
Bölümün ilk kısmı Derin Asu Aldinç ikinci kısmı ise Emir Karademir bakışından anlatılacaktır.
Derin Asu Aldinç
Soğuk bir hava tenimi esir aldı. Bedenim titredi ama en çok göğsüm üşüdü. Bu yatak, bu oda, bu an bana aitti. Rüzgarla dalgalanan perde ayaklarıma değdi. Bir örtü gibi bedenimi örtmesine arzuladım ama ince bir tül beni soğuktan koruyamazdı. Gözlerim odamın her bir karışında gezindi. Kapı aralandı ve babam girdi içeriye. O ana kadar doğrulacak gücüm yok sanıyordum. Yatağa yaklaştı ve pencereyi kapattı.
"Hava buz gibi Asu. Yine pencereyi açıp uyumuşsun." Yorganımı yavaşça üzerime örttü. "Hastalanacaksın sarı papatyam."
Masaya doğru yürüdü. Yerde duran okul çantamı eline aldı ve duvara asılı kağıttan programa uygun kitapları koymaya başladı.
"Çantanı bile hazırlamamışsın daha." Başını sağa sola salladı. "Her gün geç kalıyorsun Asu. Yakında sınavların başlayacak iyi çalışmalısın."
"Baba..."
Bana döndü. Gülümsedi. Yorgun yüzü her zaman bizim için parlardı. Beni severdi, çok severdi. Annemin küçük bir kopyasıydım. Bu yüzden daha bi severdi beni. Sarı papatyasıydım onun.
"Asu'm?"
Gözlerim yaşlarla buğulandı. Başımı eğdim. Göğsüm özlemle yandı.
"Bu gerçek değil." Dedim acı içinde. "Sen çoktan öldün."
Sözlerim gülümsemesini alıp götürdü. Bana derin bir hüzünle baktı. Aramızda yıllar vardı, belki bu yüzden bir adım bile gelemedi bana. Durdu öylece orada. Bir zamanlar kanlı canlı durduğu o zeminde. Sızlanmalarımı dinlerken bile gülümserdi. Elleri çalışmaktan yaralanırdı, geceleri sırt ağrıları uyutmazdı onu. Ama en çok göğsü acırdı. Onu öldüren de bu değil miydi zaten?
Yaşlar yüzümü ıslattı. Özlem, göğsümü patlatıp her bir parçasını bu odanın duvarlarına fırtacak gibiydi. Bu yüzden sığamadım o odaya, hatta bu bedene sığamadım. Sığamamak ne basit bir kelimeydi öyle! İnsan bu evrende bir zerre, nasıl sığamazdı?
"Özür dilerim." Ona gitmek istedim ama gidemedim. "Sana hiç teşekkür edemedim baba."
Sonra her şey kaynar bir suyun buharı gibi dağılmaya başladı. Dağıldı ve geriye karanlık kaldı. Gözlerim aralandı. Başka bir odada açtım gözlerimi. Açık pencereden içeri giren soğuk bedenimi buz kesmişti. Perde rüzgarla dalgalanıp ayaklarıma değiyordu. Gözlerimden akan birkaç damla yaş çoktan yastığı ıslatmıştı.
Babam yoktu.
Yalnızca birkaç dakika onun hala yaşadığı bir anda olmak derin bir acı hissettirdi. O anda kalamamak ve bir daha dönemeyeceğini bilmek.
Huzur bulmak için uyuduğum uyku bana daha derin bir acı getirmişti. Şimdi çektiğim ızdırabın içine büyük pişmanlıklar ve derin bir özlem eklenmişti.
Kapı birkaç kez tıklatıldı. Ağlamaktan şişen gözlerimi aralamak oldukça zordu. Bedenimin üzerinden bir kamyon geçmişte her bir kemiği kırılmış gibiydi. Kolumu kaldırmak bile acı veriyordu.
"Derin sana yiyecek bir şeyler getirdim kapıyı açar mısın lütfen?" Gökçe kapı kolunu birkaç kez indirip kaldırdı. Sesi endişeliydi. "Korkuyorum Derin, ne olur aç kapıyı."
