8. Bölüm

Bir Sessizlikten Daha Fazlası

Lily
soniamarryrose

“Bazen iki sessizlik, birbirine dokunmadan anlaşır.”
Albert Camus

 

O günden sonra, koridorlar benim için artık yalnızca geçiş yolu değil.
Her teneffüs, her dönüş, bir ihtimali beklemek gibi.
Ve bugün…
Bir şey değişiyor.
Küçücük, ama fark edilmemesi imkânsız bir detay.

Kütüphaneye tekrar gidiyorum.
Sırf onun da oraya gelme ihtimali için.
Ve geliyor.

Yine aynı masa, yine aynı köşe.
Ama bu sefer bir fark var.
Yanına bir kitap değil — bir defter almış.
Ve kalemiyle bir şeyler karalıyor.

Oysa geçen sefer saatlerce sadece boşluğa bakmıştı.
Şimdi ise yazıyor.
Bir şeyleri dışa aktarıyor.
İlk kez, dünyayla arasına koyduğu o görünmez camda bir çatlak oluşmuş gibi.

Dayanamayıp birkaç raf öteden izliyorum.
Kapağını göremiyorum defterin.
Yazdığı şeyleri hiç bilemiyorum.
Ama yüzündeki ifade, ilk kez bu kadar...
İnsan gibi.
Bir an başını kaldırıyor.
Gözleri, benimkilerle karşılaşmıyor — ama çok yakın bir yerden geçiyor.
Ve o anda, yüzünde belirsiz bir şey beliriyor.
Bir ifade.
Bir gölge gibi gelip geçen, kısa ama derin bir bakış.
Sanki…
Beni fark etti.
Belki ilk kez.

Ama sonra hemen tekrar önüne dönüyor.
Ve yazmaya devam ediyor.

Ben yerimde donup kalıyorum.
O minnacık şey,
o gözlerin bana değil de, bana yakın bir yere kayışı…
İşte o an, bana yetiyor.

O akşam defterime şöyle yazıyorum:

“Bazen en büyük değişim, göz kapaklarının bir saniye erken ya da geç kapanmasıdır.
Ve bir bakış, aylarca sürecek bir hikâyeyi başlatabilir.”

Yarın yine kütüphaneye gideceğim.
Bu kez belki biraz daha yakın bir rafta dururum.
Belki o defterin kapağını görürüm.
Belki…
O da beni gerçekten görür.

Ama bir şey kesin:
Artık bir şeyler değişiyor.
Ve ben, o değişimin tam kenarındayım.

Ertesi gün yine kütüphanedeyim.
Ama bu kez farklı bir planla.

Onun masasından çok da uzakta olmayan bir rafta duruyorum.
Rastgele kitaplar çekiyorum, ama gözüm sürekli onda.
Bugün yine defterini açmış, başını hafif yana eğmiş, yazıyor.
Kaleminin hareketi hızlı değil, düşünceli.
Bir cümlenin yarısını yazıyor, sonra duruyor.
Silip baştan yazıyor.
Sanki kelimeleri incitmemek için dikkatle seçiyor.

Rafın köşesinden eğilince, defterinin bir kısmı görüş alanıma giriyor.
Uzak ama okunabilir.
Kararsızım.
Bakmamalıyım belki.
Ama gözüm satırlara kayıyor.
Bir an için yalnızca bir cümle yakalıyorum:

“Sessizliğin içinden geçen bir çift göz var.
Göz göze gelmedik ama gördüm.
Ve bu, sessizlikten daha gürültülüydü.”

Nefesim boğazımda takılı kalıyor.
Bu…
Ben miyim?

Yutkunuyorum.
Elimdekini bırakıp hızla arkamı dönüyorum, ama düşen kitap sesi kütüphaneyi kesiyor.
O an başını kaldırıyor.
Bakıyor.

Göz göze geliyoruz.
Gerçekten bu kez.
Ama ne öfke var bakışında, ne panik.
Sadece…
Sakinlik.

Sanki ne gördüğümü biliyor.
Ve saklamıyor.
Saklamaya çalışmıyor bile.

Kelimeleri yakaladım, ama sanki onlar da beni çağırmış gibi.
Bir an bakışıyoruz.
Sonra ben başımı eğip hızla çıkıyorum kütüphaneden.

O gece defterime yazıyorum:

“Kelimeler bazen kapalı bir kutu gibidir.
Ama biri içeri bakarsa, artık o kutu kapanmaz.”

O kutuya baktım.
Ve şimdi…
Onun sessizliği, bana ait bir şey gibi.
Kendi iç sesimi orada bulmuş gibiyim.

Adını hâlâ bilmiyorum.
Ama artık kelimelerini biliyorum.
Ve belki de bu, daha samimi.

Gece yatağımda dönüp duruyorum.
Uykuyla uyanıklık arasındayım.
Gözlerim tavanda bir noktaya sabitlenmiş.
Ama zihnim hâlâ o satırda takılı:

“Sessizliğin içinden geçen bir çift göz var.
Göz göze gelmedik ama gördüm.
Ve bu, sessizlikten daha gürültülüydü.”

Cümle durmadan içimde yankılanıyor.
Sessizlikten daha gürültülü…
Birinin böyle bir şey yazması, böyle hissetmesi…
Ve bunu hiç kimseye göstermeden, sadece bir deftere emanet etmesi…
Bu, kelimelere gösterilen bir tür sadakat sanki.

Ben o kelimelere yanlışlıkla tanık oldum.
Ama o an… yanlışlık gibi gelmedi.
Sanki bir yere, bir şeye çağrılmış gibiydim.
Ve şimdi bir sır taşıyormuşum gibi.
Onun farkında olduğu ama hakkında konuşmadığı bir sır.

Kendime soruyorum:
Neden yazdı bunu?
Kimin için?
Benim için olabilir mi?

Ama hemen arkasından gelen kuşku…
Ya o cümle bana değilse?
Ya sadece onun iç dünyasının bir yansımasıysa, ben de üstüme alınıp kendime pay çıkarıyorsam?

Ama o bakış…
Kütüphanedeki o an…
Benden kaçmadı.
Utanç da yoktu, öfke de.
Gizleme çabası da.
Sanki görülmek, onu korkutmamıştı.

Ve bu, aklımı en çok kurcalayan şey.
Biri, sakladığı bir cümleyi bir başkasının görmesine neden bu kadar sakin kalır?

İçimde kıpırdayan bir şey var.
Korkuya benzeyen, ama aynı zamanda bir tür hayranlık taşıyan.
Kelimelere, suskunluğa, ve onun bakışına karşı bir hayranlık.

Görülmek istemeyen birinin, belki de fark edilmek için attığı çok küçük bir işaret o cümle.
Ve ben, o işareti fark ettim.
Ama şimdi ne yapmalıyım?
Susmalı mıyım, yoksa bir cevap mı vermeliyim?

Ona gidip “yazını gördüm” diyemem.
Ama…
Ben de yazabilirim.
Kendi defterime.
Belki aynı sessizlikte.
Belki aynı dürüstlükte.

Onu tanımıyorum.
Hâlâ adını bile bilmiyorum.
Ama bu bir eksiklik gibi gelmiyor artık.
Çünkü bazen bir cümle, bir ismin yerini alabilir.
Ve bazen bir bakış, bir konuşmadan daha çok şey anlatır.

Yavaşça defterimi açıyorum.
Kalem elimde bir süre bekliyor.
Ne yazacağımı bilmiyorum ama içimden geçenleri anlamaya çalışıyorum.

Ve bir süre sonra şu satırlar dökülüyor:

“Senin sessizliğini duydum.
Ve belki de, içimdeki ses de bu yüzden ilk kez netleşti.”

Sonra sayfayı kapatıyorum.
Gecenin içindeki sessizlik daha başka bir hale bürünüyor.
Karanlık değil artık.
Sadece… derin.

Ve ilk kez, sabahı beklemek için içimde bir neden hissediyorum.

Bölüm : 09.06.2025 20:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...