26. Bölüm

26. Bölüm: Kapanmayan Sayfalar

Hamza
sonsuzgece23

Zemheri’nin sessizliği artık yalnız değildi. O hikâye artık onlarındı. Bu defa, sustukları kadar anlatacaklardı. Oda hâlâ loştu, geceden kalma karanlık pencerenin kenarında asılı duruyordu sanki. Masanın üstünde açık duran defter, hiçbir kelimeye sığınmadan bekliyordu. Sessizlik ağırdı ama boş değildi artık, içinde yüzleşmenin sarsıntısı vardı. Lidya sandalyesinde dimdik oturuyordu, gözleri defterdeydi ama zihni çok daha uzak bir yerdeydi. Sanki orada duran sayfalar değil, kendi geçmişi açıkta kalmıştı. Kalemi eline aldı ama yazmadı. Bir an parmakları titredi. İçinde tuttuğu onlarca kelime boğazında düğüm olmuştu, sanki birini yazarsa hepsi arkasından dökülecekti. Arven camın önünde ayakta duruyordu. Bakışları dışarıda değildi, aksine içeride birikmiş tüm duyguların arasında gezinip duruyordu. Herkesin yüzünde aynı ifade vardı; geç kalmışlığın, suç ortaklığının, ama aynı zamanda bir başlangıca tutunma umudunun gölgesi. Mert sandalyesini hafifçe geriye çekti, arkasına yaslandı. “Yazmak kolay olmayacak,” dedi sessizce. “Ama eğer yazmazsak... onun sessizliği hepimizde çürümeye devam edecek.” Cümle odanın içinde yankı yapmadan yayıldı, çünkü artık hiçbir kelime bağırarak gelmiyordu. Leyla başını öne eğdi. Masaya doğru birkaç adım attı. “Zemheri bizde kaldı,” dedi kısık bir sesle. “Ama biz, onu içimizde saklamadık... bastırdık.” Berk kapıya yaslandı, bir eli cebindeydi. Gözleri dalgındı ama içindeki fırtına göz bebeklerine kadar çıkmıştı. “Bu defter onun değil... bizim kefaretimiz.” Hiçbiri ağlamıyordu, ama ağlamaktan daha yorgun bir şey vardı üzerlerinde. Kelimeler ağırdı, sessizlik daha da ağır. Veyran başını duvardan kaldırdı. “Başladık,” dedi. “Artık geri dönemeyiz. Yazacağız. Ne pahasına olursa olsun.” Lidya kalemi yeniden kavradı. Sayfanın üstüne eğildi, ama bu kez tereddüt etmedi. İlk kelimeyi fısıltıyla yazdı. Sadece deftere değil, kendine de: “Geç kaldık.”

Kalem sayfada ilerledikçe, odanın içinde duyulamayan bir şey kıpırdamaya başladı. Sanki her harf, içlerinde yıllardır taşıdıkları bir yaraya dokunuyordu. Lidya’nın elleri titriyordu ama durmadı. Çünkü artık bu titreme bir korku değil, cesaretin ilk hâliydi. Mert yaklaştı, defterin yanına çömeldi. Gözleri yazılanlara değil, yazılmayanlara takıldı. “Her satır bir eksiklik gibi,” dedi. “Ama yazdıkça eksilmiyoruz… hatırlıyoruz sadece.” Arven omzunu cama yasladı. Dışarıda gün yükselmişti ama odanın içi hâlâ geçmişin gölgesindeydi. “Biz hiçbir zaman tam olmadık,” dedi. “Ama bu defa eksikliği saklamak için değil, göstermek için yazıyoruz.” Leyla sandalyesine çöktü, ellerini yüzüne kapattı. “Zemheri... sustuğunda bile anlatıyordu. Biz duymadık. Şimdi onun sessizliğini biz seslendireceğiz.” Berk ilk kez yaklaştı masaya. Elini deftere uzattı, ama yazmadı. Sadece Lidya’nın yazdığı cümlelere dokundu parmaklarıyla. “Bu kelimeler bizim af dileyişimiz,” dedi. “Ama belki affedilmek istemiyoruz. Sadece unutulmamak.” Veyran gözlerini kapattı. Nefesi yavaş, derindi. “Birbirimizden çok uzaklaştık,” dedi. “Ama şimdi... aynı cümlede buluşmaya başladık.” Lidya durdu, başını kaldırdı. Gözlerinde artık yalnızlık değil, yanındakileri taşıma gücü vardı. “Biz... onu koruyamadık,” dedi. “Ama onun geride bıraktığı sessizliği birlikte onarabiliriz.” O an hiçbir şey tam değildi, ama kimse eksik kalmak istemiyordu. Kalem yeniden sayfaya indi. Bu kez Lidya değil, Arven yazdı: “Bazı defterler kapanmaz… çünkü içinde tamamlanmamış hayatlar vardır.” Ve herkes o satıra baktı. Çünkü o defter artık bir hatıradan çok, yeniden başlamak için yazılan son bir şanstı.

