33. Bölüm

33. BÖLÜM — Kırık Zamanlar

Hamza
sonsuzgece23

Geçmişin ayak sesleri bazen gece olur. Sessizce yaklaşır, teninize değil, kalbinizin en unutulmuş köşesine dokunur. En savunmasız anınızda, en yalnız yerinizde bulur sizi.

 

O gece, kimse konuşmadı. Ama sustukları her şey, kelimelerden çok daha ağırdı.

 

Lidya pencereye değil, kendi içinin kırık camlarına bakıyordu. Ellerinde bir zamanlar tutunmaya çalıştığı hayallerin sessiz titreyişi vardı. Ama sessizlik... artık sığınak değildi. Yaraya dönüşmüştü.

 

Zemheri’nin adını hâlâ yüksek sesle söyleyememişlerdi. Ama onu düşündükçe, her biri biraz daha eksiliyordu kendinden.

 

Mert’in sandalyesi aynı yerdeydi. Dokunulmamış. Unutulmamış. Sanki biri gelecekmiş gibi. Hiç bozulmamış bir yalnızlık gibiydi.

 

Arven duvara yaslandı. Derin bir iç çekiş yoktu. Sadece içinde yankılanan kelimeleri tek tek susturuyordu.

 

“İçimizde hâlâ onunla konuşmaya devam eden bir şey var,” dedi. Sesini yükseltmedi. Çünkü artık kimseye duyurmak için değil, sadece içindeki susan çocuğa anlatmak için konuşuyordu.

 

Berk gözlerini Leyla’dan kaçırdı. Onun gözlerinde, Mert’in "gitmeden önceki" hali vardı. Vedalar bazen kelimelerle değil, susmalarla olurdu.

 

Veyran, elindeki anahtarlığı çevirdi. Zemheri’nin masasından almıştı. Paslıydı. Küçük ama ağır. İçinde söyleyemedikleri kadar geçmiş vardı.

 

Mert'in yokluğu bir sessizlik değil, içlerine işleyen bir çöküştü artık. O sustukça, herkes kendi içinde daha çok konuşmaya başladı. Ama sesler dışarı çıkmadı. Çünkü bazı acılar anlatılmakla değil, taşınmakla yaşanırdı.

 

Lidya, Zemheri’nin bıraktığı eski bir notu elinde tutuyordu. Sayfalar sararmış, yazılar solmuştu. Ama o not, hâlâ yeni yazılmış gibi içini dağlıyordu.

 

> “Bir gün giderseniz, beni değil... kendinizi hatırlayın.”

 

 

 

Tek cümle. Ama sanki bir hayat.

 

Leyla başını eğdi. Yutkunmakla ağlamak arasında sıkışmıştı. İçinde taşıdığı pişmanlık artık sessizlikle yetinmiyordu. Mert’in son bakışı gözlerinde yankılanıyordu. O bakışta hiç söylenmemiş binlerce cümle vardı.

 

Berk ellerini ovuşturdu. Yalnızca üşüdüğü için değil. İçindeki titremeyi durduramıyordu. Zamanın geri alınamayacağını, ama bazı şeylerin hâlâ onarılabileceğini düşündü ilk defa.

 

“Biz birbirimizi hiç tam anlayamadık,” dedi. “Ama bu defa... geç kalmamalıyız.”

 

Veyran derin bir nefes aldı. O nefes, yılların birikimi gibiydi. “Zemheri'nin eksik kaldığı yerden tamamlamalıyız. Mert'in sustuğu yerden konuşmalıyız.”

 

Lidya bir süre hiç konuşmadı. Notu, parmaklarının arasında sıkıca tuttu. Zemheri’nin yazısı, sanki onun sesiyle birleşmişti. Her harfte bir nefes, her noktada bir susuş vardı. “Gidince anlıyorsun,” dedi usulca. “Bazı insanlar gitmez… sende kalır. Kalanlar da gitmekten daha çok acıtır.”

 

Leyla başını ona çevirdi. “Biz Mert’i de öyle taşıyacağız değil mi? Gitmiş gibi değil… içimizde bir yerde varmış gibi.”

 

Lidya gözlerini kapattı. “Onu biz gömdük. Ama sessizliğe değil… kelimelere. Belki bir gün biri okur da… yaşatır yeniden.”

 

Veyran bir şey demedi. Ellerini cebine soktu. Gözleri, odanın köşesindeki boş sandalyeye kaydı. O sandalye artık sadece bir eşya değildi. Eksikliğiyle varlığını hatırlatan bir ağırlıktı. “Ben onu dinleyemedim,” dedi. “Ama şimdi her sustuğumda, onun sesini duyuyorum.”

