9. Bölüm

TEHLİKE ÇANLARI

Smokeye
smokeeye

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayıııın.

 

 

Kalbim bir yarış atının ki kadar hızlıca atarken bedenimden ayrılıp beni terk edecek sandım. Mutfaktan çıkıp salona girdiğimde saatin kaç olduğunu, uyuduklarını önemsemeden bağırdım. "AHMET AMCA." Boğazım bağırmanın etkisiyle acırken önemsemeden tekrardan bağırdım. "AHMET AMCA!"

Merdivenleri koşarak çıkarken ayağımın takılmasını ve dizlerimin üstüne düşmeyi önemsemedim. Önemsememem lazımdı. Tehlikedeydi. "AHMET AMCA!" Can havliyle bağırarak merdivenleri tırmanırken kalbim delicesine çarpıyordu.

Bir kapı açılma sesini duyduğumda adımlarımı hızlandırdım. "AYŞIL!" Ahmet amcayla son basamakta karşılaştığımızda beni kollarımdan tutarak endişeyle bana baktı. "Ne oldu kızım?!"

"Gitti," dedim telaşla. "Bahçede birisi vardı, silahıyla peşinden gitti." diye devam ettim nefes nefese.

Bir babanın gözlerinde nasıl bir endişe olursa karşımdaki adamın gözlerinde de aynı o endişe ve korku vardı. Beni hışımla bırakıp bir odaya girdi ve saniyeler sonra elinde silahla geri çıktı. Beren kapısını açtığında babasının elindeki silahı görmesiyle şoka girmiş annesine yanaştı. "Anne," dedi endişeyle. Ahmet amca yanımdan geçip gittiğinde onu takip ettim. Birlikte bahçeye çıktığımızda adamı gördüğüm yeri gösterdim.

Ahmet amca hiç beklemeden arka bahçe kapısından çıkarak elinde silahla bir yana doğru yalın ayakla koşmaya başlamıştı. Arkasından öylece bakarken yolun diğer tarafına çevirdim başımı. Ayağımdaki ev terliklerini umursamadan yolun diğer tarafına doğru koşmaya başladım. Ahmet amca gibi ben de nereye gittiğimi bilmiyordum ya da o biliyordu, emin değilim.

Ben bir kahraman değildim, süper güçlerim yoktu. Önüme çıkan tehlikeleri tek bir el hareketiyle yok edemezdim ama, çöllerinde yanmaya razı olduğum adamı öylece bırakamazdım. Onu tehlikenin kucağına gitmesine izin vermişken evde bekleyemezdim.

Ayağımdaki terlikler koştuktan bir süre sonra ayağımdan çıkmalarını umursamadan koştum. Çıplak tabanlarımı kesen taşların canımı acıtması lazımdı ama ben hiçbir şey hissetmiyordum. Karşıma yol ayrımları çıktı, durmadım, sadece koştum. Ciğerlerim rahatlamak için yalvarırken çok koşmaktan dalağım şişmişti ve canımı acıtıyordu.

Nefes nefese durduğumda etrafıma bakındım. Etrafımda döndüm durdum. Hangi yola gireceğime dair bir ipucu aradım fakat bulamadım. Arka tarafımda ayak sesi ve derin nefesler duyduğumda başımı o yöne çevirdiğimde karanlık taşlı yolda dimdik, adı gibi demir adımlarla yürüyen adamı gördüm. Omuzlarım çökerken ona doğru yürümeye başladım. Beni gördüğünde kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı fakat umursamadım. Yürüyerek ona ulaşamadığımı fark ettiğimde koşmaya başladım. Ayağımın altındaki taşlar canımı yakıyordu fakat kalbimin ferahlaması beni kuş gibi hissettirmişken onlar umurumda değildi.

Bedenlerimiz birbirine çarparken kollarımı beline doladım. Tek koluyla bana sarıldığında durmadan yürümeye devam etiğinde ona eşlik ettim.

Eve yaklaşmak üzereyken duraksayıp beni kendinden uzaklaştırdığında çatık kaşlarla yüzüme baktı. Sanırım bir kriz eşiğindeydi. "Neden evde değilsin? Sana içeri geç, demedim mi?"

