
Canavar Rehberi / Kızıl Göz
Giriş
Ben küçük adam kızıl göz. Büyük adamlardan daha çok gördüğüm bu diyarın, canavar rehberini yazıyorum. Bu kitabın yalnızca dört kopyası olacak. Ve her kopya krallıklara teslim edilecek.
Yazılanlar seni korkutabilir okuyucu fakat kızıl göz yalan söylemez. Canavarlar gerçektir ve annelerin anlattığı masallardan farklıdır. Çoğu zaman bir kurtarıcı olmaz okuyucu, kaçman gerekir. Bu yüzden küçük olmak, her zaman kötü değildir.
Bu diyarı görmek istersen eğer canavar rehberini okuduğuna emin ol. Çoğu zaman bir canavarı öldürmek bir kılıçla olmaz okuyucu. Aklın güçten üstün olduğunu söylemişti üstad Ala, yanılmadığına emin ol.
Ceplerinde her zaman bir tutam kutkur tozu bulundur, çoğunun bundan hoşlanmadığına eminim. Başın derde girerse en yakındaki göle atla, ıslanmaktan da pek hoşlanmazlar. Ama uyarmalıyım ki göllerde tamamiyle güvenli değildir.
Canavar rehberi sana rehber olacak okuyucu. Unutma bu kitap sadece sorunları değil çözümleri de anlatır.
Gölge
Altın Orman- Sarmaşık Sınırı
Gölgelerim yakın mesafede Sartos'tan kimsenin olmadığını fısıldasa da birbirine çarpıp duran zırhların sesini işitiyordum. Düzensiz adımları, boğuk kahkahalarını duyuyordum. Tarantın ağır kokusu genzimi yakıyordu. Bir karandil insanların konuşamadıklarıyla konuştuğu için karandildir aslında. Fakat ben Gölge Karandil bunun ötesindeydim. Bir Vilos kadar iyi duyuyordum. O garip ufak yaratıkların savaşlarda kimin yanında olacağı önemliydi. Ve Rika'lar kadar iyi koku alıyordum. Hatta bir keresinde bir Rika'dan daha önce gömülmüş erzakları bulduğum olmuştu.
Üstad Ala karandillerin iyi koku alma ve duyma yetenekleri hakkında hiç yazmamıştı. Karandilleri ondan daha iyi tanıyan yoktu, eh en azından bir karandil kadar diyebilirdim. Uzun ömrümde gördüğüm tüm karandiller ve Bayan Karga'nın endişesiz yürüyüşüne bakılacak olursa o da dahil olmak üzere iyi duyan ve koku alan yalnızca bendim.
"Sarmaşığa inmek için dolanmamız mı gerekiyor? Yoksa yamaçtan inebilir misin?"
Bayan karga Altın ağaçların ardına çıktı. Orman artık gerideydi ve yamaç bir zamanlar altından geçen sulardan geriye yalnızca koca siyah taşlar bırakmıştı. Yukarıdan bakılınca eğimi fark etmek imkansız gibiydi, yükseklik baş döndürücü olabilirdi. Taşlar kaygan görünüyordu fakat çıkıntılar tutunmak için yeterli olabilirdi.
"Dolanmak için vaktimiz yok. Ölüleri bulduklarında ormanı aramaları çok sürmez. Yamaçtan inmeliyiz Bayan Karga."
Omuz silkti. "Tırmanmaktan daha kolay olacağı kesin." Bileklerine doladığı bez parçalarını açıp ellerine sarmaya başladı. "Taşlar çok keskin. Ellerini sar."
Kıyafetlerimden kopardığım birkaç parça bezi gelişigüzel ellerime sardım. Kılıcımın yuvasını kontrol ettim. Lata başını cebimden çıkarmış endişe ile bana bakıyordu.
"Merak etme dostum düşmeyeceğim." Çıkardığı seslere gülümsedim. Başını okşadım. "Elbette benim için korkmuyorsun bunu ima etmedim."
"Bir gelincikle mi konuşuyorsun? Sana cevap veriyor mu yoksa kafandan uyduruyor musun?"
"Bayan karga, bir karga karandil olup gelincikle konuşmama nasıl inanmazsınız?"
"Çünkü gölgelerle konuşuyorsun. Aynı anda her ikisi olamazsın."
Lata'yı cebime koyup tebessüm ettim. "Bu Lata ile aramızda."
Yamaca doğru adımını ilk atan ben oldum. Dikkatli attığım adımlara rağmen bastığım çıkıntılar kırılıp boşluğa düştü. Taşlar aldatıcıydı. Ellerini sağlam koyduğun bir zeminde ayakların sağlam koyamayabiliyordun. Ve her ikisininde sağlam olmayacağı bir an olursa, kimsenin parçalarını bulamayacağı korkunç bir ölüm demekti. Hayvanların bile sarmaşık sınırına gelmeyeceği düşünülürse, parçalarından birinin faydalanması da pek olası değildi. Bu durumda yalnızca çürür ve geriye kemiklerini bırakırdın.