 

Berk pencereye yürüdü. Dışarıda hafif bir rüzgâr vardı. Perdeler dans eder gibi kıpırdanıyordu. “Mert’in son sözü aklımda değil… ama sessizliği hâlâ kulağımda.”

 

Leyla deftere uzandı. Ama bu kez yazmadı. Sayfanın boşluğu ona yeterince konuşuyormuş gibi geldi. “Bazen en derin izleri… hiç yazılmayan satırlar bırakır,” dedi.

 

Lidya notu defterin arasına yerleştirdi. “O artık bizim hikâyemizde eksik bir cümle değil… tamamlanmamış bir paragraf. Ve her birimiz, o paragrafın devamıyız.”

 

Veyran başını yana çevirdi. Gözleri cama değil, camın ardında göremediği bir geçmişe odaklanmış gibiydi. “Zemheri sustu… Mert gitti… Biz kaldık. Ama kalanlar her zaman daha ağır taşır yükü. Gidenlerin suskunluğu, kalanların vicdanına siner.”

 

Leyla, sandalyesine oturdu. Elini kalbinin üzerine koydu. “İnsan bazen bir yeri değil, bir insanı özler… o insanda kendini bulduğu için. Mert gittiğinde sadece onu kaybetmedik. Kendimizden bir parça daha eksildi.”

 

Berk cebinden eski bir fotoğraf çıkardı. Üzerinde yıllar öncesinden kalma bir gülümseme, aralarında hâlâ kopmamış bir bağ gibi duruyordu. Fotoğrafa bakarken dudakları kıpırdadı: “Ne çok şey sığdırmışız bir kareye… ama en çok da neyi unuttuğumuzu.”

 

Lidya, odanın ortasında ayakta kaldı. Ne oturabildi, ne gidebildi. Bir adım ileri atsa Mert’in yokluğuna basacak gibiydi. “Bazı insanlar gittiğinde değil, sustuğunda ölür. Mert bizden önce vazgeçmişti kendinden. Biz fark edemedik.”

 

Arven, başını eğdi. Deftere doğru uzandı ama sonra vazgeçti. “Yazmak… artık kolay değil. Çünkü her harf, Mert’in son nefesi gibi geliyor. Ve biz, kelimeleri yutkundukça biraz daha eksiliyoruz.”

 

Oda sessizliğe gömülmedi bu kez. Sessizlik bir duvar değil, bir geçit gibiydi. Herkesin içinde, Mert’in sesini yankılayan derin bir boşluk vardı. Ama artık bu boşluk bir kayıp değil; hatırlamak için bir neden olmuştu.

 

Lidya usulca yaklaştı masaya. Mert’in zamanında bıraktığı notları karıştırmaya başladı. Parmak uçlarıyla izlediği her satırda, sanki onun nefesini duymaya çalışıyordu. Ama nefes yoktu artık. Sadece geride kalan, yarım bırakılmış bir cümle vardı: “Bazen bir şeyin adını koyamazsın... çünkü o şey, eksikliğin olur.”

 

Leyla gözlerini kapattı. O cümle, odanın duvarlarına değil, doğrudan kalbine çarpmıştı. “Biz eksiliyoruz,” dedi fısıltıyla. “Ama eksildikçe biraz daha tamamlıyoruz birbirimizi.”

 

Berk, masanın köşesindeki kırık saate dokundu. Camı çatlamış, içindeki zaman durmuştu. “O gün bu saat durmuştu. Mert’in sustuğu anda. Belki de biz o an hepimiz durduk. Ama hâlâ yaşıyor gibi yapıyoruz.”

 

Arven başını kaldırdı, gözleri Lidya’nın gözlerine değdi. “Mert bize hiçbir zaman tam olarak veda etmedi. Belki de vedaları hep eksik kaldı. Ama bazı eksikler… tamamlanmaz. Sadece kabul edilir.”

 

Lidya, saate uzandı. Çatlağa parmağını koydu. “İçimizde kırılan ne varsa, zamanla değil… anlamla iyileşiyor.” Sesi titremedi. Artık ağlamıyordu. Ama gözleri hâlâ, içinden geçip gitmeyen bir acının izini taşıyordu.

 

Sonra herkes susmadı. Ama konuşmadı da. O an, her biri kendi sessizliğinde Mert’le yeniden karşılaştı. Onun en çok sustuğu yerden, en çok anlatamadığı hikâyeden bir parça buldular kendilerinde.

Ve bazen... bir insanı en iyi, yokluğunda tanırsın.

Arven kutuyu masaya geri koydu. Ellerinin titremesi geçmişin ağırlığından değil, gelecekten duyduğu belirsizliktendi. Gözleri hâlâ cihazın üzerindeydi. Küçücük bir kayıt cihazı... Ama içindeki ses, hepsini yerle bir edebilirdi.