"Duramadım," dedim, fısıltıyla. Sertçe nefesini verip dişlerini birbirine bastırdı. "Ayşıl. Söz dinle Ayşıl. Söz dinle!" Ellerini gözlerine bastırıp sinirle soludu. Gözlerini tekrardan bana çevirdiğinde çöllerinde gözle görülür ateşler çıkıyordu. "Ne demek duramadım? Lan ne demek duramadım? Sen benim arkamdan niye çıkıyorsun kızım? AKLINI PEYNİR EKMEKLE Mİ YEDİN KIZIM?"

Sesi boş sokakta yankılanırken kaşlarımı çatıp bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. "Ne yapsaydım? Orada öylece bekleyip geri dönmeni mi bekleseydim?" Bağırmıyordum fakat sesim en az onunki kadar güçlü çıkıyordu.

"EVET!" Alnındaki bir damar patlayacakmış gibi dururken karanlığa rağmen yüzünün kızardığını gördüm. Eliyle boş sokağı işaret etti. "SENİ İÇERİDE TUTMAYI BECEREMEYEN O AMINA KODUĞUMUN EVİNDE DURUP GERİ DÖNMEMİ BEKLEYECEKTİN."

Onu ilk defa bu denli sinirli görüyordum belki haklı olabilirdi ama yine de bağırması kırıcıydı. Hiçbir şey demeden arkamı dönüp koştuğum yolları yürümeye başladım. Belki bu şekilde gitmem saçmaydı ama şu an onunla laf dalaşına girmek istemiyordum.

"Beni bekle, asabımı bozma." Arkamdan söylenerek gelen adamı daha da sinirlendirmemek için duraksayıp ona bakmadan beklemeye başladım. Yanıma geldiğinde adımlarına uyarak yürümeye devam ettim.

"Terliklerin nerede?"

"Bilmiyorum. Buralarda bir yerde," dedim ellerimle sokağı gösterirken. "Koşarken çıktılar." Yan gözle ona baktığımda onunda ayağında sadece çorap olduğunu gördüm. Benden daha fazla koştuğu kesindi, o da mı yalın ayak koşmuştu?

Beni kolumdan tutup duvar tarafına çekti. "Bu taraftan yürü." Sesi hala buz gibi soğukken hiçbir şey demeden yanında yürüyordum.

Sonunda evin bahçesine girdiğimizde Ahmet amca, Nermin teyze ve Beren bize koşarak geldi. "Annem! Oğlum!" Nermin teyze oğlunu görmenin rahatlığıyla gözyaşlarını silerken oğluna sarıldı. Beren babasına sarılarak ağlıyordu.

Demir, annesinin sırtını sıvazladı. "Bir şey yok anne. Hadi içeri geçin, biz babamla bir konuşalım." Sesi annesini rahatlamak ister gibi sakin çıkmıştı. Nermin teyze başını sallayarak geri çekildiğinde Beren babasından ayrılıp abisine sarıldı sıkıca. "Abi." Beren seslice ağlarken Demir kardeşinin saçlarını öpüp kendisinden uzaklaştırdı. "Hadi güzelim, içeri geçin."

Demir ile göz göze geldiğimizde sinirle eliyle içeriyi gösterdi. Sanki içeri geçin dediğini anlamamışım da o yüzden bir de yolu gösteriyordu. Salağa anlatıyor sanki. Herkesin bakışları ben ve onun arasında dolanırken Nermin teyze kolunu bana dolayıp içeriye doğru yürürken arkama baktım. Demir, babasına öfkeli bir şekilde el kol hareketiyle bir şeyler anlatıyordu. Ahmet amca da oğlunu aynı öfkeyle dinliyordu.

"Sen nereye gittin kızım? Vallahi sana bir şey olacak diye ödümüz koptu." Ona baktığımda mahcup bir şekilde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Endişeden peşinden koştum ben de." Nermin teyze kızarak bana baktığında içeriye geçmiştik. "Hadi siz uyuyun kuzularım, bir şey yok belli ki." Olduğunu o da biliyordu. Emindim. "Anne nasıl uyuyalım, Allah aşkına." Beren gözlerini silerken kendini koltuğa bırakmak üzereyken kolundan tuttum. "Hadi gidelim. Hem gelirken ben konuştum, hırsızmış. Tehlikeli bir şey yok yani, gel gidelim." Beren oflayarak merdivenlere ilerlediğinde Nermin teyze bana minnettar olmuş şekilde bakıyordu.

Beren'i odasına götürdüğümde yaklaşık yarım saat kadar baş ucunda uyuması için beklemiştim. Sessizce ağladığını görsem de hiçbir şey demeyip uyuya kalmasını dilemiştim. Sonunda uyuduğuna kanaat getirdikten sonra sessiz sedasız odama geçip yatağa oturdum. Sırtımı yatak başlığına yasladığımda beynim yapbozları birleştirmek için beni bekliyordu.

Pekala. Şimdi düşünme zamanı Ayşıl.

Kaçırıldık, iki gün sonra bir şekilde bulunduk. Allah'ın unuttuğu dağın yolunda Beren abisine rastladı. İlk soru; bulunduğumuz yeri nereden biliyorlardı da o yolda kardeşiyle karşılaşmıştı?

Ardından üssün hastanesinde uzun bir süre kalmıştım ama bir kere olsun o olayla ilgili bana soru sorulmamıştı, hatta konusu dahi açılmamıştı. İkinci soru; neden bir şey sorulmamıştı?

Beren benim yaşanılan olayların kişisel olduğunu fark ettiğim anda önümde diz çöküp yalvaracak kadar perişan olmuştu. Abisinin bir şeylerden şüphelendiğimi dahi öğrenmesini istememişti. Onun tehlikeye gireceğinden endişe etmişti. Üçüncü soru; benim bir şeylerin farkına varmam çöl gözlü adamı nasıl bir tehlikeye sokacak?

Bu geceye gelecek olursak, Demir o adamın bir hırsız olabileceği ihtimalini bile vermemiş, kim olduğunu biliyormuş gibi peşinden koşmuştu. Tek başına. Yardım istemeden. Üstelik gördüğü an beni evin içine neredeyse fırlatarak gitmişti. Dördüncü soru; adamın kim olduğunu nereden biliyordu ve yaşanan tüm bu olaylar gerçekten kişisel miydi?

Oflayarak gözlerimi kapatıp başımı yatak başlığına yasladım. Kendimi mafya konulu bir aksiyon filminin içinde hissediyordum. Çözülemeyen sorular, belirsiz olaylar beni rahatsız ediyordu. Eğer aklımda bir soru varsa onu çözmeden yaşam süremezdim, çünkü ben belirsizliklerden nefret ederdim. Bu halde olmamın sebebi bile belirsizliklerdi. Yıllarca bu şekilde yaşamanın huzursuzluğuyla vakitler geçip gitti ve ben her gün bunun siniriyle uyandım.

Sinir krizlerimin en büyük sebebi, hayatımda ilk defa karşılaştığım belirsizlikti. Çekirdeği o noktaydı ve şimdi onun üstüne sürekli yenileri ekleniyordu. Bir çıkmaza doğru süreklendiğimin farkındaydım, ama bir gün hepsinin cevaplarını bulacaktım.

Tek istediğim o cevapların beni ölüme sürüklemesiydi.

Kapının tıklandığını duyunca gözlerimi açtığımda içeri giren çöl gözlü adama yorgun gözlerle baktım.

"Ne o? Tekrardan azarlamaya mı geldin?"

Sıkıntıyla nefes verdiğinde kapıyı kapatıp yatağa ne olduğunu bilmediğim bir poşet attı. Kaşlarım çatılırken bir ona bir de poşete bakıyordum.

"Azarlamaya gelmedim Ayşıl ama, sen, ben unutmaya çalışırken bir de üstüne haklıymış gibi hatırlatacaksan tekrar azarlayacağım, evet."

Yüzüne ters ters bakarken yatağın köşesine oturup kollarını dizlerinin üstüne koyup ellerini ortada birleştirdi. Yatağın aynı köşesinde oturduğumuz için birbirimize rahatlıkla bakabiliyorduk. Tek fark benim sırtım yatak başlığına dayalıydı.

Uzun süren sessizlik beni rahatsız ettiği için ilk konuşan bendim.

"Neden geldin?"

"Arkanda iz bırakmışsın," dediğinde kaşlarımı çattım. "Anlamadım?" Gözleriyle uzattığım ayaklarımı işaret ettiğinde ayaklarıma baktım.

"Koşarken kanatmışsın. Uzat ayaklarını."

"Ben yaparım." Yatağa attığı poşete uzandığımda benden önce davranıp poşeti eline aldı.

