19. Bölüm

19. Bölüm-Sustuğum Yerden Anla

Hamza
sonsuzgece23

Kapı çaldığında ikisi de yerinden sıçradı. Lidya bakışlarını Mert’e çevirdi. “Birini mi bekliyorsun?” Mert başını iki yana salladı. “Hayır.” Kapı yeniden çaldı. Bu sefer daha ısrarlıydı. Lidya yerinden kalktı, ama birkaç adım sonra durdu. Bir his vardı içinde. Tanıdık, rahatsız edici bir his. Mert onu durdurdu. “Ben bakarım.” Kapıyı açtığında, karşısında Arven vardı. Ama bu, alışık oldukları Arven değildi. Gözleri kıpkırmızıydı, sesi kısılmıştı. “Biri bizi izliyor,” dedi neredeyse fısıltıyla. “Dünden beri… ve sadece beni değil Hepimizi.”

Mert kapının eşiğinde bir an duraksadı. Arven’in yüzündeki tedirginlik sıradan değildi. “Ne diyorsun sen?” dedi, sesi biraz yükselmişti. Arven içeri adım attı, sesi daha da alçaldı. “Dün gece evin önünde biri vardı. Uzun süre bekledi. Işıklar sönene kadar ayrılmadı. Bugün sabah da yine gördüm. Beyaz bir araç. Plakası örtülmüş.” Lidya yaklaşmıştı. Arven’in yüzündeki ifadeyi görünce ürperdi. “Ne zaman fark ettin?” “İki gündür izleniyorum gibi hissediyordum ama emin olamamıştım. Bu sabah camdan dışarı bakarken... göz göze geldik.” Mert başını ellerinin arasına aldı. “Biri bizi mi takip ediyor?” “Bilmiyorum ama sadece beni değil. Şeyda da bir garip. Dünden beri telefonlara çıkmıyor.” Lidya'nın içi sıkıştı. Gözlerini yere indirdi. O eski korku... kontrol edilemeyen, neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri o belirsizlik, geri gelmişti. Mert sonunda karar verdi. “Toplanıyoruz. Bu ev artık güvenli değil.” Arven başını salladı. “Zaten bu yüzden buradayım. Sadece anlatmak için gelmedim. Gitmemiz gerek.” Lidya bir şey demedi. Ama sessizliği bu kez onay gibiydi. Bu defa sadece duygularla değil, gerçekle yüzleşme zamanıydı.

Lidya acele etmeden çantasını hazırlıyordu. Mert göz ucuyla onu izliyor, ama hiçbir şey söylemiyordu. Bu sefer onu durdurmaya niyeti yoktu. Çünkü bu gidiş, kaçış değildi.
Beraber gitmek, belirsizliğe birlikte yürümekti. Ve bu, en çok cesaret isteyen şeydi. Arven koridorda sessizce bekliyordu. Telefonunu elinde tutuyordu ama ekranı kapalıydı.
“Şeyda hâlâ cevap vermiyor,” dedi. Lidya çantasını kapattı, omzuna aldı. “Bir şey olduysa... onu yalnız bırakmış olamayız.” Mert kapıya yöneldi. Tam o sırada telefonu çaldı.
Ekranda Şeyda’nın adı yoktu. Numara gizliydi. Tereddüt etti, ama açtı. “Gitmeyin.” Ses tanıdık değildi. “Her şeyi daha da karmaşık hale getireceksiniz.” Bir saniye bile geçmeden hat kesildi. Lidya, Mert’in elindeki telefona bakakaldığını fark etti. “Kimdi?” “Bilmiyorum,” dedi Mert. Ama gözleri başka bir şey söylüyordu. Ve artık hiçbir şey, aynı kalamayacaktı.

Evin içindeki hava değişmişti. Artık sadece belirsizlik değil, yaklaşan bir tehlikenin ağırlığı vardı üzerlerinde. Mert montunu giydi, Lidya’ya döndü: “Arabayı arka çıkışa çekeceğim. Ana yoldan gitmeyeceğiz.” Arven başını salladı, ama düşünceliydi. “Bizi izleyen kim olursa olsun, artık daha fazlasını biliyor.” “Ne kadar fazlasını?” dedi Lidya.
Kimse cevap vermedi. Çünkü bu sorunun cevabı herkesi korkutuyordu. İçerideki sessizlik, dışarıdaki sessizlikten daha gergindi artık. Lidya, son kez etrafa baktı. Bu ev, onun için bir sığınaktı bir zamanlar. Ama şimdi, yalnızca iz bırakılmış bir duraktan ibaretti. Kapıyı kapatırken kalbinin bir parçasını da içeride bırakıyor gibiydi. Belki de artık hiçbir yer tam anlamıyla güvenli olmayacaktı. Mert önceden hazırlanmış gibi konuştu: “Şimdi nereye gidiyoruz?” Arven bir süre sustu. Sonra gözlerini ikisine çevirdi. “Zemheri’yi bulmamız gerek.” Lidya’nın boğazı düğümlendi. O ismi duymayalı çok olmuştu. Ve ne zaman bir karanlık yaklaşsa, Zemheri adı hep bir işaret gibi belirirdi. Bu yolculuk, sadece kaçış değil… geçmişle yüzleşme olacaktı.

Zemheri’nin adı geçtikten sonra herkes sustu. Arven, kolunu kapıya yaslayarak uzaklara baktı.“Onu son gördüğümüzde hepimiz farklıydık,” dedi. “Şimdi hiçbirimiz aynı değiliz. Belki de o da değişti.” Lidya içini çekti. “Ya hiç değişmediyse?” Gözlerinde, hem özlem hem korku vardı. Zemheri, geçmişin sadece bir parçası değildi. O, içlerinde hâlâ kapanmamış bir yara gibiydi. Ve bazı yaralar, sadece kanamadığı için unutulmazdı. Mert, arabayı çalıştırırken dikiz aynasından Lidya’ya baktı. Birbirlerini söylemeden anladıkları çok şey olmuştu. Ama bazı şeyler vardı ki, söylenmeden geçilmiyordu. “Elimden geleni yapacağım,” dedi Mert, gözlerini yoldan ayırmadan. “Seni bu kez koruyacağım. Ne olursa olsun.” Lidya başını çevirdi. Uzun süre pencereden dışarı baktı. Sonra yavaşça fısıldadı: “Beni en çok sen duymuştun… Umarım, bu kez de sustuğum yerden anlayabilirsin.” Ve araba, geçmişle hesaplaşacakları yola doğru sessizce ilerledi. Ama o sessizlik... fırtına öncesi bir sessizlikti.

Gittikçe uzaklaşıyorlardı ama aslında her kilometrede geçmişe biraz daha yaklaşıyorlardı, çünkü bu yol nereye giderse gitsin sonunda dönüp dolaşıp o geceye varacaktı. Lidya, arka koltukta tek kelime etmeden oturuyordu, camdan dışarı bakıyor ama hiçbir şeyi görmüyordu. Kafasının içinde sadece bir ses vardı: Eğer yeniden aynı acıya saplanırsak, bu kez kalkabilir miyiz? Mert, sürücü koltuğunda ellerini direksiyona sıkarak tutunuyordu. Onu yıllar önce kaybetmekten korkmuştu, şimdi tekrar kaybetme ihtimali daha sessizdi ama daha gerçekti. Şeyda hâlâ ortada yoktu, gizli numaradan gelen o uyarı hâlâ aklında dönüyordu. ‘Gitmeyin.’ Tek kelime ama yeterince tehditkâr. Arven ön koltukta sessizdi ama düşünceli değil, kararlıydı. Zemheri’ye giden yol düz değildi, her viraj bir geçmişin kırığıydı. Mert yavaşladı, yolun kenarında aynı beyaz aracı yine gördüler. Duran ama içinde hiç kıpırdamayan bir sessizlikti bu, gözetleyen ama gözükmeyen bir varlık gibiydi. Lidya dudaklarını ısırdı, içini çekti ama bir şey söylemedi. Çünkü bir şey söylerse, korkusunu ele verecekti. Mert hızlandı, gözleri yoldaydı ama kafasının içinde sadece şu soruyla ilerliyordu: Bu yol bizi gerçekten çözülmeye mi, yoksa yeniden dağılmaya mı götürüyor? Arven başını hafifçe çevirdi, sesi neredeyse görünmezdi: “Bundan sonra dönen olmaz.” Lidya gözlerini kapadı. Kimse karşı çıkmadı. Ve o andan sonra arabada ne konuşuldu ne de düşünüldü. Sadece gidildi. Suskunluk, artık sadece bir boşluk değil, bir karar hâlini aldı.

 

Yol daraldıkça sessizlik daha da yoğunlaşıyordu, sanki doğa bile konuşmalarını duymak istemiyor, onları kendi içlerine kapatıyordu. Ağaçların arasından geçen dar patika, onları asfalta değil, geçmişin en bozulmamış yerine götürüyordu. Mert, gözlerini yoldan ayırmadan direksiyona tutunuyordu ama aklı, her dönemeçte Lidya’ya takılıyordu; onun bu sessizliğe nasıl dayandığını bilmiyor, sadece içinde bir şeyin koptuğunu hissediyordu. Lidya, başını camdan çevirmeden, sessizliği kabul etmiş gibi oturuyordu ama kalbi hızla atıyordu, çünkü bu yolda ilerlemek demek, sustukları her şeyin yüzlerine çarpması demekti. Arven ise telefonuna kısa bir not yazdı, ekranı kapatmadan önce bir an durdu, sonra sildi. Yazdıkları söylenmeyecek kadar ağırdı. Hiçbiri saat kaç olduğunu bilmiyordu, zaman orada durmuştu sanki. Mert birden fren yaptı. Yolun sonunda bir bina belirdi. Ormanın içinde, kimsenin göremeyeceği kadar gizli, ama içeriden onları izleyen bir karanlık kadar açıktı. Zemheri’nin yeri. Lidya derin bir nefes aldı ama ciğerlerine dolan havada tedirginlik vardı. Arven kapıyı açtı, inmeden önce sadece şunu söyledi: “Buraya adım atan herkes, bir yanını içeride bırakır.” Mert kapısını açtı, dışarı çıktığında toprağın soğukluğunu ayakkabılarının altından hissetti. Lidya kapıyı yavaşça itip indi, gözlerini binadan ayırmadan sadece bir cümle kurdu: “Bu kez kimse kaçmasın.” Ve yürümeye başladılar. Üçü yan yana değil, ama aynı korkuyla. Aynı geçmişle. Aynı sona yaklaşarak.

Bölüm : 04.07.2025 16:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...