25. Bölüm

25. BÖLÜM – Kapanmayan Defter

Hamza
sonsuzgece23

Geri dönmemişlerdi. Ama o gece, bir şey dönüştü. Her biri, sessizliğin duvarlarında kendi yansımasını görmüştü. Şimdi ise o duvarlar çatlıyordu. Çünkü artık suskunluk bir sığınak değil, bir yük gibiydi. Sabahın ilk ışığı odanın içine sızmadı. Güneş doğmuştu belki ama içerideki karanlık, henüz aydınlanmaya hazır değildi. Lidya hâlâ penceredeydi. Ama bu kez dışarıyı izlemiyordu. Gözleri, camda yansıyan diğer yüzlerdeydi. Kendiyle birlikte onların ağırlığını da taşıyordu artık. Mert masasının başına geçti. Sessizce oturdu. Ellerini birbirine kenetledi. Başını eğdi. Yorgun değildi. Ama artık hiçbir uykunun telafi edemeyeceği bir boşluk vardı gözlerinde. “Artık bir şey yapmalıyız,” dedi. Sesinde yorgun bir kararlılık vardı. Ne bağırıyordu, ne fısıldıyordu. Ama herkes duydu. Arven defteri açtı. İlk kez, kelimelere değil; kelimelerin arasında kalan boşluklara baktı. “Zemheri için... ama sadece onun için değil,” dedi. “Hepimiz için. İçimizde eksik kalan her şey için...” Veyran içeri adım attı. Bu kez gerçekten. Eşikten geçerken omuzlarındaki ağırlık biraz olsun hafiflemiş gibiydi. “Bu defter kapanmasın. Kapanan biz olmayalım,” dedi. “Ne anlatacaksak, şimdi anlatmalıyız.” Berk başını kaldırdı. Herkes ona baktı. Ama o sadece başını salladı. Bu kez söz değil, eylem gerekiyordu. Leyla çantasını açtı. İçinden bir kâğıt çıkardı. Zemheri'nin eski çizimiydi. Deftere hiç girmemiş, hiç konuşulmamış bir şey. “Belki de en çok anlatılmayanlar canımızı yakıyor,” dedi. “Bu... anlatılmalı. Sessizlik artık bize yakışmıyor.” Lidya yavaşça döndü. Arven’e baktı. Mert’e, Veyran’a, Leyla’ya, Berk’e... Bu kez hiçbiri kaçırmadı gözlerini. “Eğer devam edeceksek,” dedi Lidya, “bunu sadece yaşadıklarımızla değil, kaybettiklerimizle de yapacağız. Bu defter artık biziz.” Ve sonra Arven kalemi eline aldı. İlk kelimeyi yazmadı. Sadece başlığı yazdı: “Görülmeyenler Listesi – Bizden Kalanlar”

Defter masanın tam ortasındaydı. Etrafında sessizce toplanmışlardı. Her biri kendi sessizliğiyle değil, artık ortak bir kararın eşiğinde duruyordu. Sayfalar açıktı ama henüz boştu. Ve bu boşluk, dolmamış bir ömrün iç sızısı gibiydi. Lidya, deftere doğru bir adım attı. Kalemi almadı. Sadece sayfaların kenarına parmaklarını koydu. “Yazmak, bazen susmaktan daha çok cesaret ister,” dedi. “Ama artık susarsak... aynı hatayı yinelemiş oluruz.” Arven bakışlarını Lidya’ya çevirdi. Sonra diğerlerine. “Zemheri sadece bizi terk etmedi. Bizi sustuklarımızla baş başa bıraktı,” dedi. “Bu deftere... onun görmediği her şeyi yazmalıyız.” Veyran masanın köşesine yaslandı. Bir elini cebine soktu, diğerini alnına götürdü “Bununla yüzleşmek kolay olmayacak. Ama hiçbirimiz kolay şeyleri seçerek buraya gelmedik zaten.” Mert kalemi aldı. Sayfanın üstüne eğildi. Ama yazmadı. Kalemin ucu sayfaya dokunduğunda, gözlerini kapattı. “O gün... onu en son gördüğüm gün,” dedi. “Bir şey diyecektim. Ama sustum. Şimdi o cümle içimde çürüdü. Belki yazarsam, biraz hafifler.” Leyla sandalyesinden kalktı. Masaya yaklaştı. Elini Mert’in omzuna koydu. “Bu defter, bir mezar taşı değil. Bir başlangıç. Onu hayatta tutacak tek şey... bizim anlatmamız.” Berk başını kaldırdı. “Peki ya biz?” dedi. “Biz hayatta kalabilecek miyiz, her satırda bir yanımız daha eksilirken?” Lidya gözlerini kapattı. Cevabı netti.
“Bazen eksilerek tamamlanır insan,” dedi. “Ve bazı hikâyeler... bir sonla değil, geride kalanlarla devam eder.” O an, herkes masanın etrafındaydı. Hiçbir şey söylenmedi. Ama her biri biliyordu: Bu defter sadece geçmişi yazmak için değil, kaybolmamak için vardı. Ve ilk kelime... sonunda yazıldı.

Kalem, ilk kelimeyi sayfaya bıraktığında, odadaki hava değişti. Sanki o tek kelime, sustukları bütün yılların açılış cümlesiydi. “Affedilmek değil,” yazdı Mert, “anlaşılmak istiyoruz.” Arven o cümleye baktı. Sonra kalemi aldı, altına tek bir satır ekledi: “Çünkü bazen insan, en çok kendi sessizliğinde kaybolur.” Leyla deftere eğildi. Kelimeleri parmak uçlarıyla izledi. Sanki sayfanın dokusunda, Zemheri'nin eksik sesini arıyordu. “Ve biz... duymamız gereken yerde susanlardan olduk,” dedi. “Şimdi sesimiz, onun için değil... geride kalan herkes için yükselmeli.” Veyran başını çevirdi. Gözleri camdaydı ama zihni çok daha derindeydi. “Bu deftere sadece onun hikâyesini değil,” dedi, “kendi utancımızı da yazacağız. Çünkü bazı gerçekler... yalnızca acıyla kabul edilir.” Berk sandalyesinden kalktı. Masanın etrafında yürümeye başladı. “Zemheri bizde yaşadı,” dedi. “Ama biz onu yaşatmayı bilemedik. Şimdi bu sayfalar, onun mezarı değil… onun için dikilecek gecikmiş bir anıt olacak.” Lidya kalemi eline aldı. Yazmadan önce deftere uzun uzun baktı. “Bu hikâyeyi kimse okumayabilir,” dedi. “Ama biz anlatmazsak... kendi içimizde ölürüz.” Ve sonra yazdı: “Bazı insanlar gömülmez. Onlar, konuşulmayan cümlelerde kalır.” Oda sessizdi. Ama bu kez o sessizlik… taşıdıkları suçun, hissettikleri pişmanlığın ve vermeye hazırlandıkları en dürüst sözün sessizliğiydi. Mert kalemi tekrar eline aldı. Son bir satır daha yazdı: “Zemheri’nin gidişi bir son değildi. O, içimizde başlayacak olan en gerçek yüzleşmenin adıydı.” Ve herkes, bir anda o deftere bakarken aynı şeyi düşündü: “Bu, artık sadece onun hikâyesi değil… bizim en suskun yanlarımızın da sesi olacak.”