Mert deftere eğildiğinde gözleri doluydu, ama dökülmedi. Çünkü bazı gözyaşları ağlamaktan çok susarak yanar. Yazdığı cümle, dudaklarının kenarında asılı kalan bir itiraf gibiydi: “Onu anlamak için geç kaldım... ama hâlâ anlatabilirim.” Söz bitince bakışlar Lidya’ya döndü. O ise uzaklara, duvarların ötesine bakıyordu. Sanki gözleri, o duvarlarda hâlâ Zemheri’nin siluetini arıyordu. “Birinin gidişiyle değil,” dedi yavaşça, “onun hiç var olmamış gibi unutulmasıyla başlıyor asıl yalnızlık.” Cümle odada asılı kaldı. Berk bu kez çekinmeden yaklaştı. Sandalyeyi kendine çekti, tam ortaya oturdu. “Zemheri bana hiçbir zaman öfke duymadı. Ama sessiz kalışı... bazen en ağır cezadır.” Leyla ayağa kalktı, pencereden dışarıya baktı. Güneş yükselmişti ama o ışık, içerideki soğukluğu ısıtmaya yetmiyordu. “Bazen biri gider ve sonra herkes yavaş yavaş kaybolur,” dedi. “O gitti. Biz kaldık. Ama hiçbiri tam olmadı.” Arven kalemi aldı, deftere büyük harflerle bir kelime yazdı: “SUÇ.” Sonra altına küçük harflerle devam etti: “Ama bu, sadece onun değil... bizim de sustuğumuz, görmezden geldiğimiz, yüzleşmekten korktuğumuz her anın adıydı.” Veyran gözlerini yere dikti. Bir şey söylemeden, sadece başını salladı. Çünkü bazı gerçekler konuşulmazdı. Sadece kabul edilirdi. Lidya ayağa kalktı, defterin yanına yürüdü. Elini kapağına koydu, ama kapatmadı. “Kapanmasın,” dedi. “Bu defter bitmemeli. Çünkü biz hâlâ anlatacaklarımızın eşiğindeyiz.” O an odaya bir sessizlik indi ama bu kez ağırlık değil, ortak bir kararın yumuşak soluğuydu. Artık hiçbiri kaçmıyordu. Her biri, yazılacak bir satır, anlatılacak bir acı, tamamlanacak bir parçaydı.

Mert başını kaldırdığında, gözlerinin içinde sadece hüzün değil, yanıtlanmamış soruların tortusu da vardı. "Biz birbirimizi susturarak yaşadık," dedi, "ama o sustuğunda... kimse duymadı." Sanki bu cümle, herkesin içinde bir şeyleri kırdı. Lidya sandalyesine geri döndü ama oturmadı. Ellerini masaya koydu, başını eğdi. “Bazen bir insanı değil, onun sessizliğini unutursun,” dedi. “Ama unuttuğun şeyin ne olduğunu fark ettiğinde... artık çok geçtir.” Arven deftere uzandı, bir satır daha ekledi: “Zemheri gitti, evet. Ama biz... her şey olup bittikten sonra uyananlarız.” Veyran gözlerini kapattı, yüzüne yorgun ama net bir ifade oturdu. “Bu deftere her dokunuşta içimde bir şey eksiliyor. Ama belki de eksildikçe, sonunda kendime ulaşacağım.” Leyla başını çevirdi, defterin boş kalan köşelerine baktı. “Anlatılmayanlar içimizde taş gibi duruyor,” dedi. “Ve bu taşları taşıya taşıya eğildik biz.” Berk ayağa kalktı, bir iki adım attıktan sonra durdu. “Biz onun ne zaman sessizleştiğini bile fark etmedik,” dedi. “Çünkü kendi gürültümüzde boğulduk.” O an sessizlik yeniden içeri doldu ama artık saklanılacak bir karanlık değil, her kelimenin arkasına düşen bir gölge gibiydi. Ve o gölgenin içinde, ilk kez herkes kendi siluetini de görmeye başlamıştı.

