Sona Askerova
sonyammm

Sırtınızı yaslayın ve anın tadını çıkarın

Arkadaşlar bu kitabımın en güzel bölümlerinden. Lütfen emeğe saygı duyun ve sonuna kadar okuyun.

 

Takatten düşmüş ayaklarımı haraket ettirmeye ve ayağa kalkmaya çalıştım. Ayaklarımın üstüne bastığımda belimdeki yaraların ağrısı sanki yeniden oluşmuşcasına ağrımaya başlamıştı. Ellerim kirli zemine dokunmaktaktan çamura bulanmış ve o çamur cildimde kurumuştu. Saçlarım çok pisti. Üstümde ısınmak için kullanabileceğim bir gömleğim bile yoktu. Sadece pantalondaydım. Ayaklarımda ki ayakkabıları çıkarmış çoraplarımla duruyordum. Çoraplarım beyaz ve temiz iken şimdi kir yüzünden siyaha boyanmış gibiydi. Eminim ki aynı görüntü beyaz saçlarım içinde geçerliydi.

 

Ayağa kalktım ve demirlikleri bulmaya çalıştım. Yavaş yavaş öne doğru adımlarken ellerimle demirlikleri arıyordum. Gözlerim bu karanlıklar içinde görmüyor gibiydi. Sonunda demirliklere dokunduğumda sımsıkı tutundum. Sanki birisi gelip bu demirliklerden beni kurtaracaktı. Demirler buz gibi soğuktu. Ellerim de sıcak değildi ancak, tutunduğumda azıcık bile olsa sıcaklık isteyen vücudumu tir tir estirdi. Ama demirlikleri bırakmak istemiyordum. Demirliklere dokunmak içimde solup ölen umutlarımı yeşertiyordu. Daha fazla tutunmak, ellerimin arasındaki bu demirlikleri kırıp, parçalamak istiyordum. Özgürlükle benim aramda duran bir engel gibiydi. İstemsizce ağladım, sessiz değildi bu seferki gözyaşlarım. Acılı bağırışlarımda eşlik ediyordu, yaşadığım bahtsızlığıma. Artık kendini güçlü tutmana gerek yok Wild. Ağla! Diye emrediyordu ruhum bedenime. Bedenim ise uzun süredir kafeste duran vahşi bir kurt gibi özgür gibiydi. Sınırsız, öfkeli, kırgındım. Sanki vücudum kendini bana isbat etmek istiyordu. Gözyaşlarımı küçük bir çocuk gibi ellerim ve kollarım ile siliyordum. Yere yığıldım, hala demirliklere tutunurken. Başımı demirliklere yasladım ve ağlamaya devam ettim.

 

Bir süre sonra sessizleşmiştim. Artık o özgür kurt, kimsesiz bir çölde olduğunu anlamıştı. Değer verdiği bütün herşey elinden alınmıştı ve yaşaması için elinde hiçbir şeyi kalmamıştı. Gözyaşlarım durdu, acılı haykırışlarım sustu. Şimdi ise işaret parmağımla demirliklerden birini nazik dokunuşlarla düşüncesizce inceliyordum. O an, o saniyelerde, düşüncelerim susmuş, hepsi beni terketmişti sonunda. Aklımı mı yitiriyordum? Umarım aklımı yitirmem! Aphridayı unutmak istemiyorum. Yaşamım boyunca çoğu canlıdan iyi yaşasamda, şimdi Aphridasız yapamam ve bana verilen bütün o lütufların hiçbir değeri olmaz. Ölmek istemiyorum! Daha Aphridayla yaşayacak güzel günlerim var. Bu pis zindanda ölmek istemiyorum! Prens yada kral olduğum zamanlarda hiç bir elfi yada insanı ne idam ettirdim, nede zindana attırdım. Herbir canlının yaşamına saygı duydum. Ama Zeyphrus ve Zarivora zindanlarımın ilk esirleri olacaklar.

