
Merhaba...
Biz geldikkk 🥰
Sevgili okurlarım, yorum yaparak düşünceleriniz belirtin lütfen. Oy vermeyi de unutmayın. 🖤
Keyifli okumalar 🫶🏻
Gergin adımlarla evden çıktığımda kısa bir yürüyüşün ardından bahçe kapısına ulaştım. Serkan beni görür görmez hareketlenirken ceketinin önünü bir eliyle sıkıca tutarak birleştirdi. Yanıma geldiğinde konuşmasına izin vermeden “Gidiyoruz,” dedim.
Adamlara işaret vermesiyle hepsi hareketlenirken tam arabanın yanına geldiğimde biri kolumdan çekti. “Efruz!” Arkamı döndüğümde Alparslan ne olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. “Nereye gidiyorsun?”
Kolumu sert bir şekilde kurtararak yüzümü ekşittim. “Nereye gideceğim, evime gidiyorum. Sıkıldım buradan.”
Sert sözlerim yüzünde küçük bir şaşkınlık ifadesi yarattı fakat bunu hızlı bir şekilde sakladı. “Bana haber verseydin birlikte giderdik.”
Küçümseyici bakışlarıma acı bir gülüş ekledim. Yapmak istemediğim şeyler yapıyordum yine. “Süt kuzusunu annesiyle babasından ayırmak istemedim.”
Bakışları anında sertleşirken gözleri kısıldı. Tıpkı o da benim gibi gerilmeye başlamıştı ama sesi hâlâ uysaldı. “Bir şey mi oldu içeride?”
“Cık...” dedim başımı yukarı kaldırarak. Gözlerinin içine baktığım adama biraz daha yaklaştığımda fısıldadım. “Sıkıldım şu saçma sevgili oyunundan ve bitirmeye karar verdim.”
Cevap vermeden gözlerimin içine bakan adama aldırmadan kendimi geriye çektim. Serkan'a küçük bir baş hareketi yaptığımda kapıyı açmasını işaret ettim. Serkan kapıyı açarak geçmemi beklerken bir adım atabilmiştim ki Alparslan yine kolumdan yakaladı. Ters bakışlarımı üzerine diktiğimde o da benim kadar sert duruyordu.
“Bana ne olduğunu söyle!”
Emrivaki olduğu kadar da sert sesi kulaklarımda yankılanırken Serkan aramıza girmekte gecikmedi.
“Çek elini!”
Alparslan'ın bakışları bende “Her boka karışma Serkan,” dediğinde ortam yeniden gerilirken Serkan, Alparslan'ın omuzundan yakaladı. “Ne diyorsun lan...” Cümlesini tamamlayamadan Alparslan kolumu bıraktığı gibi Serkan'a sert bir kafa attı. Beklemediği darbeyle geri savrulan Serkan'la korumaların hepsi silahına sarılarak bizi çevreledi. Hayretle karşımdaki adama bakıyordum. Serkan kısa bir an elini burnuna götürerek kan var mı diye yokladı. İyi olduğunu anladığında silahına sarılarak Alparslan'a doğrulttu. “Bittin oğlum sen?”
Şaşkınlık içerisinde elimi kaldırarak Serkan'ı durdurma ihtiyacı hissettim. Ortalık karışsın istemiyordum. Alparslan'ın ise umurunda bile değildi. Belinde silah dahi yoktu ama o etrafta kendine doğrultulan silahları umursamadan bana bakıyordu.
“Seni bu şekilde göndermem Efruz.”
O kadar kendinden emin duruyordu ki itiraz etmeme bile izin vermiyordu. Ne yapacağımı bilemez halde öylece kaldığımda “Alparslan!” diyen sesle hepimiz başımızı çevirdik. Bu Alparslan'ın kuzeni Onur'du. Gördüğü manzaradan ne çıkarım yaptı bilmiyorum ama bahçe kapısından içeriye kısa bir bakış atıp bize döndü. “Baban buraya geliyor.”
