
Mert pencerenin kenarında sessizce oturuyordu, dışarısı usul usul yağmurla yıkanırken, içindeki fırtına çoktan patlamıştı; elleri dizlerinde, bakışları uzaklarda, kelimeler boğazında düğümlenmişti; Veyran karşısında sessizdi, ama Mert’in içindeki en derin çığlığı duyabiliyordu; “Güçlü olmak istemedim,” dedi Mert, sesi kırılmış, “sadece biri vardı aklımda, tek bir kişi… ‘Seni anlıyorum’ desin, ‘Buradayım’ desin istedim. Ama olmadı; her söylediğim ya yanlış anlaşıldı ya susturuldum; çocukluğumda bir ses yükseldiğinde ellerim titrerdi, bugün hâlâ o çocuk ağlar içimde; büyüdüm evet, ama ağlamamak zorundaydım, çünkü güçlü olmak gerekiyordu; ve o güçlü olmaya çalışırken, içimde parçalanan ben kaldı.” Veyran başını eğdi, kelimeler sustu, ama sessizlik bir şarkı gibi içlerini sardı; Mert devam etti, “Ben bazen gözlerimin içine bakan biri olsun istedim, beni gerçekten gören… seni sen olduğun için seven; ama olmadı, herkes bir şeyler bekledi benden, ben de kendimi unuttum; kayboldum.” Veyran sustu, kalbi onunla konuştu; bazen en çok o anlar sevilirdi insan, kelimeler değil, suskunlukla anlaşılırdı; Mert pencereye döndü, yağmur camı döverken, gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarına karıştı; “Ben bazen biri tarafından bulunmak istedim,” dedi usulca, “çok uzun zamandır kayıptım.”
Suskunluk içinde kaybolan o geceydi, Mert’in içindeki sesler birbirine karışmıştı, duyulmayan çığlıklar, söylenemeyen kelimeler, çaresizlikle harmanlanmış umutlar; elleri titriyordu, ama bir türlü bırakmak istemediği kırık parçaları vardı, her parça içinde ayrı bir hikâye saklıydı, içinde taşıdığı yük ağırdı, çünkü sevilmek istiyordu ama aynı zamanda sevmekten korkuyordu, kendini bulamıyordu, giderek eksiliyordu; “Bazen ben bile kendimi anlamıyorum,” dedi fısıltıyla, “ne zaman bir adım atsam, iki adım geri çekiliyorum, kalbim darmadağın, ruhumda fırtınalar, ama dışardan sadece sessizlik var; kimse göremiyor, kimse duymuyor, ben bile bazen kendimden korkuyorum.” Veyran sessizce dinliyordu, çünkü sözler yetmiyordu, kelimeler boğazda düğümleniyordu, “Sen hep susarken, ben seni dinledim,” dedi usulca, “ama en çok suskunluğunda kayboldun, o suskunlukta seni bulmaya çalıştım.” Mert başını eğdi, gözleri karanlığa daldı, “Ben seni sevdim, ama kendimi sevemedim,” dedi, “ve belki de en çok bu yüzden yalnız kaldım.” O gece, iki kalbin en derin sessizliğiyle doldu oda, kelimeler azaldı, ama yüreklerin çarpıntısı arttı, sevmek bazen sadece var olmak, sadece susmak, sadece beklemekmiş; Mert pencereye döndü tekrar, yağmur hala camı dövüyor, ama içindeki fırtına artık biraz daha sönmüştü, “Ben bazen sadece biri tarafından bulunmak istedim,” dedi tekrar, “çünkü uzun zamandır kayıptım…”
Her şeyin anlamını yitirdiği o anlardaydı; zaman donmuştu, kelimeler boğazda düğümlenmiş, yürekse çaresizlikle atıyordu; Mert’in iç dünyasında yılların suskunluğu, kırıklığı birikti; gözleriyle anlattığı o gizli hikaye, sadece kendisinin bildiği bir sırdı; Lidya’nın adı, dudaklarında fısıltı gibi geziniyor ama söylemeye gücü yetmiyordu; “Seni sevmek, bazen yalnızlık demekmiş,” dedi, “yanında olsan bile bir uçurumun kenarında yürümek gibi… yaklaştıkça uzaklaşmak, dokunmak isterken ellerin boşlukta kalmak…” Kalbinde bir sızı vardı, geçmek bilmeyen, gitmek bilmeyen; “Belki de biz, kelimelerin yetersiz kaldığı yerde kaybolduk,” diye düşündü; lidya’nın sessizliği, Mert’in suskunluğuyla birleşince, aralarındaki mesafe büyüdü, ama o mesafede kalan tek şey, sevginin kırık parçalarıydı; “Gitmek bazen sevmekten daha cesaret ister,” diye fısıldadı kendi kendine; elleri cebinden çıktı, derin bir nefes aldı, “Ve bazen gitmek, kendini bulmanın en acı yoluymuş,” dedi; yüzünü gökyüzüne kaldırdı, yıldızlar bile o karanlıkta sönmüş gibiydi; “Seni sevmek, sensizliğe alışmak demekti,” diye devam etti; ama yürek hâlâ umudunu yitirmemişti, “Belki de bizi yeniden bulacak bir ışık vardır, kim bilir?” diye düşündü; ama şu an, elleri boştu, kelimeleri tükendi, geriye sadece sessizlik kaldı, derin, yakıcı ve tarifsiz bir sessizlik.