 

Yavaş yavaş düşünceler beynimi sarmalarken, adım sesleri duydum. Gözlerim kapalıydı. Birden fazla kişinin ayak seslerini duyuyordum, yanıma geliyordular. Adım sesleri giderek yaklaşıyor, güçleniyordu. Sonunda sesler yanıma yaklaştığında durmuştu ve meşale ışıklarının gözlerimin kapalı olmasına rağmen heryeri aydınlattığını fark ediyordum. Gözlerimi yavaşça açıp, o kişilere baktığımda zırhlı bir kaç kişi ve Zeyphrus vardı. Zeyphrus cebinden anahtarı çıkarıp, parmaklıkların kilidini açıyordu. Yanında olan gardiyanlar ise kapı açıldığında yanıma geldi. Beni bir cesedi sürükler gibi kollarının arasına alıp sessizce, sürükleyerek götürdüler.

 

Yine beni nereye götürüyordular? Öldüreceklermiydi? Eğer öldürselerdi, bu kadar zaman beni zindanda bekletmezdiler. Özgür mü bırakacaklardı? Hayır buda mümkün değil. Öyle bir fikirleri asla olmaz. Sonuçta herşeyi biliyorum artık. Ayrıca aynı kişiler ağabeyimi ve kral Aldarini öldürdüler.

 

Gardiyanlar ileride duran Zeyphrusun ve bir kaç gardiyanın arkasından geliyor, beni de kollarının altında götürüyordular. Taş merdivenleride yukarı çıktıktan sonra Zephrusun tahta kapıyı açmasıyla beraber aylardır karanlığı gören gözlerim işığın parlaklığı yüzünden kamaşmıştı. Yine aynı salona gelmiştik. Zarivora tahtında oturmuş beni gülerek izliyordu. Onun yüzüne bile bakmak istemiyordum. Ona bakmak, öfkemi yeniden alevlendirecekti ve benim şuan en son ihtiyacım olacak şey öfkedir. Yine aynı kadınlar Zarivoranın yanındaki tahtlarda oturmuşdular. Onların yüzünde ki hala o soğuk ciddiyet kendini koruyordu. Gardiyanlar sürükleyerek beni kırbaç işkencesi ettikleri aynı yere getirdiler. Salonun tam ortasında, yine dizlerimin üstünde, önünde duruyordum. Bu durum gururumu zedeliyor, eziyordu. Yine mi kırbaç işkencesi görecektim? Yaralarım daha yeni iyileşiyordu. Ona bakmak istemediğimi fark eden Zarivora konuşmaya başladı.

 

"Zayıflamışsın kral"

 

Susuyordum. Yine konuşmamaya ve ona bakmamaya çalışıyordum. Ayrıca, ne konuşayım? Yine mi ona eylemsiz tehtitler edeyim? Bu gururmu daha çok zedelerdi.

 

"bu kış aylarında en azından üstüne yırtık bir kiyafet bile vermemişler mi?"

 

Diye yine küstahca konuşmaya devam ediyordu. Ahh sessiz kalmak hem gururumu zedeliyor, hemde kalan gururumu koruyor gibiydi. Öyle çaresiz kalmıştım ki.

 

"sana geçen sefer söylediğim, o rica neydi biliyor musun?"

 

Yine, aynı şekilde sessizliğimi korumaya devam ediyordum. Ne söylerse söylesin sessiz kalmalıydım. Kalacaktımda!

 

"Tahtını bana devretmeni rica edecektim senden. Ancak o işkecelere rağmen inadından geri durmadın. Aylardır sefil halde yaşamak umarım aklını başına getirmiştir."

 

Elbette, ona bakmamaya ve sessiz kalmaya özen gösteriyordum. Ama her konuştukça bu durum benim için daha zor oluyordu.

 

"bu kez daha farklı bir işkence türü düşündük. Bu seferde razı kalmazsan, olacaklardan ben sorumlu değilim, sevgili yeğenim"

 

O, kesinlikle miğdemi bulandırıyor. Ne düşünüyor? Tehtitlerinin işe yarayacağını mı?

