20. Bölüm

20. Bölüm- Karanlığın Eşiğinde

Hamza
sonsuzgece23

Bir kitap yazdım. Sadece kelimeler değil, hisler vardı içinde. Sustum, kırıldım, yeniden doğdum. Şimdi 1.090 kişi o duyguyu okudu. Bir kişiye bile o duyguyu hissettirebildiysem, ne mutlu bana. Teşekkürler, iyi ki varsınız.

 

Kapının ardından içeriye yayılan soğuk, göğsü sıkıştırıyordu. Zemheri’nin yeri, adım attıkça geçmişin kırıklarıyla doluydu. Toprak nemliydi, sessizlik ağırdı; üçü, bilinmeyenin kıyısında durmuştu. Arven’in gözlerindeki gölge, yılların unutturamadığı bir acının habercisiydi. Lidya, adımlarını yavaşlatmış, içindeki boşluğun derinleşmesini dinliyordu. Mert, ellerini sıkmış, direksiyonun hâlâ üzerindeymiş gibi tereddüt ediyordu. “Burada,” dedi Arven, sesi kıvrımlı bir rüzgâr gibi, “her şey bitmedi. Sadece saklanıyor.” Gözleri karanlığa saplanmıştı. “Zemheri, geçmişin gölgesinde yaşamaya devam ediyor. Ve o gölge, bizi tüketmeden önce hareket edecek.” Lidya’nın kalbi bir an durdu. İçinden geçen tek düşünce, “Bize ne zaman dokunacak?” oldu. Suskunluğun içinde, kendi nefesinin bile yabancılaştığını hissetti. Bir kapı aralandı; içeriden soğuk bir hava patladı, sanki zaman donmuştu o odada. İçeri girmeye korkar gibi adım attılar. Zemheri’nin dünyası, görünmeyen bir fırtınaydı şimdi. Ve o fırtınanın içinde, herkes bir sınav veriyordu; hayatta kalma, unutma, affetme… Mert, Lidya’ya baktı; gözlerindeki kararlılık, kırılgan bir umut taşıyordu. “Bu kez, kaybedecek zamanımız yok.” Lidya, sessizce başını salladı. Çünkü kelimeler kifayetsizdi. Her bir adım, duvarlarda yankılanan sessiz çığlıklara doğru atılıyordu. Geçmişin karanlığı, onları bekliyordu. Ve o karanlık, yalnızca gölgelerden ibaret değildi; içinde saklanan gerçek, çok daha soğuktu. Arven, telefonunu çıkardı. Ekranı aydınlanınca, kısa bir mesaj belirdi: “Hazır olun. Saat daralıyor.” Üçü, birbirine baktı; kelimeler susmuştu ama yürekler en gürültülü çığlıkları atıyordu. Kapı ardında kapanırken, dışarıdaki dünya çoktan unutulmuştu. Artık sadece bu karanlık vardı. Ve onlar, o karanlığın içinde yeniden doğacaktı. Ya da tamamen yok olacaktı. Sessizlik, fırtınanın habercisiydi. Ve fırtına, başlamıştı.

Adımlar tahta döşemede sessizce ilerliyordu; her iz, geçmişin ağır yükünü taşıyordu. Lidya nefesini tutmuş, omuzlarına çöken soğukla savaşırken ilerliyordu. Bu odada, unutulmuş sözlerin, gizli acıların ağır izleri vardı. Arven arkalarında duruyor, gözlerinde fırtına ve korkunun sinsi gölgesi vardı. “Zemheri,” dedi Arven, sesinde kırılganlık ve derin bir yükle, “bize en çok zarar veren, bilinmeyenlerin yarattığı korkudur.” Lidya, sözcüklerin ardında gizli derin boşluğu hissetti; yılların biriktirdiği yalnızlık ve ihanetin sessiz çığlığıydı o boşluk. Mert ellerini sıktı. Gözlerini kapadı; dışarıdaki dünya kapının hemen dışında, bekliyordu. “Zamanımız çok az,” dedi, sesi kırılgandı. “Ya buradan sağ çıkacağız, ya da kaybolacağız.” Lidya etrafa baktı; solgun ışığın vurduğu eski mobilyalar, tozlu duvarlar geçmişin yükünü taşıyordu. Her köşede bir sır vardı; her sırda iyileşmemiş bir yara. “Bu bir geri dönüş değil,” dedi kendi kendine, “ne ilerlemek... sadece beklemek... yüreğin en derin köşesinde bir hesaplaşma.” Sessizlik, bastırılmış çığlıklara karışıyordu. Üçü de biliyordu: Bu gece hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Karanlık onları bırakmayacak. Ve görünmeyenlerin listesine yeni isimler yazılacaktı.

Kapı kapandıktan sonra, içeride bir süre sadece nefesler vardı. Her biri kendi içindeki fırtınayı saklamaya çalışıyordu ama o sessizlik, içe işleyen bir ağırlıktı artık. Lidya, ellerini kenetledi; kalbi kıpırdamadan atıyor gibiydi, sanki her ritmi biraz daha kopuşa yaklaştırıyordu. Mert, pencereye yürüdü, dışarı baktı ama görmüyordu aslında. Gözleri, zamansız bir yaraya odaklanmıştı. “Biliyorum,” dedi, sesi alçak ve kırılgandı, “artık sadece kaçmak yetmiyor. Bir yerde durup, her şeyi görmeliyiz. Korkuyla, kayıplarla, yaralarla. Yoksa kayboluruz… tamamen.” Arven arka planda, yüzünde çözülmemiş bir bilmece gibi duruyordu. Gözleri donuk, kalbi fırtınalı. Lidya dönüp baktı. O an, kelimelerden önce bir bakış anlattı her şeyi. Korku, umut, pişmanlık, direnç… Hepsi bir aradaydı. Ve hepsi o anın içinde, yan yana duruyordu. Geçmişin gölgeleri üstlerine çökmüş, bir kez daha kendilerini göstermeye hazırlanıyordu. “Zemheri,” dedi Lidya fısıldar gibi, “bir zamanlar her şeydi. Şimdi ise... bizimle hesaplaşacak.” Mert derin bir nefes aldı. “Ya hesaplaşmazsa? Ya daha karanlık tarafıyla karşılaşırsak?” diye sordu, sesinde korkunun çırpınışı. “Biliyorum,” dedi Arven, “ama başka çaremiz yok. Çünkü beklemek artık en büyük ihanettir.” Sessizlik, odanın içinde ağırlaştı. Zaman bir kez daha durmuştu, sadece onlar değil, her şey sınanıyordu. Ve o anın içinde, herkes bir seçim yapıyordu: ya yüzleşmek, ya kaybolmak.

Gece, üzerlerine çöken bir örtü gibi ağırlaştı. Sessizlik içinde nefesler bile kayboluyordu. Lidya, parmak uçlarında dolaşan soğukluğa direniyordu; içindeki fırtına dışarıdan çok daha şiddetliydi. Gözleri, karanlıkta bir ışık arıyordu ama sadece kendi yansıması vardı orada. Mert’in sessizliği, kelimelerden daha çok şey söylüyordu; dudakları kıpırdıyor ama ses hiç çıkmıyordu. “Bizi bekleyen şey, gölgelerden daha karanlık,” dedi Arven, sesi kısıktı, nefesi titriyordu. “Zemheri’nin içinde kaybolduğumuz kadar, kendimizden de kayboluyoruz.” Lidya, ellerini yumruk yaptı; tırnakları tenine batıyordu. “Yalnızca yüzleşmek değil,” dedi, “korkularımızla dans etmek bu. Kırılmak, kanamak, yine de ayağa kalkmak.” Mert başını kaldırdı, gözlerinde kırık bir umut. “Belki de bu yolun sonunda, bizim için bir ışık var.” Arven hafifçe gülümsedi, ama o gülümseme acının ta kendisiydi. “Ya yoksa sadece yeni karanlıklar mı?” O an, hepsi biliyordu: Bu gece değişecek her şey. Karanlık, onlara ne getireceğini saklı tutsa da, gitmek artık imkânsızdı. Ve dışarıda, rüzgârın taşıdığı sessiz çığlıklar, geçmişin kapanmamış yaralarını fısıldıyordu.

Bir kapı gıcırdadı uzaktan, ama onların durduğu yerde yalnızca kalp sesleri vardı. Lidya başını çevirip Mert’e baktı. Göz göze geldiklerinde hiçbir şey söylemediler. Ama o an, geçmişin tüm yükü aralarında biriken sessizlikte konuştu. Korku, pişmanlık, inanç ve yıkım… hepsi, aynı anda oradaydı. Arven bir adım öne çıktı. Omuzları dimdikti, ama içindeki fırtına gözlerinde parlıyordu. “Hazır değiliz belki, ama artık bekleyemeyiz. Zemheri bizi çağırıyor.” Mert yavaşça Lidya’ya döndü. “Eğer içeri girersek…” Cümlesi havada kaldı. Çünkü bazı sözler, söylenmeden de taşınırdı. Lidya tereddütsüz yürümeye başladı. Cesaret gibi değil de… teslimiyet gibiydi adımları. Tahtaların altında geçmiş inliyordu sanki; yıllarca bastırılmış sesler, şimdi çıkmak istiyordu yeryüzüne. Kapının önünde durdular. Tokmak soğuktu. Mert elini uzattı, ama tam dokunacakken içeriden bir ses duyuldu. Yavaş, boğuk, neredeyse tanınmaz bir ses: “Bu kez, yalnız değilsiniz.” Üçü de donakaldı. kendi kendine aralanmadı. Sadece bir çatlak açıldı. O karanlığın içinden kimse görünmedi. Ama ses… o ses geçmişe aitti. Tanıdık, yaralı, unutturulmayan birine. Lidya bir adım daha attı. Gözleri karanlığa değdi. Kalbi hızlandı. Zemheri içerideydi. Ama artık bir insan değildi sadece. Bir geçmişti. Bir yara. Bir sınavdı. Ve bu kapının ardında, onları affetmeyecek kadar sessiz bir yüzleşme bekliyordu.

Bölüm : 05.07.2025 11:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...