıp gülümsedim. "Önemli değil. Pratik şeylerdi zaten.

Masada çay bardağının olmadığını görünce tekrardan mutfağa yönelecektim ki Demir bileğimden tutup beni yanındaki boş sandalyeye oturtturdu ve masadaki yüzlere baktı.

"Kalkın ne eksikse kendiniz alın asabımı bozmayın benim." Ardından Ulaç'a döndü. "Çay bardağı ve çayı getir." Ulaç oturduğu sandalyeden kalkıp melül melül Demir'e baktı. "Komutanım neden ben ama? Benim günahı- Hemen komutanım." Sözünü bitirir bitirmez mutfağa koştu çünkü Demir pekte hoş olmayan bakışlarını yüzüne dikmişti.

"Biz birden geldik ama umarım rahatsız etmemişizdir. Hilal gelince sürpriz yapalım dedik." Leman gülümseyerek bana bakıyordu. Gülümseyen insanları severdim ve bu kadın çok güzel gülümsüyordu. "Estağfurullah."

"Bu tipin sürprizi mi olur Allah aşkına, Kandaş?" Konuşan Ulaç'tı ve Hilal'i işaret ediyordu. "Ulaç, sana buradan bir uçarım olmayan tipini kaydırırım." Hilal sinirle adının Ulaç olduğunu öğrendiğim adama bakıyordu. "Kızım sen sürekli uçmaktan falan bahsediyorsun da bir göremedik. Artık bir uçsan mı?" Leman ve Beren gülerken Hilal sinirle Ulaç'a bakıyordu.

"Demir, şuna bir tane geçir yoksa ben kafasını masaya geçireceğim." Ulaç gülerek Demir'e baktığında yüz ifadesini görmesiyle boğazını temizleyip oturuşunu düzeltti, çünkü Demir ona pek hoş bakmıyordu. O sırada mutfaktan geldi ve masaya elindekileri bırakıp çay doldurmaya başladı. Demir benim ve kendi bardağımı da ona uzattı ve teker teker doldurulduktan sonra önüme bıraktı. "Sen neden erken geldin, Hilal? " Demir arkasına yaslanmış benden taraftaki elini bacağına koymuş, diğeriyle de masanın üstünde çatalını tutuyordu.

"Ali komutanla konuşup görevdeki planı biraz erkene çektik, sürpriz olsun diye haber vermeyelim, dedik, timle." Hilal de en az Demir kadar ciddiydi. Az önce masada gülen suratlar şimdi fazlasıyla ciddiydi.

Demir tüm yüzlere dikkatle baktıktan sonra baş köşede duran ve başından beri ciddi duran adamda durdu. "Bahtiyar," dediğinde o adam ona seslenen adama baktı. "Kandaş, ben de senden biraz önce öğrendim," dedi aynı ciddiyetle. Masada çok ciddi bir ortam vardı, Beren ve ben yemek yemeyi kesip sessizce arkamıza yaslanmıştık.

Parmaklarını masaya vurdu. "Bunu konuşacağız." Eliyle masayı gösterdi. "Afiyet olsun." Diğerleri aynı anda başını salladığında kahvaltı etmeye başladılar. Sinirleri hafiflememiş adama baktığımda kaşları çatık masaya bakıyordu. Başını bana çevirdiğinde yakalanmış olmamı umursamadan yüzüne bakmaya devam ettim. "Çay içer misin?" Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki, duymamış bile olabilirdi. Gözlerini kapatıp açarak beni onayladığında boşalan bardağına kalkıp çay doldurduktan sonra önüne bırakıp yerime oturdum.

"Hepiniz asker misiniz?" Gözlerim hayranlıkla üstlerinde dolanırken ağzıma salatalık attım. "Evet," dedi, Leman. "Sever misin?" Demir güldü. "Yavru kurt," dedi beni kastederek. Leman kaşlarını kaldırarak bana baktığında biraz utanmıştım. "Bir aralar düşünüyordum ama sonrasında psikoloji daha ağır bastı."

"Ben de ilgilenirim psikolojiyle. Senin dikkatini çeken neydi?" Sohbete Hilal'de dahil olmuştu. Demir'e baktığımda çayından içerken gülüyordu. Büyük ihtimalle bana sorduğunda verdiğim cevap aklına gelmişti. Acaba şu an farklı bir cevap versem nasıl olurdu?

"Dikkatimi çekmek değil de.. daha çok insanları çözebilmek ve.. manipüle etmek için okumayı tercih ettim." Leman ve Hilal kahkaha atarken, Ulaç şaşkınlıkla bana bakıyordu. Hatta sert görünen Bahtiyar bile bakışlarını bana çevirmişti. Demir sessizce gülüyordu ve sinirlerim bozuyordu. Kolumla hafifçe kolunu dürttüm sinirle.

"Şu ana kadar bu kadar açık olan birisini görmemiştim," dedi, Ulaç. Hafifçe gülüp omuz silktim. "Olanı söylüyorum ben."

"Peki bizim hakkımızda bir çıkarım yapabilir misin?" Hilal'e baktığımda merakla bana bakıyordu. "Yani az çok bir şeyler söylersin bence." Söylerdim ama bunu beden dilini iyi analiz edebilmemden kaynaklanıyordu. Derin bir nefes alıp işaret parmağımla baş parmağımı birbirine yaklaştırdım. "Birazcık. Belki."

Hepsi birden bana merakla bakmaya başladı, buna Demir de dahildi. "Ben de nasıl şok olacağınızı izleyeyim bari," dedi Beren keyifle arkasına yaslanırken. Daha fazla gerilemezdim Beren, sağ ol.

Leman'a baktım. "Biraz anaç bir kadına benziyorsun, arkadaşlarının üstlerine fazla düşüyormuşsun gibi bir halin var. Sanki birisi hasta olsa 'Yettim durun,' deyip elinde çorbayla koşacaksın. Onun dışında normal hayatında biraz utangaç ve sevecensin bence, ama konu işe gelince elinde roketle ordunun en önünde yürürsün. Yani bence," diyerek altını çizdim. "Senin cv bu kızım," dedi Ulaç. Herkes güldüğünde Ulaç'a döndüm. "Sen ise.." Birkaç saniye yüzüne bakıp gözlerimi kıstım. "Aralarındaki en ciddi adama benziyorsun," dedim. Herkes şaşırdığında Ulaç kendini gösterdi. "Ben mi?" Başımı salladım. "Fakat bu ciddiyeti şakalarınla örseliyorsun. Arkadaşlarının iş ciddiyetini üzerlerinden alabilmek için bu şekilde de davranıyor olabilirsin, bilmiyorum. Yalnız kaldığında da iş dahil arkadaşlarının sorumluluklarını da üzerine yük ediniyorsun." Ulaç arkasına yaslanmış az öncekinden çok farklı bakmaya başladığında söylediklerimde doğruluk payı olmasının tatminliğini yaşadım.

"Lan, sen bizi mi dert ediyorsun kendine? Kıyamam sana, Lale." Ulaç gözlerini devirip Halil'e baktı. "Kes tıraşı." Çayımdan yudumlarken Demir'e baktım. O da arkasına yaslanmış ve bana bakıyordu.

"Peki ben?" dedi Hilal. "Sen en sevecenlerisin," dediğimde Demir dahil herkes kahkaha atmıştı. Hatta Bahtiyar bile hafifçe gülmüştü. "Sert olduğun pek ala doğru ama, bunu üstüne kürk olarak almışsın. O kürkün altında epey sevecen bir kadın var. Bir şeylerden dolayı o kürkü üstünden çıkarmıyorsun, belki işindendir ya da özel hayatından kaynaklıdır bilinmez fakat bir sorumluluk görüyorsun bunu. Dışarıdan bakan duvarların var sanabilir ama yakınlaştığında aslında onların saydam olduklarını görür. Sana baktığımda bir gülümsemeye bile mutlu olacak birisini görüyorum."

Masa da ufak bir sessizlik olduğunda Hilal'in böyle olmasının sebebinin nedenini arkadaşlarının bildiğini fark ettim. "Bahtiyar?" diye sordu Demir.

Bahtiyar'a baktığımda bana dikkatle bakıyordu. Masaya oturduğumdan beri en çok dikkatimi çeken kişi oydu. Ona her baktığımda Leman'a olan gizli bakışlarını yakalıyordum. Ondan hoşlandığı açıkça belli oluyordu. Herkese sert olan bakışları o kadına baktığında kimsenin göremeyeceği şekilde yumuşuyordu. Sert görünüyordu ve gerçekten öyle bir adamdı. Dik omuzlarıyla, duruşuyla ona bakan bir insan korkabilirdi. Özellikle kara kaşlarını çattığında oluşan sert çehresi içini ürpertiyordu.

Şimdi o adam bana gözleriyle bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Sanki bir şeyleri doğru söyleyeceğimden emindi de bu yüzden susmamı istiyormuş gibi bakıyordu.

"O izin verdiği bir zaman da söylerim." Başını eyvallah dercesine salladığında gülümsedim. "İyi de bir şey demedi ki," dedi, Ulaç. "Dedi de, siz duymadınız," dedim sakince soğuyan çayımdan yudumlarken. "İzin vermedi."

"Nasıl ya? Hilal bana izin vermiyormuş gibi baksana bi." Hilal kaşlarını çattı. "Oğlum öyle bir bakış mı var?" Uluç, dudaklarını ne bileyim der gibi büzdü. "Demir peki? Onu da bize söylesene. Adamı yıllardır tanıyoruz bir türlü çözemedik." Anında suratım düşerken memnuniyetsizce yanımdaki adama baktım. Onu okuyamıyor oluşumdan epey keyif alıyormuş gibi bana sırıtıyordu. "Benden de bahset," dedi, "Hadi."

"Onu okuyamıyorum," dedim, kollarımı göğsümde bağladığımda. "Abi ben diyorum bu adam farklı bir insan sürümü diye, hepimizi okuyan kız bile onu okuyamıyor."

"Ben Bella, kendisini de Edward'a benzetiyormuş." Söylediğiyle birlikte kaşlarımı çatarak hızlıca ona baktım. Niye söylüyordu bunu herkesin içinde? Herkes gülmeye başladığında bu sefer Bahtiyar bile katılmıştı onlara. Al işte, o adam bile gülüyor. Sinirle bacağını çimdiklediğimde kaşlarını kaldırıp bana baktı. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

"Abi." Ulaç'un cümlesi yeni bir kahkahayla bölündüğünde kaşlarımı daha da çatıp önüme döndüm. Kollarımı göğsümde bağlayıp önüme döndüm. Leman, Bahtiyarın elini masadaki eliyle tutmuş başını da kolunun üstüne koymuş kahkaha atıyordu. Bahtiyar donmuş bir şekilde önüne bakıyordu. Kendimi tutamayarak kahkaha patlattım.

Herkesin gözü birden bana dönünce başımı arkaya atıp kahkaha atmaya devam ettim. Herkes farklı bir şeye güldüğümü anlamış olmalı ki bana şaşkınlıkla bakıyorlardı. Sıcak bastığı için elimle yüzümü yellemeye başladım. Bahtiyar utanmıştı! O yüz ifadesi tekrardan gözlerimin önüne gelince azalan kahkaham yeniden çoğalmıştı.

Başımı Demir'in omuzuna koyup kahkaha atmaya devam ediyordum. "Abi yanımızda iki dakika vakit geçiren kafayı yiyor," dedi Ömer ama onu umursayamıyordum. Gözlerimin önünden masaya gözlerini pörtleterek bakan utangaç Bahtiyar gitmiyordu.

Gözlerimden yaşlar akarken başımı Demir'in omuzundan kaldırdım. Kesik kesik gülerken kimse anlamasın diye Bahtiyar'a bakmıyordum.

"Neye güldün bu kadar?" Diye sordu Leman. Size, diyemediğim için ellerimi önemsiz bir şey der gibi salladım ve göz yaşlarımı sildim. "Aklıma bir şey geldi. Çok pardon," dedim hafifçe gülmeye devam ederken. Ellerimle yüzümü yellemeye devam ederken Demir'e baktım. Göz kırptığında söylemeyeceğimi belli etmek için omuz silktim.

Uzun sohbetler ve gülüşmelerle geçen uzun kahvaltı sefasından sonra Demir ve ben sigara içmek için balkona çıkmıştık. Kar yağdığı için üstüme montumu giyinmiştim ama Demir kazağıyla çıkmayı tercih etmişti. "Üşümüyor musun?" Yüzüme baktığında dudaklarındaki sigarayı çekti. "Alışkınım," dedi. "Bu soğuğa mı? Ben ruhumu teslim edeceğim." Başıyla kapalı olan kapıyı gösterdi. "Geç içeri." Parmaklarımın arasındaki sigarayı gösterdim. "Sigara içiyorum." Başını onaylamaz şekilde iki yana salladı. "Sigara içeceğim diye donacaksın." Sanki kendisi içmiyordu..

"Tim, dedi. beş kişi misiniz?" Sorumla birlikte birkaç saniye duraksayıp yüzüme baktı ve derin bir nefes alıp karşı pencereye baktı. "Sekiz kişiydik. İkisi, Selim ve Recep geçen sene bir operasyonda şehit düştüler. Diğeri eğitimde." Sigarayı dudaklarıma götürdüğüm elimi durdurdum. Hiçbir şey demedim, daha doğrusu diyemedim.

İkinci sigarasını yaktığında ona eşlik etmek için ben de bir tane daha yaktım. Dediği gibi sigara yüzünden donacaktım birazdan. "Çok tatlılar," dedim, konu açmak için. Güldü. "Seni de alalım aralarına." Şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Olsam alır mısın beni?" O da şaşkın bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Ha sen ciddisin?" Omuz silkip önüme döndüm ve sigaramdan içip dumanını üfledim. "Neden olmayayım? Kutsal bir iş yapıyorsunuz, herkes olmak iste-"

Hızlıca açılan balkon kapısıyla irkilip arkama baktım, Bahtiyar'dı ve oldukça sinirli görünüyordu. "Kandaş, acil." Kaşlarımı çatarken Demir sigarasını söndürmüş hızlıca balkondan çıkıp Bahtiyar'la gitmişti. Arkalarından bakmayı bırakıp sigaramı söndürüp peşlerinden salona gittim. Hepsi üstleri giyiniyordu ve onlarda Bahtiyar gibi sinirlilerdi. Sevimli bulduğum Leman bile çelik gibi bir suratla montunu giyiyordu.

"Abi," dedi, Beren endişeyle. Demir kardeşine yaklaşıp saçlarını okşadı. "Bir sorun yok. Siz Hakan ve Abdullah ile dışarıya çıkın, akşama doğru sizi almaya gelirim." Kardeşinin gözlerine bakarak söylediği bu cümlede bir söz yatıyordu sanki. Söz veriyormuş gibiydi.

Başka bir şey demeden hep birlikte rüzgar gibi çıkıp gittiler. Beren elini kalbinin üstüne koyup camdan arabalara binmelerini izliyordu. "Bir sorun var," dedi, "Normalde böyle aniden çıkıp gitmezler, bir şey olmuş." Korkuyla yüzüme baktı. "Kesin bir şey oldu." Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Saçmalama Beren, asker sonuçta onlar askeriyede bir şey olmuştur," dedim. Başını iki yana salladığında gözlerinden bir damla yaş düştü.

"En son böyle çıktıklarında iki kişiyi kaybettiler."

Bölüm : 29.08.2025 18:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...