Defter kapanmadı. Ama artık kimse sadece o sayfaların içine değil, kendi içine de bakıyordu. Lidya başını kaldırdı. Gözlerinde bir kararın sarsıcı netliği vardı. “Onun yokluğu bizi susturdu ama... artık birimizin konuşması yetmez. Birlikte konuşmalıyız. Suskunlukla kurduğumuz bu mezarı, kelimelerle dağıtmalıyız.” Arven derin bir nefes aldı. Bu nefes, içinde bastırdığı bütün yüklerin ağırlığını taşıyordu. “Zemheri’nin gidişinde herkesin parmağı vardı. Ama artık bu yalnızca bir suç değil... bir sorumluluk.” Berk pencereye yöneldi. Camın ötesindeki gecede, kendi geçmişini aradı. “Hiçbirimiz temiz değiliz. Ama kirli kalmaya da mecbur değiliz.” Leyla yerinden doğruldu. Yüzünde ağlamakla haykırmak arasında sıkışmış bir ifade vardı. “Zemheri’yi biz görmezden geldik. Şimdi görüyoruz. Ama görmek yetmez. Adına konuşmak, adına yaşamak zorundayız artık.” Mert defteri aldı, sayfayı çevirdi. Boş bir sayfayla göz göze geldi. Ama o boşluk, korku değil; bir çağrı gibiydi. “Elimizde hâlâ bir şey var,” dedi. “Geç kalınmış ama tamamen bitmemiş bir umut. Belki onunla değil... ama onun için yaşayabiliriz.” Veyran kapıya yaklaştı. Parmaklarını kapının kenarına koydu. “Biz bu kapıdan kaç kere kaçtık bilmiyorum,” dedi. “Ama artık ilk kez... kalmaya niyetliyim. Acıyla, utançla, gerçekle. Her ne varsa içimizde, onunla.” O an sessizlik geri döndü. Ama bu sessizlik başka bir şeydi artık. Yüzleşmeden doğmuştu. Dağıtmak için değil, içlerinde bir yer edinmek için gelmişti. Lidya gözlerini kapattı. “Zemheri’yi kaybettik. Ama belki… kendimizi yeniden bulabiliriz.” Ve işte o anda… içlerinden biri, ilk adımı attı. Masadan değil. Geçmişten.

Lidya’nın bakışları deftere takılmıştı. Elini uzatmak istiyor ama dokunamıyordu. Sanki o sayfalara değdiği anda, içinde bir şey dağılacak gibiydi. Yalnızca bir defter değildi bu… bir veda, bir yüzleşme, bir itirafın son hâliydi. Parmaklarını hafifçe kıpırdattı ama hâlâ mesafesini koruyordu. Çünkü bazı şeylere dokunmak, onları kaybetmeyi kabullenmekti. Arven gözlerini kapattı. Onun suskunluğu artık bir anlatıma dönüşüyordu. “Zemheri, sustukça daha çok konuşuyordu,” dedi usulca. “Ama biz hep cümle bekledik.” Mert başını öne eğdi. “Çünkü duymaya değil, sadece cevap vermeye hazırdık.” Berk, odanın en uzak köşesinde ayakta dikiliyordu. Bu kez kaçmıyordu. Kaçmak için geç, affedilmek için erken bir yerdeydi. “Ben onun gülüşünü bile hafife aldım,” dedi kısık bir sesle. “Ve şimdi o gülüşün yokluğunda donuyorum.” Leyla başını kaldırdı. Gözleri ağlamıyordu ama ağlamaktan daha çok yakan bir doluluk vardı içinde. “Hepimizin içinde bir parça eksik kaldı,” dedi. “Ama o eksikliği hâlâ kendi gururumuzla tamamlamaya çalışıyoruz.” Veyran ileriye doğru bir adım attı. Hiçbir şey söylemedi. Ama gözleri her şeyin özetiydi: geç kalmış, ama hâlâ orada olan bir kalbin izi. Lidya sonunda elini uzattı. Deftere dokunmadı. Sadece yanına koydu. “Bu deftere yazılanlar onun değil,” dedi. “Bizim sustuklarımız.” Ve o an herkes anladı… bazı hikâyeler kelimelerle bitmez. Bazıları, hiç söylenmeyen bir cümlenin sessizliğinde büyür. Ve artık, bu sessizlik susmak değil… hesaplaşmaktı.

Zemheri’nin adı yüksek sesle anılmasa da, odanın içinde herkesin zihninde yankılanıyordu. Adı söylenmeden bile varlığı hissediliyordu çünkü bazı insanlar gittikten sonra bile suskunluklarıyla kalırdı. Mert sandalyesine çökmüştü. Dirseklerini dizlerine dayamış, ellerini birbirine kenetlemişti. Ama bu bir dua değil, bir içsel sığınmaydı. Dudakları kıpırdamıyordu ama gözleri, içinde cevap aradığı binlerce sorunun yüküyle bulanıktı. “Ben onu hiç gerçekten tanımadım,” dedi bir anda. “Yan yanaydık ama kalplerimiz başka başka cehennemlerdeydi.” Leyla başını çevirdi, yüzünde kırılgan bir huzursuzluk vardı. “Kimse kimseyi gerçekten tanımaz,” dedi. “Ama bazen sadece bir bakış, yılların sustuğu acıyı anlatır. Biz... bakmadık bile.” Arven defteri açmadan kucağında tuttu, parmakları kenarlarını sıvazlıyordu. “Bu defter... sadece bir hatıra değil. Aynı zamanda bir suç mahalli.” Berk bakışlarını kaçırdı. O cümle fazla ağırdı ama inkâr edilemezdi. Çünkü herkes biliyordu: Zemheri susarken, hepsi bir şekilde susmasına yardım etmişti. Veyran başını duvara yasladı. Gözleri kapanmadı, çünkü kapatırsa o anlara tekrar geri dönecekti. “Onu duymaya çalıştığım gün çok geçti artık,” dedi. “Bir sesin yerini, sessizlik alınca fark ediyorsun gerçek kaybı.” Lidya ayağa kalktı. Sanki sadece bedenini değil, içindeki ağırlığı da kaldırmak istiyordu. Oda daraldı. Her kelime, her bakış, her iç çekiş içlerinde bir çatlak daha büyütüyordu. Ama bu kez kaçmadılar. Çünkü bazı gerçekler kaçılacak değil, içinden geçilecek yaralardı. Ve onlar artık susmuyordu.

Lidya odanın ortasında durdu. Gözleri hâlâ defterdeydi ama artık korkmuyordu. “Bazen birini anlamak, ona sorular sormak değil... suskunluğunda boğulmamaktır,” dedi. “Biz sustuk. Oysa onun sessizliği çığlık gibiydi.” Cümle odada asılı kaldı. Mert başını kaldırdı. “Ben onun sustuğu her gece yan odadaydım,” dedi. “Ama duvarlar kadar kalındım. Onu duymak istemedim belki de. Çünkü duysaydım, kendimle yüzleşmem gerekecekti.” Arven defteri açtı. Sayfaların arasında bir not vardı. Küçük, titrek bir el yazısı: "Ben aslında hep vardım. Ama hiç görülmedim." Gözleri dondu. Sesini çıkaramadı. Sadece defteri Lidya’ya uzattı. Lidya notu gördüğünde gözleri dolmadı. Çünkü bazı cümleler, gözyaşını bile sustururdu. Veyran yavaşça yaklaştı, notun kenarına dokundu. “Zemheri… sadece bir isim değilmiş,” dedi. “Bizim görmezden geldiğimiz her şeyin adıymış.” Leyla avuçlarını kapattı. “Ve biz... her gün biraz daha göz göre göre susturmuşuz onu.” Berk gözlerini kaçırmadı bu kez. “Bazı insanlar kendi mezarlarını yaşarken kazıyor. Ve biz... elimizde kürekle yanlarındaydık.” Mert, gözlerini tavana dikti. Nefes aldı. “Bu sessizlik artık bizim değil. Onun sesi olacak. Anlatacağız. Affedilmek için değil. Unutulmaması için.” Lidya defteri aldı. İlk kez kendinden emin bir şekilde kapağı açtı. Ve kelimeler dökülmeye başladı. Arven, masaya bir mum yaktı. Alevin titreyişi gibiydi hepsi... kararsız ama gerçek. Herkes yaklaştı. Bir kelime, bir cümle, bir parça hikâye yazdılar. Zemheri’nin sessizliği artık yalnız değildi. O hikâye artık onlarındı. Ve bu defa, sustukları kadar anlatacaklardı.

Bölüm : 10.07.2025 11:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...