10. Bölüm

10. En Ağır Yalan

Meryem Soylu
soylumery

 

 

Merhaba

 

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

 

 

Keyifli okumalar 🫶🏻

Alparslan Aksoy...

Bir kadını ikna etmek bu kadar zor olmamalı. Bir kadının kalbine yerleşmek böyle çetrefilli olmamalı. Benden hoşlanıyordu, ilgisini çekiyordum fakat karşı koymak için o kadar çabalıyordu ki ben ne zaman aramıza koyduğu duvardan bir tuğla alsam o iki tane birden ekliyordu. Bu sefer ona izin vermeyecektim. Açtığı mesafeleri bir bir kapatacak ve görevim neyse onu yapacaktım.1

Pencereye yaklaşmış, onun gidişini izlerken elbette ki suratım asıktı. Hatta keyfim kaçmıştı. Zar zor evime getirdiğim ve istemeden de olsa bende kalmasını sağladığım kadın yine arkasına bakmadan gidiyordu.

Apartmandan çıktığı sırada alışılmış bir şekilde sokağı incelerken bir araba dikkatimi çekti. Efruz'un arabasının gerisinde ve çaprazında duruyordu. İçindeki bir adam yan koltukta oturmuş, indirdiği camdan dışarıyı izliyordu.

Bu konuda emin olamadığımda bakışlarım Erfuz'a düştü. Arkasına bile bakmadan arabaya bindiğinde tekrar arkada duran arabaya baktım. Açık cam kapanırken içime bir şüphe düştü. Efruz'un arabası harekete geçtiğinde arkadaki araba da saniyelik farkla harekete geçince anlamıştım; Efruz takip ediliyordu.

Telaşla etrafıma bakarken masada bıraktığım telefonuma hızlı adımlarla yürüdüm. Onur'u aradığımda ikinci çalışta anca açabilmişti. “Biz değiliz,” dedi birden.

Odaya doğru hızla ilerlerken “Kim lan o zaman?” dedim öfkeyle. Belli ki o da benim gibi Efruz'un gidişini pencereden izlemişti. Odaya girer girmez altımdaki eşofmanı çıkarıp pantolonumu giymeye başladım.

“Bilmiyorum Alparslan, düşmanı çok.” Üzerimdeki tişörtü umursamadan cebime cüzdanımı yerleştirip arabamın anahtarını aldım. Komodinin ilk çekmecesinde duran silahımı kavradığımda Onur öfkeliydi. “Niye tek araba lan bu kadın, ölmek mi istiyor?”

“Ne bileyim ben, Serkan da yok yanında.” Kısa bir an silahımı kontrol edip belime yerleştirdim. Kapıya ilerlerken devam ettim. “Ben çıkıyorum, peşlerine takılacağım.”

“Dikkatli ol, bir delilik yapma.”

Ne yazık ki bu durum için bir şey diyemezdim. Önce şüphelerimizin doğru olup olmadığını anlamam gerekiyordu.

Arabama atladığım gibi Efruz'un evine giden yol üzerinde hızla ilerlemeye başladım. Onun evi daha şehir dışında ve tenhada kalıyordu. Büyük bir arsanın içine konumlandırılan ve bir sürü korumanın etten duvar ördüğü ev, başka türlü olamazdı. Trafiğe yakalanmamla öfkeyle elimi direksiyona vurdum. İstanbul'un en sinir bozucu yanı buydu sanırım.

Ana yoldan zorlukla çıkarak tenha yollara girdiğimde silah sesleri gelmeye başladı. Korktuğumun başıma geldiğini anlarken çok geçti. Biraz daha gaza yüklenirken Efruz'un aracını iki araç tarafından sıkıştırıldığını gördüm.

Ne yapacağım konusunda kararsız, hızla plan yapmaya çalışıyordum. Efruz'un arabası muhtemelen kurşun geçirmezdi ama bu onu kısa süre idare ederdi. Tek başına şoförüyle pek de şansı yoktu.

Bu şekilde beklemenin çözüm olmayacağı kanaatiyle koltuğun üzerine attığım silahımı aldım. Yapacak bir şey yoktu. Efruz'a bir şey olursa bütün plan heba olurdu. Arabamdan inerek sessiz sedasız arkadaki adamlara yaklaşarak bir tanesini bayılttım. Biri çoktan diğer tarafı boylamış yerde yatıyordu. Diğeri beni fark ettiği anda ondan önce davranarak omzundan vurdum. Bu çatışmada kimseyi gerekmedikçe öldürmeyi düşünmüyordum.

“Alparslan!” Efruz'un şaşkın sesi kulağımda yankılanırken başımı kaldırdığımda göz göze geldik. Biraz hayret dolu, biraz da endişeli bakışları arasında kolunu tuttuğunu gördüm. Anlaşılan vurulmuştu. Onlara yaklaşmak için çabaladığım sırada şoförü vuruldu. Efruz sinirle kapıyı kendine siper etmiş halde bir iki el ateş ederek olduğu yere çöktü. “Allah kahretsin!”

Yanına ulaştığım anda karşımdaki adamlara iki el ateş ettim. Toplamda gördüğüm kadarıyla üç kişilerdi. Kurtulma ihtimalimizi düşünerek Efruz'un önüne çöktüm.

“İyi misin?”

Kolunu, silah tutan eliyle sıkıca kavradığı halde kanamayı durduramazken haline üzülmeden edemedim. “İyiyim. Adamım öldü ve Serkan bir türlü gelemedi. Ben...” Devam edemeyeceğini anladığımda iki elimle yanaklarını kavradım. “Sen şimdi koşarak benim arabama gidiyorsun tamam mı?”

Birkaç kurşunun başımızın üzerinden geçmesine aldırmadan endişeyle gözlerime baktı. “Sen?”

Beni düşünmesi gülümsememe sebep oldu. Bu şaşırtıcıydı. Sonuçta kendi için ölenleri severdi. “Anahtar arabanın üzerinde. Ben söylediğimde koşarak git ve arabayı çalıştır. Yan koltuğa geçip beni bekle. Peşinden geleceğim.”

Başıyla onayladığında daha doğrusu onaylamak zorunda kaldığında kapının yanına eğilerek bize doğru yaklaşan adamı bacağından yaraladım. Tekrar Efruz'a baktığımda “Şimdi!” diye bağırdım. “Koş!”

Efruz arabaya koşmaya başladığında ayağa kalkarak koruma ateşi açtım. Hemen sonra yere çökerek şarjörü kontrol ettim. Çok az mermim kalmıştı ve daha fazla oyalanırsam av olan ben olacaktım. Yerimden kalktığım gibi iki kez daha ateş ettim. Adamlar kendilerini korumak için saklandıkları sırada arabaya doğru koşmaya başladım. O sırada Efruz, beni korumak için karşı tarafa ateş ediyordu. Arabaya bindiğim gibi hızla ters istikamete sürmeye başladım. Tek istediğim buradan hemen uzaklaşmaktı. “Nereye gideceğiz?”

Yanımdaki kadına bakarak sorduğum soruyla sıktığı dişlerinden ne kadar acı çektiği belliydi. Alnından dökülen terlerle başını bana çevirdi. “Eve gitmeliyim, en korunaklı yer orası.” Eğilerek etrafı kontrol ettiğinde dönüşü gösterdi. “Buradan sağa dön. Arka taraftan gideceğiz.”

Dediğini yaparak döndüğümde çalan telefonu en sonunda dikkatini çekmiş olacak ki kulağına götürdü. “Söyle.” Yine çok kibar açmıştı telefonu. Kısa bir süre karşı tarafı dinledi. “Geç kaldın Serkan.” Sesi tüm acısına rağmen buz gibiydi. Acıyla dişlerini sıktı. “Eve geliyorum. Yaralıyım, doktoru getir.” Karşı tarafın cevabını beklemeden kapattığında başını arkaya yasladı. “Orman yoluna gir Alparslan.”1

Karşımda ikiye ayrılan yoldan ormanlık olana girdim. Bundan sonrasında yolculuk sessiz geçti. Evini bulmam zor olmadı. Onu konuşturup yormak istemedim. Gözleri kapalı dinleniyordu fakat koca malikanesine girebilmek o kadar kolay değildi. Bahçe kapısına geldiğimizde korumaları anında karşımıza çıktı. Bir tanesi bize doğru yaklaşarak arabaya eğildiğinde “Efruz Hanım'ı getirdim,” dedim. Adam kısa bir an bana ve Efruz'a baktığında hemen işaret verdi.

“Kapıyı açın. Efruz Hanım geldi.”

Koca demir kapı açıldığında bir süre daha taş yolda ilerledik. Etrafı tamamen çimenlerle ve ağaçlarla kaplıydı.