 

"Zeyphrus! lütfen prensi buraya getirin"

 

Ne dedi? Prens mi? Prens dediği kesin Henry olmalıydı. Kendisinin oğlu olabilir mi? Hayır! öyle olsaydı yanındaki tahtlardan birinde oturuyor olurdu. Henry'i tekrar görme düşüncesi atmayı bile unutan kalbimin yeniden canlanmasına sebep olmuştu. Daha fazla umutlarım yeşerer olmuştu.

 

Zeyphrus dediğine itaat edip yanımdan uzaklaştı. Zeyphrus iki gardiyanı kendisiyle götürdü. Bir kaç dakikanın ardından, gardiyanların ellerinde tuttuğu zincirlere bağlanmış Henry geldi. Ellerini, ayaklarını ve boğazını zincirlerle bağlamıştılar. Henry'nin yüzü ve elleri kir içinde, saçları ise çok pislenmişti. Kiyafetlerin içinde zayıfladığı çok belli oluyordu ancak hala gözlerindeki o tehtitkar ifadesi kendisini koruyordu. Kaşlarını çatmış, öncülük eden Zeyphrusu izliyordu öfkeli gözleriyle. Benim salonda olduğumu bile fark etmemişti daha. Aylar sonra haps edilen ve işkence gören kardeşimi karşımda görüyordum. Onu çok özlemiştim, sarılıp bütün özlemimi gidermek için göğsüm hasretle yanıp tutuşmuştu. Solgun gözlerim onu gördüğünde canlanmış, dikkatini ona vermişti.

 

Zarivora: "Görünen o ki, kardeşini baya bir özlemişsin"

 

İstemsizce Zarivoraya baktım. Sanki bütün iradem Henry'i görene kadardı. Şimdi bende irade diye birşey kalmamıştı. Zarivora benimle konuştuğunda Henry beni fark etti. Zincirleri hiç dikkate almadan hızlı adımlarla yanıma gelmeye çalıştı. Zincirleri tutan iki gardiyan zincirleri geri çekti. Henry sırtının üstünde yere düştü.

 

Öfkeli bakışları dahada körüklenmişti. Zeyphrus'u nefretle izlemeye devam etti yerde uzanırken. Daha sonra bana baktı. Hala o ifadesi gözlerinde korunuyordu, sanki ruhunun derinliklerine öfke ve nefret kök salmıştı.

 

"Dayanın kralım! Sizi buradan çıkaracağım" diye cevap verdi bana Henry. Çaresizken bile, kendine güvenini asla bir kenara koymazdı ve o, ilk kez bana gerçekten kralım diye seslenmişti. Hep küçük kardeş gibi ağabey derdi. Makamlar hiç bir zaman onun için önemli değildi. Ayağa kalktı Henry, Zeyphurusa kitlenen nefret dolu bakışlarıyla. Daha sonra tahtta oturan Zarivor'ayı fark etti. Bakışları yere kaydı. Kaşlarını çatmış düşünüyordu. O hep düşünürken bakışlarını yere diker.

 

Zarivora: "Getirin onu! Kral Wild'ın önüne oturtun."

 

Henry dizlerini kırmış vaziyyette, zincirlerle gelip karşımda oturdu. Alçak ses tonuyla hızlı bir ritimde konuşmaya başladı benimle "Endişelenme ağabey, buradan çıkacağız. Aphrida iyi, onun ve mürettebatın nerede tutulduğunu biliyorum. Bana güven"

 

Ahh değerli prens. Zor durumdayken bile hala kralını ve sevdiklerini korumaya çalışıyor. Hala asilliğinden ve güçlü duruşundan ödün vermiyor.

 

Gardiyanlar, Henry'nin ellerine bağlanan zincirleri ayırıp, kollarının havada iki tarafa bakacak şekilde havada kalmasını sağladılar. Daha sonra üstündeki beyaz gömleği çıkardılar. O da benim gibi sadece pantalonda kalmıştı. Zarivora ise yine konuşmaya başladı.

 

Zarivora: "Eğer tahtı vermezsen kardeşin de kırbaç işkencesine mağruz kalacak"

 

Yine kırıldı güçlü sandığım iradem ve yine ona baktım endişeli halde. İstemsizce cevap verdim ona...

 

Ben: "Ne? Ne işkencesinden bahs ediyorsun?"

 

Zarivora: "Eğer tahtını bana devr edeceğini söylemezsen, değer verdiğin prensinin seninle aynı işkenceyi göreceğini haberdar ediyorum."

 

Ben: "Bunu yapamazsın!"

 

Zarivora: "kral Wild! Babanı ve ağabeyini öldüren birine söylüyorsun bunu. Hatırlatırım!"

 

Henry: "Ne diyor kralım? O neden bahs ediyor?" sordu benden Henry, endişeli ve tereddüt ederek.

 

Henry'nin sorusunu hiş duymamış ve fark etmemiş gibi Zarivoradan gözlerimi ayırmıyordum.

 

Ben: "Sen bir kralı tehtit ediyorsun"

 

Zarivora: "Ahh hayır! sanırım geçen seferki konuşmalarımızı unutmuşsun. Ben o krala 50 kırbaç işkencesi ettim, şimdi ise tehtit ediyorum. Eğer tehtidimi ciddiye almazsa aynı işkenceden kardeşinin de göreceğini haberdar ediyorum"

 

Ben: "Senin gibi birine Milrunayı ve halkı emanet etmemi mi istiyorsun benden? Asla olmaz!"

 

Henry: "Hayır kralım! Sakın böyle bir hataya yol vermeyin! Ben bütün işkenceleri görmeye razıyım. Sakın topraklarımızı ve halkımızı tehlikeye atmayın!"

 

Zarivora: "ahh ne zor bir manzara! Neyse istediğiniz buysa seve seve. Zeyphrus gerekeni yap lütfen!"

 

Zeyphrus ise Zarivoranın yanında durup gardiyanlara başlaması için emrverdi. Ne diyordu bu pislik? Henry'e işkence mi ettirecekti? Benim değerli kardeşimi gözlerim önünde kan içinde mi bırakıcaktı? Ben ise ellerim ve kollarım bağlı şekilde hiçbir şey yapmadan olanları mı izleyecektim? Si Lefur! (Tanrım!) lütfen canımı hemen burada al ve ben bunların hiçbirini görmeyeyim. Henry yüzüme ciddiyetle bakarken, ben de onun gözlerini inceliyordum. Gözleri bir savaşçının cesaretini anımsatıyor, duruşu ise, bir aslanın asilliğine benziyordu. Saçları uzamış, teni dahada beyazlamıştı. Ancak kir ve kan yüzünden cildinin rengi arka planda kalıyordu. Gözlerini çaresizce izlerken o da benim gözlerimde ki umutsuzluğu ve pes edişi fark etmişdi. Alçak ses tonuyla yeşil gözlerini gözlerimden ayırmadan benimle konuşmaya başladı..

 

"sakın kralım! Sakın bir hata yapmayın! Size güveniyoruz."

 

Bunu benden nasıl isteye bilirdi? Bir tarafda benim canımdan bile daha değerli olan kardeşim, diğer tarafda ise Milruna. Eğer Milruna sadece topraklardan ibaret olsaydı bunu düşünmeden ona verirdim. Milruna sadece bir toprak değil, Elflerin evi, hayvanların ve doğanın tohumu. Eğer ona tahtımı verirsem herşeyi intikamla gözü dönmüş bir vicdansızın ellerine teslim etmiş olurdum. Milruna'yı korumak için, nice askerler canlarından oldu. Kardeşim acı çekiyor diye o, kadar askerin hakkını ellerinden alamam. Onların vefatlarını anlamsızlaştıramam. Prensin gözlerini hala umutsuzca izlerken, tek bir cümle döküldü dudaklarımın arasından.