"Ayşıl, zaten zor bir gece geçiriyorum, sıkma canımı da uzat ayaklarını."

'Napim' demek istesem de, "Ayaklarımın derdi seni mi gerdi? Bırak, ben yaparım." demekle yetindim. Tekrardan elindeki poşeti almak için uzanacağım sırada beni sağ ayak bileğimden tutup kendine doğru çekti. İrice açılan gözlerim ve şaşkınlığımı gizlemeyen yüz ifademi kısa sürede topladım. Kızgınlıkla yüzüne baktığımda beni umursamadan poşetin içinden birkaç bir şey çıkardı.

"Ben yaparım, diyorum, anlamıyor musun?" Gözlerini kapatıp birkaç saniye beklediğinde ikimizin de çok gergin olduğunu bilsem de üstüne gitmek istiyordum. Aptal gibi tek başına gittiği için ona çok kızgındım.

Gözlerini yeniden açtığında bir şey demeden çıkardığı pamuğa bilmediğim bir şey sürdüğünde sesi çıkmıyordu. Pamuğu tabanıma sürdüğünde elimde olmadan kıkırdadım. Başını kaldırmadan bana gözlerini kısarak baktığında boğazımı temizledim. Bir şeyden emin olmak için pamuğu tekrardan sürdüğünde yeniden kıkırdadım.

Alt dudağını ısırıp sırıttığında ayak bileğimi sıkıca kavrayıp pamuğu bir kez daha sürttü fakat bu sefer daha uzun sürmüştü. Elimde olmadan daha fazla güldüm. "Düzgün yap şunu," diye azarladım onu.

O, pamuğu tenime değdirdikçe kıpırdattığım ayağımı hareket etmemem için tutmuştu. Dakikalar sonra iki ayağımın da pansumanını bitirdiğinde ayağım hala kucağındaydı.

"Kimdi o adam?"

Yerdeki düşünceli bakışlarını bana çevirdiğinde kaşlarını çattı. Onu hatırlamak tekrardan sinirlendirmişti. "Hiç kimse."

"O yüzden mi elinle silahla peşinden koştun?" Cevap vermediğinde kaşlarımı çattım. "Kimdi o, Komutan?"

"Senin bilmene gerek olmayan birisi, Ayşıl" Sesi olduğundan daha yüksek çıkarken ani yükselmesine anlam verememiştim. Elimde olmadan bozuk olan moralim yerle yeksan olurken başımı başka yöne çevirdim. Soranda kabahat. Ne diye haddim olmayan şeyleri sorup duruyorsam.

"Uyuyacağım," diye yalan söyledim ona bakmazken. Bakışlarının bana çevrildiğini hissetsem de ondan yöne bakmadım. "Neden böyle yapıyorsun?" Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Nasıl?" Dilini dudaklarında dolaştırdı. "Her neyse," deyip yerinden kalktı.

Sırtımı yatak başlığında çekerek doğruldum ve ayaklarımı bağdaş yaptım. "Neden hiç soru sormadınız? O gün ile ilgili?"

Karanlığa rağmen kasılan bedenini gördüm. Onu bu denli kasan durum neydi? Sorularıma cevap bulamazsam kafam kazan gibi olacaktı.

"Hiçbir şey sormadınız hatta. Beren... gittikten sonra ne olduğunu, bir şey konuşup konuşmadıklarını, hatta.." duraksadım ve elimle yüzümü sıvazladım. "Öldürdüğüm o adamı bile sormadınız." dedim derin bir nefes alırken.

"Ölmedi," dedi, bana döndüğünde. Kaşlarımı çattım. Ölmemiş miydi?

"Ama ölmüş olması lazımdı," dedim hayretle

"Neden?" dedi Demir. "Neden ölmüş olması lazımdı?" diye devam etti.

"Çünkü.. çok kötü haldeydi. O adama vurduğum taşın izleri elimden uzun bir süre gitmezken o adamın sağ kalması imkansız. Kocaman taştı. Yüzü.. yüzü dağılmıştı! Dudaklarının parçalandığını gördüm. Gözleri.. gözlerini görd-"

Kollarımı saran ellerle duraksadım. O ana kadar transa girdiğimden bile emin değildim. Demir bana şefkatle bakıyordu. Ne zaman yanıma gelmişti?

