24. Bölüm

24. Bölüm- Bazı Hikayeler Asla Kapanmaz

Hamza
sonsuzgece23

Oda sessizdi. Ama bu sessizlik, sıradan bir suskunluk değildi. Herkesin içinde ayrı ayrı büyüyen bir sessizlikti bu; adına konuşulmayan acı denirdi, yüzleşilmemiş yük. Lidya pencerenin kenarında duruyordu. Elleri yanağının hizasına değmişti, cam soğuktu ama içi daha soğuktu. Gözleri dışarıya bakıyor gibi dursa da, aslında içindeki karanlığa tutulmuştu. Orada, geri alınamayan bir an duruyordu. Söylenmeyen bir cümle. Uzanılamayan bir el. Mert biraz gerideydi. Sırtını duvara vermişti ama güvende değildi. Ayakta duruyordu, evet… ama içinde oturmuş bir çöküş vardı. Gözleri kimseye sabitlenmiyor, hiçbir şeyde kalamıyordu. Sanki her şey, gözlerinin önünde geçip gidiyor, ama hiçbirini tutamıyordu. Arven, defteri elinde tutuyordu. Açmamıştı. Zaten artık gerek de kalmamıştı. İçindeki her kelimeyi ezberlemişti çünkü. Parmakları kapağın kenarına dokunuyordu; sanki biraz daha sıksa, oradaki yük parçalanacaktı. Ama biliyordu, bazı yükler kırılmaz… sadece taşınır. Veyran kapının yanında bekliyordu. İçeri tam girmemiş gibiydi. Bedeni buradaydı ama zihni çok daha gerideydi. Belki de en başa dönmek istiyordu. Belki de hiçbir zaman gerçekten burada olmamıştı. Gözleri bir noktaya takılmıştı, sanki bir şeyi hâlâ orada arıyordu. Berk odanın ortasında duruyordu. Elleri cebindeydi, ama duruşunda bir çözülmüşlük vardı. Güçlü görünmeye çalışmıyordu artık. İlk kez… sadece olduğu gibiydi. Yüzü öfkesizdi. Ama içindeki sessiz hesaplaşma, her mimik çizgisine yansıyordu. Leyla bir köşeye yaslanmıştı. Ne konuşmaya, ne de bakışlara ihtiyacı vardı. Sadece orada bulunmak bile bir şeydi artık. Gözleri dolu değildi ama içinde akmayan bir şey vardı. Sessizliği, geçmişin aynası gibiydi. Görenin içine işliyordu. Hiç kimse yer değiştirmedi. Ama odadaki hava, saniye saniye değişiyordu. Bu bir başlangıç değildi. Bu, içlerinden geçip duran tüm kayıpların kabulüydü. Kelimeler susmuştu. Ama herkes bir şekilde, aynı şeyi söylüyordu: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”

Veyran ilk konuşan oldu. Ama sesi, kelimelerden çok bir iç çekişti. “Birini en son ne zaman gerçekten anladık?” dedi. Bakmadı kimseye. Ama cümle odanın ortasına düştü ve herkesin içine değdi. Lidya dönmedi. Ama omuzları hafifçe hareket etti. “Anlamaya çalışmadık,” dedi. “Sadece duymaya çalıştık. Ama bazı insanlar sessiz konuşur. Ve biz sustuğunda hep geç kaldık.” Arven gözlerini deftere indirdi. Sayfaları hâlâ kapalıydı. Ama içindekiler içini açmış gibiydi. “Zemheri... hep bir işaretti belki,” dedi. “Bir şey söylemek istemedi. Sadece görülmek istedi.” Leyla, o an derin bir nefes aldı. “Ve biz baktık ama bakarken bile görmedik. Herkes kendi yarasını sarmaya çalışırken, onun ne kadar kanadığını fark etmedik.” Berk başını eğdi. Sessiz kaldı. Sessizliği, odadaki en yüksek sesti artık. Göz kapaklarının ardında biriken öfke değil, geç kalınmış bir pişmanlık vardı. Mert bir adım attı. Ama bu bir yürüyüş değil, bir kararın içe doğmuş hâliydi. “Hâlâ yaşıyoruz,” dedi. “Demek ki hâlâ anlatabiliriz. Gidenler için değil belki... ama kalanlar için.” Sessizlik birkaç saniye daha sürdü. Sonra Lidya adım attı. Masaya yaklaştı. Yavaşça avcunu açık deftere koydu. “Bunu onun için yazmadık,” dedi. “Kendimiz için de değil. Bu... artık susmayalım diye var.” Arven yanına geldi. Mert, karşısına geçti. Berk yaklaştı, Leyla gözlerini kapadı. Veyran geri çekilmedi. Ve o an hepsi, aynı duyguda birleşti. Birinin kaybı, herkesin aynasındaki kırık gibi duruyordu. O aynaya bakmak zordu belki. Ama artık kaçmıyorlardı. Çünkü bazı hesaplaşmalar, en çok birlikte sessiz kalınca başlardı.

Pencereden sızan ışık, odanın içine düşmüyordu. Ama içlerinden geçen karanlık, hepsinin yüzüne yansımıştı. Biri ağlamıyordu, ama hepsi içinden parçalanıyordu. Çünkü bazı acılar gözyaşıyla değil, suskunlukla dışarı sızardı. Veyran ayakta duruyordu hâlâ. Sanki otursa düşecek gibiydi. Bir eli duvara yaslandı. Ama duvar bile yükünü hafifletmiyordu. “Onu düşündükçe, kendi içimde bir kapı daha kapanıyor,” dedi. “Ve her kapanan kapının ardında, söyleyemediğim bir cümle kalıyor.” Leyla’nın gözleri doldu, ama damlalar inmiyordu. “Ben... ona sadece bir kez sarıldım,” dedi. “Ve o sarılışta bile tam değildim. Şimdi geri almak istiyorum o anı. Baştan, eksiksiz… keşke.” Lidya yüzünü çevirdi. Gözlerini kaçırmadı, ama içine gömdü. “Keşkeler... insana en çok acı veren mezarlıklardır,” dedi. “İçinde yaşayan hiçbir şey yoktur, ama hep orada geziniriz.” Arven deftere bir cümle daha yazmak ister gibi kalemi eline aldı ama durdu. “O gitti,” dedi. “Ama biz hâlâ gitmedik. Ve kalmak... bazen yaşamaktan daha ağır gelir.” Mert masaya döndü. Parmaklarıyla kenarına dokundu. “Ben en çok... susarken kırdım onu,” dedi. “Söz söylemeyerek. Yanında olup hiçbir şey yapmayarak.” Berk başını kaldırdı. İlk kez gözleri netti. “Zemheri... sadece kayıp değil,” dedi. “O bizim eksik tarafımızdı. Ve şimdi o eksiklikle yaşamayı öğrenmek zorundayız.” Kapıdan rüzgâr geçmedi. Ama bir soğuk dolaştı odada. Herkes hissetti. Bu, sadece bir kaybın değil... geç kalınmış sevginin, söylenmemiş cümlelerin, duyulmamış çığlıkların soğukluğuydu. Lidya deftere baktı. Elini kapağa uzattı ama kapatmadı. “Bu hikâye burada bitmedi. Ama biz sustukça, onun da sesi yok olacak.” Kimse cevap vermedi. Ama artık kimse sessizliğe sığınmıyordu.

Zemheri’nin yokluğu bir sessizlik değildi artık… bir tür hayatta kalma biçimiydi. Herkes oradaydı ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sanki aynı odada toplanmış ruhlar gibiydiler, ama bedenleri hâlâ geçmişin enkazındaydı. Lidya, pencerenin önüne gitti. Camın arkasında gece değil, kendi içinin kırıkları vardı. "Bazı insanlar ölmez," dedi fısıltıyla. "Sadece anlatamadıkların kadar sessizleşirler." Arven defteri açmadan parmaklarını sayfaların üzerinde gezdirdi. "Ben hâlâ onu yazmaya korkuyorum," dedi. "Çünkü onun adını her andığımda, içimde tamamlanmamış bir cümle daha kanıyor." Veyran yüzünü avuçlarının arasına aldı. Bir ağırlık gibi değil, bir itiraf gibi saklandı ellerine. "Ben ona hiç gerçek bir özür dilemedim," dedi. "Sadece... iyi biri olduğumu sanarak sustum." Mert arkasını döndü, ama gitmedi. Gidemedi. “Zemheri bana bir şey bırakmadı,” dedi. “Ona vereceğim hiçbir şeyim kalmadığında gitmişti zaten. Şimdi kendime bile yetemiyorum.” Leyla sandalyesinde doğruldu. Omzunu silkti, ama üzerinden hiçbir şey düşmedi. “Bizi bağlayan şey dostluk değildi,” dedi. “Suç ortaklığıydı. Suskunluklarımızla öldürdük onu.” Berk, uzun süredir ilk kez konuştu. Sesi yüksekti, ama içinde bir şey kırılmış gibiydi. “Onun gidişi… bizim kalışlarımızdan daha cesurdu,” dedi. “Biz hâlâ buradayız çünkü yüzleşemiyoruz.” Oda ağırlaştı. Sözler hava değil, ciğere dolan kurşun gibiydi. Her biri bir başka suçlulukla yutkundu. Ama artık yutkunmak bile yeterli değildi. Her cümle, içlerinde bir başka yarayı açıyordu. Ve en kötüsü, bu yaraların hepsi tanıdıktı. Lidya gözlerini kapattı. “Zemheri’yi biz susturduk. Şimdi her suskunluğumuzda, onun sesiyle boğuluyoruz.” Kimse itiraz etmedi. Çünkü herkes biliyordu… bazı ölümler toprağın altında değil, insanların içinde yaşanır. Ve bazı suçlar, cezasız kalmaz… sadece vicdana mahkûm eder.