Lidya başını yavaşça kaldırdı, gözleri artık masanın üzerindeki deftere değil, odadaki yüzlere bakıyordu. “Birini kaybetmenin en sessiz hâli... onun anlatamadıklarını kendi içinden tamamlamaktır,” dedi. Sesi ne kırıktı ne de güçlü; sadece gerçeğin en çıplak hâliydi. Mert, parmaklarını birbirine geçirmiş halde oturuyordu. “Ona bir şey sormak istiyordum,” dedi usulca. “Nasılsın… diyecektim sadece. Ama sustum. Çünkü o an kendi cevabımdan korktum.” Arven kalemi eline aldı, bir şey yazmadı. Kalemin ucu deftere dokunduğunda durdu. “Kelimeler yetmiyor artık,” dedi. “Ama yine de yazmalıyız. Çünkü sessizlik bize yakışmıyor.” Leyla gözlerini yere indirdi. “Biz, en çok susarak yanlış yaptık. Şimdi bir şeyler söylemek değil… bir şeyleri duymak zorundayız.” Berk pencerenin önünde duruyordu. Camın arkasındaki loş gecede yansıyan kendi siluetine baktı. “Zemheri bize çok şey söyledi,” dedi. “Ama biz sadece sessizliği duyduk. Çünkü anlamaya hazır değildik.” O sırada odada bir şey değişti. Hava ağırlaştı, cümleler göğüs kafeslerinde sıkıştı. Ama kaçmak isteyen olmadı. Çünkü bu kez kalmak, bir yük değil, bir sorumluluktu. Veyran masaya yaklaştı. Elini deftere koydu. “Bu artık sadece bir hikâye değil,” dedi. “Bu, eksik kalan cümlelerin tamamlama yeri.” Lidya gözlerini kapattı, sonra açtı. “O bize bir şey bırakmadı. Ama biz… ona çok şey borçluyuz.” Ve o an herkes anladı; artık geri dönmek değil, içlerinden geçerek devam etmek gerekiyordu.

Kalem masanın üzerindeydi ama kimse dokunmadı. Odayı dolduran sessizlik, artık korkudan değil, ortak bir kabullenişten doğuyordu. Lidya yavaşça deftere uzandı, kapağı tekrar aralandı. Bu kez sayfalar geçmişin yüküyle değil, geleceğin ihtimaliyle titredi. “Eğer birini gerçekten yaşatmak istiyorsan,” dedi, “onu sadece hatırlamak yetmez. Anlatmalısın. Sessizliğini kelimelere çevirmelisin.” Mert hafifçe başını salladı. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu. Gözyaşı değil, boğazında düğümlenen kelimeler vardı artık. “Ben hep geç kaldım,” dedi. “Ama belki bu defter… geç kalmışların defteri olabilir.” Leyla sandalyesine oturdu. Ellerini masanın üzerine koydu. “Zemheri’yi yazmak, onun eksikliğini doldurmaz. Ama o eksikliğe sessiz kalmak… işte o gerçek kayıp olur.” Berk bir adım attı. Kalemi aldı, sayfanın köşesine minicik bir şey çizdi. Zemheri’nin eskiden çizdiği bir simgeydi. “Hikâyeler bazen kelimelerle başlamaz,” dedi. “Bazen sadece bir izle başlar. Bir gölgeyle. Bir eksiklikle.” Arven başını cama çevirdi. Gecenin içinden bir rüzgâr yükseliyordu. O rüzgar, içinde geçmişin kırıntılarını taşıyordu. “O hiçbir zaman tam olmadı,” dedi. “Ama biz de hiçbir zaman ona tam bakmadık.” Veyran gözlerini Lidya’ya çevirdi. “Şimdi ne yazarsak, ne anlatırsak… kendimizi kurtarmak için değil. Onu unutmamak için.” Lidya deftere döndü. Kalemi tuttu. Ve bu kez elinde titreyen sadece bir yazı aracı değil, bir yük, bir itiraf, bir özlemdi. Parmağı ilk cümleye uzandı. “Zemheri… sustuğu için değil, susturulduğu için eksik kaldı,” diye yazdı. Ve o an herkes anladı: Bu sayfalar bir anı değil, bir bağışlama biçimiydi. Belki de en çok kendilerini affedebilmek için.

Zemheri artık yalnızca bir isim değildi. O, onların en kırık cümlelerinde, en sessiz gecelerinde yankılanan bir eksiklikti. Lidya defteri kapatmadı. Herkesin gözleri sayfadaydı ama aslında içlerinde çok daha derin bir yere bakıyorlardı. Arven’in parmakları sayfanın kenarında gezinirken, usulca mırıldandı: “Birini kaybetmek, onun yokluğuna alışmak değil… onun sessizliğinde kendini bulmaktır bazen.” Mert gözlerini camın dışındaki karanlığa dikti. O karanlık artık korkutucu değildi. İçinde bir tür kabulleniş saklıydı. “Biz onu duymadık… ama belki şimdi dinlersek, geç de olsa bir şeyleri onarabiliriz,” dedi. Leyla sandalyesinden kalktı, masanın etrafında ağır adımlarla yürüdü. “Onun eksikliği artık içimize işledi,” dedi. “Ama belki de bu boşluk… hep kaçtığımız şeyleri doldurmak içindir.” Berk başını eğdi. Dudakları kıpırdadı ama ses çıkmadı. Kendiyle konuşur gibi fısıldadı sonunda: “Birini anlamak için bazen onun yokluğunda yaşamak gerekir.” Lidya gözlerini tekrar deftere çevirdi. Son bir cümle daha yazdı. Sayfanın tam ortasına, kimsenin gözden kaçıramayacağı bir yere:

“Bazı isimler gömülmez… çünkü hâlâ içimizde nefes alıyorlar.”

Ve işte o anda, herkes sustu. Ama bu kez susmak, bir vedanın değil; bir başlangıcın ilk sessiz adımıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.07.2025 14:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...