"Sakin ol. Adama bir şey olmadı. Kimseyi öldürmedin." Kaşlarım hızlıca çatılırken kolunu tutan ellerini yavaşça çektim üzerimden.

"O adamın ölüp ölmemesi umurumda değil. Hak ettiğinden çok daha azını yaşadı."

"Benim gerçekten uyumam lazım." dedim bakışlarımı ellerime indirirken.

"Uyuyabilecek misin?" Boğazını temizleyip başını gözlerime bakabilmek için eğdi. Sevimliydi. "Eğer.. istersen sen uyuyana kadar bekleyebilirim."

Başımı kaldırmadan gözlerine baktım. Biraz uzaklaşsa iyi olurdu zira onu aynı gün içinde ikinci defa öpebilirdim.

"Uyuyabilirim.. alışkınım," dedim mırıltıyla. "Emin misin?" Yerinde kıpırdanıp biraz daha yaklaştı ve elini omuzuma koydu. "Korkuyorsan söyleyebilirsin."

Neydi o? O neydi? O bakış neydi? O abi bakışı da neydi? Allah'ım, ne olur kardeşi gibi görüyor olmasın ya.

"Korkmuyorum, ama sen korkuyorsan yanımda durabilirsin," dedim. Ne dedim? NE DEDİM?

Hafifçe güldü. "Hem de nasıl korkuyorum," dediğinde gözlerinin içine baktım. Tek bir cümleye ne kadar anlam sığıyorsa o kadar sığdırdım söylediğine. Çünkü gözleri o kadar farklı bakıyordu ki bir an konuştuğumuz konuyla hiçbir alakası olmadığını düşündüm.

"İyi madem, durabilirsin." Birkaç saniye daha birbirimize bakarak beklediğimizde iç çekerek geri çekildi ve ayağa kalktı. Ellerini cebine soktuğunda bana tepeden baktı. "Sen uyu hadi," dedi yatağa girmemi işaret ederken.

Yatağın içine girip yorganı üstüme çektiğimde onun olduğu bir odada uyuyacak olmak beni germişti. Boğazımı temizlediğimde dirseklerimi yatağa yaslayıp doğruldum. Yatağın karşısındaki koltukta kollarını göğsüne bağlayarak oturuyordu.

"Bir tane sigara içsek?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Birkaç saniye kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Demedim bir şey," diyerek sitemle başımı yastığa koydum. Hareketlendiğini duyduktan saniyeler sonra çakmak sesini duydum. Yerimden kıpırdamadan beklerken adım seslerinin ardından bedenini gördüm.

Sigarayı parmaklarının ucunda izmarit kısmı bana dönük olacak şekilde tutuyordu. Sigarayı bana uzattığında keyifle gülümseyip doğruldum ve elindeki sigarayı almak için uzandım. Sigarayı elimden kaçırdığında kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Dudaklarında belli belirsiz alaylı bir gülüş peydahlandı fakat bu çok sinsi bir gülüştü.

Elimi tekrardan uzatacağım sırada eliyle tuttu ve beni yatakta kendine doğru çekti. Tam önümde ayakta duruyorken başımı kaldırmak zorunda kaldım.

İşaret ve baş parmağı arasında tuttuğu sigarayı dudaklarıma yaklaştırdı. Kalbim ağzımda atarken titreyen dudaklarımı bana uzattığı sigaranın izmaritine sardığımda parmak uçları dudaklarıma dokundu. Büyülü gözlere sahipmiş gibi ondan gözlerimi alamazken derin bir nefes çektim.

Sigarayı dudaklarımdan çektiğinde gözlerini kıstı ve bana dikkatle baktı. Dumanı ciğerlerimden alarak üflediğimde sigarayı dudaklarına götürdü ve benim gibi içine çekti. Yanakları içine çökerken bir işkence içinde olduğumu düşündüm. Dudaklarından sigarayı çektikten saniyeler sonra nefesini serbest bıraktı.

Sigarayı tekrardan dudaklarıma uzattığında bayılacak gibi hissettim. Bilerek mi yapıyordu bunu bilmiyorum ama şu an bileğimi tutan ellerinden kurtulacak mecalim bile yoktu. Titrediğimi hissediyordum ama umuyordum ki o hissetmesin.

İzmariti bile isteye ıslatarak içerken gözlerimi ondan ayırmadan dumanını üfledim. Aynısını o da yaparak dumanı içine çektiğinde izmariti ıslattığımı anlamış ve gözlerini kısmıştı. İçtiği dumanı üflediğinde sigaranın dumanı yüzüme dokundu. Başımı hafifçe soluma doğru çevirdim.

"Bana bak," dedi emredici bir tonda. Hafif bir şaşkınlıkla başımı kaldırıp yüzüne baktığımda bitmek üzere olan sigarayı bana uzattı. Dudaklarımı araladığımda sigarayı uzatmasını bekledim. Yapmadı. Sadece aralık olan dudaklarıma baktı.

Sonunda sigarayı dudaklarıma dokundurduğuna baş parmağının ucunu da hemen yanında hissettim. Bilerek mi yapmıştı bilmiyorum ama karnımdan bacaklarıma doğru bir sıvının aktığını hissettim.

Dudaklarım sigarayla birlikte parmağının üstüne kapandığında artık ölmüş olan sigarayı içme çektim. Dumanı üflemem için bana alan tanımayıp sigara ve parmağını dudaklarımın arasında tutarken dudaklarımı büzüp dumanı aramızda gri bir çarşaf gibi görünmesini sağladım.

Parmağını dudaklarımdan çekerken alt dudağımı belli belirsiz okşadı ya da ben yanlış anladım, bilmiyorum. Beynim ambale olmuş gibiydi. Benden uzaklaşıp camı açtı ve izmariti dışarıya attı. Hiçbir şey demeden eski yerine oturduğunda camı kapı kapatmıştı.

Birkaç saniye sonra ben de yataktaki eski pozisyonuma geçip gözlerimi kapattım. Hala dudaklarımda onun parmağını hissediyordum ve bu... sakinleştirici etkisi yaratıyordu.

Uykuya yenik düştüğüm anlarda kulaklarıma ilişen bir ses duydum. Çok uzaklardan geliyordu o ses. Kim olduğumu soruyordu.

"Kimsin ve neden rüyalarımdasın?" diyordu.

💀

Gözlerimi araladığımda aydınlanan gökyüzünün ışığı odayı aydınlatıyordu. Kolumu zar zor komodinin üzerindeki telefona uzatıp saate baktım.

7:36

Oflayarak yastığa başımı gömdüm. Hiç uykumu alamamıştım ve uyanınca bir daha uyuyamamak gibi kötü bir huyum vardı. Yıllardır erken kalktığım için artık saat kaçta yatarsam yatayım hep erken kalkıyordum.

Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkamak için odadan çıktığımda nerede olduğunu bilmediğim banyoyu aradım. Beren'in ve Ahmet amca ile Nermin teyzenin kaldığı odayı biliyordum. Benim kaldığım oda dahil toplam beş kapı vardı üst katta o yüzden bilinmez olan iki kapıya doğru yürüdüm. Acaba yere çöküp emin olmak için kapının altından baksa mıydım?

Saçma olan düşüncemi es geçerek bir tanesini çok hafifçe aralayıp başımı içeriye doğru uzattım. Banyo değildi, çıkmam lazımdı fakat yatakta yüzüstü yatan Demir'i görmek beni duraksatmıştı. Üstü çıplak altında da dünkünden farklı bir eşofman vardı.

Bir bacağı düzken diğer bacağını dizinden kırarak yana doğru uzatmıştı. Başının altındaki yastığı kollarıyla sarmalamıştı. Yüzünü göremiyordum çünkü yüzü diğer tarafa dönüktü. Bana göre iki kişilik ama onun için tek kişilik olan yatakta epey dağınık yatmıştı.. çok... güzel görünüyordu.

Sırtına baktığımda birkaç yerde kurşun yarası olduğunu tahmin ettiğim izler vardı. Kalbim sızlarken her birini öpmek istedim.

Omuriliği sırtından beline kadar kaslarından dolayı uzun bir çubuk gibi çukur halindeydi. Kanatlarındaki kasları gözlerime bayram şenliği yaratırken bel oyuğundaki gamzelerine baktım. Alt dudağımı istemsizce ısırırken hafifçe hareketlendi ve ben ne olduğunu anlamadan bana doğru döndü.

"KİMSİN LAN SEN?"

Gözlerim bağırışıyla korkuyla açılırken bana bakan gözlerine baktım. Kapıyı kapatıp hemen karşıdaki kapıyı açıp içine girdim. Sırtımı kapıya yasladığımda elimi hızla çarpan kalbimin üstüne koydum. Yakalanmanın verdiği korku ve endişeyle kapının ardında dikiliyordum.

Yaslandığım kapı hırsla açılırken yana doğru savruldum. Son anda lavabo mermerine tutunurken arkamı döndüm. Kaşları tamamen çatılmış ve göğsü sinirden inip kalkıyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedi dişlerinin arasından.

"Bir şey yapmıyorum," dedim korkuyla fısıldarken. Hala kapı kulpunu tutuyordu. Gözlerim eline kaydığında sıkmanın etkisiyle parmak boğumlarının beyazlaştığını gördüm. Umarım kulp elinde kalmazdı.

"Odama neden giriyorsun, Ayşıl? Senin kapı çalma adabın yok mu? Kaç yaşında kızsın öğrenemedin mi bu yaşa kadar?" Tekrardan gözlerine baktım. Sinirden mi yoksa yorgunluktan mıydı bilinmez ama beyazlıkları kızarmıştı. Kaşları olabilirmiş gibi daha da çatılırken, alnındaki damarının öfkeden şiştiğini gördüm.

"Banyoyu arıyordum," dedim. "Bilmiyordum senin odan olduğunu." Kendimi açıklama girişimim her ne kadar pasif olsa da net cümleler kurmaya çalışıyordum. Hala aynı sinirle bana bakmaya devam ediyordu.

"Özür dilerim."

Sıkıntıyla nefes verdikten sonra alnını kapıya yaslayıp gözlerini kapattı. Korkudan yerimden kıpırdayamazken sinirden kasılan yüzünü izledim.

"Özür dilerim," diye fısıldadım tekrardan.

Başını kaldırdığında gözlerini araladı ve siyah kirpiklerinin ardından bana baktı. Yüzümü dikkatle izlediğinde kalçama değen mermere daha da yaslandım.

"Sorun yok," dedi sakince. "Sıkıntı yok. Özür dileme." O da benim gibi nefes nefeseydi, aramızdaki tek farkımız ben korkuyordum.

Birden sakinleşmesine anlam veremezken başımı salladım. Bir şey demeden çıkmasıyla kasılan bedenim gevşedi.

Önüne dönüp aynadaki yansımama baktım. Korkum yüzümden belli olurken ona karşı duygularımın neden bu kadar zayıf olduğunu bilmiyordum. Kolay kolay korkmazdım bir bakıştan, tepkiden ya da üstüme yürünmesinden. Dayak yemekten bile korkmazdım... Ona karşı tüm duvarlarımı indiriyordum ve bu beni çok tehlikeli bir duruma sokuyordu. Yapmamam lazımdı. Nerede durmam gerektiğini bilmem gerekirken aksine tam bir çaylak gibi davranıyordum.

Musluğu açıp yüzüme üç dört defa soğuk suyu çarptım. Başımı kaldırdığımda aynadaki yansımam daha iyi görünüyordu. Islandığı için alnıma yapışan koyu kahve telli saçlarımı parmaklarımla geriye doğru taradım.

Gözlerim soluk esmer tenime oranla daha canlı duruyordu. Daha fazla durmak istemeyip çıkarken kapattığı kapıyı açtığımda tam karşımda omuzuna astığı bir havluyla kapının yanındaki duvara yaslanmış duruyordu.

Duygular Ayşıl, unutma.

Yüzüne odaklanmadan yanından geçip koridorun sonunda olan odama doğru yürümeye başladım.

"Duş almak ister misin?"

Omuzumun arkasından ona baktığımda banyo kapısının önünde dikilmiş bana bakıyordu. "Hayır," diyerek önüme döndüm ve doğruca odaya girdim.

Bazen insan nasıl davranması gerektiğini bilemez. Karşısındaki kişiye deli gibi yakın olmak ister, fakat aralarındaki engeller öylesine büyük ve aşılmazdır ki, sadece uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalır. Bu durum, o kişinin ulaşılmaz olmasından mı yoksa kalpte biriken yoğun duygulardan mı kaynaklanır, bir türlü karar veremezsin. İçinde büyüyen bu karmaşa, seni sessizce içine çekerken cevapsız sorularla baş başa bırakır.