 

"Üzgünüm kardeşim"

 

Bunu söylerken canım o kadar yanmıştı ki, acılar boğazımdan düğümlenmiş ve nefesimi keser olmuştu. O ise, yine gururlu bir şekilde durmuş, benimle konuşmaya çalışıyor, üzülmemem için çabalıyordu.

 

"Hayır kralım, üzülmeyin! Bu kırbaç darbeleri benim için hiçbirşeydir. Milrunayı onların ellerine verirseniz asıl o zaman kaldıramayacağım bir darbe alırım."

 

Zeyphrus: "Başlayın!" diye emrverdi gardiyanlara.

 

Gözlerim Henry'i sessizce izlerken ruhum kafesde olan bir kuş gibi çırpınıyordu. Gardiyan kırbaçını hemen hazırlayıp, Henry'nin sırtını hedef almıştı. Henry hala gözlerime hayır sakın endişelenme ağabey dermişcesine bakıyordu. İlk karbaç darbesi Henry'nin sırtına değdiyinde, Henry dişlerini o kadar sıkmıştı ki, yüz kaslarının gerildini görüyor, acısınıı hiss edebiliyordum. İkinci, üçüncü ve dördüncü kırbaç darbelerinden sonra bile bağırmamak için dişlerini sıkıyor, o özgüvenli duruşunu bozmuyordu. Kralımız Aldarin bu manzarayı görseydi eminim ki prensin gösterdiği bu cesaret karşısında onu ödüllendirirdi.

 

Kenarda durup kırbaç darbelerini sayan gardiyan sonunda 50 dediğinde prenste ben de nefes alabilmiştik. Henry'nin sırtından kırbaç darbeleri yüzünden açılan yaralar kanamaya başlamış. Sırtını, karnını ve pantalonunu kana boyamıştı. Elleri zincirlerde olan Henry, o duruşunu 50 ci kırbaçta bozmuş, yere yığılmıştı. O korkusuz bir aslan gibiydi. Yere yığıldığında bile hala ayağa kalkmaya çalışıyor, kolları ile bedenini kalkması için destekliyordu. Sanırım ben onun kadar güçlü değildim çünkü o her kırbaç darbesi aldığında gözlerimden sessizce yaşlar akıyordu. Ruhum bana olan öfkesini ve bağırışlarını gözyaşlarımı dökerek ifade ediyordu. Ama ben ağlarken bile hala sessizliğimi koruyordum. Sadece Henry'e sarılmak istiyordum.

 

Zarivora: "Acaba kraliçe Elara, oğullarının çektiği bu acıyı hissediyor mu? Elara hak ediyor bunu. Sonuçta sürgün edildiğimi o da biliyordu ve bilmesine rağmen sessiz kalmıştı."

 

Ben: "YETER ARTIK! Travmaların yüzünden bizi cezalandırıyorsun. Sözün, bir meselen varsa o kral Aldarin ileydi. Ancak o kadar korkaktın ki, içimize bir suikastçı sızdırıp yemeğine zehir katmasını istedin. Onunla yüzleşmeye bile korktun."

 

Zarivora: "kes sesini! Ne hakla, hangi hakla benimle böyle konuşursun."

 

Ben: "Demek korkak olduğunu kabul ediyorsun?"

 

Zarivora: "SANA KES SESİNİ DEDİM! YOKSA BEN SUSTURMASINI BİLİRİM!"

 

Ben: "Sen sadece bana zarar verseydin bunu affedebilirdim ama kardeşime, ağabeyime ve babama zarar verdin. Ölümünün nasıl olacağını bile aklımda planladım pislik! Buradan çıktığımda seni de o yanında ki köpeğini de öyle bir hale getireceğim ki benden sizi öldürmem için yalvaracaksınız."

 

Zarivora: "Sanırım susmayacaksın! Sen buradan çıkamayacaksın yeğen. Buradan çok çıkmak istiyorsan kardeşinin de, senin de cesedini çıkarabiliriz ve bugün buradan çıkacaksın emin ol! Ama ölmeden önce sana anlatacaklarımı dinle"

 

Ne diyordu bu pislik? Ne dinlemem gerekti?

 

Zarivora: "lütfen kraliçem, ona siz anlatın"

 

Dedi sağındaki tahtta oturan, süslenmiş, siyah düz saçları olan kadına bakarken. Henry ise arkasını dönüp kadını fark ettiğinde bana baktı endişeli ifadeyle.

 

Henry: "Kralım, bu kadın bir cadı. Aphridayı büyüyle zindanda tutuyor."

 

Anlamaya çalışıyordum ne demek istiyordu Henry.

 

Ehliya: "Tabii ki. İlk önce kendimi tanıtmama izin verin, kral Wild! Ben kraliçe Ehliya! Zarivoranın eşiyim. Aynı zamanda ben bir cadıyım. Güçlerim olmasına rağmen cadılar topluluğundan uzaklaştım. Çünkü bildiğiniz üzere kral Zarivora'ya aşık oldum. Ona olan aşkım, ona yardım etmek istedi. Ona servet vaat ettim. Ancak o servetten ve kral olmaktan daha fazlasını istiyor. Zarivora Trua dünyasına hakim olmak istiyor. Bunu içinde ilk önce Milrunayı elde etmemiz gerek. Ayrıca doğanın ruhundan haberdar olduktan sonra böylesine bir gücü kendinde istedi, o güce sahip olmak, kontrol etmek istedi. Durdurulamaz olmayı arzuluyor, her sabah bunun için uyanıyordu. Doğanın ruhuyla hiçbir şekilde ben şahsen iletişim kuramadım. Cadılar bir barier koymuş. Oraya sadece saf ve iyi bir niyyetli olan bir canlı gidebilirdi. Oraya sizin gidebilmeniz için bir portal açtım. Portal açmak çok zordu, heleki bir başkası için. Bunu öğrenmek için çok çalışmıştım. Sonunda bu bilgiye sahip olduğumda diğer krallarla olan geleceğe baktım. Onlar varamadan ya yolda, yada ormanda ölüyordular. Ancak sadece sizin geleceğiniz onunla birlikte görünebiliyordu. Sadece siz oraya varabiliyordunuz. Biz de Dejarusun yolunu sizin sayenizde bulduk. Aslında doğanın ruhunu siz bize getirdiniz.

 

Bu ayın sonunda dolunay olacak. Doğanın ruhunun doğulduğu günde dolunay vardı. Dolunayda bir ain gerçekleştireceğiz. Ainde kral Zarivora bir bakirenin kani ile boyanan hançeri doğanın koruyucusunun göğsüne saplayacak. Koruyucu öldüğünde güçleri tamamen kral Zarivoraya geçecek."

 

Bunları duyduğumda yaşadığım şok yüzünden başım dönmeye başladı. Miğdem bulanıyor, bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Sanki sırtımdan aşağı soğuk terler akıyordu. Ayaklarımın altındaki zemin kayganlaşmış, haraket ediyor gibiydi. Henry'e baktım dehşet içinde o da bana bakıyordu. Son gördüğüm gözler ise prensin gözleriydi. Onun yüzüne baktığımda bakışım bulanıklaşmış ve aniden kararmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

........................................................................................................................................................

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

.................................

 

 

 

 

 

 

 

 

.......................................................................................................................................................

 

Kendime geldiğimde heryer karanlıktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor, yinemi o zindana kapatıldığımı çözmeye çalışıyordum. Aniden Henry'nin inilti ile konuştuğunu fark ettim.

 

Henry: "Ağabey! Uyandın mı?"

 

Kendime gelemiyordum. Ona cevap vermem gerektiğine bile anlayamıyordum.

 

Henry: "ağabey?"

 

Dediğinde sanki bu sefer daha net duymuş, anlamıştım.