Evinin önüne geldiğimizde anında yine korumaları karşıladı. Arabadan iner inmez Efruz'un olduğu tarafa geçtim. O ise korumaları kapıyı açmış arabadan inmeye çalışıyordu. Ayakları yere bastığı anda başı döndü ve sendeledi. Onu belinden kavradığım gibi kucağıma aldım. Ses çıkarmadan bana tutundu. Pek bir hali kalmamıştı. Eve girdiğimizde çalışanı önümüze geçti.

“Efruz Hanım iyi misiniz?”

Kucağımdaki kadın ses çıkarmadığında etrafıma bakındım. “Odasına nerede?”

Efruz zor da olsa başını kaldırarak çalışanına baktı. “Odam olmaz...” Zor bir nefes aldı. “Şule!”

Ne sebeple karşı çıktı bilmiyorum ama Şule onun sesiyle bir anda telaşa düşerek eliyle gelmemi işaret etti. “Bu kattaki misafir odasına götüreyim ben sizi.”

Geniş, ferah bir misafir odasına girdiğimizde dikkatle yatağa yatırdım. “Acil müdahale için bir şeyler getirin. Doktor gelene kadar kanamayı durduralım.”

Şule bu duruma alışık olacak ki odadan fırlayıp çıktı. Efruz'un sol tarafına oturarak biraz eğildim. Kolunu incelediğim sırada yüzüm buruştu. Muhtemelen dikiş atılacaktı. Kurşun sıyırmışa benziyordu ama derin bir yara açmıştı.

“Sen nasıl anladın?”

Efruz'un kısık sesiyle başımı yana çevirerek gözlerine baktım. Şu durumda bile sorguluyor oluşu etkileyiciydi. Asla aptal bir kadın değildi.

“Evden çıkışını izlerken takip edildiğini fark ettim. Yalnızdın, başına bir şey gelmesinden endişe ettim.”

Küçük bir inleme döküldü dudaklarından. Kendini düzeltmek istedi ama olmadı. Hemen olduğum yerde doğrularak başındaki yastıkları düzelttim.

“Teşekkür ederim Alparslan.”

Yeşil gözlerini bana dikmiş, uzun zamandır olmadığı kadar masum bakan kadınla gülümsedim. “Demek bana teşekkür etmek için vurulman gerekiyordu.”

Yüzünde acıyla karışık bir tebessüm oluştuğunda Şule elindeki çantayla içeri girdi. Elinden alarak açtım. Alışılmış hareketlerle önce yarasını temizleyip hemen ardından sargı beziyle sararken başımızda bekleyen Şule'ye baktım. “Ne zaman gelecek bu doktor?”

Cevabı bilmiyor olacak ki “Şey...” dedi. “Serkan yoldadır.”

Başımı iki yana salladığımda Efruz'un çok kan kaybettiğini biliyordum. Çantayı biraz daha kurcaladığımda bulduğum serum malzemeleriyle ihtiyacım olan şeyleri toplayıp ayağa kalktım. “Çok kan kaybettin, serum takacağım.”

Sağlam kolunun olduğu tarafa geçtiğimde panikle kolunu çekti. “Daha neler...”

Gözlerimi devirerek yanına oturdum. “Sözümü dinle.”

Serum setini hazırladığımda kolunu tutmak için elimi uzattım ama ısrarla göğsüne bastırdı. “Doktor bile değilsin.”

“Daha iyisiyim,” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Ben kaç tür hayvana serum takıyorum, sen biliyor musun?”5

Şule kendini tutamamış olacak ki garip kıkırtısını engellemek için ellerini dudaklarına bastırırken Efruz ona kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. “Seni öldürürüm Alparslan.”

Boş tehditlere karnım tok olduğundan kolundan tutarak kendime doğru çektim. “Önce seni bir hayatta tutalım da sonra beni öldürürsün.”

Kısa bir uğraşın ardından koluna serumu taktığımda o sırada Şule'den serumu yüksekte tutacak bir askı istemiştim. Medikal gibi olan evde onu da bulup bana getirmesi çok uzun sürmedi. Demek ki bu evde sık sık bu tarz tedaviler yapılıyordu. Açıkçası bu şaşılacak bir durum değildi. Efruz gibi bir mafya liderinin ne ölüsü biterdi ne de yaralısı.

Efruz daha fazla dayanamamış olacak ki yarı baygın bir halde yattığı sırada serumu kontrol ediyorum. Bir anda açılan kapıyla içeri giren adamlar dikkatimi çekince onlara doğru döndüm.

Serkan duvar gibi suratıyla yatağa yaklaşarak Efruz'u incelediğinde tedirginlikle Şule'ye baktı. “Ne oldu burada?”

Sesli bir soluk vererek ayağa kalktım. Elinde çantasıyla doktor olduğunu anladığım adama döndüm. “Kolundan silahla yaralandı. Kurşun sıyırmış ama yarası derin görünüyor. Biraz kan kaybetti. Şimdilik kanamayı durdurdum sayılır ama dikiş atmanız gerekecek.” Doktor çoktan yanımıza gelmiş Efruz'un kolunu incelerken devam ettim. “Serumu yeni taktım. İçinde herhangi bir şey yok, bir ağrı kesici verseniz iyi olur.”

Doktor seruma kısa bir bakış atıp Efruz'un kolunda takılı olan intraketi ve damar yolunu kontrol ettiğinde bakışları beni buldu. “Doktor musunuz?”

Dudağımın kenarı kıvrılırken “Veteriner hekimim” dedim. Kısa süreliğine kaşları havalandığında hızlı toparlandı. “Anladım.”

Doktor dikiş için hazırlıklara başlamadan önce bir reçete yazıp acilen alınmasını istedi. Bu aşamadan sonrası Efruz için bir miktar acılı geçmişti. Doktora yardımcı olmak adına asiste ettim. Beş dikiş attıktan sonra güzel bir sargı yapmıştı. Efruz'u bir süre uyutacak, dinlendirecek ve ağrısını azaltacak ilaçlara eklediği antibiyotikle işi bittiğinde yatağın ucunda bekleyen Serkan'ın karşısına dikildi.

“Yapılacak başka bir şey kalmadı. Yarası şu an iyi durumda. Seruma devam edin. Alparslan Bey’e serumların devamlılığı konuşunda bilgi verdim. Aldığı ilaçlarla bir süre uyuyacaktır. Dinlenmesi için zaman tanıyın.”

Serkan bana kısa bir an bakış atıp doktora kapıyı işaret etti. “Buyurun doktor bey.”

Onların çıkmasıyla tepesinde dikildiğim kadının yanına oturdum. Üzerinde hâlâ dün geceden kalma elbisesi vardı. İyice kırıştığı yetmez gibi bir de kana bulanmıştı. Sadece elbisesi de değil, güzel saçlarına da kan bulaşmıştı. Yattığı beyaz çarşafa bulaştırdığı kan da cabasıydı. Bir an başımı eğerek kendi üzerime baktım. Elim, üzerimdeki tişört hep kan olmuştu.

Tenine ve hatta ruhuna kan bulaştıran kadın, tenime kan bulaştırıyordu. Benim korkum tenim değil ruhumdu. Tene bulaşan kan çıkardı da ruha bulaşana ne yapsan zordu.

Varlığını unuttuğum Şule neye baktığımı anlamış olacak ki boğazını temizledi. “Alparslan Bey, isterseniz bir duş alın. Size temiz kıyafetler ayarlayayım.”

Ona küçük bir tebessüm sunup Efruz'un elini tuttum. “Gerek yok Şule. Bir süre daha burada bekleyeceğim, teşekkür ederim.”

Kısa bir süre sessiz kaldığında ısrar etmedi. “Müsaadenizle ben işlerime geri döneyim. Herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğunda bana seslenmeniz yeterli.”

Başımı sallayarak onun çıkmasını bekledim. Çıktığı anda tam yalnız kaldığımızı düşünürken içeriye Serkan girdi. Öfkeli olduğu kadar suratı asık ve bakışları buz gibiydi. “Nasıl oldu bu?”

Sorusuyla onun yüzüne bakmadan serumu kontrol etmeye başladım. “Bana mı soruyorsun? Bunu senin bilmen gerekirdi.”

Sert adımları yerde yankılanırken karşıma geçti. “Yanında olsam bilirdim.”

Öfkeli bakışlarımı ona diktiğimde küçümser bir bakış attım. “Olsaydın o zaman Serkan. Senin görevin bu kadını korumak değil mi?”

Yakama yapışarak beni ayağa kaldırdığında çenesi kasılmış, öfkesi her halinden belli oluyordu. “Senin yüzünden ulan! Senin yüzünden bana git diyor.” Hiddeti giderek artarken belindeki silahı çıkarıp alnıma yasladı. “Kafasını karıştırıyorsun Efruz Hanım’ın. Bu tuzağı belki de sen kurdun. Şimdi de gelmiş burada onu kurtarmış ayakları yapıyorsun.”

Karşımdaki adama zerre karşılık vermedim. Onun öfkesinin aksine alayla dudağımın kenarını kıvırdım. “Evet, canım sıkıldıkça Efruz'u nasıl tuzağa düşürsem diye plan kurup sonra da onu kurtarıyorum.” Aslında bu söylediğim pek yalan değildi ancak bir kereye mahsustu. Efruz'a bu kadar yaklaşmışken onu tekrar tehlikeye atmak aptallık olurdu. Sessiz kalan adamın yakamdaki elini çekerek geriye ittim. “Dua et de ben vardım orada. Seni bekliyor olsaydı çoktan ölmüştü.” Öfkeyle bir iki adım geri giderek arkasını döndüğünde devam ettim. “Bari bir işe yara da ona bunu yapanları bul. Uyandığında muhtemelen ilk soracağı şey bu olacak.”

Her ne kadar yumruğunu sıksa da haklı olduğumu biliyordu. Arkası dönük olmasına rağmen yüz ifadesini tahmin edebiliyordum. Odadan hışımla çıktığında umursamadım. Söylediklerim belki bir işe yarardı.

***

Gözlerimi araladığımda ne ara uyuduğumun farkında olmadan etrafımı inceledim. Uzun süre Efruz'la ilgilenmiş, serumlarını kontrol etmiştim. Yanına uzanarak onu izlediğimi hatırlıyorum. Sonrası ise yoktu bende. Şimdi ise Efruz'un bulunduğu yerde yeller esiyordu.

Yerimde doğrularak gözlerimi ovaladım. Berbat haldeydim. Üzerimdeki kanlar kurumuş ve daha kötü bir hâl almıştı. Yine de bu durumu umursamayarak ayağa kalktım. Odadan çıktığımda ortalıkta kimse görünmüyordu. Efruz'u bulmak adına salona doğru ilerlerken Şule karşıma çıktı.

“Alparslan Bey, uyandınız demek.” Usulca başımın salladığımda eliyle beni yönlendirdi. “Buyurun lütfen.”

Sessizce peşine takıldığım sırada beni Efruz'a götürmesini beklerken o üst kata çıkararak daha önce kaldığım odaya getirdi. Önden odaya giren kadının peşinden bende girdiğimde daha fazla dayanamadım.

“Efruz nerede?”

Bana doğru dönerek tebessüm etti. “Efruz Hanım kendi odasında biraz dinleniyor.” Üzerimde kısa bir göz gezdirip yatağın üstündekileri işaret etti. “Oda sizin için hazırlandı. Dolapta istediğiniz kıyafeti bulabilirsiniz. Duş almak isterseniz banyoda ihtiyaç duyabileceğiniz her şey mevcut.” Boş gözlerle karşımdaki kadını dinlerken kısa bir an kolundaki saate bakarak küçük bir telaşa düştü. “Efruz Hanım yedide sizi akşam yemeğine bekliyor.” Kapıya yöneldiğinde kapatmadan önce son kez konuştu. “Keyfinize bakın.”

Üzerime kapanan kapıyla sanki ilk defa görüyormuşum gibi odada göz gezdirdim. Açıkçası ilk defa da diyebilirdim çünkü ilk kaldığım sefer bu şekilde değildi. Şimdi oda sanki yeniden tasarlanmıştı. Birkaç eşya ve nevresim takımı değişmişti. Ufak adımlarla yatağın yanında duran dolaba ilerleyerek kapağını araladım. Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Tıka basa dolu olan dolabın içindeki etiketi ile duran kıyafetler üzerinde göz gezdirip yeniden kapattım. Alt çekmeceyi açtığımda gördüğüm iç çamaşırları ve çoraplarla burnumdan küçük bir homurtu yükseldi.

Çekmeceyi kapatıp çalan telefonumu cebimden çıkardım. Onur'un aradığını gördüğümde meşgule atarak mesaj yazmaya başladım.

Ben: Efruz'un evindeyim. Bulunduğum odada böcek olabilir, konuşmasak daha iyi.

Onur: Kadın ne durumda?

Ben: Kolundan yaralandı, iyi sayılır.

Onur: Sen ne durumdasın?

Ben: İlk beni sorman gerekirdi.

Onur: Cevap verdiğine göre yaşıyorsun.

Ben: Akşam yemeğine davetliyim. Benim için oda hazırlatmış. Duş alıp hazırlanacağım.

Onur: Hayırlı olsun kardeşim; kadın seni kapatması yapmış. :D3

Ben: Şerefsiz! Nikahım olmadan dokunamaz bana.2

Onur: Şahidin ben olurum.

Ben: Babam vermez.3

Onur: Doğru lan. Neyse ki kadın mafya, kaçırır seni.3

Ben: Bak içim rahatladı.

Onur: Evde kalabildiğin kadar uzun kalmaya bak. Orası Efruz'un kalesi.

Ben: Beni meşgul etme Onur, işime de karışma.

Onun cevabını beklemeden mesajları silerek telefonu kapattım. Banyoya girdiğimde üzerimde ne varsa çıkarıp güzel bir duş aldım. Belimdeki havluyla odaya tekrar geçtiğimde hafif bir ıslık çalıyordum. Dolaptan kendime bir pantolon ve gömlek seçip yatağa attım. Odamın kapısı çaldığında aynanın karşısında saçlarımı düzeltmekle meşguldüm. “Gir.”

İçeri giren Şule beni gördüğü anda gözleri açıldı. Hemen sonra utançla başını yere düşürdüğünde ellerini önünde birleştirdi. “Efendim, Efruz Hanım sizi yemeğe bekliyor.”

Olduğum yerde doğrularak belime sarılı duran havluyu tuttum. “Beş dakikaya hazır olurum.”

Onayladığı anda kaçar gibi çıktı odadan. Bu durum beni gülümsetmişti. Aşağı indiğimde geniş salonun yemek masası için ayrılmış, hatta bence yemek odası olarak tasarlanmış kısmında, masanın en başında oturan kadını gördüğümde şaşırmadan edemedim. Üzerinde uzun kollu bir elbise vardı. Saçları özenle yapılmış, yüzüne kusursuz bir makyaj işlenmişti. Yine sade ve asil duruyordu. Beni gördüğünde çatalındaki parçayı ağzına atacağı sırada duraksadı. Kısa bir süre beni inceleyip yüzüne küçük bir tebessüm kondurdu.

“Gel Alparslan, otur lütfen.”

Şaşkındım. Bu beni kısa süre de olsa duraksatmıştı. Sanki bugün yaşananlar hayaldi de Efruz hiç vurulmamıştı. Ne çabuk atlatmıştı. Oysa birkaç saat önce acıdan ve kan kaybından bayılmıştı. Şimdi ise yüzüne taktığı koca maskeyle hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Sanki hiç zarar görmemiş gibi.

Onun karşısında benim için ayrılan sandalyeye oturdum. Önüme yemek servisi yapılırken yemeğine devam eden kadını ısrarla izlemeye devam ediyordum. Şule servisi yapar yapmaz ortadan kayboldu. Bardağıma uzanarak küçük bir yudum su aldım.

“Bugün yaşananlar bir rüya mıydı?” Neyi kastettiğimi anlamak için başını kaldırdığında devam ettim. “Yaralandın sen, Efruz.”

Yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken tabağındaki eti usul usul kesmeye başladı. “İlk değildi.” Gözlerini görmek istiyordum ancak müsaade etmiyordu. Yüzünde ne bir acı ifadesi vardı ne de koluyla etini kesmek için baskı uygularken zorluk çekiyordu. Onu izlemem ilgisini çekmiş gibi başını kaldırdı. Bıçağıyla tabağımı işaret etti. “Yemeğini ye, soğuyacak.”

Başımı iki yana salladığımda tıpkı onun gibi tabağımdaki etten bir parça kesmeye başladım. “Bu kadar güçlü görünmeye çalışmak zorunda değilsin.” Dik bakışları anında beni bulduğunda kopardığım parçayı ağzıma attım. Acıkmıştım. “Dinlenmen gerekirdi, rol yapman değil.”

Elindekileri bırakarak içkisine uzandı. Arkasına yaslandığı sırada kadehinden küçük bir yudum aldı. “Benim zayıf görünmek gibi bir lüksüm yok.”

Vardı. Tüm bu yaşantı, bu hayat belki başlangıçta onun tercihi değildi fakat her şeyden vazgeçebilirken bu pisliğin içine batmaya devam ediyordu. “Haklısın, güçlüyü oynayıp en tepede olman gerekiyor.”

Söylediklerime öfkelenmesini beklerken küçük bir kahkaha attı. “Geç de olsa anlıyorsun.”

Yemeğin ardından Efruz'la bahçesindeki çardağa oturmuş kahve içiyorduk. Gece yanımıza gelmişti. Hemen Efruz'un ayaklarının ucunda yatmış, kuyruğunu sallıyordu. Efruz dayanamamış olacak ki ona doğru eğilerek kafasını okşadı. Gece aldığı sevgiyle hevesle dilini çıkardı. Hemen sonra ayaklarının üzerine bıraktığı başıyla dinlenmeye devam ediyordu.

“Şule bütün gün benimle ilgilendiğini söyledi.”

Gece'de olan bakışlarımı karşımdaki kadına diktiğimde dudak büktüm. “Abartmış.”

Gülerek elindeki fincanı bıraktı. “Benden çok mu hoşlanıyorsun Alparslan?”

Efruz'un sorgulamaya başlamış olması bende zafer ışıkları yaktığı esnada bunu kaybetmek istemedim. “Belki de daha fazlasıdır.”

Biraz hayretle kaşları havalandı. “Beni sevdiğini mi söylemek istiyorsun?”

Şimdi tüm kozlar benim elime geçmiş gibi gülerek ben de elimdeki fincanı bıraktım. “Kim bilir, belki de daha fazlasıdır.”

İşte bu koca bir yalandı ama söylemek zor gelmemişti. Görevim için en ağır yalanları bile söylemeye hazırdım fakat o bana inanmak için hazır değildi. Öyle ki koca bir kahkaha attı. “Buna inanmamı mı bekliyorsun?”

Arkama yaslanarak bir bacağımı diğerinin üzerine attım. “Bu senin elinde.”

Rahatlığıma alışmış bir tavırla beni incelerken iç çekti. “Diyelim ki sana inanıyorum... Peki ya sen bizden olacağına gerçekten inanıyor musun?”

Onunla göz temasını kesmeden öne doğru eğildim. İşte şimdi ona dürüst davranıyordum. “Eğer biz istersek öyle güzel olur ki Efruz... Yeter ki iste.”1

Yosun yeşili gözlerini benden ayırmadı. Aslında göz bebeklerinin en uç noktalarında yeşeren umut kendini ufak da olsa belli ediyordu. Bir o kadar da karanlıktı. Sanki ben ne yaparsam yapayım onu o karanlıktan çıkaramayacaktım.

Biz birbirimize dalmış giderken uzun zamandır ortalıkta olmayan adam bir anda yanımızda belirdi. “Efruz Hanım.”

Sırtımı yeniden koltuğa yasladığımda Efruz başını çevirerek Serkan'a baktı. “Hallettin mi?”

Serkan yine saygı çerçevesinde elleri önünde psikopat tarzından ödün vermeden başını eğdi. “Kulübede sizi bekliyor efendim.”

Neyden bahsettiklerini bilemesem de Efruz'un dudaklarında memnuniyet barındıran kıvrımlar yer buldu. Kendinden emin bir halde ayağa kalktığında Gece de ayaklandı. Onun rahatını bozmamak adına usulca başını okşadı. “Sen burada kal oğlum.” Gece mayıştığı yere tekrar kurulduğunda şimdi Efruz'un odak noktası bendim. “Bana eşlik et Alparslan.”

Emrivaki sözlerine çok da şaşırmadım; sevdiği bir şeydi. Yerimden usulca kalkıp peşine takıldım. Eve girdiğimizde beni nereye götürecek merak ediyordum. Arka bahçeye geçtiğimizde biraz şaşırdım. Bu kısım çok geniş bir araziye sahipti. Karanlık oluşuyla çok fazla etrafı inceleyemesem de bir süre ışıklarla aydınlatılmış yolda yürüdük. Hemen sonra karşımıza çıkan kulübenin kapısını aralayan Serkan'la duyduğum iniltilerin bir adama ait olduğunu anlamıştım. Anlık duraksamamla Efruz arkasını dönerek bana baktı.

“Gel hadi.”

Onun yüzündeki tebessüme inanmak isteyerek kulübeye girdim. İçeride bizi bekleyen adamlar ve hemen ortada feci bir şekilde dayak yemiş, sandalyede oturan adamla yeniden duraksamak zorunda kaldım. Bu durum beni korkutmamış ya da etkilememişti ancak neyin içinde olduğumu ve Efruz'un beni neden buraya getirerek bunları gösterdiğini bilmiyordum.

Yaralı adamın tam önünde durduğunda çenesine dokunarak başını kaldırmasını sağladı. Hafif göbekli adam kırlaşan ve dökülen saçlarıyla zorla başını kaldırdığında suratı kan revan içindeydi. Açamadığı şiş gözü görmesine engel olsa da diğer gözüyle Efruz'u gördüğü anda sandalyede çabaladı.

“Anlaşabilir Efruz... Bırak beni.” Tarazlı sesi öksürüklerle boğularak zar zor kendini ifade etmeye çalıştığı esnada Efruz tehlikeli bir gülümseme sundu.

“Anlaşmak mı? Neden anlaşayım ki seninle?”

Adam birden, “İşime karıştın!” dedi. Gözlerinde büyük bir öfke vardı. “Sen benim işime çomak soktun ben de intikam almak istedim.”

Efruz sanki hiç etkilenmiyor gibi arkasını dönerek birkaç adım attı. “Demek ki sıra bana gelmiş.”

Yerinde telaşla kıpırdanan adam bağlandığı sandalyeden kalkmak için çabaladı. “Ne istersen veririm. Mallarımın hepsine ortak olursun. Kâr payı veririm sana.”

Karşısındaki kadın pek de umursuyor gibi değildi. Usulca adama döndüğünde üstten bakışlarını üzerine dikti. Öyle küçümseyici çıkıyordu ki sesi karşısındakini aşağıladığı fazlasıyla belliydi. “Canıma kastettin ve bunun karşılığı senin o üç beş torbacıya sattırdığın kirli paran mı?” Alaylı bir kahkaha savurdu. Bir anda yüzü ifadesizleşirken hafif eğilerek karşısındaki adamın gözlerine baktı. “Hayatta kalırsam kana kan isteyeceğimi düşünemedin mi?”

Adam bir anda tüm bedenini geriye yasladı. Korkulu gözlerle bakıyordu. “Özür dilerim,” dedi telaşla. “İstersen ayaklarına kapanırım. Ne istersen yaparım.” Karşısındaki adamın korkusundan zevk alıyormuşçasına Serkan'a elini uzattı. Serkan bunu hemen anlayarak belindeki silahı çıkararak Efruz'a uzattı. Adam daha büyük bir telaşa düştüğünde kendini geriye doğru itmek için çabalıyordu. “Yapma! Yapma… Kulun köpeğin olayım yapma.”

Efruz duymayan kulaklarıyla adama silahını doğrulttu. O an onu gerçekten vuracağını anlamıştım. Karşısındaki adamın her ne kadar kötü biri olduğunu bilsem de sessiz kalamayarak koluna dokundum. “Efruz...” Başını bana doğru çevirdiğinde kaşları havalandı. Sanki başından beri bir tepki vermemi bekliyordu. “Bunu yapma. Adaleti sağlamak senin görevin değil.”1

Yosun yeşili gözleri acıyla parladı. Onun canını ne acıttı bilmiyorum ama bir şeylere kırgın gibiydi. “Bizde adaleti herkes kendi sağlar Alparslan. Kendi adaletini sağlayamadığın karanlığı yönetemezsin.”

“Buna gerek yok,” dedim elini kavrarken. “Bu devletin görevi. Onu polislere teslim et. Savcılık gerekeni yapacaktır.”

Kısa bir an ellerimize baktı. Dudağında minik bir kıvrım oluştu. “Sana inanıyorum Alparslan.” Başını kaldırdığında gözlerine yine karanlık çökmüştü. “Ancak sen, bize inanacaksan önce benim kim olduğumu iyi bileceksin.” Sözlerini bitirir bitirmez gözünü dahi kırpmadan silahını ateşledi. Bakışları hâlâ bendeydi fakat karşısındaki adamın artık yaşamadığını biliyordum. Onun zaferi ikimizin yıkılışı oldu. İkimizin de gözlerindeki parıltılar söndü. Biraz önce kurduğum umut cümleleri bir bir üzerimize yıkıldı. Bize olan inancımı kırmak için aramıza en ağır darbeyi indirdi. Benim yasalara ne kadar bağlı olduğumu, beni yetiştirenlerin asker olduğunu biliyordu. En ağır oyununu oynadı.1

Çenesini diktiğinde sözleri sadece bana değil, bu odanın içinde bulunan herkeseydi. “Burada devlet de benim, adalet de.”2

 

 

 

🩶🖤

 

 

Görüşmek üzere 🫶🏻

 

 

İnstagram:soylumery

 

Bölüm : 30.01.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...