Yakınında olmak istediğim, ancak bir türlü ulaşamadığım biriyle aramızda yalnızca birkaç kapı vardı. Fakat kalbim, ona kilometrelerce uzaklıkta hissediyordu. Engellerimiz, görmezden gelinemeyecek kadar büyüktü ve ben bu engellerin ağırlığını her an taşıyordum. Kapılar değil, aşılması imkânsız sorunlar ayırıyordu bizi. Belirsizliklerin gölgesi her şeyin üzerinde dolaşıyordu.

Bulunduğum oda beni darlamaya başladığında direkt odadan çıkıp Beren'in bulunduğu odaya girdim. Yatakta mışıl mışıl uyuyordu.

Beren.

Benim için her şeyden daha fazla olan kişi. Öyle ki onun için yapamayacağım şey yoktu. Saf gülüşü, yaşama isteği ve insanları tek bir bakışıyla mutlu edebilen bir kızdı. Onun yanında asla hüzünlü olamazdınız bunu müsaade etmezdi. Bana da, hayatıma da bu şekilde dahil oldu. Hiç hesabımda, gözümde yoktu ama gel gör ki buradaydım işte.

Sessizce yanına kıvrılsam da hemen gözlerini aralamıştı. Bana mükemmel bir gülüş sergilemiş ve sonrasında göğsüme doğru sığınmıştı.

Kollarımı ona doladım.

Kollarını bana doladı.

Bir kez daha birbirimize sıkıca sarılırken öylece gözlerimizi kapattık. O uyumuştu fakat benim gözlerim uykuya direnmekte kararlıydı. O yüzden sessizce yanından kalkıp bir süre yatakta oyalandım. Gözlerimi ellerimle iyice ovaladım. Bir an gözlerim içe göçecek sanmıştım doğrusu. Derin bir nefes aldım.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda merdivenlerden çıkan Demir'le karşılaştım. Beren'in odası merdivenlerin tam karşısında olduğundan onunla karşı karşıya gelmiştik. Son basamağı çıkmak üzereyken adımlarını yavaşlattı ve gözlerini kısıp dikkatle yüzüme baktı. Yeniden üniformasını giyinmişti.

"Ağladın mı sen?" diye sordu şeffaf bir ses tonuyla. Dan diye de sorulmazdı ama.

"Hayır," diye yanıtladım soğuk bir sesle.

Kaldığım odaya girdikten sonra kapı açıldı ve ardımdan içeri girdi. Kaşlarım hızlı bir biçimde çatılırken yüzüne baktım. Yüzünde anlamadığım bir telaş ve mahcupluk vardı. "Ayşıl, sabah ki tavrım yüzünden mi ağladın?" dediğinde kaşlarım alayla kalktı.

"Ağlamadım, neden ağlayayım?"

"Ağlamışsın."

"Ağlamadım," dedim dişlerimi birbirine bastırırken. " Gözlerimi ovalamıştım. O yüzden çıkar mısın şimdi? Üstümü değiştireceğim." Bana bir adım attığında kaşlarımı daha da çatıp geri adım attım. Duraksadı. Yüzümü dikkatle izledi. "Çıkar mısın lütfen?"

"Çıkarım," dedi başını sallayarak. Neye tavır yapıyordu şimdi? Sıkıntıyla nefes verip odadan çıkmasını bekledim fakat o bana bakmaya devam ediyordu. Umursamaz bakışlarımın altında ezildiğini sandığım sırada arkasını dönüp kapıyı kapatarak dışarı çıktı.

Dışarıdan bakan bir göz benim dengesiz bir karaktere sahip olduğumu düşünebilirdi, ama değildi. Ben yirmi iki yaşında, hayatının içinde çeşitli belirsizlikleri ve acıları olan, bu şekilde davranmak zorunda kalan babasının küçük kızıydım. Ve o çöller benim durmak zorunda olduğum bir ülkeydi.

Ağaç gövdesinde yavru bir kurda ağlayarak bana öfkeyle bakan küçük kızımla göz göze geldim. Bakışları tekrardan ölmek istemiyor gibi bakıyordu. O da benim gibi yaşamak istiyordu fakat ben bizi öldürmeye kararlı adımlarla yürüyordum. Ben bu yola ölmek için çıktığımı bilsem de bir yanım her zaman ölümden korkuyordu.

Yaşamak isteyen bir yanım vardı.

Bölüm : 03.09.2025 17:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...