 

Ben: "ben kendimdeyim"

 

Cevabıma sessiz kaldı Henry. Soğuk ve mesafeli gibiydi. Arabayla bir yere gidiyorduk.

 

Henry: "bu şerefsizler ellerimizi bağlamış, yolu görmeyelim diyede başımızada çuval yerleştirmişler.

 

Anlamıştım nereye gittiğimizi. Anladığımda göğsüme bir acı saplandı, kendim için değil. Henry de benimle beraber bu sonu yaşayacaktı. Aphrida'ya ise ne olacağını hiç bilmiyorum. Benim yüzümden bu acıları çekiyor. Si Lefur! Lütfen beni bu çıkmaz yoldan kurtar, lütfen bana bir ışık göster. Senin merhametine ve yardımına ihtiyacım var. Kardeşimi, Aphrida'yı ve bütün canlıları korumama izin ver. Herşey için geçti artık ama dua etmem için geç değildi.

 

Henry: "ağabey, bizi öldürmeye götürüyorlar"

 

Ben: "biliyorum kardeşim. Endişelenme! Geherisi ve babamızı göreceğiz."

 

Henry: "ölümden korkmuyorum ağabey! Eğer bir gün babamızın Zarivoraya yaptığı gibi sen de beni sürgün etseydin senden asla intikam almazdım. Hatta bunu aklımın ucundan bile geçirmezdim"

 

Ben: "Benim yüzümden Sen de Aphrida da bu halde. Hepsi benim hatam. Affet beni Henry!"

 

Henry: "Böyle düşünme ağabey, sen benim için hep kahramandın. Yaptığın herşeyi sabırla ve inanarak yapıyorsun. Benim aksime çok sabırlısın. Şimdi bile, ölüme giderken bile hala beni ve Aphrida'yı düşünüyorsun. Seni hiç bir zaman hatalı görmedim ağabey. Benim tek dostum sendin ve bu dünyada bir kraliçemize, bir de sana güveniyorum. Ne yapıyorsan, ağabeyimin bir bildiği vardır diyordum"

 

Ben: "senin gibi bir kardeşim olduğu için çok şanslıyım Henry. Öldüğümüzde başka bir evrende yeniden doğarsak Tanrıdan yine kardeşim olmanı diliyorum"

 

Henry: "ben de ağabey, ben de"

 

Araba sonunda durduğunda, iki kişi gelip Henry'i ve beni arabadan indirdi. İndiğimizde çuval hala başımızda duruyordu, ellerimiz ise bağlıydı. Bizi yan yana oturttular. Henry solumda duruyordu. İkimiz de dizlerimizi kırmış vaziyyette oturmuş, yaklaşan sonumuzu bekliyorduk.

 

Henry: "yolun sonuna geldik ha ağabey?"

 

Ben: "sanırım öyle kardeşim. Seni koruyacağıma dair kraliçeye söz vermiştim. Ondan ve senden tekrar özür diliyorum"

 

Henry: "başka bir evrende görüşürüz ağabey. Umarım o evrende ya dost, yada yine kardeş oluruz."

 

Cellatlar yanımıza yaklaşıp kılıçlarını hazırladılar. Kılıç tenimle temas ederken soğukluğunu hissediyordum. Kalbim acıdan sızlanıyordu. Pişmanlıklarla dolu ruhum bana isyan ediyordu. Herşey daha farklı olabilirdi, son anda bile bir umut bekliyordum. Si Lefur! Bana bir şans ver. Lütfen!

 

Cellatlar, boyunlarımıza vurmak için kılıçlarını havaya kaldırdıklarında aniden acılı iniltileri duyuldu. Ne olduğunu anlayamadan cellatların bedenlerinin bir çuval gibi yere yığıldığını fark ettim. Bu bir kurtuluş muydu? Yoksa yine bir cehennemin kapıları mı açılıyordu?

 

 

Mesaj : 07.06.2025 01:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...