Ağrıyan bedenimi büyük bir eforla doğrulttum. Kapıya gidene kadar her adımım da yere düşeceğimi sandım. Gözlerime inen karartı bir süre gitmedi. Kapıya yaslanıp baş dönmesi ve karartının geçmesini bekledim. Organlarım birbiri ile yer değiştiriyormuşçasına garip bir his gezindi içimde.
"Yalnız mısın?"
"Yalnızım Derin, sadece ben gireceğim tamam mı? Aç hadi kapıyı."
Gökçe'nin bu kapıya kaçıncı gelişiydi saymamıştım ama iki gün içinde oldukça sık geldiğini söyleyebilirdim. Belki her seferinde sesimi duymasaydı kapıyı çoktan kırıp geçmişlerdi ama yaşadığımı belli ederek yalnız kalmayı başarmıştım.
Anahtarı çevirip yatağa döndüm. Yumuşak zeminle buluşan bedenim uzun bir koşudan gelmişçesine yorgundu. Gözlerim ellerinde tepsi ile bana yaklaşan Gökçe'deydi. Tepsiyi masaya bırakıp yanıma oturdu. Bu bitik halime gözleri hemen doldu. Elini koluma atıp sıvazladı.
"Bir şeyler yemelisin Derin. Hiç iyi görünmüyorsun."
"Açlık hissimi kaybettim. Bir midem yokmuş gibi hissediyorum."
"Hastalanacaksın."
Alaylı bir gülüş dudaklarımı kapladı. Bu gülümseme bile beni yordu. "Uyumak istiyorum Gökçe. Merak ettiğin için içeri gelmene izin verdim ama senden başka kimsenin girmesini istemiyorum. Kapıyı kilitleyecek mecalim yok bu yüzden kimseyi alma içeri olur mu?"
Arkamı dönüp gözlerimi yumdum. Elleri bir süre daha kolumun üzerinde kaldı. Ardından yavaşça kalkıp odadan çıktı. Hemen uykuya dalabilecek kadar yorgun hissedip aynı zamanda uyuyamayacak kadar düşüncelerin gürültüsü altındaydım. Babamın beni ziyaret edeceği bir uyku için pek çok şeyi feda edebilirdim. Bu kez öldüğünü unuttuğum bir rüya olmalıydı, derin bir uykudayken bile onun ölümünü hatırlamamalıydım.
Uykuya ve güzel rüyalara duyduğum arzuya rağmen uyuyamadım. Kapı bir kez daha açıldı. Bu öyle bir tanıdıklıktı ki görmediğim halde bana doğru gelen adım seslerinden gelenin Emir olduğunu anladım. Gözlerimi yumdum, uyuduğumu düşünüp gitmesi için ama o önce camı kapattı sonra üzerimi örtüp yatağa oturdu. Kalbim ait olduğu adamın gelişi ile ritmini bozdu.
"Uyumadığını biliyorum."
Gözlerimi araladım. Ona bakmadım.
"Seni görmek istemiyorum."
Beni görmeni istemiyorum.
"Önemli değil, yine de gitmeyeceğim."
Sözleri beni yerimden doğrulttu. Sırtımı yatağın başlığına yasladım. En az benim kadar yorgun duran yüzüne baktım. Ona bir daha bakmamaya kararlıydım oysa ama sözleri beni yine gözleri ile karşı karşıya getirmişti. Bu yüze bakmamak, Ela gözlerinin sıcaklığı ile ısınmamak için aptal olmak gerekirdi.
"Seni durmadan itmeme rağmen nasıl hala yanımda olabiliyorsun?" Sözlerimde öfke yoktu. Çaresizdim, benim için kimse böyle mücadele etmemişti. Aklım, kalbim ve bildiğim her şey buna hayretle bakıyordu. "Bunu neden yapıyorsun Emir?"
"Seni seviyorum." Dedi hiç duraksamadan, başka kelimelerin ardına sığınmadan. "Beni bilirsin...Kaşların çatıkta olsa gözlerinin yumuşak olduğunu görürüm, nefesin düzenli olsa da kalbinin hızlandığını bilirim Asu. İtsen de kalmak istediğini, o mektup yüzünden..." Gözleri kısa bir an kapanıp açıldı. "Benden nefret etmen gerektiğini düşünmene rağmen etmediğini biliyorum Asu. Durmadan kalbinle savaştığını görmediğimi mi sanıyorsun?"
Yaşaran gözlerimle birlikte eli yüzüme uzandı. Akan yaşları hafifçe sildi. Dağılan saçlarımı düzeltti. Parmaklarının arasında tuttuğu sarı tutamları bir bir kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu işi uzatmayı amaçlıyor gibiydi, her bir tutamı okşayarak nazikçe kaldırıyordu. Bu şefkati ağlamamı şiddetlendirdi.
"Her şeyi berbat ettim."
Sesim hiç olmadığı kadar güçsüz çıkmıştı. Alnını alnıma yasladı, eli hala yanağımdaydı.
"Senin suçun yok Asu." Nefesini dudaklarıma verdi. "Bize bırakılanların bir yansımasıyız sadece."
"Aklımız bize düşman."
"Öyle."
Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Şehvetten uzak saf özlemle öptü beni. Önce dudaklarımda söndürdü özlemini sonra yaşlarla ıslanan yanağımı, çenemi, burnumu, gözlerimi öptü. Yüzümde dudaklarının değmediği bir yer kalmasın istedi.
"Ben de." İki eli yüzümü avuçlamışken ne dediğimi anlamadan gözlerime baktı. "Ben de seni seviyorum Emir." Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarında. "Bunu söylemek için çok geç kaldım değil mi?"
"Sözlerin biraz gecikti." Gülümsemesi genişledi. "Gözlerin çoktan söylemişti ama."
"Peki ben..." sertçe yutkundum. "Ne yapacağım şimdi?"
"Halledeceğiz tamam mı?" Tedirgince yüzüne bakmaya devam etmem kaşlarını çatmasına neden oldu. "Asu güven bana."
"Korkuyorum." Titrek bir nefes aldım. "Gerçekle yalanı nasıl ayırt edeceğim ben?"
Beni kendine çekti. Onun geniş omzu altında ufak bedenim küçüldükçe küçüldü. Kolları sarıp sarmaladı bedenimi.
"Böyle sığınacaksın bana. Tüm bunların anlamı kalmayacak ama ben her zaman kulağına fısıldayacığım gerçekleri. Ve aklın sana düşman olsa da kalbin daima ait olduğu adama inanacak."
***
Emir Karademir
4 Gün Önce
Ruhuma saplanıp duran bıçak darbeleri gibi yağmur damlaları da cama çarpıyordu. Şiddetliydi ama şüphe yoktu ki benim bıçak darbelerim kadar değildi. Damlalar camın üzerine çarpar ve kayıp giderdi ama bıçaklar öyle miydi? Acıtır, kanatır ve hatta yeterince derine indiğinde öldürürdü. En iyi ihtimalle onca acıdan sonra derin izler bırakırdı geriye. Hırpalanmış, onlarca yara almış bir ruhun sahipliğini yapardı bedenin.
Denildiği gibi; yara artık acımasa da, acır yara yeri.
Bıçakların çekip gidecek, kanlar duracak, yaralar kapanacak Asu. Ama söyle bana! Kendi ellerinle beni attığın o yangın için nasıl göz yaşı dökersin? Göz yaşların nasıl alevlerden daha fazla yakar canımı?
Asu.
Gel de sustur şu aklımı.
Deliriyorum.
Hiçbir ayrıntıyı düşünmüyorum ben. Detayları önemsemiyorum. Asu, en başından düşünüp durmuyorum. İnan bana. Değişmesini arzuladığım hiçbir şey yok. Bu hikayeyi bilseydim, her anını, her sebebi bilseydim dahi seni yine yaşamayı tercih ederdim. Deliriyorum ben ama detaylar yüzünden değil, kalbim sana öfkeli olmayı kabullenemiyor.
Yağmurun sesi düşüncelerimi susturmayı başaramadı ama telefonumun sesi beni bu işkenceden kurtardı. Koltuğa gelişi güzel attığım telefonu yanıtlayıp kulağıma yasladım. Gözlerim cama çarpmaya devam eden yağmur damlalarındaydı.
"Haber var mı?"
"Kuzey ve Bora tutuksuz yargılanacaklar. Öğleden sonra çıkarlar muhtemelen." Avcı burnunu sertçe çekti. "Ama amcanın baband-"
"Çağdaş Karademir." Diye sertçe düzelttim.
Sesini temizledi. "Amcanın Çağdaş Karademir'den farklı yargılanacağını sanmıyorum." Arabaya bindiğini anlayacağım bir kapı sesi geldi. "Ona da söyleyebilirdin Emir ama operasyon olacağını bile bile masaya gitmesine izin verdin. Bu adam senin tarafında değil miydi amına koyayım?"
"Amcam korkaklığının bedelini ödeyecek. Kız kardeşini korumak bir tarafa intikamını almak için bile yeğeninin büyümesi mi gerekiyordu?" Beni gömeyeceğini bile bile başımı sağa sola salladım. Koltuğa oturup bir sigara yakarken telefonu hoparlöre verip başımı arkaya yasladım. "O eve gitmeseydim bana hiç gerçekleri söylemeyecekti."
"Yine de ne bileyim işte o olmasaydı masaya oturamazdık sonuçta."
"Suçluluk hissediyorsan Avcı.." sigaramdan derin bir nefes çektim. "Her şeyin benim sorumluluğumda olduğunu bil. Amcamın uzaktan bizi seyrettiği gibi onu seyretmek istedim. Belki yıllar sonra, aynı onun gibi ufak yardımlarım dokunur...Kim bilir?"
Avcı bir şey demedi. Arabayı çalıştırıp yola koyuldu muhtemelen. Bir süre sessiz kaldık. Yağmur sesi yine düşüncelerime eşlik etti. Sigaramı bitirip söndürdüm.
"Kuzey ile Bora'yı sen mi alırsın?"
"Çok fazla kamera olacak." Sıkıntı ile yüzümü sıvazladım. "Sikik sikik sorular soracaklar."
"O kadarını bekliyorduk zaten." Korna sesi araya girdi. "Birilerini gönderirdim ama Kuzey'in öfkelenip sorun çıkarmasından, ha bir de Bora'nın boş boğazlığından tedirginim. Yargı sürecinde dikkatli olmak gerekiyor başlarında olsan daha iyi olur Emir."
"Halledeceğim." Gözlerim telefona kaydı, yerimde dikleştim. "Peki ya Asu?"
"Evden çıkmadı hiç."
Sancılı bir his gezindi her hücremde. "İyi mi?"
"Bilmiyorum...Emir onunla-"
"Onunla olanlar bizim aramızda Avcı. Yorum yapma."
"Nasıl dersen." Diyerek pes etti. "Bir gelişme olursa haber veririm."
"Tamam."
Geriye yine sessizlik kaldı. Gözlerimi kapatıp koltuğa yaslandığım sırada zil sesini duydum. Kimseyi beklemeyişim kaşlarımı çatmama neden oldu. Dış kapıya varana kadar pek çok ihtimal vardı aklımda ama gelen bu ihtimallerden biri değildi.
"Umarım seni rahatsız etmemişimdir Karademir."
"İstihbaratçı olduğun için seni gebertmeyeceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun."
Alayla güldü. Onu ve Asu'yu yan yana düşündüğüm her saniye başka bir ölüm şekli canlandırıyordu gözlerimde. O ana kadar bu kadar vahşeti içimde barındırdığımdan habersizdim.
Asu bana sevginin de korkunç yanları olabileceğini öğretmişti. Nitekim dünyaları önüne sereceğim kadın için dünyaları yakabilirdim. Bu, şüphesiz çok tehlikeli hislerdi.
"Sen zeki olansın, on adım sonrasını düşünmeden beni öldürmezsin. Onuncu adıma kalmadan bundan vazgeçersin. Fevrilik senin kitabında yok Emir...Seni bu kısacık zamanda bile tanımışım öyle değil mi?"
"Bize en yabancı olanların, bir zamanlar çok iyi tanıdıklarımız olduğunu hayat daha öğretmedi mi sana?"
"Emir Karademir." Dedi kendinden emin bir sesle. "Beni içeri al, konuşmamız gerekiyor."
Kapıyı kapatmak için yaptığım baskıya zıt bir baskı ile tuttu kolu. "Kapına kadar geldim. Bir düşün neden diye. Sence bu olanlardan sonra öylesine gelir miydim buraya?"
"Bugün ölmeyi arzuluyorsan birkaç kat daha çık ve aşağı atla, daha acısız olacağına eminim."
"Konu Asu."
Yüzüne baktım. Her zamanki sinir bozucu gülümsemesi yoktu. O gülümseme Ezra Kulaç için yarattığı adama mı aitti yoksa gerçekten kapıma gelecek kadar önemli bir şey mi vardı?
Geri bir adım attım. İçeri girebileceği o boşluğu duraksamadan geçti. Yaşanabilecek olası sekiz ayrı senaryo tüm detayları ile aklımda sıralandı. Hamleler, sözler, kırılacak eşyalar, ölecek olan adam ve yağmur damlaları gibi akıp gitmeyecek olan kanın, camın hangi kısmına sıçrayacağına kadar detaylandırdı aklım. Yalnızca birinde kan bana aitti. Sekize bir ihtimalle ölen ben olurdum. Yedi ihtimalin yedisinde ölmesi bile tatmin edici değildi.
Asu ile aralarında hiçbir şey yok.
Ama...
Ama onun gözlerinin bile değmesini istemiyordun Emir. İhsan Kulaç'ın yeğeni olduğu için sanmıştın oysa bu yüzden değilmiş. Ona değen gözleri bir kez gördün fakat farklıydı işte biliyorsun. Neden Asu diyor ona? Kaç kez bakmasını istemediğin gözleri ile baktı Asu'ya? Neler geçti aklından?
"Asu'nun-"
"Ona bir daha Asu dersen yemin ederim seni öldürürüm."
Şaşkınlığını gizleyemedi. Yüzüme bakakaldığı o birkaç saniyenin ardından hızlıca toparlandı. Elini ceketinin iç cebine götürüp iki ayrı kağıt çıkardı. Bana uzatmadan önce ciddiyetle yüzüme baktı.
"Benden nefret ettiğin kadar senden nefret ettiğimi bil. Buradayım çünkü onu önemsiyorum, bunun için beni öldürecek misin? Yapabileceklerini göze alarak geldim."
Uzattığı kâğıtları almadan yüzüne bakmaya devam ettim. Her bir kelimenin beni daha fazla kışkırttığından habersizdi ama yine de bir daha Asu demeyecek kadar temkinli davrandı.
"Onun yıllarca tedavi aldığını biliyor muydun? Annesi babanla evlenip ailesini terk ettikten bir süre sonra geçirdiği yoğun panik ataklar sebebiyle." Kağıtları almayacağımı anladığında orta sehpanın üzerine sertçe koyup doğruldu. "Babasının ölümünden bir süre sonra bile terapiye devam etmiş ama sonra muhtemelen maddi yetersizlikle bırakmış." Çenesi ile masayı işaret etti. "Lale'nin intihar mektubu ve Asu'nun Karademir'ler için verdiği ifade."
Sözleri artık aklımda durmadan planladığım ölümlere ara verdirdi. Eğilip yavaşça kâğıtları elime aldım. İfadeyi açmak, benim için yazabileceği şeyleri okumak istemedim. Yine de gözlerim tüm kelimelerde gezdi. Hemen ardından onun el yazısına indi bakışlarım. İnci gibi dizilen her harf, eğik ve ince çizgiler.
Göğsüm daraldı ama bu bir panik atak değildi. Daha da kötüsüydü.
"Doktorunu bulup görüştüm."
Şimşekler çaktı. Bunun dışarıdan gelip gelmediğini ayırt edemedim. Gözlerimin önünde yanıp sönen kör edici ışıklar, kafamın içinde yankılanan korkunç gürültü gerçek miydi anlayamadım.
İntihar mektubunu açtım.
Yazılar aynıydı.
Yazılar aynıydı.
Yazılar aynıydı.
"İleri düzey paranoid bozukluk."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 84.7k Okunma |
4.58k Oy |
0 Takip |
85 Bölümlü Kitap |