Aşağı bakmak aptallık olurdu bu yüzden gözlerim yalnızca bir sonraki çıkıntıdaydı. Bayan Karga benden daha rahattı ve bu yamacın her bir karışını biliyor gibi emin adımlarla iniyordu. Ondan önce başlamış olmama rağmen neredeyse benimle aynı hizaya gelecek kadar hızlıydı.
Lata ara sıra başını cebimden çıkarıp endişe ile yere bakıyor sonra tekrar cebime giriyordu. Bu inişin korkunçluğunun yanısıra Sartos askerlerinin seslerini daha yakından duyuyordum. Ölüleri bulmuş olmalılardı. Kaçtığımızı anlamaları çok uzun sürmezdi. Önemli olan yamaçtan inmiş olmaktı, ardımızdan sarmaşığa girecek kadar delirmediklerini emindim. Fakat sesler Bayan karganın bile duyacağı kadar yakınlaştı.
“Onları duyuyor musun?” Endişe ile bana baktı. “Lanet olsun! Hızlanmalıyız.”
Aramızda çok az bir mesafe vardı. Karga adımlarını hızlandırdı fakat endişe yanlış bir çıkıntı ile ayağının boşluğa gelmesine neden oldu. Bedeni bir anda kaydı ve istemsizce attığı çığlık yamaçta yankılandı. Diğer ayağı ile dengelemeye çalıştığı ağırlığı elinin de kayması ile bozuldu. Bedeni benim hızama kadar kaydığında onu bileğinden tuttum hızlıca.
“Sakin olmalısınız.” Derken parmaklarımı sıkılaştırıp bedenini yukarı çektim. “Hızlanmak onlara zahmet vermeden ölmek demek. Bayan Karga yamaçtan inmek isteseler dahi öndeyiz. Onlar yetişmeden sarmaşığa gidebiliriz.”
Bacaklarını dağın taşlarına vurarak sabit bir nokta aradıktan hemen sonra elleri ile çıkıntılara tutundu.
“Onlarla hiç tanışmadığın çok belli.” İniş esnasında taşlara çarpan koluna bakarak yüzünü buruşturdu. Yırtılmış kıyafetlerinin altından sızan kan gözümü aldı. “Bizi gördükleri an bu yamaçtan sağ inmemize izin vermezler.”
Sesler yaklaştığında ikimizde yukarı baktık. Birkaç adım sesi ile birlikte onlarca adam yamacın sınırında göründü. Başlarında duran, diğerlerinden nispeten daha iri olan kafasında ki zırhı çıkardı. Tarantın döktüğü saçları ve çürümüş yüzü bana hiç yabancı değildi. Onu hatırlıyordum. Hartek’in sağ koluydu. Kızıl Nehir’de ellerinde tuttuğu bıçağı ve akıttığı kana sunulan elmasları da hatırlıyordum. O, Tanrının seçilmiş insanlarından değildi. Bu uzun ömrün tek nedeni Prenses Laçin’in lanetiydi.
Bundan 100 yıl önce, Altın Orman hala ışıltısıyla tüm diyarı yaşatırken, Sartos’un Kral’ı Hartek Altın ormanı görmek için uzun bir seyahate çıktı. Rübaya topraklarının verimi ve zenginliğini kendi gözleriyle görmek içinde yatan kıskançlığı gün yüzüne çıkardı. Sartos’un toprakları verimsizdi. Çoğu taştan ve dağlardan ibaretti. Yaşamak için Rübaya’ya muhtaç olmak Hartek’in gururunu incitti. Fakat diyar bir düzen içinde işliyordu, her toprağın zenginliği bir diğerinin ihtiyacı doğrultusundaydı. Sartos devamlı sert ve soğuk bir iklimle cebelleşirken Rübaya çoğunlukla baharı yaşardı. Ve bu zıtlıkların adaletsiz olduğuna inanıyordu.
Çok öncelerden o güne ve dahi bugüne kadar gelen hikayelerden birinde Iduğ’un gücünün zayıfladığı ve Şeytanların en küçüğü kayara’nın beş karanlık ruhu doğurduğu söylenirdi. Kayara, beş karanlık ruhu sisli dağa gönderdi. Iduğ’un dünyada ki elçileri gibi onun da elçileri olacaktı. Onların her birine bir yetenek verdi. Biri yalnızca görürdü, biri duyar, biri konuşur, biri bilir ve biri öldürürdü.
Beş karanlık ruh Kayara’nın emri ile derin denizin bir yanını kızıl bir nehire çevirdi. Kış prenseslerinin kanına elmaslar sunan bir nehire. Sonra konuşan fısıltıları yaydı. Ve bu Hartek’in kulağına kadar gitti.
Altın oramana olan ziyareti kanlı bir amaca dönüştü. Kış prensesleri Hartek’in tutsaklığında kızıl nehire kadar sürüklendi. Her birinin kanları nehre akıtıldı. Nehir kızıla boyandıkça elmaslar onları buldu.
Fakat büyüleyici olan yalnızca elmaslar değildi. Kış prenseslerinin güzelliği tüm diyarda bilinirdi. Hartek hepsinden geriye yalnızca birini sağ bıraktı. Karanlık ruhları da karşısına alarak Prenses Laçin’i eşi olarak Sartos’a götürdü.
Ardından diyar gün be gün öldü. Her şey kurudu ve Altın orman ışığını kaybetti. Od baş gösterdi. Prenses Laçin, Hartek’in zulmüne dayanamadı ve hayatına son verdi. Son kış prensesi de gözlerini yumduğunda Hartek ve sağ kolu Asral çürümüş bir et parçası olarak ölümsüzlükle cezalandırıldı. Sartos Lanetlendi. Onlar ve soylarından gelen herkes bu lanetin pençesinde kaldı.
Geçen yılların ardından o katliamın içinde bir prensesin nehirde kaybolduğu söylendi. Bu bir umudun yalanı olabilirdi. Kimi Prenses Laçin’in Hartek’e tutsak olmadan önce hamile olduğunu ve son prensesi kurtarmak için bebeğini derin denizlere bıraktığını söyledi. Hikayeler dilden dile dolaştı ve kimi için yalnızca bir hikaye kimi içinse bir kehanet olarak kaldı.
Asral, bu çürümüş bedenini kurtarabilmek için her şeyi yapabilirdi. Nitekim bir katliamın öncüsü iki karandili öldürmekten zerre şüphe duymazdı.
“Siz leş karandillerin ne de uzun bir ömrü varmış!”
Sesi yamaçta yankılandı. Bir insan sesinden uzak, ölüme yakın fakat öldürecek kadar vahşi bir sesti. Bayan karganın göğsü endişe ile inip kalkmaya başladı. Askerler Asral’ın emri ile oklarını hazırladı ve bize doğru nişan aldılar.
Iskalanmamış her ok saniyeler içinde bedenimize saplanacak ve daha kalbimiz durmadan bedenimiz taşlarla buluşup paramparça olacaktı.
Gözlerimi kapattım.
“Hikaran kuyura”*
Gölgelerim üzerimize bir kalkan gibi sarındığında atılan her ok çarpıp boşluğa düştü.
Bayan Karga şaşkınlık ve dehşetle bana baktı. “Sen kehanetlerin dili ile mi konuştun?”
“Vaktimiz yok bir an önce inmeliyiz. Gölgeleri çok fazla tutamam.”
Karga duraksamadan yamaçtan inmeye başladı. Asral ve adamları öfkeyle okları atmaya devam etti. Gölgeleri orada tutmak için gücümü yitirdiğim her an fısıldamaya devam ettim. “Hikaran kuyura.”
Sardığımız bezleri açıp avuçlarımızı kesen keskin taşlar son bulduğunda burnumdan ağzıma doğru akan kanı kolumla sildim. Ayaklarımız sonunda zeminle buluştu ve duraksamadan sarmaşığa doğru koştuk. Gölgelerimi bir süre daha üzerimizde tuttum.
Devasa ağaçların arasından içeri girdiğimiz an yamaç ve Asral kayboldu. Dizlerim üzerinde yere düştüm. Ellerimi yere yaslayıp nefes alamak için çabaladım. Burnumdan akmaya devam eden kan damlaları toprağı ıslattı. Başıma giren keskin ağrı ve ciğerlerimi yakan nefesler yüzünden bir süre öylece durdum. Lata’nın endişeli sesi beni doğrulmaya zorladı.
“İyiyim dostum.” Dedim zorlukla. “Endişelenme.”
Bayan Karga ile göz göze geldiğimizde yamaçtaki dehşetinden hiçbir şey eksilmemişti.
Kanlı yüzüme ve ellerime baktı.
“Sen gölgelerle konuşmuyorsun…Onlara hükmediyorsun.”
“Uzun zamandır yaşıyorum Bayan Karga. Yalnızca güçlerim üzerinde biraz pratik yaptım.”
“Kehanetin diliyle konuştun! Bana sıradan bir karandil olduğunu söyleme sakın.”
“Ben sıradan bir karandilim.” Yerden destek alarak ayağa kalktım. “Bayan karga yalnızca birkaç kelime öğrendim. Görmediniz mi? Bunu biraz daha yapsam ölürdüm herhalde.”
Kısa boyuna rağmen bana yaklaşıp meydan okuyarak gözlerime baktı. “Seni sarmaşıktan geçireceğim ve sen de beni Sartostan. Sonra ikimiz de kendi yolumuza bakarız.”
Arkasını dönüp sarmaşıklarla kaplı yolu yürümeye başladığında gülümsedim. “Yolu biliyorsunuz öyle değil mi?”
Alayıma karşılık omzunun üzerinden bana baktı. “Bu senin eğlendiğin son anlar olabilir.”
Ona yetişmek için hızlandım. Yüzümde ki kalan kanı kolumla silmeye devam ederken gözlerim Sarmaşığın devasa dallarındaydı.
“O ne demek Bayan Karga?”
“Sarmaşığın seni delirtmesine hazır ol. Buradan çıkış giriş kadar kolay değildir.” Gözlerini bana dikti. “Hükmettiğin gölgelerin bile aklına yapılacak olan eziyetten seni koruyamayacak. Umalımda kabusların mücadele edebileceğimiz türden olsun.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |