Merhaba
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.
Keyifli okumalar🫶🏻
Bir haftadır diken üzerinde uyanıyor, sabah sabah ilk iş olarak Serkan'a Alparslan'ı soruyordum. Aldığım cevap ise hep aynıydı. Alparslan hiç şaşmadan sabah kliniğine gidiyor, akşama kadar hastalarıyla ilgileniyor ve akşam evine geçiyordu. Bir adam hiç mi şaşmazdı? Ne bir eğlence ne de bir arkadaşı vardı hayatında. Rutininden hiçbir şey kaybetmiyordu. Aslında bu iyi bir şeydi. Bu şekilde onu takip etmem ve kontrol altında tutmam daha kolay oluyordu. Evinin, iş yerinin etrafına koydurduğum adamlar saat başı rapor vererek güvenliği hakkında bilgi veriyordu. Bunu ellerinden geldiğince gizli bir şekilde yapmalarını istemiştim. Dikkat çektiğinde Yavuz daha da fazla üzerine düşecekti.1
Bu süre içerisinde ben de evde olmayı seçmiştim. Biraz sessiz kalmak iyi olacaktı. Yavuz'un intikam almak isteyeceğini biliyordum. Onu uğrattığım zarar fazlaydı. Birçok sevkiyatı, yanan konteynırlar yüzünden ertelendiği yetmez gibi heba olan mallarıyla da uyuşturucudan alacağı para dibe çökmüştü. Her ne kadar bu durumdan memnun olsam da yaptığım şeyin zararı bize de dokundu. Silah sevkiyatı için Yavuz'un konteynırlarını kullanılacaktı ve şimdi aksamalar yaşanıyordu.
Aslında bu yüzden üstlenmemiştim konteynırları yaktırdığımı çünkü masadakilerin bu sebeple bana tavır alacağını biliyordum fakat bunların hepsi planımın küçük bir parçasıydı. Yavuz'u masadan çıkararak silah sevkiyatının en başına geçmek istiyordum. Bunun için de Yavuz ya saf dışı kalacak ya da ölecekti. Ölmesi fena olmazdı lakin çok dikkat çekerdim. Hepsinin icabına yavaş yavaş bakmam gerekirdi.1
Bir haftadır süren çalışmanın sonunca silah sevkiyatı için demiryolunun daha uygun olacağına karar vermiştim. Tabii bu kolay olmayacaktı. Bunun için çok kişiyi elimde tutmam gerekiyordu. Yol güzergahını hallettiğimde hepsini ayarlayacaktım. Sınırdan geçirmek ise en iyi yaptığım şeydi. Sadece istihbaratı üzerime çekmemem gerekiyordu. Bir de askerlerden uzak durduğumuzda her şey tamamdı.1
Sıkılmışçasına çalışma masamdan uzaklaşarak ayağa kalktım. Bu kadar çok şeyi düşünmek beni yoruyordu. Pencere kenarına yaklaştığımda bahçede oynayan Gece yüzümde küçük bir gülümseme oluşturmuştu. Gece'nin Alparslan'a olan yakınlığını hatırlayınca suratım yeniden düştü. Sıkıntılı bir nefes vererek saatime baktım. Üç olmak üzereydi. Şu an klinikte olmalıydı. Kesin yine iyileştirdiği bir hayvanla fotoğraf çekiniyordu.
Gece'ye baktım dalgınca. Acaba yine onu bahane ederek kliniğe mi gitseydim? Olumsuzca başımı iki yana salladım. Bu çok ucuz bir numara olurdu. İkinciye sökmeyecek bir numara... Zaten bu hareketim Alparslan'ı daha çok tehlikeye sokardı. Onu önemsemiyor gibi görünmeliydim. Bu Alparslan'ın hayatını uzatacak bir sebepti.1
Derin düşünceler içinde kaybolup giderken odamın kapısı çaldı. Yerimde irkilerek kapıya döndüm. “Gel.”
Serkan biraz telaşlı içeri girdiğinde “Efendim,” dedi çabucak. “Alparslan için gönderdiğimiz adamlar öldürülmüş.”
“Ne?” Ona doğru yürüdüm istemsizce. “Ne demek öldürülmüş?”
Öfkem gün yüzüne çıkmak için en ufak bir kıvılcım beklerken Serkan yutkundu. “Yarım saat önce rapor geçmek için aramaları gerekiyordu ancak onlar aramayınca bizimkiler aramış. Polis olay yerindeymiş ve öldüklerini bildirmiş.”
Korktuğumun başıma gelmesinden endişe ederek “Alparslan...” dedim çaresizce. Serkan biraz daha başını eğdiğinde gözlerimi kapattım. “Bana öldü dersen seni gebertirim Serkan.”1
Telaşla başını kaldırdı. “Ortalıkta yok efendim. Nerede olduğunu bilmiyoruz.”
Yüzümü saklamak adına arkamı döndüğümde elimi göğsüme götürdüm. Kalbime saplanan sızıyla ilk defa karşılaştığımda üzerimdeki ağırlık nefesimi daraltıyordu. Başımı yana çevirerek tam olarak Serkan'a dönmedim. “Hangi cehennemdeyse bul onu bana.”
Serkan apar topar odadan çıktığında boşta kalan elimi masaya yasladım. Öfkemin mi etkisi bilemesem de sık nefeslerimi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Kendimi koltuğa bıraktığımda bakışlarım dalgınlaştı. Belki de adamları fark etmişti ancak Alparslan onları öldürmezdi. Aklıma gelen kötü düşünceler beynimin içinde dolaşmaya başladığında gözlerimi kapattım. “Allah kahretsin, Allah kahretsin...”
Aradan neredeyse üç saat geçmişti ki çalan telefonumla kendime geldim. Serkan'ın aradığını düşünmüştüm ancak yabancı numara bunun pek de öyle olmadığını gösteriyordu. Başıma geleceği biliyor olsam da açmaktan başka çarem yoktu.
Kısa bir sessizliğin ardından Yavuz'un kahkahası yankılandı. “Efruz... Özledin mi beni?”
Kapanan gözlerimle dişlerimi sıktım. Kaçındığım sona erken yakalanmıştım. “Ne istiyorsun Yavuz?”
“Bende bir şey var,” dedi gevrek gevrek. “Güzel bir oyuncak.”1
Kasılan çeneme hâkim olmaya çalışırken umursamıyor gibi davranmaya çalışıyordum. “Neyden bahsettiğini anlamıyorum.”
“Yapma ama,” dedi alaylı sesiyle. Belli ki şu an çok eğleniyordu. “Adamlarına takip ettirdiğini biliyorum. Cesetlerini çoktan bulmuş olman lazım.”
Kaçacak yerim olmadığında pencereye doğru döndüm. “Ne istiyorsun?”
“Hah şöyle!” dedi keyifle. Kısa bir an düşünür gibi sesler çıkarttı. “Aslında... Tek istediğim intikam.” Biraz önceki alaylı sesi buz gibi oldu. “Değer verdiğin şeyleri kaybetmenin nasıl olduğunu merak ediyor olmalısın.”
Göğsümde küçük bir sızı hissettim. Kuruyan boğazımı ıslatmak adına yutkunarak dudaklarımı ıslattım. “Ben kendimden başka kimseye değer vermem. Köpeğim bile daha kıymetlidir.”
“Can borcun var sanıyordum,” dedi masada söylediklerimi hatırlatarak. “Şimdi umurunda değilmiş gibi mi davranacaksın?”
Küçük bir an susmak zorunda kaldım. Alparslan'ı kaybetmek istemiyordum. Hele de ona can borcum varken bu benim yüzümden olmamalıydı. “Alparslan öldüğünde hayatta mı kalacağını sanıyorsun Yavuz? Ben verdiğim sözleri tutarım.”1
Kısa bir an sessizlik oldu. Şimdi de düşünme sırası ondaydı. Karar vermiş olacak ki sesli bir soluk bıraktı. “Haklısın, onu öldürmek benim bir işime yaramaz.” Sessiz bir soluk verdiğimde az da olsa rahatlamıştım. Taa ki sözlerinin devamını duyana kadar. “Sana onu kurtarman için bir şans vereceğim Efruz. Yarın akşama kadar zamanın var. Olur da bulamazsan ölüm sebebi ben değil sen olacaksın.” Sinsi gülüşleri telefona çarpıyordu bir bir. “Tabii ne halde bulacağını bilemem. Dayanıklılık testlerimiz ağırdır. Belki ona biraz yaktırdığın mallardan ikram ederim.”
