
Denize yakın bir yerin sessizliği vardı o odada. Ne rüzgâr vardı dışarıda, ne de içeride bir kıpırtı. Ama bir şey, sanki kıyıya vuran düşünceler gibi gidip geliyordu aralarında. Mert, pencerenin önünde durmuş, gözlerini uzak bir noktaya sabitlemişti. Ama o nokta, Lidya’ydı. Gerçekten yanındaydı ama hâlâ tam olarak orada değildi. İnsan bazen dokunabileceği kadar yakında birini bile, içinden çıkamayacak kadar uzak hissederdi. “Burada kalmak istiyor musun?” diye sordu Lidya. Sesi, bir şeyin ucundan tutuyor gibiydi; ne umut ne çaresizlik… ikisinin arası bir boşluk. Mert başını çevirmedi. “Burası artık bir yer değil. Burası... seninle dolu bir sessizlik.” Lidya sandalyesinden kalktı, yavaş adımlarla Mert’in yanına geldi. Dışarıda deniz görünmüyordu ama içlerinde bir şey kabarıyordu sanki. Bir dalga, kıyıya çarpmadan hemen önceki o sessizlik…“Elimi tutmak istiyorsun ama hâlâ korkuyorsun, değil mi?” Bu kez Mert’in gözleri Lidya’yla buluştu. “Evet,” dedi. “Çünkü tuttuğumda her şeyi unutmak isteyeceğim. Ve unuttuğum her şey, bir gün geri gelir diye korkuyorum.” Lidya gözlerini kaçırmadı. “Bazen unutmak değil, susmak iyileştirir. Ve bazen, en çok sessizce kalan şeylerle yüzleşmek gerekir.” O sırada camın dışına vuran ince bir gölge oldu. Bir martının kanadı, çok uzakta bir dalganın parıltısı gibi. Mert, Lidya’nın ellerini tuttu. Bu sefer tam olarak.
Ne eksik, ne temkinli. Bir süre hiçbir şey söylemediler. Sadece içlerinde sessiz bir deniz vardı. Ve artık o deniz, korkutucu değil… Kendilerine ait bir kıyıydı.
Lidya’nın sesi, neredeyse bir fısıltıydı: “Biliyor musun, bazı sessizlikler insanın içine konuşur. Ve o ses, en kalabalık gürültüden daha ağır olur.” Mert, hâlâ ellerini bırakmamıştı. Parmakları arasında Lidya’nın yıllardır sakladığı korkuları sezebiliyordu sanki. Bir zamanlar kaybettiklerini hatırlatan o ince titreme vardı hâlâ dokunuşunda. Ama artık kaçmıyordu. “Ben de sustum,” dedi. “Sadece senden değil… her şeyden. Kendimden bile.” Sonra gözlerini Lidya’ya çevirdi, ilk kez bu kadar net, bu kadar açık:
“Senin suskunluğunun ne söylediğini ancak ben duyabildim.” Lidya başını hafifçe eğdi. “Ben seni hiç affetmedim sanıyorsun.” Bir duraksama… “Halbuki ben seni affetmeye en çok, sen yokken çabaladım.” Bir martı sesi uzaktan kesik kesik ulaştı. Gecenin içinden denizin kokusu değil, anıların gölgesi geliyordu. O an Lidya, Mert’in gözlerine bir cümle bıraktı: “Bizim hikâyemiz hiçbir zaman bitmedi. Sadece yarım bırakıldı. Ve yarım kalan şeyler… insanın içinde tamamlanmayı bekler.” Mert yutkundu. “Birlikte tamamlayabilir miyiz sence?” Lidya başını yavaşça salladı. “Sadece kalırsan. Yarım kalmaktan korkmadan…”
Lidya gözlerini kapattı. O an hiçbir şey söylemeden de ne demek istediğini anlatabildiği nadir anlardan biriydi. İçinde yıllardır kurumuş kelimeler, Mert’in ellerine çarpıp geri dönüyordu. Bir süre sonra sessizliği kendisi bozdu: “Biliyor musun Mert… Ben bazı sabahları senin adınla uyandım, ama sen yoktun. Ve bazı geceler, en çok susan senin yokluğundu.” Mert bakışlarını kaçırmadı. “Ben de kendimi çok kez sana söylemek istedim. Ama her seferinde kelimelerden önce boğazıma bir pişmanlık düğümlendi.” Lidya hafifçe gülümsedi, ama gülüşünde ağırlık vardı: “Birbirimizi en çok hiç konuşmadığımız zamanlarda kırdık.” Sonra ekledi, çok yavaş: “Bazı insanlar birbirine zarar vermek için vurmaz… sadece yeterince dinlemez.” Camın dışından gelen bir vapur sesi, uzak bir hayali dürtükledi. Deniz görünmüyordu belki ama, ikisinin arasında dalgalar hâlâ vardı. Ama bu kez vurduğu yer, can değil; kalbin en derininde gizlenen cesaretti. Mert bir adım daha yaklaştı. “Ben kalmaya geldim Lidya. Ama bu kez geçmişle değil… sadece seninle konuşmaya.” Lidya başını kaldırdı. Gözleri ilk kez bu kadar açık, bu kadar çıplak. “Öyleyse konuş… ama sessizlik gibi konuş. Çünkü kalbim artık sadece sessizliği anlıyor.”
