22. Bölüm

Yazın Sessizliği

Lily
soniamarryrose

“Sessizlik, bazen insanın kendine en dürüst cevabıdır.”

Virginia Woolf

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Okulun kapanmasının üzerinden birkaç gün geçmişti.
Defterler, kalemler, not kâğıtları… hepsi bir çekmecede sessizce duruyordu artık.
O gürültülü koridorların, sabah zilinin ya da öğle arası dedikodularının yerini şimdi cırcır böceklerinin tekdüze sesi almıştı.

Benim için bu yaz, her şeyin sustuğu bir yaz olacaktı.
Belki de ilk kez hiçbir planım yoktu.
Ne arkadaşlarla buluşma listem, ne yapılacaklar defterim.
Sadece sessizlik…
Ve kendim.

Annem, birkaç gün dinlenmem için köye, babaannemin yanına gitmemi önermişti.
“Temiz hava iyi gelir sana,” demişti.
Ben de fazla düşünmeden kabul ettim.
Bazen şehirden, insanlardan, hatta kendi isminden bile uzaklaşmak gerekiyordu.

Yol boyunca camdan dışarı baktım.
Gözlerim, uzanan tarlalara, sararmış otlara, tozlu yollara takılıyordu.
Her şey o kadar sade, o kadar sakin görünüyordu ki…
Bir an, içimden “Keşke burası gibi olabilsem,” diye geçirdim.
Hiçbir şeyin hızla değişmediği, kimsenin konuşmadığı bir yer.

Köye vardığımda babaannem kapının önünde oturuyordu.
Küçük, ahşap bir taburede; elinde örgüsü, yüzünde o hep tanıdık huzur.
Beni görünce gözleri parladı.
“Ah kuzum, geldin mi sonunda?” dedi, sarılırken.
O kucakta, uzun süredir hissetmediğim bir şey vardı: güven.

Yaz, ruhumu iyileştiren bir ilaca dönüşmüştü.
Köydeki günler, bana unuttuğum bir şeyi hatırlatmıştı:
basitliğin huzurunu.

Bir akşamüstü tarlaya gittim.
Gökyüzü, gün batımının kırmızısına bürünmüştü.
Rüzgârın taşıdığı toprak kokusu, içimi sarmaladı.
Uzakta bir çocuk kahkahası yankılandı.
O an, içimden geçen tek düşünce şuydu:
“Hayat aslında hep burada, ben sadece uzağa bakıyormuşum.”

Yusuf’u düşündüm — ama artık başka bir duyguyla.
Ne özlem, ne öfke…
Sadece bir “geçmiş insan” hissi.
Bir dönemin karakteri.
Belki de hayatımın en kırıcı bölümünü yazan ama artık o hikâyeden çıkmış biri.
Bazı insanlar hayatında sadece seni büyütmek için vardır,
sonra görevleri biter.
Yusuf da öyleydi.

Akşam eve döndüğümde babaannem çay demlemişti.
Yanına oturdum, sessizce içtik.
Bir süre sonra bana döndü:
“İnsan kalbini temizlemeden büyüyemez, Selma.
Sen kalbini temizledin mi?”
Derin bir nefes aldım.
“Temizlemeye çalışıyorum,” dedim.
O gülümsedi. “Yeter o da. Her şey bir anda olmaz. Toprak da bir günde vermez meyveyi.”

O gece yıldızlara baktım.
Gökyüzü pırıl pırıldı, sanki her yıldız bir dua gibiydi.
İçimden şöyle geçirdim:

“Beni üzen hiçbir şey kalbimde yer bulamasın artık.”

Yavaşça, içimde bir hafiflik hissettim.
Sanki yıllardır taşıdığım yükler birer birer sırtımdan düşüyordu.
Kendimi affetmeye başlamıştım.
Kendimi… sustuğum, görmezden geldiğim, korktuğum tüm hâllerimi.

Günler yavaş ilerlemeye başladı.
Sabahları horoz sesiyle uyanıyor, kahvaltıdan sonra bahçeye çıkıyordum.
Toprağın kokusu, sabah serinliğine karışan çiğ damlaları…
Her şey beni şehirdeki halimden biraz daha uzaklaştırıyordu.

Bir sabah, sessizliği dinlerken fark ettim;
artık Yusuf’un yüzü aklıma gelmiyordu.
Aynaz’ın çığlıkları, okulun uğultusu, o gergin bakışmalar…
Hepsi birer silik gölgeye dönüşmüştü.
Belki tamamen unutamamıştım ama…
Artık anıların üzerimdeki gücü azalmıştı.