Sessizlik artık bir korunma biçimi değildi. Bir suçun üzerini örtmek gibi değildi. Aksine, o sessizlik şimdi çırılçıplak soyuyordu hepsini. Ne varsa içlerinde sakladıkları… tüm kırıklar, tüm utanmalar, tüm yarım kalmış cümleler gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Lidya başını çevirdi, gözleri herkesin üzerinden bir bir geçti. "Biz hiçbir zaman gerçek olmadık," dedi. "Gerçek olsak... bir kişi bu kadar eksik kalmazdı." Veyran başını kaldırmadı. Sadece nefes alıyordu ama her nefesi bir itiraf gibiydi. "Ben onu gördüm. Gözlerinin içinde boğulan birini ilk kez gördüm. Ama hiçbir şey yapmadım. Sadece izledim." Arven elindeki defteri kapattı. Ama kapağın sesi bile odada yankılandı. “Zemheri... kendini hiç anlatamadı. Ama biz hiç sormadık da. Hepimize sustuğu kadar haklıydı.” Mert ayağa kalktı. Yürümeye başlamadı, sadece ayakta durdu. Sanki bir şey söyleyecek gibiydi ama yutkundu. “Ben... bir ses duydum bir gün. Onundu. Ama o sesi o kadar uzun süre duymamıştım ki... korktum. Cevap veremedim.” Berk gözlerini pencereye dikti. “Sanki biz yaşadık da o değilmiş gibi davrandık. Oysa en çok bizden gitmişti. Ve biz, o gidişi hâlâ kutlamamış bir mezar gibiyiz.” Leyla gözyaşlarını silmedi. Zaten saklamaya çalışmıyordu. “Zemheri bizim içimizde ölmedi. Bizim içimizde susmaya başladı. Ve bazı suskunluklar… zamanla bir cesede dönüşür.” Kimse sandalyeden kalkmadı. Ama artık her biri, oturduğu yerin sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Bu oda, sadece bir oda değildi artık. Burası onların itiraf mahzeni olmuştu. Her duvar bir suç ortaklığı taşıyordu. Her köşe, unutulmuş bir çığlıkla çatlamıştı. Lidya ayağa kalktı. Ayakta durmak değil, ayakta kalmaktı onun yaptığı. “Zemheri gitmedi,” dedi. “Biz onu göndermedik. O sadece... hepimizin sustuğu bir gecede yok oldu. Ve biz, o geceyi hâlâ anlatamıyoruz.” Ve sonra… bir anlığına herkes birbirine baktı. Sözsüz, kesik kesik. Ama o bakışların içinde öyle çok şey vardı ki… suçluluk, pişmanlık, kırgınlık, utanma, sevgi, ihanet… Her şey bir anda aynı masada toplanmıştı. Ve işte o anda, sessizlik bile yerini utanca bıraktı.

