
“İnsanın değişimi, bazen yalnızca bir ‘merhaba’da başlar.”
— Ahmet Hamdi Tanpınar
Ertesi sabah, alarm yine aynı saatte çalıyor. Aynı tonda, aynı ısrarla. Ama ben bu sabah biraz daha farklıyım. Ne tam uykuda, ne tam uyanığım. Gözlerim tavanı izliyor. Duvar saatinin tik takları içime işliyor. Dışarısı hâlâ karanlık, hava da soğumuş. Sonbahar kendini artık inkar etmiyor. Penceremin kenarındaki perde hafifçe kıpırdıyor; camın ardında esen rüzgâr, içimdeki boşluğa denk geliyor.
Yatağımdan kalkarken yorgunluğum da benimle birlikte kalkıyor. Dişlerimi fırçalarken aynadaki yansımama uzun uzun bakıyorum. Saçlarım dağılmış, gözaltlarımda morluklar. Ama bu sabah yüzümde belli belirsiz bir şey var… Sanki bir kırıntı. Merak mı, özlem mi, yoksa sadece alışkanlık mı, bilmiyorum.
Kahvaltı her zamanki gibi. Annem hâlâ aceleci, babam sessiz, kardeşim uykulu. Ama ben bu sabah farklı bir şey yapıyorum; ilk kez bir kelime çıkarıyorum ağzımdan:
“Anne, bu sabah çayı güzel olmuş.”
Kadın şaşırıyor önce. Sonra gülümsüyor, kısa ama gerçek bir gülümseme. Küçük bir cümle, ama sanki o an mutfakta hava biraz yumuşuyor. Bir şey çözülüyor.
Serviste yine aynı koltukta oturuyorum. Ama bu sabah müzik dinlemiyorum. Camdan dışarıyı izliyorum. Geçtiğimiz sokaklar birer film sahnesi gibi kayıyor önümden. Her köşe başında yürüyen insanlar, taşıdıkları çantalar, yüzlerindeki ifadeler. Hepsinin bir hikâyesi var gibi geliyor bana. Kim bilir, belki ben de onların dikkatini çekiyorumdur, bir anlık.
Okula vardığımızda bahçede tanımadığım bir çocukla göz göze geliyorum. Başını hafifçe eğiyor. Selam mı veriyor, yoksa sadece rüzgârla gelen bir tesadüf müydü, emin değilim. Ama göz temasının içimde bıraktığı his bir süre kalıyor benimle.
Sınıfa girdiğimde pencere kenarındaki sırama yine oturuyorum. Bugün yanım boş değil. Bir kız çantasını bırakmış. Kıvırcık saçları var, koyu kahverengi gözleri. Gülümsüyor:
“Selma, değil mi? Ben Gülşah. Geçen sene başka okuldaydım.”
Kafamı sallıyorum. “Evet,” diyorum kısaca.
“Sessizsin,” diyor. Sonra ekliyor, “Ama iyi bir şey bu. Sessizlik bazen en gürültülü cevaptır.”
Ne demek istediğini tam anlayamıyorum ama o cümle içimde kalıyor. Ders boyunca ara sıra notlarını paylaşıyor benimle, eksik kalan sayfaları gösteriyor. Sadece kelimeler değil, yanında taşıdığı sıcaklık da dikkatimi çekiyor. Sınıfta ilk kez biri bana kendiliğinden yer açıyor gibi.
Teneffüste defterime yine yazıyorum. Bu kez biraz daha umutlu satırlar düşüyor:
“Bugün biri bana gülümsedi. Belki hayat, çok küçük şeylerle başlıyor. Belki kelimeler değil, bakışlar değiştiriyor bazı sabahları.”
Öğleden sonra İngilizce dersi var. Hoca tahtaya “identity” kelimesini yazıyor. “Kimlik,” diyor. “Peki kimliğiniz sizin için ne demek? Sadece bir nüfus cüzdanı mı, yoksa sizi siz yapan şeylerin toplamı mı?”
Sınıf sessiz. İçimden saymak geliyor: Uykusuz geceler, yutulmuş cümleler, yazılıp silinmiş satırlar, içime bastırdığım sesler… Kimliğim bunlar mı?
Cevap vermiyorum. Ama içimde, çok derinlerde bir yerlerde bir ses yükseliyor: “Ben buyum. Sessizliğimin içi dolu.”
Gün sonunda yine servisteyim. Bu kez camdan bakarken yansımamda bir şey fark ediyorum. Gözlerimde yorgunluk kadar, başka bir şey de var: Tanımlayamadığım bir güç, belki bir başlangıç.
Eve vardığımda odamın kapısını kapamadan önce annemin sesi geliyor:
“Bugün biraz daha iyiydin sanki.”
Yutkunuyorum. Sanki boğazıma düğümlenen şey artık sadece suskunluk değil, minnettarlık da.
O gece defterime uzun uzun yazıyorum.
Belki yazdıklarımı bir gün biri okur. Belki de kimse bilmez. Ama ben biliyorum. İçimde kalan cümleler artık birer birer çıkıyor. Ve belki de bu, başlangıçtır.
Sabah olduğunda, odamın solgun ışığı içeri süzülüyor.
Dün gece yazdığım satırlar hâlâ zihnimde yankılanıyor. Sanki ilk kez bir yükten kurtulmuşum gibi hafifim. Ama aynı zamanda, boşlukta sallanır gibi de... Uyanmak istemiyorum, ama uyumak da çözüm değil.
Yavaşça doğruluyorum yatakta. Perdeleri aralıyorum. Gökyüzü bulutlu. Sokaktan gelen sesler, evdeki ayak seslerine karışıyor. Aynı sabah ritüeli başlıyor. Ama içimde bir kıpırtı var bugün. Tarifi zor. Ne umut, ne korku… İkisinin arasında salınan ince bir his.
Kahvaltı masasındaki her şey tanıdık. Annemin sessizliği, babamın gazetesi, çayın buharı. Ama ben değişmişim sanki. Az da olsa. İçimdeki kelimeler artık sadece bana ait değilmiş gibi.
Ceketimi alırken aynaya gözüm takılıyor. Bu sabah yüzümde, önceki günlerden farklı bir ifade var. Kendime tam olarak "hazırım" diyemesem de, en azından "hazırlanıyorum" diyebiliyorum.
Koridorun kalabalığı arasında yürürken ayaklarımın altındaki zemin sanki daha kaygan, daha güvensiz geliyor. Sınıfa yaklaşırken içimde tuhaf bir huzursuzluk var. Aynı insanlar, aynı duvarlar, aynı kokular... Ama bir şey farklı bugün. Göğsümün içinde ufak bir sıkışma. Belki bir şey olacak hissi.
Kapıdan içeri girdiğimde sınıf neredeyse dolmuş. Pencereden yansıyan solgun güneş ışığı sıraların üzerinde geziniyor. Arka sıradaki yerime ilerlerken önümden geçen bir kız dikkatimi çekiyor. Saçları açık kahve, gözleri hafif çekik. Yüzü ilk kez görüyormuşum gibi ama sanki çok önceden bir rüyamda karşılaşmışım gibi tanıdık.
Yanımdaki sıraya oturuyor.
"Merhaba," diyor, göz ucuyla bana bakarak.
Başımı hafifçe sallıyorum. "Merhaba."
Bir an sessizlik oluyor. Sonra kendi kendine konuşur gibi fısıldıyor:
"Ben Gülşah. Yeni taşındık. Dile geçtim, annem öyle istedi."
Sesi yumuşak ama içinde bir çekingenlik var. Elini defterine götürürken parmakları titriyor gibi.
Kendimi tanıtmakla tanıtmamak arasında kısa bir tereddüt yaşıyorum. Sonra kısaca söylüyorum:
"Selma."
Daha fazlasını eklemiyorum. Ama içimden geçenler sayfalar dolusu cümle gibi: "Ben buradayım, çok uzun zamandır burada. Ama bazen hiç burada olmamış gibi hissediyorum."
İlk ders İngilizce. Öğretmenimiz sınıfa girerken elinde bir poster taşıyor. Üzerinde büyük harflerle bir kelime yazıyor:
IDENTITY
"Bugün kimlik üzerine konuşacağız," diyor. "Kendimizi nasıl tanımlarız? Başkaları bizi nasıl tanımlar? Peki hangisi gerçektir?"
Tahtaya şu üç soruyu yazıyor:
Who are you?
How do others see you?
Who do you want to be?
İçimden geçiyor: Bu üç soruya bir cümleyle cevap verebilecek kadar net biri olsaydım, bu kadar yalnız olur muydum?
Öğretmen herkese küçük kâğıtlar dağıtıyor. Kendi kimliğimizi yazmamızı istiyor. Gülşah kalemini çıkarırken başını eğiyor. Sayfaya bir şeyler yazıyor. Yan gözle bakıyorum. Küçük harflerle, ince bir yazıyla şunları yazmış:
"Sessiz, yeni, alışmaya çalışan."
Kendi kâğıdıma uzun süre boş boş bakıyorum. Sonra yazıyorum:
"Görünmeyen."
Hepsi bu. Ne adım, ne yaşım, ne beklentim. Sadece görünmeyen.
Öğretmen birkaç kişiye okumalarını istiyor ama ben seçilmiyorum. Rahatlıyorum.
Teneffüste Gülşah yanımda kalıyor. Diğer öğrenciler gruplar hâlinde gülüp konuşurken biz sessizce sıranın üzerinde oturuyoruz.
"Burada herkes sanki birbirini yıllardır tanıyor," diyor.
"Bazen yıllardır tanıyor olman bile tanıdığın anlamına gelmez," diyorum, gözümü tahtadan ayırmadan.
Bana dönüp dikkatle bakıyor. "Sen daha önce bunu düşündün mü?"
Başımı sallıyorum. Düşünmek ne kelime, üzerine günlerce içimden yazılar döktüm.
Öğle arası yine bahçeye çıkıyorum. Bu sefer yalnız değilim. Gülşah da geliyor. Banka oturuyoruz. Rüzgâr hafif hafif esiyor. Yapraklar dökülmeye başlamış. Sonbahar, kendini hissettirmeye başlıyor.
"Annem Almanya'da büyümüş. Ben de küçükken gitmiştim. Şimdi dönmek zor geldi," diyor. "Burada herkes aynı ama ben hep başka gibi hissediyorum."
Bu cümlede kendimi buluyorum. İçimde bir bağ kuruluyor. Kimseye söylemediğim, ama hep taşıdığım o 'başka' hissi.
Cevap vermiyorum. Sadece cebimden küçük bir defter çıkarıp yazıyorum:
"Bazen başka olmak, kim olduğunu en iyi hatırlama yoludur."
Gülşah sessizce deftere bakıyor, sonra gözlerini bana çeviriyor:
"Yazıyor musun?"
"Evet. Kendime."
Başını sallıyor. Gülümsüyor. Hafif, kırılgan bir gülümseme. Ama samimi. İlk defa biriyle bu kadar sessizce anlaşmış gibi hissediyorum.
Dersler sürüyor. Sınıf kalabalık, zaman hızlı, gün karmaşık. Ama içimde bir şey yavaşça değişiyor. Belki çok küçük bir şey. Ama değişim gibi.
Gülşah’la gün boyunca birkaç kez daha konuşuyoruz. O bana sevdiği bir şarkıyı söylüyor, ben ona defterimden bir cümle okuyorum:
"Kimi insanlar kısa bir selamla bile içindeki uzun sessizlikleri duymayı sağlar."
Akşam okuldan dönerken serviste camdan dışarı bakıyorum. Gökyüzü maviyle gri arasında bir geçişte. Gözüm yolda ama aklım günün içinde kalanlarda.
Eve geldiğimde odam sessiz. Üzerimi değiştirip yatağa uzanıyorum. Günlük defterimi alıp yazıyorum:
"Bugün ilk defa biri bana doğrudan, yargısız bir şekilde bakıp 'sen' dedi. Adımı söyledim, bir yüz gördüm. Belki bu sene, görünmez olmayacağım. Belki biri varlığımı duyacak. Belki görünürüm."
Ve sonra defterin en altına küçük bir not düşüyorum:
"Gülşah, bu yılın kırılgan başlangıcı gibi. Ve belki ben de onun kadar yeniyim."
Gözlerimi kapatmadan önce, içimde bir cümle daha beliriyor:
"Her insan, bir diğerinin sessizliğini tamamlayabilir mi?"
Belki. Belki de bu yıl bu sorunun cevabını bulacağım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