“İnsan bazen en çok duymak istemediği şeyi kalbinden bekler,” dedi Lidya. "Sen de öyle oldun bana… duymaya cesaret edemediğim her şey.” Mert başını eğdi.
Onun sessizliği artık bir kaçış değildi. O sessizlikte, Lidya’nın söylediklerinin yankısı vardı. Ama bu kez, kaçmadan duymaya razıydı. “Ben seni unutmak için her şeyi denedim,” dedi sonunda. “Gittiğin sokaklardan geçmemek için yollar ezberledim. Gözlerinin rengini bir gökyüzüyle karıştırmaya çalıştım. Adını söylememek için başka cümleler ezberledim. Ama en sonunda anladım... Unutmak, bazen en çok hatırlamakla olurmuş.” Lidya’nın gözlerinde titreyen bir parıltı belirdi. “Ben de sustum. Ama sustukça içimde sen konuştun. Ve ne zaman seni susturmak istesem... kendimden biraz daha eksildim.” İkisi de aynı anda sustu. Bu sefer kelimeler değil, göz göze gelen bir boşluk konuştu. O boşluk, yıllar boyunca kurulan duvarların ardından gelen ilk açık kapıydı. Mert usulca sordu: “Bir yerin hâlâ bana ait olabilir mi?” Lidya nefesini tuttu.
Ve sonra sadece başını salladı, evet der gibi. Ama o evetin içinde ne kadar korku, ne kadar umut, ne kadar eksik tamam vardı, sadece Mert anladı.
Lidya pencereye yürüdü. Cam buğuluydu; dışarıda bir gece, içeride bir geçmiş birikmişti. Parmak ucuyla camın köşesine bir çizgi çekti, ama hemen silindi. Tıpkı Mert’le birlikte kurdukları her şey gibi… Ne zaman bir iz bırakmaya kalksalar, hayat onları silmeyi seçmişti. Arkasını döndüğünde Mert hâlâ yerindeydi. Ama bakışı farklıydı. Sanki artık sadece geçmişe değil, Lidya’nın şu anına da bakıyordu. “Ben seni hep yanlış anladım,” dedi Lidya. “Susmanı, umursamazlık sandım. Gidişini, terk ediş. Ama belki de sen... kalmak için gidebildiğin tek yerden kaçtın.” Mert bir adım attı ona doğru. “Ben seni hiç anlamamışım sandın ya… Halbuki seni sustuğun yerlerden tanıdım en çok. Ne kadar kırık, o kadar gerçek olduğunu orada gördüm.” Lidya, bakışlarını ondan kaçırmadan, ama gözlerini tamamen teslim de etmeden konuştu: “Seninle yaşadıklarımın çoğu içimde kaldı. Çoğu zaman seni sevdiğim hâlde… kendimi bile inkâr ettim. Ama hâlâ buradaysan, demek ki hâlâ anlatılmamış bir şey var aramızda.” Mert başını salladı. “Var.O yüzden buradayım. Ve eğer izin verirsen… Kalanları sustuğumuz yerden değil, yan yana durduğumuz yerden tamamlayalım.” O an ne sarıldılar, ne de başka bir şey söylediler. Sadece aynı sessizliğe, bu defa birlikte katlandılar.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.65k Okunma |
2.9k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |