Merhaba 🫶🏻
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.
Keyifli okumalar 🫠
Uykusuz geçirdiğim gecenin sabahında hayat daha bir çekilmez geliyordu. Somurtkan olmam için bir kapı aralanıyordu sanki. Dün gece eve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Tek istediğim orayı birbirine katmadan uzaklaşmaktı. Kendi arabamın o an orada olması belki de bir lütuftu. Eve gelir gelmez, Onur kapı eşiğime alarm taktırmış gibi evde bitti. Aslında gelişi iyi olmuştu. Öfkeliydim, kızgındım. Ona ikinci bir seçenek sunduğum halde bile bile yanlışı seçmesini kabullenemiyordum. Abartılı bir beklentinin içinde olduğumu bilsem de kendime mâni olamıyordum. En çok kızdığım şeyse sessiz kalmış olmamdı. Kendime bunu yediremiyordum.2
Beni sakinleştiren Onur oldu. Aslında tek yapmak istediğim başkanla konuşup bu saçmalığa son vermekti. Gördüklerim ve hatta şahit olduklarımı dile getirmek, gerekirse Efruz'u kendi ellerimle tutuklamak, ona devletin kim olduğunu, adaletin nasıl işlediğini göstermekti. Ancak aldığım görev bu kadar basit değildi.
Sabah'a kadar zor sabredip kliniğime geldiğimde çoğu zaman yaptığım gibi arka taraftan kaçtım çünkü biliyordum ki Efruz'un gözü benim üzerimdeydi. İhtimalleri değerlendirmek de benim görevimdi. Başkanlığa geldiğimde Onur ve Ertuğrul başkan beni toplantı odasında bekliyordu. Dosyalar çoktan masanın üzerine serilmiş, yoğun bir çalışma içerisindelerdi.
Onlara eşlik etmek yerine atar yapmayı seçtim. Yarım saattir söylediklerim yetmez gibi sözlerimi yeniden tekrar ettim. “Neden bu kadını tutuklamıyoruz? Manasız bir çabanın içindeyiz. Kaç haftadır tek yaptığım ona yaklaşmaya çalışmak. Ne için? Elimize geçen ne? Silah kaçakçılığına dair tek bir bilgi yok elimde. Bir de bu yetmez gibi gözlerimin içine baka baka cinayet işliyor ve siz bana susacak ve geri döneceksin diyorsunuz.” Oturduğum yerde duramadığımda ayağa kalktım. “Bunun mantıklı bir yanı yok. Kadın benim asker çocuğu olduğumu biliyor. Susmama inanması komik değil mi?”2
Onur kolumdan tutarak beni tekrar koltuğa oturturken başkan ellerini masada birleştirmiş sessizce beni dinliyordu. Konuşmamım bitmiş olduğuna kanaat getirmiş olacak ki arkasına yaslandı. “Sence neden sana işlediği cinayeti gösterdi Alparslan?”
Burnumdan alaylı bir homurtu yükseldi. “Beni deniyor. Koşa koşa onu ispiyonlamamı bekliyor.”1
Dudağında küçük bir kıvrım oluştu. “Peki sen şimdi ne yapıyorsun?”
Öfkeme hâkim olmak adına gözlerimi sıkıca kapattım. “Aynı şey mi başkan? Ben karakola gitmedim. Devletin en büyük istihbarat teşkilatına, durumu bir çalışan olarak arz ediyorum.”
Başını iki yana salladı. “Delilin var mı? Ne diye sorguya çekeceğiz Efruz'u? Yanına bir tane ajan koyduk, işlediğin cinayeti görmüş mü diyeceğiz? O cinayeti üstlenecek kaç adamı var biliyor musun?” Tüm ciddiyetini takınırken yine beni azarlamaya başladı. “Biz seni bu kadar basit meseleler için mi oraya yerleştirdik? Madem bu kadar çabuk ifşa edecektik ne diye uğraştık?” Sessizliğin içine düştüğümde fırsatı kaçırmadı. Boşuna başkan olmamıştı. “Bu görev için herhangi birini de seçebilirdim ancak elimdeki herkes o kadının karşısında patlardı Alparslan. Seni seçtim çünkü sen onun aradığı parçasın. Aklın, korumacı yönün ve babandan aldığın askeri zekâ onun ilgisini çekecek. Dönüp dolaşıp sana gelecek. O karanlıkta tek başına çok fazla ayakta kalamaz. Gerekirse sen ona ayak olacaksın.” Gözlerini kıstığında kolunu masaya yaslayarak öne doğru eğildi. “Senden iyi bir adam gibi görünmeni değil, senden kadının yanında durmanı istiyoruz. Ne zaman ki o seni yanına alır, o zaman sen de bize istihbarat sağlarsın.” Sesli bir soluk bıraktığında yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. “Yapman gereken neyse onu yap. Gerisini biz düşünürüz.”1
Düşüncelerin içine daldığımda bakışlarım masanın ahşap deseni üzerinde geziyordu. Bu ağır bir oyundu. İçimdeki ses bu oyunun sonunda karanlığın beni esir alacağını söylüyordu. “Geri dönüp ne diyeceğim peki? İnandığım her şeye ihanet ederek sana geldim, yasadışı her şeyine göz yumuyorum mu?” Onaylamayan bir tavırla başımı iki yana salladım. “Bu saçmalık.”
Şimdiye kadar sessizliğini koruyan Onur araya girdi. “Bu konuda Alparslan haklı. Eğer geri dönerse fazla yapmacık olur.”
Başkan söylediklerimizi umursamıyor gibi ayağa kalktı. “Orasını da siz düşünün. Boşuna mı eğitiyoruz sizi? Bütün aklımı size veremem.”
Kaşlarım havada Ertuğrul başkanın toplantı odasından çıkışını izledim. Yavaşça başımı Onur'a çevirdiğimde “Trip mi attı bize?” diye sordum. Omuzlarını silkerek “Galiba,” dediğinde ikimizde gülmeye başladık. Kahkahamız odanın içinde yankılanırken birbirimizi susturmak biraz zaman almıştı.1
Yeniden ciddiyete bürünürken Onur elinin altındaki dosyayı kurcalamaya başladı. “Bana kalırsa bir süre sessizliğini koru. Muhtemelen seni izleyecek ve ne tepki vereceğini bekleyecek.”
“Daha iyi bir seçeneğim yok,” dedim çaresizce. “Onu şikâyet etmek istesem dahi elimin boşta kalacağını benden iyi biliyordur. Tek yaptığı kedinin fare ile oynadığı gibi benimle oynamak.”
Önüme bıraktığı dosyayla derin bir soluk aldı. “O zaman işimize bakalım. Bundan sonraki hamleleri düşünmeliyiz.”
Kaşlarımı çattığım esnada dosyanın kapağını araladım. “Bu ne?”
Gördüğüm fotoğrafı incelerken Onur anlatmaya başladı. “Geçen benden istediğin dosya. Efruz'un bir numaralı düşmanı, aynı zamanda ortağı Yavuz Karhan.” İlgimi çeken konuyla sayfaları kurcalarken toplantının uzun süreceği belliydi.
***
İrem'in bana uzattığı limonatayı aldığımda yeniden arkama yaslandım. Üzerimdeki elbiseye aldırmadan koltuğa yayılmıştım. Bu rahatlığa ihtiyacım vardı. Sıcak havalara inat limonatamdan koca bir yudum aldım. Ağzımda ve hemen sonra boğazımda hissettiğim serinlikle memnuniyetle gözlerimi kapattım.
“Eee, seninkinden haber var mı?”
Yanıma oturan İrem'in sesiyle gözlerimi araladım. Bakışları bende, pipetiyle limonatasını içiyordu. Telefonuma hızlıca göz atıp tekrar koltuğa bıraktım. “Sabah kliniğe gitti, bir daha da çıkmadı.”
Yüzünde büyük bir sırıtış oluştu. “Bence boşuna bekliyorsun, seni ele vermeyecek.”
Gözlerimi devirerek elimdeki limonatayı orta sehpaya bıraktım. “Onu araştıran sendin İrem. Alparslan gibi bir adam böyle bir şeye sessiz kalamaz.”2
“Ya kalırsa?” dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Limonatamdaki buzları izlerken sesli bir soluk verdim.
“Aslında hangisi daha kötü bilmiyorum. Beni ispiyonlasın istemiyorum çünkü ona inanmak istiyorum. Bir yandan da beni şikâyet etsin istiyorum çünkü doğrularından vazgeçsin de istemiyorum.”
Ortamda oluşan sessizlikle İrem'in neden cevap vermediğini anlamak için başımı ondan tarafa çevirdim. Göz göze geldiğimizde telaşla elindeki bardağı bırakarak bana doğru yaklaştı. “Efruz, yoksa sen aşık mı oldun?”
Gözlerimi devirerek dibime kadar giren kadını geriye ittim. “Saçmalama İrem!” Suratımı buruşturdum. “Ne aşkı?”
Omuz silkip tekrar limonatasına uzandı. “Neden saçmalık olsun? Gayet yakışıklı bir adam. Etkileyici bir aurası var, yaşınız da müsait.”
Sanki diğer söyledikleri uygunmuş gibi “Benden küçük,” dedim kaşlarımı kaldırarak. Bu bile âşık olmama engeldi.1
“Eee.” Umursamaz çıkmıştı sesi.
Hayretle baktım ona. “Bu normal mi? Sana, süt kuzusu benden küçük diyorum.”
Başını iki yana sallayarak sesli bir soluk bıraktı. “Şimdi de sen saçmalıyorsun. Adam senden sadece iki yaş küçük. Bu gayet olağan bir durum.”
“Senin için,” dedim onu düzelterek. Dudağının kenarını imalı bir tavırla kıvırdı. “Alparslan için de sorunmuş gibi görünmüyor. Adam sürekli senin peşinde. Yaşını bilmiyor mu sence?”
“Bilmiyordur belki.” Hadi canım der gibi bakışları arasında alt dudağımı dişlerim arasında ezerken kaçmak adına konuyu değiştirdim. “Aşık falan değilim ben. Sadece onu korumaya çalışıyorum. Benden uzak durmasında fayda var.”1
Kısacık saçları arasında parmaklarını geçirerek geriye attı. “Nasıl koruyacaksın onu? Senin mafya olduğunu zaten biliyor. İstese çoktan arkasını dönüp gitmişti.”
Başımı iki yana sallarken önüme döndüm. Kuruyan boğazımı ıslatmak adına limonatamdan bir yudum daha aldım. “Bilmek ayrı, görmek ayrı.” Yanımdaki kadına bakarak tebessüm ettim. “Bir insanın öldüğünü duymakla o insanın öldüğünü görmek aynı şey değildir.”
Yüzü asıldığında kendi gördüğü ceset aklına gelmiş olacak ki gözleri dalıp gitti. Onun ne hissettiğini hemen anlarken eline dokundum. Daldığı yerden hemen çıkarken gülümsemeye çalıştı. Pek beceremedi, buruktu gülüşü, tıpkı bakışları gibi.
Ayağa kalkarak masaya doğru ilerledi. Üzerinde şort tulumu vardı. İçene giydiği tişörtün üzerinden düşen tulumun askısını yukarı kaldırıp masada duran dosyayı aldı. Bana döndüğünde yine maskesine saklanmış yüzünde koca bir tebessüm vardı. “Benden istediğin dosya hazır.”
İşte bu iyi bir haberdi. Elime aldığım dosyaya hızla bakarken fotoğrafları incelemeye başladım. “Tam zamanında verdin.”
Tekrar yanıma otururken benimle dosyayı incelemeye başladı. “Konteynırların nerede bulunduğu, kaç adet olduğu, seri numaraları hepsi burada.” Evrakların arasından bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. “İki gün sonra limanda gizli bir sevkiyat yapacak. Kumaşlar arasına işlenmiş uyuşturucu kaçıracaklar. Konteynırların çoğu dolu olacak.”
Yüzümde keyifli bir gülümseme oluşurken “Çok iyi,” dedim. Tek kaşımı kaldırdığımda gözlerimde tehlikeli parıltılar vardı. “Boş konteynırları yakmak bana bir şey kazandırmaz.”
“Delisin sen!” Limonatasına uzanarak bir yudum aldı. “Kendini göz göre göre hedef haline getiriyorsun.”
Ellerim arasındaki dosyayı kapatarak sehpaya fırlattım. “Yavuz'un yaptıklarına sessiz kalırsam hep daha fazlasını yapacak. Neyle oynadığını göstereceğim ona.”
“Babasını öldürdün!” dedi hayretle. Mecburdum. Öldürmeseydim öldürülecektim. Açıkçası pişman da değildim. Yaptığım en iyi hamlelerdendi.
Sakinlikle sehpada duran dosyayı alarak ayağa kalktım. “Babası pisliğin tekiydi.” Kapıya doğru ilerlerken arkamı dönerek peşimden gelen kadına sırıttım. “Oğlunun da babasından bir farkı yok.”
Geçmem için kapıyı açtığında başını ve hatta tüm bedenini kapıya yasladı. “Kendine dikkat et Efruz. Öldürdüklerin umurumda değil ama senin ölmeni istemiyorum.” Kısa bir an hâlâ bandajlı duran koluma baktı. “Senden başka kimsem yok.”
İrem'in gözlüklerinin ardından bile kendini belli eden buğulu gözleriyle ona doğru bir adım atarak sarıldım. Kısa süren ama birbirimizi sardığımız anda içimi dolduran huzura anında son verdim.
“Bu ağlak hallerinden nefret ediyorum.”
Ağlamakla gülmek arasında dudaklarından firar eden seslerle gözlüğünü düzeltti. “İnan bana ben de sevmiyorum.”
Gülerek geri çekildiğimde asansörün düğmesine dokundum. Gelmesini beklerken bir yandan da İrem'in havasını dağıtmaya çalışıyordum. “Şu evden kurtul artık. Çok küçük ve boğucu.” Stüdyo daireler benim için gerçekten de öyleydi.
“Param yok,” diyen kadınla açılan asansöre adım atmadan başımı ona çevirdim. “Cimrinin tekisin. Sana dünya kadar para ödüyorum.” Asansöre bindiğimde kapılar kapanırken sesi geliyordu. “Küçük ev seviyor olamaz mıyım? Tek başıma bana yet...”
***
Aldığım haberle arabaya atladığım gibi yola çıkmıştım. Bugün sessizliğimi bozma günüydü. Bunun sebebiyse kraliçe hazretlerinin rahat durmuyor oluşuydu. Sabahın erken saatlerinden Onur kapıma dayanmış, uykumun en tatlı yerine sıçmıştı. Zaten bu işe girdiğimden beri uyku uyuyamaz olmuştum.
Limanda yangın çıktığını söylediğinde ne yalan söyleyeyim ilk başta çok ilgimi çekmemişti ama yanan konteynırların Yavuz Karhan'a ait olduğunu söylediğinde uykum çabucak açılmıştı. “Efruz...” demiştim o an. Onur da ben de biliyorduk ki bu Efruz'un işiydi. Sarhoşken ağzından kaçanları yapmakta gecikmemişti.
Şimdi ise ne yapacağımı bilmeden Efruz'un evine gidiyordum. Biliyordum ki Efruz göz göre göre düşmanının alevine odun atmıştı. Benim görevim ise onun yanında olmak ve gelecek tehlikelere karşı onu koruyarak güvenini kazanmaktı. En boktan iş hep bana düşüyordu zaten. İkisinin de birbirini vurması güzel olurdu. Yine de Efruz'un bu intikam konusundaki tavrını akıllıca buluyordum. Güzel bir intikamdı. Uğradığı zararı misliyle çıkardığına emindim ancak yaptığı şey aptal cesareti miydi yoksa karşı tarafa hazırlıklı mıydı bunu bilmiyordum. Yavuz tabii ki de bu durum karşısında ilk olarak baş düşmanından şüphelenecekti.
Koca demir kapının önüne geldiğimde duraksamak zorunda kaldım. Kale gibi korunan bu yapıya girmek öyle kolay değildi. Bana yaklaşan korumayı gördüğümde camı indirerek gülümsemeyi ihmal etmedim.
Kısa bir an arabanın içini kontrol edip olduğu yerde doğruldu. Elini kulaklığına dokundurarak gelişimi haber verdi. Uzun denecek bir bekleyişin ardından bana doğru eğildi. Suratı ifadesiz olduğu kadar da sertti.
Bu cevap benim kabul edeceğim türden değildi. “Önemli olduğunu söyleyin.” Adam kararsız kaldığında dişlerimi sıktım. “İçeriye girene kadar buradan gitmeyeceğim.”
Kısa bir duraksamanın ardından kararlılığımı fark etmiş olacak ki karşı tarafla yeniden geçen konuşmanın ardından diğer adama işaret verdiğinde kaşlarım havalandı. Bugün fazla tedbirli görünüyorlardı. Elindeki araç altı kontrol aynasıyla gelen adam arabamın etrafında bir tur döndüğünde demir kapılar açıldı.
Bir süre taş yolda ilerlediğimde etraftaki araba ve koruma fazlalığı ilgimi çekmişti. Belli ki yalnız değildi. Gelmek için iyi bir zaman seçmiştim. Bu benim için avantaj olabilirdi. Tabii dezavantaj da olabilirdi. Yaşayıp görecektim.
Arabadan indiğimde etrafımı saran korumalardan biri elini uzattı. “Anahtarı verin lütfen.” Anahtarı uzattığımda diğeri üzerimi aramaya başladı. Sessizce işlerini yapmalarını bekledim. Silahla Efruz'un yanına gidemeyeceğimi zaten biliyordum. Bugün ise ayrıca hassasiyete sahip olmaları da misafirlerden dolayı olmalıydı. “Buyurun.” Evi işaret eden adamla onları arkamda bıraktım.
Karşımda beliren Şule samimiyetle gülümsedi. “Hoş geldiniz efendim. Buyurun.”
Bana yol gösteren kadının peşine takılmadan önce “Efruz nerede?” diye sordum.
Biraz düşünceli halde bana doğru yaklaştı. “Efruz Hanım şu an müsait değil. Biraz beklerseniz yanınıza gelecektir.” Mecburi bir kabullenişin içine girdiğimde Şule'nin peşine takıldım. İki çalışan kız önümüze çıktığında birinin ayağı takıldı. Elindeki tabağı düşürürken küçük bir kargaşaya yol açtı. Şule birçok şeyden sorumlu olacak ki kızgınlıkla söylenmeye başladı. “Ne yaptın sen?”
Diğer kız panikle yerdekileri toparlamaya çalışıyordu. “Ben... Bilmeden oldu.”
Şule diğer çalışana gitmesini işaret ettiğinde nereye gittiğini takip ediyordum. Yerdeki kız inlediği anda dikkatim dağılırken elini kestiğini gördüm. Derin bir kesi değildi ancak Şule onun bu haline dayanamamış olacak ki kızı yerden kaldırdı. “Ah be kızım. Sakar mısın sen? Çabuk elini saralım.”
Olduğum yerde görünmezmişim gibi beklerken pek fayda etmemiş olacak ki Şule başını bana çevirdi. “Alparslan Bey, siz ön bahçeye geçin. Ben hemen geliyorum.”
“Tabii,” diyerek ön bahçeye yöneldim. Oldukça ağır hareketlerle ön tarafa giderken gözden kaybolduklarını gördüğüm anda tam tersi ilerlemeye başladım. Biraz önceki çalışanın gittiği tarafa giderek arka bahçeye çıktım.
Büyük bir koruma yoğunluğu beni ister istemez duraksatırken ilerideki masada duran adamlara takıldı bakışlarım. Masanın başında duran Efruz'un görüş açısında değildim. Onlara doğru ilerlediğim esnadan önüme çıkan Serkan'la duraksamak zorunda kaldım.
Zamansız çıkışıyla karşımdaki adamın suratına yumruğu geçirmek istesem de bunu şu an yapamazdım. “Seni ilgilendirdiğini sanmıyorum.”
Onu kale almadığımı her fırsatta belli ederek adım attığımda yakamı kavradı. “Sen çok olmaya başladın.”
İşte bu sefer onu karşılıksız bırakmayacaktım. Aynı tavırla yakasını kavradım. “Eee...”
Korumalar ufaktan silahlarına sarılmaya başladığında Efruz'un sesi geldi. “Serkan!”
Serkan uyarıyı almış olacak ki kendini geriye çektiğinde üzerimdeki kıyafeti düzelterek başımı yana yatırdım. Serkan'a attığım kısa süreli imalı bakışların ardından masaya ilerledim. Garip bir tavırla beni izleyen adamlara aldırmadan ayağa kalkan kadının yanağına küçük bir öpücük bıraktım.
Hayrete düşmüş olacak ki bir süre konuşamadı. Zar zor kendini toparladığında boğazını temizledi. “Beklemiyordum.”
Onun sorgulayan bakışlarına aldırmadan gülümsedim. “Sürpriz yapmak istedim.”
Yosun yeşili gözleri kızgınlıkla bana bakarken dişlerinin arasından mırıldandı. “Sürprizleri sevmem.”
Ona cevap vermeme kalmadan masadaki adamlardan biri araya girdi. “Efruz... Kim bu genç?”
Konuşan adama bakmadan bakışları bende “Köpeğimin veterineri,” dedi sadece. Yüzümdeki gülümseme solup gittiğinde alayla kaşları havalandı.
Kısa bir an gözlerimi kapattım. Kendimi sakinleştirdiğimi düşündüğümde yanımdaki boş sandalyeyi çekip oturdum. Madem oyun istiyordu ben de istediğini verecektim. “Ve tabii aynı zamanda arkadaşı oluyorum.” Efruz'un biraz önceki şaşkınlığı masadaki adamlara yansırken kısa bir süre sessizlik oldu. Benimse pek umurumda değildi. Kahvaltılıklardan önümdeki tabağa koymaya başladığımda hâlâ ayakta dikilen kadına sırıtmadan edemedim. “Kaynanam sevecek galiba.”1
Zaten gergin olan ortam benim masaya oturmamla daha da gerilirken adamlardan koca göbekli, gözlerinde güneş gözlüğü olan adam kahkaha atmaya başladı. Onun kahkahası masayı bir anda yumuşatırken hepsinin yüzündeki gergin ifade yerini aldatıcı tebessüme bıraktı.
“Efruz'un daha önce hiç arkadaşı olduğunu görmedik delikanlı,” dedi bana hitaben. “Bizi hoş gör.”
İki gün önce uzun bir toplantının içinde tüm mafya liderlerini hafızama not etmiştim. Bu masa benim için mükafat gibiydi. Aradığım bütün yüzler buradaydı. Sadece Yavuz'u görememiştim. Karşımda benimle konuşan adamın ise yer altındaki kumarhaneleri ile ünlü Adnan Keser olduğunu biliyordum.
Sessizce yerine oturan kadına kısa bir bakış atıp gülümsedim. “İlk olduğuma sevindim.”
Karşımda oturan Erkin denilen herif arkasına yaslanarak beni süzerken “Bunu ne zaman kesiyorsun?” dedi Efruz'a hitaben.
Masada yeni bir kahkaha tufanı koptuğunda Efruz'un yüzünde zoraki bir tebessümden başka bir şey yoktu. Cevap vermeye bile tenezzül etmedi.
“Belli ki daha yatağa atmamış,” dedi adının Raşit olduğunu hatırladığım adam. Bildiğim kadarıyla uyuşturucu baronuydu.
Dalga geçtikleri konu onları çok eğlendiriyor olacak ki kahkahalar yeniden havada uçuştu. Benim içinse mide bulandırıcıydı. Efruz'un bu konuda ne tepki vereceğini beklerken susmaları için boğazını temizledi. “Belli ki yatağımı çok merak ediyorsunuz.” Adamların sesleri kesilse de o pisliklerin hepsinin gözlerindeki parıltıyı görmüştüm. Efruz'un da gördüğüne emindim. Öyle ki yüzündeki tebessümü bozmadan kahvesinden küçük bir yudum aldı. Yüzündeki gülümseme buz gibi bir ifadeye dönüştüğünde o yosun yeşili gözleri karardı sanki. “Çok istiyorsanız sırasıyla sizi de alırım.” Ellerini masaya düşürerek çatal bıçağını kavradı. Tabağındakileri yerken devam etti. “En uzun yaşamak isteyen sona kalsın.”
Ortamda buz gibi bir hava esti. Hepsi biraz tırsmıştı sanki. Her koşulda ortamı yumuşatma görevini üstlendiğini düşündüğüm göbekli yine gülerek içkisini yudumladı. “Efruz'un yatağına girmektense gay olmayı tercih ederim.”
“Neyse ki seni zorlamayacağım,” dedi Efruz alayla. “Yaşlı moruklardan hoşlanmıyorum.”
İkinci golüyle yanımdaki kadına takdir ederek baktım. Şu pisliklerle gerçekten nasıl idare edeceğini iyi biliyordu. Hatta kendimi biraz daha zorlasam yattığı kişileri öldürüyor oluşu beni mutlu bile edebilirdi.1
Masada alayla karışık söylemler devam ederken Serkan yaklaşarak Efruz'un kulağına eğildi. Ne söylediğini anlayamasam da Efruz usulca başını eğerek onay verdi. Serkan yanımızdan uzaklaştığı esnadan bakışları beni buldu. “Gece, ön bahçede. Dün pek keyfi yok gibiydi, biraz onunla ilgilensen iyi olur.”
Masadan kalkmamı kibar sözleriyle adeta dikte eden kadının karşısında yapacak pek bir şeyim kalmadığında sıkıntılı bir soluk verdim. Mecburen gidecektim. Ona soğuk tebessümümü iliştirerek ayağa kalktım. “İlgilenirim tabii.”
Gitmek için arkamı döndüğümde karşıdan hışımla gelen adam hareket etmeme engel oldu. “Efruz!” Gürültüyle bağıran Yavuz bize doğru yaklaşırken ortalık karışacak gibiydi. Masadakiler küçük bir şaşkınlığa düşerken korumalar silahlarına sarılmıştı. “Yapmayacaktın bunu Efruz.”
Efruz hemen yanımda ilgisizce oturduğu yerden başını çevirdi. “Yine içip mi geldin Yavuz? Ne saçmalıyorsun?”
Hemen yanımda beliren adam sert bir şekilde yumruğunu masaya vurdu. “Bana aptal numarası yapma. Limandaki konteynırlarımı hangi cesaretle yaktırırsın?”
Bu sözler masada ufak çapta bir şaşkınlık etkisi yarattı. Kimse bunu beklemiyordu sanırım. Efruz'un bu soruya vereceği cevabı merakla bekliyordum. Oldukça soğukkanlı bir şekilde “Saçmalıklarına ayıracak vaktim yok,” dedi. Dudağının kenarına tehlikeli kıvrımlar bulaşırken başını kaldırarak Yavuz’a baktı. “Yine de kim yaptıysa ellerine sağlık.”
Zaten öfkeli olan adamın ateşini harlayan kadına onaylamayan bakışlar atsam da fayda etmeyeceği belliydi. Yavuz olduğu yerde kudururken Adnan araya girdi. “Bu söylediğin büyük bir itham Yavuz. Efruz'un yaptığına dair bir delilin var mı?”
Yavuz bir an bocalasa da toparlaması uzun sürmedi. “Delile ihtiyacım yok. Bu kaltak sırf intikam almak için limandaki konteynırlarımı yaktı.”
Duyduğum kelime beynime bir komut gibi işlenirken Yavuz'un yakasını kavradım. “Geri al lan sözünü.”
Yavuz beklemediği tepkiyle şaşırırken hızla kendini toparladı. “Sen kimsin lan?”
Onun sözünü geri almayacağını az çok tahmin ederek hızla suratına kafa attım. Yere yığılan adamla Efruz biraz önceki rahat halini geride bırakarak ayağa kalktı. “Alparslan!”
Yavuz zor da olsa kendini toparlayarak ayağa kalktığında kanayan burnunu sildi. Küçük düşmeyi kendine yedirememiş olacak ki belinden çıkardığı silahı bana doğrulttu. “Bittin lan sen.”
Efruz bir anda önüme geçerken işte bunu beklemiyordum. “Sakın Yavuz!”
Serkan da anında yanımızda belirirken silahını Yavuz'a doğrulttu. Efruz'un bu hamlesi Yavuz'un ilgisini çektiğinde kaşlarını havalandı. “Hayırdır, yeni oyuncağın mı?”1
Efruz'un yandan bakışları beni bulduğunda sinirli olduğunu görebiliyordum. Yaptığım şey için bana kızgındı. Sesli bir soluk vererek duvar gibi yüzünü Yavuz'a çevirdi. “Ona bir can borcum var, ölmesine izin vermem. Şimdi sen de ölmek istemiyorsan defol git buradan.”
Silahını indiren adam zafer kazanmış gibi öne doğru bir adım atarak Efruz'la arasındaki mesafeyi kısalttı. “Bu iş burada bitmedi.” Efruz'un bir adım arkasında dururken bana kısa bir bakış atarak dudağının kenarını kıvırdı. “Bekle Efruz, bekle ve gör.”
Hiçbir açık vermeyen kadın karşısındaki adamın gözlerine bakarken yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. “Serkan! Kapıya kadar yol göster.” Serkan'ın kolunu tutmasıyla Yavuz öfkeyle onu iterek arkasını döndü. Bahçeden hızlıca çıkarak gözden kaybolduğunda Efruz masadakilere döndü. “Toplantı bitmiştir.”
Masadaki adamlar sessizce ayaklanarak giderken Adnan denilen herif Efruz'un karşısına dikildi. “Yanlış yapıyorsun Efruz. Pislikle oynarsan sonunda sana da bulaşır.”
Belli ki o da yangını Efruz'un çıkardığını anlamıştı. Tehlikenin de farkındaydı ve Efruz'u korumak için mi bilemesem de uyarma ihtiyacı hissetmişti fakat yanımdaki kadının umurunda bile değildi. “Ben kimseyle oynamıyorum. Kim neyi hak ediyorsa onun karşılığını alıyor.” Adnan diyecek bir şey bulamamış olacak ki düşünceli halde bir Efruz'a bir de bana bakıp arkasını döndü. Onun da gidişiyle birlikte birkaç koruma dışında bahçede kimse kalmamıştı. Efruz'un bakışları yerde düşünceli halde beklediğini gördüğümde sıranın bana geldiğini biliyordum. Serkan hızla yanımıza yaklaştığında başını kaldırarak ona baktı. “Hepsi gitti mi?”
“Hepsi çıkış yaptılar efendim.”
Efruz o an bana doğru döndü ve göz göze geldik. Yosun yeşili gözleri alev alevdi. İşte şimdi gazabı benim üzerime olacaktı. “Niye geldin?” Hazırlıksız sorusuyla kısa bir an cevapsız kalırken sakin sesi biraz daha yükseldi. “Niye geldin Alparslan?”
“Ben...” diyebildim sadece. Gelişimin mantıklı bir açıklaması yoktu. Ona çıkardığı yangından haberdar olduğumu, onu korumak için geldiğimi söyleyemezdim.
“Aptal!” dedi bir anda. “Aptal,” dedi tekrar. Elini kaldırarak göğsüme vurdu. “Hadi geldin, ne diye her boka karışıyorsun?”1
“Efruz!” dedim uyarırcasına. Beni yine kapısındaki adamlarıyla karıştırıyordu.
“Ne var, ne?” O kadar kızgın ve öfkeliydi ki biraz önceki sakin kadın kaybolmuştu.
Bileğinden yakaladığımda sert bir şekilde kendime çektim. “O şerefsizler seninle böyle konuşamaz. Sen de benimle böyle konuşamazsın.”1
Başını iki yana salladığında bakışlarındaki huzursuzluk kendini fazlasıyla belli ediyordu. Yaşananlar onu çok fazla rahatsız etmişti. Bunun kendisiyle ilgili olduğunu düşünmüyordum. Yavuz'a diklenmem hoşuna gitmemişti.
“Her şeyi mahvettin Alparslan.” Başını yana yatırdığında gözlerinde farklı bir ifade vardı. “Evine git.”
Kısa bir an gözlerine baktım. Onu anlamak adına baktım. Biliyordum ki o yosun yeşili gözler çok şey saklıyordu. Yine de çözmek kolay olmayacaktı. Biraz da yeniden kovulmuş olmanın kırıklığıyla bileğini bırakıp bir adım geri çekildim. Bana git diyen kadına yapabileceğim bir şey yoktu. Hiçbir şey demeden arkamı döndüm. Şimdi gidecektim ama bir daha ki sefere beni isteyen o olacaktı.1
🖤🩶
İnstagram:soylumery
Görüşmek üzere 🫶🏻
Okur Yorumları | Yorum Ekle |