Daha fazla söyleyeceklerine katlanamayacağımı fark ettiğimde telefonu kapattım. O şerefsizi dikkate aldıkça daha da çok havaya girecekti. Hızlı hareket ederek Serkan'ı aradım. İlk çalışta açtığında onun konuşmasına fırsat dahi vermedim.
“İrem'i de al buraya gel çabuk!” Kapatacağım anda aklıma gelenle duraksadım. “İrem'in bilgisayarını unutmayın.”
***
Dakikalardır beklediğim koltukta sabrım tükenmek üzereydi. Sabah olmak üzereydi ve hâlâ Alparslan'ı bulamamıştık. Bu fazla can sıkıcıydı. Şimdiye kadar çoktan yerini tespit etmeli ve onu kurtarmış olmalıydık. İrem için hazırlattığım çalışma odasında sabaha kadar gözlerini bilgisayardan ayırmadı. Detaylı bir inceleme yapıyordu ama bunun zaman alacağını söylemişti. MOBESE kameralarına sızmış tek tek Alparslan'ı kaçıran araçların görüntüsüne ulaşarak yol güzergahı oluşturmaya çalışıyordu.
Oflayarak saatime baktım. Zaman geçmiyordu sanki. Böyle zamanlarda çok gergin ve aşırı sinirli oluyordum. Odanın kapısı çaldığında içeri giren Serkan'ı gördüğüm an ayağa kalktım.
Yine ellerini önünde bağlayarak başını yere düşürdü. “Yavuz'a ait bildiğimiz her yeri kontrol ettik ancak sonuç olumsuz.”
Suratım biraz daha asılırken saniyelik de olsa gözlerimi kapattım. “Allah kahretsin. Hiçbir şey yolunda gitmiyor.” Umutsuzluk giderek üzerime çullanıyordu. Alparslan'ı zamanında bulamazsam Yavuz'un söylediklerini yapacağını biliyordum. Hatta belki de şimdiye kadar yapmıştı.
“Buldum!” İrem'in çığlığını duyduğumda ona doğru yürüdüm. Parmakları hızla klavyenin üzerinde gezinirken kısa bir an başını çevirerek bana baktı. “Eski bir depoda.”
“Adres...” diyebildim sadece daha fazlasına sabrım yoktu. Aynı anda Serkan'la telefonlarımız öttü.
“Konum bilgileri telefonunuzda.”
Yüzümdeki küçük tebessümle İrem'in omzunu sıktım. “Sağ ol.” Hemen ardından telefonuna bakan Serkan'a işaret verdim. “Çabuk ol, gidiyoruz.”
Neredeyse bir saatten fazla süren yolculuğun ardından İrem'in verdiği adrese gelmiştik. Sanayi gibi bir alanda bulunan seyrek haldeki iş yerleri arasından konumda gösterilen depo terk edilmiş gibi görünüyordu. Serkan adamları ayarlarken silahımı kontrol ettim. Alparslan'ı almadan gitmeyecektim.
Serkan'ın sesiyle ona doğru döndüm. “Tamam. Herkes dikkatli olsun. Alparslan'a bir zarar gelmesine izin vermeyin.”
Adamların onayıyla harekete geçeceğim sırada Serkan önüme geçti. “Efendim... Siz burada bekleyin. Kendinizi tehlikeye atmanıza gerek yok.”
Kaşlarımı çatarak Serkan'a sert bir bakış attım. “Hiçbir zaman korkak biri olmadım.” Yanından geçip giderken peşime takılan adamlarla sessizce depoya ilerlemeye başladım. İşin garip yanı etrafta hiç adam yoktu. Bu ise bende iki türlü endişeye sebep oluyordu. Ya geldiğimizden haberdarlardı ya da yanlış adrese gelmiştik. Depoya yaklaştığımızda hemen yakınındaki yapıya ait duvara yaslandım. “Niye kimse yok burada?”
Serkan da benim gibi duvara yaslanmış etrafı gözetliyordu. “Kapı da açık. Bu hiç normal değil.”
Kısa bir an deponun girişindeki kapıya baktım. Evet, normal değildi ama yine de içeriye girecektim. “Adamlara işaret ver, önden gitsinler.”
Serkan'ın işaretiyle iki adam önden deponun kapısına doğru ilerlemeye başladı. Onların arkasından iki kişi daha peşlerine takıldı. İlk ikili içeri girdiğinde biz de arkalarından ilerledik. Hiçbir çatışma sesi gelmediğinde Serkan önde ben arkasında depoya girdiğimizde şaşkınlıkla silahımı indirdim.
Adamlarımın toplandığı kısma yürüdüğümde yerde oturtularak bağlanmış dört tane takım elbiseli adamı görmeyi beklemiyordum. “Kontrol edin.”1
Hepsi adamları tek tek kontrol ettiler. “Dördü de baygın efendim.”1
Alparslan'ı görmeyi beklerken gördüğüm manzara karşısında ne yapacağımı bilemez halde etrafıma bakındım. Boş depoda birkaç işe yaramaz tahta parçasının dışında kenara savrulmuş bir sandalye ve yerdeki adamlardan biraz uzakta bir masa etrafında duran iki sandalye vardı. Biri her nedendir bilinmez yere devrilmişti. Benden önce masaya giden Serkan incelemesini tamamlamış olacak ki bana doğru döndü.
Yanına gittiğimde ilk dikkatimi çeken şey masadaki şarjörü alınmış silahlar oldu. Hemen ardından adamlar yemek yemek üzere olacak ki masada duran gazete ve üzerindeki dürümün yanında Serkan'ın işaret ettiği peçetenin üzerinde yazan yazıyı okumak için biraz eğildim.
“Yine geç kaldın.” Alparslan'ın yazdığını düşünerek suratımı asarken alt satıra baktım. “Birini sana bıraktım. Aç kalmışsındır benim yüzümden.” Dudağımın kenarı kıvrıldı. Masada duran dürümden bahsediyor olmalıydı. Bu adam gerçekten inanılmazdı.4
Elimdeki silahı belime yerleştirip masada duran peçeteyi aldım. Başımı kaldırdığımda Serkan'ın gözleri üzerimdeydi. “Kaçmış mı yani?” dedi sanki anlamamış gibi.
Sesli bir soluk vererek arkamdaki adamlara baktım. “Sandığımızdan daha yetenekli görünüyor.” Bu beni manasızca mutlu ettiği esnada kendimi toparlayarak kapıya yöneldim. “Toparlanın, gidiyoruz.”
***
Eve geldiğimde kapıyı kapatamadan uygulanan baskıyla arkamı döndüm. Onur hemen arkamdan içeri girmeye çalışırken suratı beş karıştı.
Ona aldırmayarak kapıyı kapatmadan dışarıyı kontrol etmeye başladım. “Kapının önüne kamera mı taktırdın lan? Yoksa alarm falan mı var ben gelince ötüyor?”
“Hee...” dedi salona geçerken. “Üst katında pencere önüne tünüyorum.”
Sırıtarak kapıyı kapatıp peşine takıldım. “Sen de olmasan yollarımı kimse gözlemeyecek.”2
Bana aldırmadan koltuğa oturduğunda ellerinin önünde birleştirdi. “Yine kim yamulttu oğlum seni? Dünden beri her yerde seni arıyoruz.”
Suratım asılırken elim çeneme gitti. Bir düzeltememiştik şu suratı. “Yavuz'un adamları kaçırdı, anca kurtuldum ellerinden.”
Yerinde oturamamış olacak ki sıkıntıyla ayağa kalktı. “Belliydi böyle olacağı.” Odanın içinde bir sağa bir sola yürüyordu. “Bütün dikkatleri üzerine çektin.”
Ona aldırmadan kalktığı yere oturarak başımı arkaya yasladığımda yorgunlukla gözlerimi kapattım. “Bizim istediğimiz de bu değil miydi?”
Dibime kadar gelerek tam önümde durdu. Her ne kadar gözlerim kapalı da olsa bunu hissedebiliyordum. “Bizim istediğimiz sana bir zarar gelmesi değil Alparslan.”
Gözlerimi araladığımda söylediklerini pek umursamadım. Her görevin içinde tehlike olurdu. Öldüğüm an ailemden başka arkamdan ağlayanım olmayacaktı. “Yavuz'u ortadan kaldıracağım.”2
Onur duyduklarının şaşkınlığıyla bir an cevap veremedi. Yanıma oturduğunda suratımı inceliyordu. “Kafana darbe aldığın belli.”
Öne doğru eğilerek başımı yokladım. “Bir iki yumruk yedim.” Gözlerini devirdiğinde sırıtarak omzuna vurdum. “Yavuz o masada fazlalık, Efruz'un baş düşmanı. Şimdi de hedefi benim. Onu ortadan kaldırmam lazım.”
Telefonunu eline aldığında “O iş öyle kolay değil,” dedi yüzüme bakmadan. Aynı zamanda mesaj yazıyordu. Muhtemelen benimle ilgili haber veriyordu. “Neye göre yapacaksın? Daha büyük hedef olursun.”
Sakince önüme bakmaya başladım. “Belki de bunu istiyorumdur.” Telefondan başını kaldırarak bana baktığında gülümsedim. “Başkanı duydun; benden istenilen temiz olmam değil, Efruz'un yanında olmam.”
Hoşnutsuz bir şekilde suratını ekşitti. “Bu çok tehlikeli. Seni o masada yaşatmazlar.”
Sesli bir soluk vererek ellerimi belimin iki yanına koydum. “Oğlum, beni bir psikopatın yanına koyarken aklınız neredeydi?”1
“Aynı şey değil Alparslan,” dedi kızgınlıkla. “Sen benim kardeşimsin. O kadın seni korur ama diğerleri öldürür.”1
Yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken Onur'un omzunu sıktım. “Ben de bundan faydalanacağım zaten. Başkanı haberdar et yeter, beni de merak etme.”
Bir süre emin olmak ister gibi gözlerime baktı. Hemen sonra çocukluğumuzdaki gibi saçlarımı karıştırdı. “Git de bir duş al, kokuyorsun.”
Ellerini iterek suratımı buruşturdum. “Senin bütün gece kıçında pireler uçuşurken ben bir sandalyeye bağlı dayak yiyordum.”
“Efruz her yerde seni arıyor,” dediğinde ona aldırmadan ayağa kalktım.
Banyoya ilerlediğim sırada sesi geldi. “O bulmadan ben gitsem iyi olacak.”
Arkamı döndüğümde ayaklanarak koridora çıkan adama kısa bir bakış attım. “Arabamı bul! Telefonum da yok, her şey arabada kaldı.”
“Hallederiz,” dedi çıkmadan hemen önce.
Banyoya girer girmez üzerimdeki pis kokan kıyafetleri çıkardım. Hemen sonra uzun denilecek bir duş aldım. Onur haklıydı; iki günde bok gibi kokmuştum. Aynanın karşısına geçtiğimde suratıma baktığım an keyfim kaçtı. Kaşımda küçük bir yarık vardı ve dudağımın kenarı patlamıştı. Elmacık kemiğimdeki minik kızarıklık da cabasıydı.
Elim çenemde başımı iki yana çevirirken sakallarım gözüme çarpınca tıraş olmaya karar verdim. Belimde havlumla aynanın yanında duran dolabın gözünden tıraş makinamı çıkarıp sakallarımı kısalttım. Kirli sakal seviyordum. Bir de kumral olunca iyi duruyordu. Yoksa fazla bebeksi yüzden geberip gidecektim.1
Lavaboyu temizleyip dolaptan çıkardığım pamuk ve tentürdiyotla yüzümdeki yaraları temizledim. Kaşıma minik bir yara bandı yapıştırdım. Bir iki güne geçerdi. Tıraş losyonumu yüzüme sürdüğümde tentürdiyottan daha çok yaktı. İçimden ettiğim küfürlerle son olarak dolapta duran deodorantımı alarak vücuduma sıktım. Ellerimle saçlarıma bir iki şekil verdiğim sırada kapı çalmaya başladı.
Bir süre sesleri dinlediğimde arka arkaya çalan kapıyla dudağımın kenarı kıvrıldı. Gelecek birileri için tahminim vardı. Aynada son kez kendimi kontrol edip banyodan çıktım. Üzerimi giymeden kapıya yöneldim. Belki böyle daha etkili olurdum. Kısa bir kontrolün ardından yüzümdeki tebessümü gizleyerek kapıyı açtım. Karşımda duran Efruz ve hemen arkasındaki Serkan'la tepkisiz bir halde onlara bakıyordum.
Efruz'un bakışları kısa bir an üzerimde gezindiğinde gözlerimde duraksadı. “Davet etmeyi düşünmüyor musun?”
Alaylı bir ses dudaklarım arasından firar ederken geriye çekilerek kapıyı biraz daha araladım. “Pek umursadığın şeylerden değil gibi.” Beni duymazdan gelerek içeri girdiği sırada Serkan giremeden önüne geçtim. “Sen girmesen de olur.”
Arkasını dönerek bir Serkan'a bir de bana bana baktı. İkimizde birbirimizi boğacak gibi bakıyorduk. Efruz da bunu fark etmiş olacak ki “Sen arabada bekle, Serkan” dedi. Serkan'ın yüzü asılırken ona imalı bir bakış attım. Asılan yüzü yetmez gibi bir de karardı. Kapıyı suratına kapattığımda dudağımın kenarı kıvrıldı. Bu adamı bozmak hoşuma gidiyordu. “Serkan'ın üzerine fazla gidiyorsun.”
Salona geçerken konuşan kadının peşine takıldım. “Umurumda bile değil.”
İçeri girdiğimizde etrafa kısa bir bakış atıp bana döndü. “İyi görünüyorsun.”
“İyiyim,” dedim nezaketen. “Suratıma pek değer veren yok.”
Dudakları kıvrılır gibi olsa da çok sürmeden toparladı. “Bebeksi yüzüne karizma katmışsın.” Uzanarak kaşımdaki banda dokundu. Narin parmakları elmacık kemiğimdeki kızarıklıktan dudağımdaki yaraya uzandığında usulca okşadı. “Nasıl kurtuldun ellerinden?”
Kısa bir an gözlerimi ondan ayıramadım ama bu uzun sürmedi; dudağımdaki elini indirdim. “Bu önemli değil.” Arkamı dönerek salondan çıktım.
“Alparslan!” Onu duymazdan gelerek odama girdim. Peşimden gelen kadın beni gülümsetirken ona belli etmeden dolabımın kapağını araladım. Çektiğim tişörtü alamadan dolabın kapağını sert bir şekilde kapatarak önüme geçti. “Sana bir soru sordum.”
Kaşlarımı çatarak kollarını göğsünde birleştiren kadına doğru bir adım attım. “Niye geldin Efruz?” Sorumu beklemiyor olacak ki kaşlarını çattığında ona doğru bir adım daha attım. “Köpeğin kadar değerli olmayan bir adamdan sana ne?” Ona fazla yaklaşmış olmam bir adım gerilemesine sebep olduğunda sırtı dolaba çarptı. Pes etmeyerek aramıza açtığı boşluğu bir adımda yeniden kapattım. “Evinden kovduğun adamı ne diye merak ediyorsun?”
Göğsümde ve omuzlarımda gezen bakışları gözlerimi bulduğunda yutkunduğunu hissettim. Göğsünde bağladığı elleri çözülürken destek almak ister gibi dolaba yasladı. “Can borcum...”
Cümlesine tamamlayamadan elimi başının yanından dolaba yaslayıp üzerine doğru eğilerek gözlerimi gözlerine diktim. “Başlatma can borcuna!” Şaşkınlıkla kaşları havalandı. Bu tarz bir konuşma beklemediği açıktı. “Bana açık ol Efruz.”
“Seni korumaya çalışıyordum,” derken sesi oldukça gürdü. Sanırım sinirlenmeye başlıyordu. Ben de Alparslan'sam onu kolay bırakmayacaktım. “Kendi canını tehlikeye attın. Seni önemsemem sadece daha kolay ölmeni sağlardı.”
Yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken yüzüne dökülen saçı kulağının arkasına sıkıştırdım. “Yani beni önemsiyor musun?”
Daha uysal çıkan sesimle bir süre sessiz kaldı. Düşünüyor gibiydi. Muhtemelen sorudan kaçmak isteyecekti ki beni şaşırtmadı. “Beni sıkıştırmayı bırakmazsan sonun iyi olmayacak.”
“Hım...” dedim alaylı ses tonumla. Korktuğum söylenemezdi. Benden etkilendiğini biliyordum. Sadece bundan kaçmaya çalışıyordu ve buna izin vermeyecektim. “Ne yaparsın mesela?” Sessiz kaldığında ona doğru biraz daha eğildim. Anlık bir paniğe kapıldığında eli kıpırdandı. Onun ne yapacağını anlarken siyah, mini elbisesinin altından bacağına uzanan elini kavradım. Bileğinden tutarak elini yukarı kaldırdığımda minik ama oldukça keskin duran çakıyı görünce gülmeden edemedim. “Bu işe yarıyor mu?”1
Gözlerini devirerek elini kurtarmaya çalışsa da başarılı olamadı. “Her şeyi fazla hafife alıyorsun. Amacım seni öldürmek olsa çoktan ölmüştün.”
Çakıyı alarak yere attığımda elini serbest bıraktım. Ondan uzaklaşmadan saçından bir tutam alıp okşamaya başladım. “Sorduğun soruya cevap vereceğim ama sende benim sorduğum soruya cevap vereceksin.” Her ne kadar memnun olmasa da başını eğdiğinde kısa bir özet geçtim. “Babam, amcalarım, ablam rütbeli asker. Küçüklüğümden beri ablamla beraber çalışırız. İlk başlarda ona özendiğim için yapıyordum bunu, daha sonra hayat felsefem oldu. Ablam da kendine çalışma arkadaşı arardı sürekli ve yeni öğrendiği şeyleri ilk kimin üzerinde deniyordu bil bakalım.” İkimizin de dudağında küçük bir kıvrım oluştu. “Ben de onun sayesinde kendimi savunmayı öğrendim. Silah kullanmaksa bizim çocukluğumuzdan beri hayatımızda olan bir şey. Annem de dahil herkes nasıl silah kullanacağını bilir. Babam bu konuda biraz hassastır. Sadece gerek duymadıkça kimse eline almaz.”
Usulca başını sallarken “Anladım,” dedi fısıltıyla. Söylediklerim yalan sayılmazdı ama biraz eksik olabilirdi.
“Benden hoşlanıyor musun?” diye sordum. Şimdi sıra ondaydı.
Kaçamak bakışları gözlerim dışında her yerde geziyordu. “Bu neyi değiştirir?”
Çenesinden tutarak gözlerime bakmasını sağladım. “Çok şeyi değiştirir.”
Olumsuz bir ifadeyle başını iki yana salladı. Yosun gözleri, kırık bakışlara dönüştü. “Boş hayaller kuruyorsun. Olmayacak şeylerin peşinden koşuyorsun.”
Bir an gözüme fazla tatlı görünen kadının belini sararak kendime yasladım. Ürkek bir tavırla gözlerime baktı. O an içimde ona karşı korkunç bir öpme isteği oluştu. Bakışlarım istemsiz dudaklarına düştü. İlk defa bu kadar yoğun bir duyguyla karşılaştığımı fark ettiğimde içim ürperdi. O dolgun dudakları, nefes alamıyormuş gibi aralandığında yutkunma sırası bana geçmişti.
Başımı kaldırarak telaşla gözlerine baktım. Onu öpmek için küçük de olsa bir onaya ihtiyacım vardı. Sanki dudaklarına kapansam ses çıkarmayacaktı ama yine de o da istemliydi. Boşta duran elimle yanağına uzandım. Parmaklarım yanağından kulağına oradan ensesine ve saçları arasına uzandı. “Efruz...” dediğimde gözleri kapandı.
Sanki o da kendisiyle savaşıyordu. Yanağında duran elimi kavradığında göz kapaklarını aralayarak buğulu gözlerini bana dikti. “Hata ediyorsun Alparslan. Aradığın kadın ben değilim.”
Bir mıknatıs gibi ona çekildiğimi hissettiğim sırada sanki ondan başka seçeneği yoktu. “Bırak da ona ben karar vereyim.”
Dudaklarım sıcacık dudaklara değdiği an yandığımı hissettim. Sıcacık, yumuşacık ve enfesti. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. İçimde çok güçlü bir ses öp artık Alparslan, bu fırsatı kaçırma diyordu. Diğeri ise aptallığı bırakıp acilen ondan uzaklaşmamı söylüyordu.
İrademe sahip çıkarak geri çekilmek için hamle yapacağım sırada Efruz'un elini yanağımda hissettim. O da istiyordu. Zaten zayıf olan iradem Efruz'un kıpırdanan dudaklarıyla yok olurken karşılık vermekten alamadım kendimi. O kadar yavaş o kadar narin öpüyordum ki onu, sanki bir mayın tarlasının üzerinde yürüyor gibiydim. Telaşa kapıldığım her an ya da yanlış bir adım attığım anda onu kaybedebilirmişim gibiydi.
Kendimi kaptırmış kollarımın arasındaki kadını fütursuzca öperken belimdeki havlunun gevşediğini hissettim. Bir anda havlunun sıkıştırdığım ucu açıldığında panikle bir iki adım geri çekilerek düşmemesi için havluyu sıkıca tuttum. Şaşkınlıkla bir havluya bir de karşımda sırıtan kadına baktığımda onun yaptığını anlamam zor olmadı. Dikkatimi dağıtmak için yapmıştı. Oldukça da başarılıydı.
Yüzündeki gülümseme biraz daha büyürken arkasını döndü. “Üzerini giyinsen iyi olur.”
Odadan çıkıp giden kadının arkasından bakakaldım. Kesinlikle bu kadın normal değildi. Bir elimle hâlâ düşmesin diye havlumu tutarken diğer elimi dudaklarımda gezdirerek sırıtıyordum. İşte bu iş bu kadardı. O dudakları artık kimseye yâr etmezdim.
Kendimi çabucak toparlayarak dolabıma yöneldim. Artık şu üzerimi giysem iyi olacaktı. Altıma yazlık bir kapri, üzerime de bir tişört geçirdiğim sırada kapı çaldı. Hızla tişörtün uçlarını aşağı indirirken Efruz'un sesi geldi. “Serkan gelmiş olmalı.”
Çattığım kaşlarımla dolabın kapağını kapatarak kapıya yürüdüm. İki dakika boş bırakmıyordu şerefsiz. Gelmese olmazdı. Suratım asık bir halde odadan çıktığımda Efruz'un öylece kapıda dikildiğini gördüm. Kapıya yaklaştıkça gördüğüm manzara karşısında adımlarım yavaşlarken babamla göz göze geldik. Hemen ardından annemin görüş açısına girdiğimde Efruz'da olan bakışlarını bana dikti.3
Başını çeviren Efruz'la yaşadığımız kısa bir bakışmanın ardından zorla da olsa gülmeye çalıştım. “Anne!”4
🖤🩶
İnstagram:soylumery
Hoşça kalın. 🖤
Okur Yorumları | Yorum Ekle |