O yaz boyunca çok düşündüm.
Kendimi, hatalarımı, sustuklarımı, kabullenemediklerimi.
Bir ara defterimin arasına küçük bir not iliştirdim:

“Bazı yaralar iyileşmez, ama şekil değiştirir.
Acının yönünü değiştirirsen, seni tüketmez; seni dönüştürür.”

Belki bu yaz, benim dönüşümümün sessiz bir başlangıcıydı.

Gülşah arada arıyordu.
“Burada her şey aynı Selma, ama sensiz çok sıkıcı,” diyordu gülerek.
Ben de gülümsüyordum.
“Ben de özledim ama biraz daha kalmak istiyorum burada,” diyordum.
Gerçekten de öyleydi.
Köydeki sessizlik, şehirde bulamadığım bir iç huzuru taşıyordu.

Bazen akşamları tepeye çıkıp güneşin batışını izliyordum.
Gökyüzü her defasında başka renkte yanıyordu;
mor, turuncu, pembe, hatta bazen gri.
Bir gün o batışı izlerken kendi kendime fısıldadım:
“Artık geçmişin gölgesinde değilim. Artık kendi ışığımı arıyorum.”

Bir akşamüstü, babaannem yanıma geldi.
“El işi yaparken hep aynı noktaya bakıyorsun,” dedi.
Güldüm. “Düşüncelere daldım.”
O da gülümsedi. “İnsanın içi ne kadar karanlık olursa olsun,
bir gün oradan bir filiz çıkar. Seninki de çıkmış kızım. Gözlerinden belli.”

O sözler içime yer etti.
Gerçekten de öyleydi.
Artık içimde bir filiz büyüyordu.
Kırılgan ama kararlı.

Bir gün gülşah aradı, sesi heyecanlıydı.
“Selma! Yaz bitiyor, geri dön artık! Yeni dönem çok farklı olacak.”
Gülümsedim. “Belki ben de farklı olurum,” dedim.
“Zaten öylesin,” dedi.
O an fark ettim, belki de Gülşah bile değiştiğimi hissediyordu.

Yaz yavaş yavaş ilerledikçe, içimdeki o kesif ağırlık hafifledi.

Son haftalarda daha çok yazmaya başladım.

Defterime her sabah küçük notlar düşüyordum.

Bir gün şu satırı yazdım:

“Eskiden anlamak istedim herkesi, şimdi sadece dinliyorum sessizliği.”

Bu cümleyi yazarken fark ettim — ben artık eski Selma değildim.
Ne kırılgandım ne de öfkeliydim.
Sadece dingin, sadece var.

Artık bir yara değil, bir hikâyeydim.
Ve bu hikâyeyi artık başkası değil, ben yazıyordum.

Bir sabah erken, dere kenarına indim.
Ayaklarımı suya soktum, suyun soğukluğu tenime değdi.
Dizlerimin üstüne çöktüm ve gözlerimi kapattım.
O an hiçbir ses duymadım, sadece kalbimin ritmini.
Yavaş, düzenli, sakin…
İlk defa kendi iç sesimi duydum.

O an içimden bir dua geçti:
“Allah’ım, artık sadece kendim olayım.
Kimseden korkmadan, kimseye sığınmadan.”

Suya baktım. Yansımam bana gülümsüyordu.
O gülümsemede acı yoktu, korku yoktu.
Sadece bir kabulleniş vardı.
Bir bitişin ardından gelen doğallık, sade bir başlangıç.

Köyden ayrılmadan bir gün önce, babaannem bana eski bir defter verdi.
“Bu benim gençliğimden,” dedi.
“İçinde sadece yarım kalmış cümleler var.
Sen tamamlarsın belki.”

Defteri elime aldım, sayfalar sararmıştı.
Kapağında şu kelimeler yazıyordu:

 

 

“Her sessizlik, yeni bir başlangıcın eşiğidir.”

Köyden döndüğüm gün, otobüs camından şehri gördüm.
Bir zamanlar bana dar gelen o şehir, şimdi bana küçük değil, sadece uzak geliyordu.
Artık o sokaklara, o okula, o insanlara başka bir gözle bakacaktım.

Kendime sessizce fısıldadım:
“Bu kez farklı olacak.”

Ve biliyordum — gerçekten öyle olacaktı.
Artık aynı Selma değildim.
Kırılmış, ağlamış, susturulmuş Selma değil.
Küllerinden yeniden doğmuş, kendi sesini bulan bir Selma.

Belki hâlâ biraz ürkek,
belki hâlâ geçmişin yankısını duyan,
ama artık o yankılara ait olmayan biri.

Bu yaz bana bir şey öğretti:
Bazı sessizlikler ceza değil, şifadır.
Ve ben sonunda kendi sessizliğimde iyileşmiştim.

                                                                                                                                                                                                                                                      

Bölüm : 27.10.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...