Ay ışığı yola ince bir gölge düşürüyordu. Her şey sessizdi ama bu sessizlik bir dinlenme değil, bir çöküş sessizliğiydi. Araba durmuştu ama kimse inmemişti. Camların ardından dışarısı bulanıktı; çünkü içlerinde netleşen hiçbir şey yoktu. Mert direksiyona yaslanmış, gözlerini kısarak karanlığa bakıyordu. Ama orada yol değil, yüzleşemediği cümleler uzanıyordu. Yan koltukta Arven vardı; defterini sıkı sıkı tutuyordu ama sanki o defter değil, yaşanmış bütün pişmanlıklar elindeydi. Arka koltukta Lidya oturuyordu, başını cama yaslamıştı. Gözleri açıktı ama hiçbir yere bakmıyordu. İçinde kopanları anlatacak bir kelime yoktu. Hiçbir şey söylemeden geçen dakikalar, bir ömür gibi ağırdı. Mert boğazını temizledi ama kelime çıkaramadı. Konuşmak istiyordu ama bazen en çok söylenmesi gereken şeyler, dudaklara değil, kalbe takılırdı. Arven gözlerini kapadı. “Zemheri hiç gitmedi,” dedi içinden, ses etmeden. “Biz sadece susmayı seçtik. En yanlış anda, en korkakça sessizlikle…” Lidya başını kaldırdı. Camdaki yansımasına baktı. Kendi yüzünü değil, eksik bırakılan her anı gördü orada. “Benim en büyük suçum... ondan korkmam değil. Ona susmam,” diye düşündü. “Çünkü suskunluk, bazen ihanetten daha çok yer eder insanda.” Araba hâlâ çalışıyordu ama hiçbiri gitmeye cesaret edemiyordu. Mert ani bir refleksle kontağı kapattı. Sessizlik daha da derinleşti. “Affeder mi bizi?” dedi Arven alçak bir sesle. Sadece içlerinden biri duymuş olabilirdi. Lidya gözlerini kapadı. “Affetmese bile… biz zaten affedilmeyecek kadar geç kaldık,” diye fısıldadı. Kırgınlık yoktu sesinde. Sadece kendine duyduğu bir utanç vardı. Geriye dönmenin artık sadece bir hayal olduğunu bilen o suskun utanç… Ve sonra, ilk adımı Arven attı. Kapıyı açtı, soğuk gece havası yüzüne çarptı. Ama bu bile içerideki suçluluk duygusundan daha serin değildi. Ardından Lidya indi. Ayakta durdu bir an. Gökyüzüne baktı. Yıldız yoktu. Ama onun gözlerinde, söylenmemiş binlerce cümle parlıyordu. Mert son indi. Ayaklarını yere bastığında içinden bir şeyler kırıldı. Ama bu kırılma, yıkılmak değil… bir kararın çatlağıydı. Yavaşça yürümeye başladılar. Birbirlerinin yanında ama kelimeler hâlâ yoktu. Çünkü bazen konuşmak değil… birlikte susmak da bir yüzleşmeydi. Ve bazı yüzleşmeler, ancak birlikte susulduğunda gerçek olurdu.

Kapının önünde herkes duruyordu. Kimse bir adım öne çıkmadı, kimse konuşmadı. Ama suskunluk artık bir yük değil, ortak bir bağdı. Zemheri’nin yokluğunda şekillenen bu kalabalık, ilk kez tamdı… ve tamamen eksikti. Lidya taşın üzerinde eğildi. Elini yere koydu, sonra kaldırmadan önce birkaç saniye durdu. “Bazen en çok kalabalıkken yalnız kalırsın,” dedi içinden. O sırada Berk, birkaç adım gerideydi. Eli cebindeydi ama parmakları titriyordu. Zemheri’yle hiç tam konuşamamıştı. Söylenmemiş her şey boğazına oturmuştu. “Konuşmam gerekmişti,” dedi kendi kendine. “Ama bazı sözler, tam vakti gelince susar.” Leyla, çantasının sapını sıktı. İçinden geçen tek şey, “Keşke daha önce fark etseydim,” oldu. Bazı dostluklar geç başlar ama erken biterdi. Gözleri dolmadı. Ama sessizlik, gözyaşından daha gürültülüydü. Veyran, Zemheri’nin ayakta durduğu eski duvarın önünde durdu. O duvar çatlamıştı ama hâlâ ayaktaydı. Tıpkı onun içindeki kırık gibi. “Ben seni koruyamadım,” dedi fısıltıyla. “Ama bu defa kimseyi eksik bırakmayacağım.” Mert, Lidya’ya bakmadı ama onunla aynı anda nefes aldı. Arven defteri elinde tutuyordu. Açmadı. Ama başını kaldırıp ilk kez yüksek sesle konuştu: “Bu defterde yazan her şey bizdik. Ama artık susmak, bir ağırlık değil… ihanet olur.” O an herkes birbirine baktı. Kısa, sessiz, ama anlatan bakışlardı. Ve işte o anda… Zemheri yoktu. Ama içlerinden birinin sesi gibi, herkesin kulağında aynı cümle yankılandı: “Geri dönmezsiniz. Ama unutmazsınız.” Kapı kapanmadı. Arkalarında kaldı. Ve hepsi, bir daha asla aynı olmayacaklarını bilerek yürüdü. Ama bu kez yalnız değillerdi. Çünkü bazı insanlar gitse de… Bazı hikâyeler, herkesi içinde taşır.

 

 

Bölüm : 09.07.2025 16:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...