Sessizlik her şeyi sardı, duvarlar içlerine çekildi, odanın karanlığına karıştı; Lidya’nın nefesi ağırdı, kalbindeki ağırlık kelimelerden çok daha derindi; Mert’in gözleri her zamankinden daha yorgundu, elleri titriyordu ama dokunmaya cesaret edemiyordu; aralarında görünmez bir duvar vardı, söylenmemiş kelimeler, anlatılamamış duygular; “Biliyorum,” dedi Mert, “biz birbirimizi anlamaya çalıştık, ama kelimeler yetmedi, suskunluklarımız büyüdü, kalbimizde yaralar açıldı; sevgiye dair her şey eksildi; belki de sevgi sadece mutlu anlarda yaşanırmış, bizse hep karanlıkta kaldık, birbirimize dokunmadan, birbirimizi görmeden,” Lidya dudaklarını ısırdı, gözleri buğulandı, “Ama seni sevmekten vazgeçmedim, vazgeçemedim; o yüzden hep acı çektim, çünkü sevgi bazen beklemek, bazen susmak, bazen kaybolmak demekti; ben seni sevmekle kendimi unuttum, kayboldum ve en çok da seni kaybederken buldum kendimi;” Mert usulca yaklaştı, elleri titriyordu, “Seninle yaşadığım her an bir yara, bir umut, bir sessizlikti; ama artık biliyorum, bazen en büyük sevda gitmeyi bilmekmiş;” Lidya başını kaldırdı, gözlerinde hem hüzün hem kabulleniş vardı, “Ve ben artık gitmeliyim; kendimi bulmak için, seni bırakmak zorundayım; belki de bu son vedamız;” Mert derin bir hıçkırıkla karşılık verdi, “Git, ama bil ki seni hep seveceğim, o suskunlukta bile;” göz göze geldiler, kelimeler suskunlukta kayboldu, ama kalpler hâlâ konuşuyordu; ellerde yarım kalmış dokunuşlar, gözlerde bitmeyen bir hikâye vardı ve o gece, yarım kalan bir veda gibi hafızalara kazındı.
Ve şimdi, her şey sustu; odaya dolan sessizlik, yüreklerinde bir kılıç gibi saplandı; Lidya kapıya yürürken, adımları ağır, gözleri geçmişin yükünü taşıyordu; Mert ise orada, kalakalmış, elleri boş, ruhu paramparça, sevginin en acı şekliyle özgür bırakmanın bedelini ödüyordu; “Sen gittin,” dedi fısıltıyla, “bıraktığın sessizlikte yaşadım; her an seni aradım ama bulamadım; gözlerim seni görmedi, kalbim seni duymadı, sadece seni sevmekle kaldım;” Lidya arkasına dönüp son bir kez baktı, “Belki de sevmek, gitmekmiş,” dedi, “belki de kalmak değil… Sevgi bazen en ağır vedadır;” Mert gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı, “Özgür bıraktım seni, sevgi adına, acıyla karışık bir veda; ama unutamadım seni; çünkü seni bırakmak, kendimi bırakmaktı;” rüzgâr içeri doldu, perdeleri savurdu, odada kalan tek şey, o suskunluk, o yarım kalmış hikâye, ve Mert’in son fısıltısıydı: “Seni sevdim… ve o sevgi, sonsuza kadar sustu;” hayat bazen en güzel hikâyeyi, en acı sonla yazardı; ama o gece, o sessizlikte bile, sevgi yaşıyordu, anılarında, kalplerinde, bir kez daha yaşanmak üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.65k Okunma |
2.9k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |