12. Bölüm

YILDIZ

Smokeye
smokeeye

Halit Ziya "Mai Ve Siyah" romanında şöyle diyor; İnsan, üzüntülü ve sevinçli zamanlarında, kalbinin dayanamayacağından fazlasını duyarlı bir kalple bölüşmek ister.

Gözlerim ilk defa kalbimin huzurla attığı bir sabaha açıldığında dudaklarım dün gecenin bıraktığı izle iki yana gerindi. Yatakta kollarımı iki yana açarak gerindiğimde bedenim aşırı dinlenmişti. Gözlerim camın dışında kalan dünyaya ulaştığın her şey çok renkli gelmişti. Gökyüzünde kanatlarını iki yana açarak süzülen kuş da benim gibi mutlu hissediyor muydu acaba? Peki hava diğer günlerde de bu kadar güzel miydi yoksa ben iyice mecnuna mı bağlamıştım?

Düşüncelerimi kendim kurup kendim gülerken içimde patlayan enerjiyle yataktan kalktım ve kendi etrafımda dönerek dans etmeye başladım. Kulağımda Erol Evgin'den Söyle Canım çalıyordu. Acaba diğer insanlarda bazen etrafta şarkı çalmasa bile kafasının içinde şarkılar duyuyor muydu?

Kendi kendime sırıtarak odadan çıktım ve saliselik bir zamanda tekrardan odaya girdim. Çünkü Demir koridorda beline sardığı havlıyla duruyordu. Beni gördüğünde onu görmeden önce dudaklarımda yer edinmiş sırıtışın aynısıyla bana bakmıştı. Bir söylemişti ama dinlememiştim çünkü onu gördüğüm gibi kaçarak odaya girmiştim.

Kapı açıldığında Demir çıplak vücuduyla içeri girdi. Hayır, çıplak değildi havlusu vardı, ama çıplak da olabilirdi. Olmasını istediğimden değil olabilme ihtimalini söylüyordum sadece fakat o isterse çıplak olabilirdi.

SAKİN OL.

Gülerek kapıyı kapattığında belindeki havluyla aynı renk olan küçük lacivert havluyla saçlarını kurutuyordu. Banyodan yeni çıkmış bir hali vardı çünkü hala saçlarından su damlaları damlıyordu. Gözlerim havluyu tutan koluna kaydığında pazısının gerçek olup olmadığını sorguladım. Acaba ısırarak kontrol mü etseydim? Altın mı bu Alin?

"Günaydın?" dediğinde bu halimi sorgular gibi bir hali vardı. Üstüme doğru yürümeye başladığında kaskatı olmuş bir yüzle geri adımlar attım.

"Günaydın. Hava çok güzel görünüyor." dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak. Havanın şu an güzel olması kimin umurundaydı?

Kaşlarını kaldırıp pencereye doğru çevirdi bakışlarını ve bana döndü tekrardan. Küçük el havlusunu omuzuna attığında kollarını göğsünde bağladı. Galiba dalağım ciğerim eriyordu benim, başka bir açıklaması olamazdı hissettiklerimin. Zira kollarını bağlamasıyla kasılan kol kasları ve göğüs kasları bana spazm geçirmem için teşvikler yolluyordu.

"Dün söylemiştim," dedi gülerek ve gözlerini kıstı. Neden gülüyordu? Açıkta bir şey mi vardı? Vardı ama onun açığıydı. Kendine gülsündü.

Keşke daha açık olsa...

"Hıı," dedim gözlerimi zar zor gündüz ışığının etkisiyle çöllere dönüşen gözlerine ulaştırmaya çalışırken. Pek başarılı olamadım.

"Eee nasıl, beğendin mi?"

"Çook," dedim iç çekerek.

Kahkaha atarak bana bir adım yaklaştığında endişeyle bir adım kaçtım. Adamın ırzına geçerim diye korkuyordum sadece. Hızlı birkaç adımda yaklaştığında kolumda sert olmayacak şekilde tutup duvara yasladı ve bedenini dudaklarımın ulaşacağı kadar yaklaştırdı. Kolları başımın yukarısında kalırken bir adım geriye atarak üzerime eğildi. Allah'ım, bu kulun beni günaha sürüklüyor..

"Ne kadar çok?" diye sordu kısık sesle. Bir insanın sesiyle öpüşmeyi nasıl tarif edebilirdim bilmiyorum fakat ben bu adamın sesiyle kesinlikle öpüşüyordum. Umarım bir sonraki aşamaya hızlıca geçerdik.

"Çok çok," dedim hülyalı hülyalı. Gözlerim göğüs kaslarından karın kaslarına ve oradan adonislerini süsleyen dövmeye kaydı. Dövme mi? Başımı şaşkınlıkla kaldırdım.

"Dövmen mi var?" dediğimde sırıttı. "Evet. Devamı biraz daha aşağıda kalıyor." Arsızlığıma asla dem vurmayıp yeniden dövmeye baktığımda tam olarak seçemiyordum ve dediği gibi devamı havlunun altındaydı.

"Arsızlığımın kusuruna bakma," dedim başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarında silmediği sırıtışıyla bana bakıyordu. "Keyfine bak," dedi göz kırparken.

"Dikizlemen bittiyse ben de günaydın öpücüğümü alabilir miyim?" Sorudan çok sabırsızlık içeren bir cümleydi. Hareket etmeden heyecanla yüzünü izlerken gözleri dudaklarıma düştü. "Uzat dudaklarını, Yakamoz."

Parmak uçlarımda yükselirken benim ona gitmemi ister gibi hareket etmeden dudaklarımı izledi. Ellerimi yanaklarına koyarak uzanıp dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdum ve geri çekilip neşeyle güldüm.

"Günaydın," dedim görüntüme eşit derece de çıkan keyifli sesimle.

Uzanıp dudaklarını dudaklarıma uzun uzun oldukça sert şekilde bastırdığında derin bir nefes aldı ve bir süre sonra geri çekildi. Koklayarak öpmek böyle bir şey miydi? Gözlerime baktı keyifle.

"Şimdi günüm aydı."

"OHA!"

Demir'in dudakları oynamamıştı. Zaten oynasa bile kulağıma ulaşan ses ondan çıkamayacak kadar ince bir sesti. Demir'in başı kapıya döndüğünde ben de onu taklit edip kapıya baktım. Beren'in çenesi neredeyse yere değecek şekilde açılmıştı. Yüzümdeki neşeli ifade anında silinirken Demir'i anında önümden ittim.

"Beren," dedim kocası tarafından basılan kadının çaresiz çıkan sesiyle. "Açıklayabilirim." Acaba birazdan 'o benim abim abim' der miydi?

"Allah'ım ben bu günleri de mi görecektim?" Sesinden akan şaşkınlık duymamak imkansızdı. "Odama," dedi ve kapıyı yüzüme kapattı.

Endişeyle Demir'e döndüğümde ellerini belime dolayarak beni kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Hiç bırakasım yok ama emir büyük yerden."

"Gideyim ben o zaman," dedim mırıltıyla. Kaslarının da maşallahı vardı. Bir parça ısırsam ne olurdu?

"Git," dedi ama hala beni tutuyordu. Dudakları saçlarımda olduğu için sesi boğuk çıkıyordu.

"Bırak," dedim saçma sapan bir şekilde. Sanki kendim çekilemezdim. Beni serbest bıraktığında istemeyerek de olsa ondan uzaklaştım ve kapıyı açıp dışarı çıktım.

Beren'in odasının kapısını açtığım an kolumdan tutularak içeri çekildim. Yere kapaklanmaktan son anda yırtmıştım.

"ANLAT HEMEN!" dedi sessiz çığlığıyla. Heyecandan ölecekmiş gibi bir hali vardı. Yüzüme büyük bir sırıtışla bakıyordu.

"Neyi?" dedim bilmiyormuş gibi.

"Aranızda ne var hemen anlat, hemen!"

"Bir şey yok ya," dedim gözlerimi berelterek. Sahi, bizim aramızda ne vardı?

"Aynen. Çünkü sen önüne gelen herkesle öpüşüyorsun. Pardon. Ben yanlış anladım." Birkaç saniye salağa bakar gibi yüzüme baktı.

"ANLATSANA BE!" Boğazıma yapıştı. "Ümüğünü sıkarım, anlat!"

"Bırak be. Manyak." Kollarını iterek ondan uzaklaştım ve sitemle yüzüne baktım. "Bilmiyorum," dedim doğruyu söyleyerek. "Ne olduğunu bilmiyorum Beren." Üzgünce yatağana oturup ayaklarım yere değerken bedenimi yatağa yan şekilde bıraktım.

"Öpüştünüz mü?"

Başımı salladım.

"Sana sevgi sözcüğü falan söyledi- Ay, yok. Benim abim öyle şeyler söylemez zaten... Kızım salak mısın ayrıca? Ne demek bilmiyorum?"

Bilmiyordum. Öpüştük ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Hayatımdaki sorunlara o kadar çok odaklanmıştım ki bir erkekle yakınlaşmaya fırsatım olmamıştı. Öyle bir ortam da olmamıştı gerçi. Olmasını istediğim zamanlarda bile hayatıma kimse girmemişti, o yüzden şimdi bu öpüşmelerin ne anlama geldiğini bilmiyordum.

"Ya tamam, üzülme.. Abim öyle hovarda bir adam değildir.. Öpüştüyseniz kesin aranızda bir şey vardır. Hem öpüşmüşsünüz kızım kesin vardır. Çünkü benim abim öpüşmez."

Kaşlarımı çattım hızlıca. "Ne demek öpüşmez?" Yatağın önünde diz çöküp çenesini yatağa koydu. "Basbayağı işte. İğrenir, öpüşmez."

Benimle öpüşmüştü. Hatta.. bir..iki..üç- dört? Defalarca öpmüştü işte. İğrenen bir adamın öpmeye bu denli aç olmasının imkanı yoktu. Mesela odama bile günaydın öpücüğü almak için gelmişti. Ayrıca bu bilgiyi Beren'in nereden bildiği de merak konusuydu. Demir'in Beren'e oturup da 'Beren ben öpüşmeyi sevmiyorum ya, iğrenç' demeyeceği kesindi.

Hızla yataktan doğruldum. "Sen nereden biliyorsun ya?" Beren gözlerini kaçırarak boğazını temizledi ve başını kaldırdı. "Biliyorum işte kızım. Allah Allah." Gözlerimi kısarak gözlerine bakmaya çalıştım. "Baksana sen bana bi. Ne saklıyorsun?" Beren yapmacık olduğu belli olan şaşkınlıkla yüzüme baktıktan sonra ayağa kalktı. "Ne saklayacağım be? Ben kahvaltıyı hazırlamaya gidiyorum."

Koşarak kapıya gidip açtı. "Ayrıcaaaa, gidip sütyenini giyin kızım." Kahkaha atarak odadan çıktığında tişörtümün yakasını açıp içime baktım. Sütyenim yoktu. Gerçekten yoktu.

Belki yanlış görmüşümdür diyerek tekrar kontrol ettiğimde özgürlüğünü rahatça belli eden çıplak göğüslerimle karşılaştım. Salaklığıma acı bir tebessümle gülerek yataktan kalktım.

İki gündür aynı kıyafetleri giyiyor olmak ve üstüne bir de duş almamak beni rahatsız etmişti. Beren'le bedenlerimiz uymasa da aramızda çok bir fark yoktu. Üşümek istemediğim için siyah kazak, kot pantolon ve kalın bir çorap aldım. Çekmeceleri karıştırdığımda temiz iç çamaşırı aldım. Göğsü bedenlerimiz uymadığı için yine kendi sütyenime kalmıştım. Bugün evime gidip kıyafetlerimi almak farz olmuştu.

Kendi odama geçip yere fırlattığım sütyenime bakındım. Yoktu. Eğer görünmeyen varlıkların sütyen fantezisi yoksa ya da sütyenim uçmayı öğrenmediyse buralarda bir yerde olmalıydı, ama yoktu.

Yatağın altına bakmayı son verip yerden doğrulduğumda yatağa oturdum ve boş boş etrafa bakındım. Bence sütyenim uçmayı öğrendi. Sütyen işini hallederdim ama çok geç kalmadan duş almak istiyordum.

Oflayarak yatağın üstüne koyduğum Beren'in kıyafetlerini alarak odadan çıktım. Banyoya girdiğimde dolaplarda temiz havlu aradığımda bulamamıştım. Hepsi küçük el havlularıydı.

Beren'i çağırmak için banyodan çıktığımda Demir'de kendi odasından çıkıyordu. Anında omuzlarımı öne doğru hafifçe düşürüp göğsümü içeri çektim.

"Ne oldu?" diye sordu kapısını kapatırken. Üstünde güzel boynunu sarmalayan gri boğazlı kazak ve siyah pantolonu vardı.

"Banyoya gireceğim de havlu bulamadım. Beren'i çağırır mısın?"

Bir şey demeden odasına girdiğinde hala aynı pozisyonda duruyordum. "Ayşıl." Odanın içinden seslenmesiyle kapının önüne yürüdüm. "Efendim?" Eliyle içeriye girmemi işaret ettiğinde dediğini yaptım ve yanına doğru ilerledim. Elinde sabah kullandığı lacivert havlu duruyordu. Elini saçlarında gergince dolaştırıp yüzüme baktı.

"Benimkiler bitmiş ama istersen bunu kullanabilirsin, temiz sayılır." Başımı sorun olmaz dercesine salladım. Sadece nemliydi ve bu benim için önemli değildi. Birisinden iğrenmediğim sürece kullandığı çataldan bile yemek yiyebilirdim.

"Kullanırım," diyerek havluya uzandığımda geri çekti. "Karşılığında ne alacağım?" Kaşlarımı çatarak elindeki havluya uzanıp elinden aldım. "Çıkarcılık yapma."

Arkama bakmadan odadan çıktığımda Beren'in odasına girip sütyenlerden bir tanesini aldım. Birkaç saatlik idare edebilirdi beni.

Sıcak su sayesinde hem rahatlamış hem de temiz hissediyordum. Demir'in havlusuyla kurulanıp kıyafetlerimi giyindim. Saçlarımın nemini gelişigüzel aldığımda havluyu kirli sepetine alıp banyodan çıktım. On dakika da tüm işlerimi bitirdiğime mutluydum çünkü kahvaltıyı geç gitmek istemiyordum.

Salona indiğimde sadece Beren masada oturuyordu. Yavaş adımlarla masaya ilerlediğimde Beren sandalyesinden kalkıp bana çay doldurmuştu.

"Nermin teyzeyle Ahmet amca nerede?" diye sordum sandalyeme otururken. Beren çay bardağımı bana uzattığında ona öpücük attım.

"Onlar iki gün boyunca olmayacaklar. Gecenin bir yarısında çıkmışlar, abim öyle söyledi."

"Kötü bir şey mi oldu? Neden gece çıkmışlar?"

"Yok, birisini ziyaret gitmişler. İki üç ayda bir yanına gidiyorlar ama ne biz biliyoruz, ne de onlar söylüyor kim olduğunu. Yıllardır böyle. Ama bence fingirdeşmeye gidiyorlar," dedi kıkırdayarak. İçtiğim çay boğazımda kalırken öksürmeye başladım.

"Sözlerine dikkat et, Beren." Demir'in sesinin geldiği yöne döndüğümde mutfak tarafından çıkıyordu.

"Yalan mı abi? Neredeyse her ay nereye gittiklerini söylemeden gidiyorlar. Neden? Çünkü yalnız kalmak istiyorlar."

Demir elinde tuttuğu boş çay bardağını masaya koyup kendine çay doldurdu. Sanırım sigara çay yapmıştı kahvaltıdan önce. Bana aç karnına içme deyip kendisinin içmesi de ironiydi. Yanımdaki sandalyeyi çekerek oturup arkasına yaslandı ve kolunu sandalyemin sırtına doğru uzattı.

"Ve bu ikimizi de ilgilendirmeyen bir konu," dedi Demir.

"Vallahi ben bu saatten sonra kardeş istemem," dediğinde Beren ekmeğine reçel sürüyordu.

"Hayat Beren. Ben de senin yaşlarında aynı şeyi düşünüyordum." Demir'in cümlesiyle Beren abisine zeytinlerden bir tanesini attı. Demir zeytini kendisine dokunmadan yakaladı ve ağzına attı.

"Aşk olsun abi ya. İstemiyor muydun beni?" Beren'in abisinin tek cümlesiyle reçelli ekmeğini tabağına bıraktı. Bozulmuştu.

Demir uzanıp reçelli ekmeği aldı ve ısırdı. "Çokta hevesli olduğumu söyleyemem."

"Yalancı," dedi Beren ters ters abisine bakarken. "Bu var ya," dedi bana dönerek. "Ben küçükken peşimden ayrılmazmış, yanıma bir tek erkek çocuğunu yaklaştırmazmış kıskançlıktan. Beren de Beren diye dolanırmış ortalarda. Daha ben doğmadan kıyafet almaya başlamış."

"Biliyorsan ne tatava yapıyorsun kızım?" Demir iki lokmada bitirdiği ekmeğinden sonra çayından yudumladı. Ardından üç dilim ekmeğe reçel sürdü. Bir tanesini kardeşinin, bir tanesini de benim önüme bıraktı.

"Barışmayacağım seninle," dedi Beren abisinin yaptığı ekmeği ısırdığında. Ben de kendi ekmeğimden ısırdığımda Demir bana dönüp göz kırptı.

"Saçlarını neden kurutmadın?"

"Kendiliğinden kurur," dedim omuz silkerek.

Beren abisini sinir etmeye çalıştığı ama sonunda kendisinin sinirlendiği atışmalarıyla geçen kahvaltının ardından masayı toplamıştık. Kahvaltıyı hazırlayan Beren olduğu için bulaşıkları yıkayıp makineye koyan Demir olmuştu. Yardım etmek istesem de izin vermemiş ve saçlarımı kurutmamı üç defa dile getirmişti. Ama üşengeçliğim üstümde olduğu için gidip kurutmamıştım.

Üstüme montumu giyinerek mutfağa girdiğimde Demir bahçe kapısını açtı.

"HAKAN!" Bağırışının ardından yüksek sesli bir ıslık çaldı. Kısa süre sonra Hakan yanına ulaştığında beni başıyla selamladı.

"Çay için biraz," dedi Demir elinde altı bardağın olduğu tepsiyi Hakan'a uzattığında. Hakan tepsiyi aldıktan sonra çaydanlığı da aldı. "Sağ ol abi," diyerek yeniden bahçeye çıktı. Bahçe kapısının önü boşaldığında terliklerimi çıkarttım.

"Nereye?"

"Sigara içeceğim," dedim Demir'e bakarak. Başını sallayıp içeri girdi ve kapıyı kapattı. "Önce saçlarını kurut."

"İyiyim böyle," dedim gülümseyerek. Kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Başıyla mutfak çıkışını gösterdi. "Saçlarını kurutmadan çıkamazsın. Geç içeri," dedi emir verircesine.

"Gerek yok, alışkınım ben." Onu umursamadan kapıya uzandığımda beni tutarak döndürdü ve sırtımdan mutfak çıkışına doğru hafifçe itti. Şaşkınlıkla omuzumun üstünden ona baktığımda başıyla yeniden içeriyi gösterdi. "Çıkamazsın dediysem çıkamazsın. Geç içeri."

"Karışma bana ya. Sigara içeceğim," dedim kaşlarımı çatarak. "Geç içeri ve saçlarını kurut." Sakin ama ürkütücü şekilde çıkan sesi dediğini yapmamı gösterse de inat etmiştim.

"GEÇ!" Elini kaldırıp işaret parmağıyla içeriyi gösteriyordu. Bağırmasına şaşırırken bahçe kapısına doğru atacağım adımımı geri çekip tam tersini yaparak ondan uzaklaştım.

"Neden bağırıyorsun?" dedim şaşkınlıktan fısıldarken. Gözlerini kapatıp dört saniye kadar bekleyip açtı. "İçeri geç," dedi sadece bu iki kelime ezberinde varmış gibi.

"Abi?" dedi Beren aynı benim gibi şaşkın şekilde mutfağa girdiğinde. "Ne oluyor?" Tedirginlikle bir bana bir de abisine baktı.

"Geçiyor musun içeri yoksa ben mi götüreyim?" Bağırmasa da sesi en az bağırdığı zamanki kadar korkutucu çıkıyordu. Saçlarımın ıslak olmasının onu neden bu kadar sinirlendirmişti?

Kardeşinin söylediğini umursamadan yüzüme bakmaya devam ettiğinde kaşlarımı çattım. "Geçmeyeceğ-" Ne olduğunu anlamadan beni omuzuna aldığında çığlık atarak sırtından kazağına tutundum.

"MANYAK MISIN? BIRAKSANA!"

Mutfaktan çıkarak merdivenlerden tırmanmaya başladığında yumruk yaptığım elimi sırtına geçirdim. O bana acımıyorsa ben ona hiç acımazdım. Ayaklarımla karnına vurmaya çalışsam da dizlerimin arkasından tutması işimi zorlaştırıyordu.

"DEMİR BIRAK BENİ. DELİRDİN Mİ? SANA DİYORUM."

Sağ kalçama geçirilen okkalı bir şaplak ile nevrim döndü. "Rahat dur." Eğer yüzüme yumruk yeseydim canım daha az acırdı. Acıyla inlediğimde Demir Beren'in odasına girmiş ve beni yere bırakmıştı. Acıdan buruşan yüzümle ona baktım. "Salak mısın?" dedim.

"Düzgün konuş."

"Beni dövdün!"

Bana söylediğim şeyin saçma olduğunu söyleyen bir yüz ifadesiyle baktı ve kapıyı kapattı. Bir çekmeceyi açıp fön makinesini çıkarttığında öfkeyle kapıya doğru yürüdüm.

"Hadi o kapıdan çık, Ayşıl." Tehditvari kurduğu cümleyle duraksadım. Gözlerimi kapatıp yutkunduğumda sinirle yüzüne baktım. "Bana vurdun!"

"Eğer biraz daha beni sinirlendirecek olursan daha da kötüsünü yapmaktan çekinmeyeceğim." Kabloyu fişe taktından sonra omuzunun üstünden bana baktı. "İnan bana bu sefer orantısız güç kullanırım." Şaşkınlıktan yerlere bayılacaktım şimdi. Bu orantısız güç kullanmamış hali miydi?

"Otur şuraya." Makyaj masasının önündeki sandalyeyi gösterdi. Kollarımı göğsümde bağlayıp yüzüne baktım. Ona küskün ve kızgındım. Eminim ki yüz ifadem bunu açıkça belli ediyordu.

Nefesini sertçe bıraktı. "Otur şuraya ben oturtturursam canın yanar." Ayaklarımı yere vura vura yanına gidip sandalyeye oturdum ve yeniden kollarımı göğsümde bağladım. Karşımdaki aynaya baktığımda çocuk gibi küsen kızdan başka bir şey göremiyordum.

Dudaklarım büzülmüş, kaşlarım çatılmış ve yanaklarım kızarmıştı.

Neredeyse on dakika kadar sürede uzun saçlarım tamamen kurumuştu. Aheste aheste kuruttu saçlarımda ellerinin dolaşması sinirimi alıp götürmek için epey uğraşsa da aynı pozisyonumu bozmadan oturmaya devam etmiştim. Bir ara parmaklarıyla saç derime masaj yapmıştı ama ona bile tepki göstermemiştim.

"Bitti," dedi sonunda. "Şimdi sigar-" Sandalyeden kalkarak konuşmasını dinlemeden kapıyı açtım ve kendi evim olmamasını umursamadan hoş olmayacak kadar şiddetle çarparak kapattım. Ardımdan kapı açıldı ve beni yakalayacak korkusuyla çaktırmadan koşar adımlarla merdivenlerden indim.

Beren beni gördüğünde oturduğu koltuktan kalktı. Yüzündeki neşeli ifadenin yanında merakta vardı.

"Senin abin bir ayı!"

Gözleri arkama sabitlendiğinde umursamadan sinirden patlayacak şekilde mutfak kapısından bahçeye çıktım.

💀

Bugün Kars diğer günlere oranla daha da sıcaktı. Demir'le sinirlenip bahçeye çıktıktan sonra hiç konuşmamıştık. Yanıma gelse de arkamı dönüp onunla muhattap olmak istemedim çünkü kalçam dakikalar geçmesine rağmen acısını sürdürmeye devam etmişti.

Yanıma geldiğinde gideceğini haber vermiş ve üstüne sinirimi umursamayıp çenemden tutarak güle güle öpücüğünü zorla öperek almıştı. Tamam, belki zorla olmayabilirdi. Ben de bir miktar istemem yan cebime koy yapmış olabilirdim ama bu sinirli olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

Beren'den aldığım kıyafetleri kendi evime geldiğimde çıkartmıştım. Beren üstüne basa basa şık giyinmem gerektiğini söylemişti. Asla şık giyinmek istemesem de biraz süslenmekten zarar gelmezdi sonuçta.

Yine seçimimi siyah boğazlı badiden yana kullandım fakat diğerlerinden daha farklı olarak üstümdeki badinin sırt kısmı tamamen açıktı. Bel kısmında bağlanan ince ipi dışında bir detay yoktu. Badi sayesinde gözler önüne serilen dövmem ekstra bir hava katmış ve beni memnun etmişti. Altıma bol paça pantolon ve ayağıma da diz altına kadar ulaşan siyah hafif topuklu çizmelerimi giymiştim. Üstümde yine siyah, dizlerime kadar uzanan paltomla oldukça şık duruyordum. Gece karanlığında siyaha dönen saçlarımı ensemde salaş bir topuz yaparak göz makyajını yine siyah farımla eyeliner havası katmış ve gözlerimi ön plana çıkarmıştım. Görüntümden fazlasıyla hoşnuttum.

Demir'in evine ilk defa gelme fırsatım oluyordu. Şehirin bir ucunda oturma sebebini anlamasam da evi oldukça güzeldi. İki katlıydı fakat ailesinin evi kadar büyük değildi. Bahçesi evine oranla daha genişti.

Bahçeden içeri girdiğimizde Demir bahçeye kurulmuş masanın birkaç metre ilerisinde ağzındaki sigarayla elindeki yelpazeye benzer bir şeyler ateşi harmanlıyordu. Bir eli cebinde dururken olduğum yerde durup onu izlemek istedim ama bunu yapamazdım.

"Hoş geldiniiz!"

Leman'ın neşeli sesiyle bahçedeki tüm gözler Beren ve bana dönerken benim gözlerim tek bir kişinin gözlerindeydi.

"Hoş bulduuuk," dedi Beren aynı neşeyle ve birbirlerine sarıldılar. O sırada Hilal yanımıza gelip bana sarıldığında gülümseyerek karşılık verdim. Yer değiştirip Leman ve ben sarıldık.

"Hanımlar," diyerek yanımıza gelen Ulaç önce Beren'i bir prens edasıyla selamlayıp eline uzandı ve öptü. Ardından bana döndüğünde aynısını bana yaptığında gülerek paltomun bir ucunu tutup prenses selamıyla karşılık verdim.

"Çok güzelsiniz," dediğinde Beren'le kıkırdadık. "Siz de oldukça şıksınız," dedim oyununu devam ettirerek.

"Aman, bu da İngiliz Prensi sanki." Hilal Ulaç'ın hareketlerine göz devirdiğinde Bahtiyar'la göz göze geldik. Başıyla selam verdiğinde gülümsedim.

"Abi bize yemek yemeyin dedin diye aç geldik vallahi." Beren koştur koştur abisinin yanına gittiğinde duman yüzünden burnunu kırıştırıp bir adım geri çekildi. "E hala hazır değil?"

Sandalyelerden bir tanesine çantamı aştığımda masadaki mezelere ve belli köşelere konulan dört rakı şişesine baktım. Mangal ve rakı? Severiiim.

"Geç sen masaya hazır olur birazdan."

Masaya odaklanmış gibi dursam da aslında kulaklarım Demir'deydi. Başımı kaldırdığımda Demir'in ilerisindeki kapıdan elinde tabaklarla çıkan Leman'a doğru yürüdüm. Demir'in önünden geçmek zorunda kaldığımda bakışlarının bende olduğunu bilsem de ona bakmadım çünkü ona küsmüştüm. Üstelik üstümü giyinirken kalçama baktığımda neredeyse beş parmağın çizilmiş gibi kızararak bana el salladığını görmüştüm.

Leman'ın çıktığı kapıdan girdiğimde burasının mutfak olduğunu gördüm. Ayakkabılarımla girmekten hoşlanmasam da diğerleri ayakkabıyla girmeyi önemsemediği için ben de onlara uydum. Salata yapan Bahtiyar'ın gördüğümde ellerimi arkamda birleştirip arkasından yaklaştım sessizce.

"Hediye aldın mı?" dedim birden başımı öne doğru uzatıp sırıtarak yüzüne baktım.

"Hassiktir." İrkilerek geri çekildiğinde kaşlarını çattı. "Ne sessiz sessiz geliyorsun kızım?" Yüzüne hala sırıtarak bakıyordum. Öne arkaya doğru hafifçe sallanmaya başladım.

"Gelirim ben. Aldın mı hediye?" diye sordum tekrardan meraklı Melahat gibi. Homurdanıp arkasını döndü ve buzdolabına ilerledi. Arkasından annesini takip eden ördek gibi gittim. Dolaptan bir şey almak için eğildiğinde eğildim ve başımı yana doğru yatırdım. "Aldın mı?" dedim tekrardan sabırsızca.

Yüzüme baktığında sabır dilenerek başını sağ tarafa çevirdi ve domates alarak dolabın kapağını kapatıp tezgaha yürüdü. Çılgın ördek iş başında olduğu için yine onu takip ettim. Cevap vermesini beklesem de o bir şeylerle uğraşıyordu.

Bir süre onu takip etmeye devam ettiğimde sinirle durup yüzüme baktı. Sırıtıp ben de ona baktım. Ellerim hala arkamda bağlıydı ve bu sevimli sırıtışa asla kayıtsız kalamazdı.

"Karabasan mısın kızım? Gitsene başımdan."

Yanılmıştım. Bahtiyar bu sırıtışa kayıtsız kaldı.

"Ya söylesen ölür müsün?" Yavru köpek bakışlarımla ona baktığımda ofladı ve sonunda "Aldım," dedi bıkkın şekilde.

"Ne aldın? Ne aldın?" Heyecanla yüzüne bakarken birden suratım düştü. "Ne olur bana kazak falan aldım deme."

Yeniden tezgaha yöneldiğinde "Sıradanlaşmadım," dedi ağzının içinde. Sevinç içinde sessiz bir çığlık attım. "Ne aldın? Allah aşkına söyle."

"Allah'ı karıştırma," dedi kızarak.

"Allah, peygamber aşkına söyle," dedim arsızca. Sinirle güldü. "Bela mısın? Git kızım." Beni dirseğiyle ittirdiğinde yine ona sırnaştım.

"Çıkarsana üstünü Ayşıl, bahçeye soba kuracağız, üşümezsin," diyerek mutfak giren Leman yüzünden konuşmak için açtığım ağzımı kapattım. Bir bana bir de Bahtiyar'a bakıyordu.

Oturduğumuz yer sıcak olacaksa paltomla dolaşarak kendime gereksiz ağırlık yapmama gerek yoktu. Paltomu çıkardığımda Leman elimden aldı ve mutfaktan çıkıp gözden kayboldu. Hızlıca Bahtiyar'a döndüm.

"Söylesene," dedim alelacele.

"Yuh! O ne lan?"

Kaşlarımı kaldırıp arkamı döndüğümde Ulaç tam karşımda duruyordu. Bahtiyar'da Ulaç'a dönmüştü.

"Harbi o ne lan?"

Bahtiyar'ın da aynı tepkiyi vermesiyle bu sefer ona döndüm. Kaşlarım çatılırken neye bu kadar tepki verdiklerini merak ediyordum.

"Ne oldu?" diye merakla içeriye Hilal girdi. Bahtiyar beni kolumdan tutup arkamı kendilerine doğru çevirdi. Ben şaşkın şaşkın omuzumun üstünden onlara bakıyordum.

"Şuna baksana."

"OHA! Kızım o nasıl dövme!"

Bu kadar tepki vermelerinin nedeni dövmem miydi yani?

"Niye bu kadar şaşırdınız?" dedim şaşkınlıkla. "Dövme işte.."

"Çok güzel kızım bu." Hilal bana yaklaşıp eğildi ve dövmeye incelemeye başladı. Çölün içinde uluyan yavru ve erişkin kurtlar vardı. Hepsi başını gökyüzündeki aya doğru kaldırmış uluyorlardı. Çölde ağaç yetişmesi imkansız olsa da dövmeme bu ayrıntıyı işlemek istemiştim. Yeşil ve kahverenginin birleştiği renkli dövmem sırtımın tam ortasında duruyordu. Ve her ne kadar diğerleri dikkatini çekmese de sırtımın tamamında ayrı ayrı olan ama uzaktan bakıldığında bir duran dövmeler vardı.

"Hayırdır?"

Demir'in sesiyle ona baktığımda önce şaşkın bakışlarla dövmemi izleyen üç bedene sonra da bana bakmıştı.

"Demir, şuna bak oğlum. Efsane." Demir'in kaşları çatıldığında Hilal geri çekilip eliyle sırtımı gösterdi. Demir'in yüzünde önce şaşkınlık belirdi ve sonrasında kaşlarını yeniden çattı.

"Üçünüz Ayşıl'ın dibine girmiş dövmesini mi inceliyorsunuz?" Ses tonu sinirli çıkmıştı. Boynum ona bakmaya çalışırken kırılmasa bari.

"Lan çek elini." Ulaç'a bakarak söylemişti. Bu şekilde durarak tüm olaydan geri kaldığımı fark edince hızlıca önümü döndüm. Ulaç kaldırdığı elini indirip tuhaf bir sırıtışla Demir'e baktı. Leman ne zaman mutfağa girmişti bilmiyorum ama aynı sırıtış onda da vardı.

"Ne kızıyorsun oğlum? Çektik işte. Neyse Hilal'im, biz gidelim dışarı." Ulaç Hilal'in omuzuna kolunu attığında doğruca dışarı çıktılar. Bahtiyar ve Leman'da onları takip ettiğinde Demir'le baş başa kalmıştık.

Gözlerini kısarak bana baktığında onunla yalnız kalmak istemediğim için bahçeye çıkmak için yürüdüm. Yanından geçeceğim sırada kolumdan tutarak beni çekti ve sırtımı göğsüne yasladı.

"Ne o? Küs müyüz hala?"

Cevap vermeden ondan uzaklaşmaya çalıştım ama kollarını belime dolayarak bedenimi sabitledi. Başını eğip yüzüme bakmaya başladı. "Yakamoz? Konuşmayacak mısın gerçekten?" Sesi şaşkın çıkıyordu. Büyük ihtimalle şimdiye dek ciddi olmadığımı düşünüyordu.

Cevap vermeden direkt olarak karşıya baksam da o cevabını almıştı. Geri çekilip sıkıntılı bir nefes verdi. Beklemeden yanından geçip bahçeye çıktım. Sıcaktan ani şekilde soğuğa geçtiğimde sırtımın da açık olmasının etkisiyle üşüdüm. Koşar adımlarla masanın belli köşelerine kurulmuş ayaklı ısıtıcılardan bir tanesinin önüne geçip sırtımı ısıtmaya başladım. Şimdi daha iyiydi. Birkaç dakika sonra Demir elinde tuttuğu hırkayla yanıma gelip bir şey demeden omuzlarıma bıraktı ve gitti. Sanırım o da konuşmayacaktı.

Herkes yavaş yavaş masaya kurulmaya başladığında Demir ve Bahtiyar iki baş köşede, Demir'in solunda ben, sağında Beren oturuyordu. Yanımda Hilal ve onun karşısında da Ulaç oturuyordu. Bunu ben istemiştim çünkü Leman Bahtiyar'a yakın oturmak zorunda kalmıştı.

Masaya sonradan getirilen biralarla önden açılış yapmıştım. Ortada yavaşça dönen sohbetleri sessizce dinliyordum. Demir köşede kanatları közlüyor bir yandan da sek rakısını içiyordu. Birkaç lokma dışında yemek yememişti. Birdenbire dudaklarında bir sırıtış belirdi. Kaşlarım hafifçe çatılırken başını aniden kaldırıp bana baktı ve göz kırptı. Ona baktığımı mı anlamıştı? E yok artık!

Başımı hızlıca çevirdiğimde önüme dönüp sulandırdığım rakımdan içtim. Tamam severdim ama, sek içecek kadar da iyi bir içici değildim. Hilal boğazını temizledi ve bana doğru döndü.

"Ayşıl, böceklerden korkar mısın?"

Sorusuyla ona döndüğümde konuştukları konuyla bana sorduğu sorunun bağlantısını anlamaya çalışıyordum. "Hayır," dedim sesimdeki merakı saklama gereksinimi duymadan. "Hiç mi korkmazsın?" Masadaki diğer gözlerde bize döndü.

"Yani.. şey hariç diğerlerinden korkmam. Hani şu şey olan.." Parmaklarımı ö ile başlayıp k ile biten çok bacaklı olan hayvan gibi hareket ettirdim. "Örümcek." diye tamamladı beni Hilal.

"Hı, aynen. Adı batasıca hariç korkmuyorum."

Ben adını duymamla bile vücudumda geziniyormuş gibi hissetmişti. Hilal düşünceli şekilde hımlayarak başını salladı. Demir hemen yanı başımda durup masanın ortasına kızarttığı kanatları bıraktığında başımın yan tarafına baktı. Kaşlarımı çattığımda solumda duran Hilal'e baktım ve onunda bakışlarının gergin şekilde omuzumda olduğunu gördüm. Kaskatı kesilirken hemen yanımda ayakta duran Demir'in kazağını belinden tuttum.

"Omuzumda mı? Omuzumda mı? Demir?"

Başımı dahi hareket ettirmeden beklerken ensemde bir şeylerin dolaşmaya başladı. ALLAHU EKBER. Saniyeler içinde çığlık atarak ayağa kalktım ve elimin altında olan kazağı korkuyla çekiştirmeye başladım.

"DEMİR! DEMİR!"

Ayağa kalkmamla Demir beni hızlı bir refleksle kendine çekti ve elini ensemde bir yere götürdükten sonra geri çekildi. "Tamam," dedi eliyle belimi okşadığında. "Aldım."

"ORADA HALA AL ŞUNU!" diye bağırdım.

"Aldım, sana öyle geliyor." Nefes nefese koluna yasladığım başımı kaldırıp yüzüne baktım. Onu kendimden hızlıca itip ellerinden uzaklaştım ve sandalyeme oturup Hilal'in koluna yapıştım.

"Dokunma bana o ellerle," dedim iğrenerek.

Hilal ve Beren kahkaha atmaya başladığında Demir sanki çok iğrenç bir şeymiş gibi bakıyordum. Şaşkın bakışlarla yüzüme baksa da utanmazlıkta çığır açarak biraz daha geriye çekilip tutunduğum kola daha da yapıştım.

"Git elini yıka. Kezzaba sok, çamaşır suyuyla falan yıka Demir."

"Yok artık," diyerek Ulaç'ta kahkaha attığında sinirle ona döndüm. "Ne var? Ne gülüyorsun? Korkamaz mıyım?" Aslanlarla koyun koyuna yatsam o küçücük, iğrenç şeyden korktuğum kadar korkmazdım ve şu anda masadakilerin bu halimle dalga geçiyor olması sinirlerimi bozuyordu.

Demir yanımızdan giderek mutfağa girdiğinde yapıştığım kolu bırakarak sandalyeye kuruldum. Ensemde hala bir şeyin dolaştığını hissetsem de bunun o şeyin etkisinden kaynaklandığını düşünerek sakin kalmaya çalışıyordum.

"Sen tut üç kişiyi döv ama küçücük örümcekten kork." Yüzüm adını duymamla buruşurken ürpererek ellerimi kollarıma sürttüm. "Birisi daha o şeyin adını söylerse kafa atarım vallahi."

Demir sandalyesine oturduğunda hafifçe yana yatıp ondan uzaklaştım. "Kezzap yoktu çamaşır suyuyla yıkadım, idare eder herhalde," dedi gülerek. Başımı ona doğru uzattım. "Hani, koklayayım." Elini uzattığında yaklaşıp iki defa köpek gibi kokladım. Gerçekten çamaşır suyuyla yıkaması takdire şayandı. Ben biraz abartmıştım ama onun dediğimi yapacağını düşünmemiştim. Yıkar gelir sanıyordum.

Parmağının tersiyle burnuma vurduğunda başımı çekip kaşlarımı çattım ve önüme döndüm ve çatalımı mezelerin birisine daldırdım.

"Şimdi dokunabilirsin abi," dedi Beren gülerek.

"Evet," dedim.

Ağzıma götürdüğüm çatalla duraksadım. Eğdiğim başımı kaldırıp bana şaşkınlıkla bakan yüzlere odaklandım. Leman zorlukla tuttuğu kahkahasını serbest bıraktığında diğerleri de ona eşlik etti. Başımı yavaşça Demir'e çevirdiğimde tek kolunu masaya yaslayıp bedenini bana çevirmişti. Tek kaşı havalandığında imayla bana baktı.

"Cümleten selamün aleyküm."

Duyduğum sesle yerime mıhlanırken hızlıca arkamı döndüm. Bir çift mavi gözle karşılamayı beklemediğim için oldukça şaşkındım.

"Alparslan!"

Hilal yerinden kalkarak bahçenin girişinde kollarını iki yana açarak gülen adama doğru koştu ve sarıldı.

Af buyur?

Bölüm : 03.09.2025 17:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...