 

Lidya yanına geldi. Gözleri, sanki o cihazı değil; geçmişte kaçırdığı bütün kelimeleri izliyordu. "Hazır mıyız?" diye sordu ama bu bir onay değil, içsel bir itiraftı. Çünkü hiçbir zaman hazır olunmazdı bazı sesleri yeniden duymaya.

 

Leyla koltuğa oturdu. Şeyda ayakta kaldı. Arven'in bakışları onların üzerinde gezindi. Sonra cihazın tuşuna uzandı ama parmakları havada asılı kaldı. Kalbinin içindeki ritim bir an durdu sanki. Derin bir nefes aldı, sonra geri çekildi.

 

"Lidya," dedi sessizce. "Sen bas. Bu sana ait."

 

Lidya, Arven’in gözlerine baktı. Sonra cihaza döndü. Başparmağı tuşa yaklaştı. Ama bir an durdu. “Bu sesi duyarsak, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” dedi.

 

Şeyda alçak bir sesle, “Zaten hiçbir şey eskisi gibi değil,” dedi. “Ve biz hâlâ sustuklarımızı taşımaya çalışıyoruz.”

 

Lidya gözlerini kapattı. Parmaklarını cihazın üzerinde gezdirdi. Sonra hafifçe bastı. Tıklayan tuşun sesi odada yankılandı. Sessizlikten bile daha derin bir boşluk çöktü.

 

Ve kayıt başladı. Mert’in sesi, zamanın içinden sızar gibi geldi:

 

“Eğer bu kaydı dinliyorsanız… ben artık yokum demektir.”

 

Oda nefesini tuttu. Herkesin gözleri büyüdü. Kalpler aynı ritimde atmadı o an. Kimisi sustuğuna, kimisi geç kaldığına yandı. Ama hiçbiri, o anın ağırlığını inkâr edemedi.

Ve Mert konuşmaya devam etti.

 

Leyla, kayıt cihazını eline aldığında ekranda bir dosya daha belirdi. Dosyanın adı farklıydı. "Son Ses – M."

Başta hiçbir şey demediler. Sadece birbirlerine baktılar. Gözlerin anlatamadığını bazen sessizlik üstlenirdi. Lidya, cihazı eline aldı. Baş parmağı oynadı, ama bastıramadı. Korktu. Çünkü bu kez Zemheri değil, Mert konuşacaktı. Ve bazı sesler yalnızca duyulmak için değil, içe saplanmak içindi.

 

Tuşa bastı. Ses titrek ve derindi. Mert’in sesiydi bu. Ama tanıdıkları hâlinden uzakta, daha yorgun, daha çıplak bir hâlde.

 

“Belki bu sesi kimse dinlemeyecek… ya da çok sonra duyulacak. Ama bir ses bırakmak istedim. Çünkü bazı cümleler, dudaklardan değil… içeriden çıkar. Ve ben bugüne kadar sadece dışımı konuştum, içimi hiç susturamadım.”

 

Lidya’nın parmakları titredi. Veyran gözlerini yere indirdi. Arven nefes bile almadan dinliyordu.

 

“Zemheri… beni en çok sustuklarımla yüzleştirdi. Onu dinlemekten çok… kendimden kaçtım. Ve bu defterin her sayfasında, bir parçam daha sessizliğe gömüldü. Ama bazen insan, ölmeden önce kendine mezar kazmaya başlar. Ben onu çoktan kazmıştım.”

 

Bir sessizlik oldu kayıtta. Uzun, derin bir nefesin izi vardı.

 

“Eğer bir gün ben olmazsam… bu ses kalsın. Çünkü ben anlatmaya cesaret edemedim. Ama en çok anlatmak istedim. Lidya… sana her şeyden çok içimi göstermek istedim. Ama kendi içimde bile yolumu kaybettim. Seni sevmenin ağırlığına yenildim. Sana yaklaşırken hep kendimden uzaklaştım. Belki en büyük hatam buydu. Kendime ulaşamadan sana yürümek…”

 

Lidya gözlerini kapattı. Gözyaşları akmadı ama içi darmadağın oldu. Çünkü bu ses, onu yıllardır susan bir kalple baş başa bırakıyordu.

 

“Beni affet demeyeceğim. Çünkü affedilmek değil… hatırlanmak istiyorum. Bu hikâyede en çok görünmeyen ben oldum. Ama yine de… her satıra seni gizledim. Her sustuğum an, sana bir şey anlatıyordu. Umarım duyarsın. Bir gün...”

 

Kayıt bitti. Ama o sessizlik… asla bitmedi.

Ve o an herkes anladı ki; bu ses, sadece Mert’in değil… kendi sustukları kalplerinin de sesiydi.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.07.2025 13:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...