Bu cümle sanki Alparslan için değil de benim için söylenmiş gibiydi. Bu saçmalığın daha fazla büyümemesi adına müdahale etmem gerektiğinin farkındaydım. “İndirin silahları.” Adamlarım anında indirirken Serkan hâlâ doğrulttuğu silahla bana bakıyordu. “Serkan!” dedim öfkeli bir sesle.
İsteksiz de olsa o da indirdiğinde Cihangir Bey ve kankası olduğunu düşündüğüm Akın Bey bahçe kapısından çıktılar.
“Hayırdır Alparslan, bir sorun mu var?”
Cihangir Bey'in tok sesi ortamda yankılanırken Alparslan babasına doğru döndü. “Bir şey yok baba. Gidiyorduk biz de.”
Son cümlesiyle tek kaşım havalandığında Alparslan'ın benimle gelmek isteyeceğini düşünmemiştim. Cihangir Bey'in de düşündüğünü sanmıyordum.
“Sen nereye?” diyen babasıyla kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum.
Sesli bir soluk veren Alparslan bakışlarını babasına diktiğinde kısa bir an bakıştılar. “Efruz'u evine bırakacağım.”
Baba oğul arasına girmek gibi bir niyetim olmadığından “Arabam var,” dedim ancak demesem daha iyiydi çünkü Alparslan kızgın bakışlarını anında üzerime dikti.
“Ben getirdim, ben götüreceğim,” dedi dikte eder gibi. Bu da yetmemiş olacak ki belime dokunarak arabasına yönlendirdi. Olay çıkmaması adına mecburen sessiz kalarak arabasına bindiğimde yanıma oturdu. Karşısındaki camdan görünen babasının bakışlarına aldırmadan kemerini bağlarken “Kemerini tak,” dedi. Söz dinlemek yerine hâlâ dalgınlıkla karşımızda bize bakan üç adama bakıyordum. Bir babasıyla oğlunu birbirine düşürmediğim kalmıştı.
Alparslan benden bir ilerleme göremeyince bıkkın bir soluk vererek kemerime uzandığında “Ben takarım,” dedim.
Arabayı çalıştırdığı sırada kemerimi takmamla yola çıktık. İkimizin de bakışları tam karşıda sessizce yolu takip ediyorduk. Sessizliğimiz iyi olduğu kadar da huzursuz ediciydi. Alparslan biraz hızlı kullanıyordu arabayı. Sanki içindeki öfke arabanın hızına yansıyordu.
“Ne olduğunu bana söyleyecek misin?” dediğinde başımı ondan tarafa çevirdim. Gözleri yoldaydı. Ciddi duruyordu. Onu kibar ve güler yüzlü görmeye alışmıştım.
“Bir şey olduğu yok. Ortamdan sıkıldım.”
Sakinliğini korumakta zorlandığı belli olurken direksiyonu sıktığını görebiliyordum. Yandan bakışları kısa süre de olsa beni buldu. “Tamam da bana neden haber vermiyorsun? Gideceğim dedin de gitme mi dedim?”
Onun hâlâ kibarca durumu anlamaya çalışması kalbimi biraz daha acıtırken “Yeter!” dedim sesimi yükselterek. “Ne bu sorgu sual?” Başımı yola çevirdiğimde devamında yüzüne bakamayacaktım. “Ne sanıyorsun sen? Gerçekten sevgilim olabileceğini falan mı? Sana o öpücüğü ciddiye alma dedim.” Suratımı ekşittiğimde yandan bir bakış attım. “Ne ilk öpüştüğüm erkeksin ne de son olması gibi bir düşüncem var.”
Öfkeyle direksiyona vurduğunda hızını arttırdı. Sanki patlama noktasına gelmişti. “Ben sana niye yaranamıyorum Efruz?” Göz göze geldiğimizde ateş gibi bakışları bütün ormanlarımı yakıp kül etti. “Tam diyorum ki bu sefer oldu, o duvarlarını yıktı ama sen bir anda yeniden gardını alıyorsun, daha sert duvarlar örüyorsun. Bu da yetmez gibi öfkemi körükleyecek bütün kelimeleri bir araya getiriyorsun.”
Beni bir türlü anlamayan ve benim de bir türlü tam anlamıyla dürüst olamadığım adama aynı sertlikle karşılık verdim. “Anlamıyorsun. Sana diyorum ki bizden olmaz. Bak,” dedim kendimi göstererek. “Bana bak.” Artık daha açık olmak istiyordum. “Mafyayım ben! Hiçbir işim yasalara uygun değil. Benim olduğum yerde kuralları ben belirlerim, düzenden çok düzensizliği severim. Dostumdan çok düşmanım vardır. Özel hayat diye bir şeyim yok, korumalarım her daim benimle gezer. Kimseyi çok önemsemem çünkü bilirim ki sonunda o da ölecek.” Gözlerime bir hüzün çöktüğünde bakışları hâlâ yolda ama can kulağıyla beni dinleyen adama baktım. “Buna süt kuzuları da dahil.” Gözleri beni bulduğunda buruk bir tebessüm sundum. “Baban haklı, sen benim dünyama çok uzaksın. Zamanın varken arkana bakmadan kaç Alparslan çünkü eğer hayatıma girersen seni bırakmam ve olur da bana ihanet edersen seni yaşatmam.”
Kısa bir an gözlerimiz birbirinde kenetli kaldı. Ben ne cevap vereceğini beklerken o aniden arabayı sağa kırarak sert bir şekilde firen yaptı. Emniyet kemeri savrulmama engel olurken yine de elimi öne yaslayarak destek aldım. Tekrar arkama yaslandığımda hayretle kemerini açan adama baktım. Ben onun arabadan inerek arkasına bakmadan kaçmasını beklerken o üzerime doğru eğilerek dudaklarımızı birleştirdi.
Sıcacık dudakları dudaklarıma değdiğinde yaşadığım şokun etkisiyle tepki veremedim. Kısa bir an sonra dudakları kıpırdandığında ona karşılık vermemek zordu. Kapanan gözlerimle karşılık verirken eliyle yanağımı usulca okşamaya başladı. Bütün sinirim, bütün öfkem yok olup gitmişti. Uzun olmayacak bir öpücüğün ardından aralamadığı gözleriyle alnını alnıma yasladı. İkimizin de gözleri aralandığında dudağında belli belirsiz bir kıvrım vardı.
“Seni bırakmayacağım Efruz. Sonu cehennem de olsa seninle yanmaktan vazgeçmeyeceğim.”
Kulağıma çalınan sesi ilaç gibiydi. Belki de uzun zamandır farkında olmadan aradığım sesti. “Buradan geri dönüşümüz yok,” dedim fısıltıyla. Tekrar yanağımı okşadı. Sanki bu şekilde ve mavi gözleriyle beni hipnotize ediyordu.
“Dönmek isteyen kim?”
Dudaklarımdaki kıvrım biraz daha büyüdü. Bu sefer ben uzandım dudaklarına. Onu büyük bir tutkuyla öpmek istiyordum. Bir şeyi kontrol edemiyorsam oluruna bırakıp yine hükmetmeyi seçerdim. Fakat ne yazık ki arabanın camına vurulmasıyla ikimizde duraksadık. Kim olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Biraz geri çekilerek Alparslan'ın arkasındaki cama baktım.
“Serkan.”
Buruşan suratıyla sesli bir soluk verip geri çekildi. Arabanın siyah camını indirerek bizi görmeye çalışan adama baktı. “Merak etme Serkan, patronun hâlâ yaşıyor.”
Serkan pek de umursamadığı Alparslan'ı es geçerek cama doğru eğilip bana baktı. “Efendim, bir sorun mu var?”
Serkan'ın bağlılığını her zaman sevsem de bazen aşırı kontrolcü olabiliyordu. Yine de şimdi beni merak etmiş olmasını anlıyordum. “Sorun yok Serkan, eve gidiyoruz.”
Yeniden yola koyulduk. Eve geldiğimizde arabadan indim. Alparslan da inerek yanıma geldiğinde elimi uzattım. “Güzel bir gündü.”
Kaşlarını çatarak bir bana bir de elime baktı. “Hayırdır, ayrılıyor muyuz?”
Bu adam gerçekten ilginçti. Ailesinin yanına dönmeyi planlamıyordu sanırım. Ona bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapattım. “Baban seni bekliyor olmalı.”
Saçlarıma uzandığında kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bunu adamlarımın yanımda yapması biraz sinirimi bozuyordu. Otoritemi sarsıyor gibi geliyordu ama bir o kadar da hoşuma gidiyordu.
“Beni başından atmaya mı çalışıyorsun?”
Dudağımda eğreti bir kıvrım oluşurken sesli bir nefes verip geri çekildiğimde eli boşluğa düştü. Düşündüğünün aksine gitmesini istemiyordum. Hatta etrafımda varlığını hissetmek hoşuma gidiyordu. “İyi,” dedim arkamı dönmeden hemen önce. “Gel o zaman.”
Arkamdan geldiğini bildiğim adamın her adımında dudağımdaki kıvrım biraz daha büyürken ona göstermedim. Görsün istemiyordum. Olur ya görür de aldanırdı. O aldanır, ben inanırdım; ikimizde bir yalanın kurbanı olurduk.
Eve girdiğimizde salona geçer geçmez bizi ilk karşılayan Şule'den sonra Gece oldu. Her zamanki gibi formundaydı. İlk benim üzerime atladı. Onun için çöktüğümde yüzümü yalamasına izin vermedim. O kadar makyajı yemesini istemezdim. Bir de dudaklarımdaki iz silinsin istemedim. Alparslan bize aldırmadan koltuğa oturduğunda Gece, benimle olan sevgisine ara verip onun kucağına atladı. Sanırım bu aralar onu fazla ihmal etmiştim. Alparslan'a olan sevgisi de sinir bozucuydu. Şeytan tüyü vardı adamda. Kim görse ya boynuna ya da üzerine atlıyordu. Bu gerçekten can sıkıcıydı.
“Efendim yemek hazırlatayım mı?”
Şule'nin sesiyle arkamı döndüğümde hemen arkasında duran Serkan'ın ölümcül bakışlarına takıldım kısa bir an. Bu ev giderek tehlikeli bir ortama dönüşmeye başlamıştı. Nişanda bir şeyler yediğimiz için canım istemiyordu fakat Alparslan'a sormam gerektiğini düşünerek ona döndüm.
“Ne diyorsun Alparslan?”
Gece'den zorla kopardığı mavi gözlerini üzerime dikti. “Aç değilim.”
Dudağımı bükerek tekrar Şule'ye döndüm. “Aç değilmiş beyimiz, hazırlamasınlar.” Şule bir bana bir de Alparslan'a şaşkınlıkla bakarak arkasını döndüğünde Serkan'la bakışmaya başladık. Onu da rahat bırakmanın zamanı gelmişti. “Serbestsin Serkan, keyfine bak.”
Bakışları kısa bir an koltukta Gece ile oynayan Alparslan'a iliştiğinde suratı ifadesiz bir hâl aldı. Yine de ses etmeden başını eğdi ve arkasını dönüp gözden kayboldu. Koca salonda kovacak kimse kalmadığında fazla umursamaz duran ikiliye döndüm. Alparslan bunu bekliyormuş gibi yanındaki boşluğa elini vurdu. “Kimse kalmadı, gel artık.”
Ne yapmaya çalıştığımı çoktan anlayan adamın yanına oturduğumda ortamıza giren Gece'nin tüylerini okşamaya başladım. “Film izleyelim mi?”
“Olur,” dedi sakince. Küçük bir tebessüm sundum. “İnelim o zaman.”
Sessizce ayağa kalktı. Birlikte aşağıya inmeden önce Gece'yi kulübesine gönderdim. Şule'den içecekle birlikte birkaç atıştırmalık istedim. Alt kata indiğimizde ışıklar otomatik olarak yanıyordu. Ben alışık olduğum koridorda ilerlerken Alparslan oldukça meraklı, etrafını incelemekle meşguldü. Kapının önünde durduğumda açarak içeri girdim. Alparslan da hemen arkamdan girmişti.
Duyduğum hafif ıslık sesi dudağımın kıvrılmasına sebep oldu. Ne yalan söyleyeyim bunu bekliyordum çünkü bu oda sinema salonlarından çok daha konforlu ve sistemi üst düzeydi. Alparslan içeri girdiğinde oldukça rahat olan L koltuğa oturarak karşısındaki beyaz perdeye baktı.
“Burası fazla iyi.”
Yanına oturarak bilgisayarımı kucağıma çektim. “Öyledir. Ne izleyelim?”
Olduğu yerde toparlanarak üzerime doğru eğildi. Amacı bilgisayara bakmaktı ama istemsiz yakınlığımız ilgimi çekmişti. Başımı ona doğru çevirdiğimde yakından baktım yüzüne. Kaşlarını çatmış, bilgisayarda sıralanan filmleri inceliyordu. Pürüzsüz bir cildi vardı. Saçları kumrallıkla sarışınlık arasında gidip geliyordu. Kemikli yüzü bir yandan da bebek gibiydi. Sempatiklikle yakışıklılık arasında gel git yaşıyordu sanki. Dudakları açık pembeydi ama dolgundu.
“Seçenek çok gibi.”
Başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Bakışlarım dikkatini çekmiş olacak ki gözlerimde takılı kaldı. Gözleri ayrı güzeldi ve artık bu gözlerin anneden geldiğine emindim. Aynısıydı. Duru bir maviydi. Sanki dingin bir okyanus gibi. Sinirliyken koyulaşıp daha etkileyici bir hâle bürünüyordu. Kokusu da ayrı güzeldi. Etkileyici bir aurası vardı. Sanki içiyle dışı farklıydı. Sanki çok iyi bir oyuncuydu; sahne onundu ve siz büyülenmeye mahkumdunuz.
Kendimi toparlayabildiğimde boğazımı temizledim. “Romantik, vıcık vıcık şeyler istemeyeceksin değil mi süt kuzusu?”
Onu kızdırmak ve hatta dikkatini dağıtmak için kullandığım kelimeye sadece gülmekle yetindi. Tam olarak onu neyin kızdırdığını anlayamıyordum. Bir önceki seferde kızdığı şeye daha sonra gülebiliyordu.
“Aksiyon tam benlik.”
Duyduğumdan memnun bilgisayarın ekranına bakarken “Sen de tam benliksin,” dedim mırıldanarak.
“Öyleyim,” diyerek böbürlenen adamı duymazdan gelip bir filmi açtım.
“The Tourist'e ne dersin?”
“İzledim,” dedi arkasına yaslanarak. “Ama severim.”
Umursamazca dudak büktüm. “Ben de izledim ama severim.” Bilgisayarı yerine bırakırken “Ajan filmleri ilgimi çekiyor,” diye ekledim.
Kenarda duran kumandayı alarak bir düğmeye daha basıp ışıkları kararttım. Odanın koyu duvarları içeriyi daha da karanlık yapmıştı. Arkama yaslanmamla kolunu omzuma attı. “Benim daha çok Angelina Jolie dikkatimi çekiyor.”
Başımı usulca ona doğru çevirdiğimde yüzünü incelemeye başladım. Beni deniyordu herhalde ama ben onun küçük oyunlarına tav olacak yaşta değildim. “Güzel kadın,” dedim destekleyerek ama daha bitmemişti. “Johnny Depp de yakışıklı sonuçta.”
Şakağıma küçük bir öpücük kondurdu. “Ben daha yakışıklıyım.”
Yandan bir bakış atıp “Sen sadece fazla özgüvenlisin,” dedim homurdanarak. “Karayip Korsanları'nda yakışıklı görünüyordu.”
Umursamazca beni kendine çekerek göğsüne yatırdı. Temas bağımlısıydı muhakkak. “Sadece rolü etkileyici olduğu için yakışıklı görünüyor. Görünüşe aldanıyorsun.”
Bıkkın bir nefes vererek fırsatı bulmuşken göğsüne kuruldum. “Tamam, en yakışıklı sensin.”
Nefesi kulağıma çarparken fısıltısı tüylerimi diken diken etti. “En güzeli de sensin.”
Başını geriye çeksin diye saniyeleri saydığım esnada kapı tıklandı. Hemen kendimi toparlayarak filmi durdurdum. İçeri giren Şule önümüzdeki masaya mısırları ve birkaç aperatifi bırakıp hızlı bir şekilde çıktı. Mısırımı alarak filmi başlatıp yeniden göğsüne yaslandım. Kısa bir an sonra ağzıma attığım mısırı aheste aheste çiğnerken birlikte yemek yiyen çifti işaret ettim.
“İkisinin de birbirini kandırması ironik değil mi?”
Bacaklarımı önümüzdeki masaya uzattığımda Alparslan da beni taklit etti. Kolunu göğsümden sararak bir omzuma tutundu. Ne cevap vereceğini beklerken filmdeki kadının repliğini tekrar etti.
“İnsanların iki yüzü vardır; biri iyi biri kötü. Birine âşık olduğumuzda iki yüzünü de kabullenmeliyiz.”
Başımı kaldırarak yüzüne baktım ama bir şey demedim. Eğilerek dudaklarıma minicik bir öpücük kondurduğunda bunu memnuniyetle kabullendim. Tekrar göğsüne yaslanmamla ikimizde bir süre sessizce filmi izledik.
Her sahnesini hemen hemen ezbere bildiğim film çok da ilgimi çekmiyordu ama genelde Gece ve İrem'le yaptığım film izleme etkinliğini şimdi Alparslan'la yapıyor olmak keyifliydi. Hatta ayrı bir sıcaklığı vardı. Gece'nin ya da İrem'in göğsüne yaslanma şansım yoktu ama Alparslan'ın sert göğsü şu an bir yastıktan farksızdı.
Filmi izlerken her seferinde benim patlamış mısırımdan yiyordu. Kendi mısırını masadan almamıştı ve şu an beni rahatsız etmek istemiyor bile olabilirdi. Elini her uzattığında sapık gibi elinin damarlarını, parmaklarının hareketini izliyordum. Aslında oda karanlıktı ama perdenin yansıyan ışığı bana onu gösteriyordu. Bir mısır daha alıp dudaklarıma yaklaştırdı. Beklemediğim hamleyle birkaç saniye öylece bekledim. Ağzımı araladığımda bana vereceğini sanmıştım ama o elini çekerek kendi ağzına attı. Suratım asılırken başımı kaldırarak yüzüne baktım. Yakaladığım muzip gülüşle bacağına vurdum. Tutmaya çalıştığı gülüşleri dudaklarından kaçtığı anda hunharca gülmeye başladı.
Kızgınlıkla kendimi geri çekerken elimdeki paketi üzerine attım. “Aptal!”
Ani bir refleksle paketi tutmaya çalışırken birkaç mısır ortalığa saçıldı. Üzerine dökülenleri alarak yerken sırıtmaya devam ediyordu. “Sevgilinle nasıl konuştuğuna dikkat et mafya hanım.”
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttuğum sırada suratımı buruşturdum. Mafya hanım neydi ya? “Aptal.”
Bileğimden tuttuğu gibi kendine çekti. Bizi göz göze getirdiğinde artık gülmüyordu. Diyorum ya bu adamın sağı solu belli olmuyordu. Ben kızmasını beklerken o bir tane patlamış mısır alıp bana uzattı. Bu sefer uzattığı mısırı almak yerine elini ısırdım.
Küçük bir iniltiyle elini çektiğinde sallamaya başladı. Bu sefer o suratını ekşitmiş hayretle bana bakarken sırıtma sırası bendeydi. “Sevgilim olacaksan benimle oyun oynamayacaksın.”
Kaşları havada “Bak sen,” dedi uzatarak.
Usulca başımı salladım. “Kadınlar, hiçbir erkeğin oyuncağı değildir Alparslan.”
Kaşları usulca aşağı indi. Bir an bakışları değişti. Ne olduğunu anlayamadım ama garip bir hisse kapıldı sanki. Belime kolunu dolayıp beni tekrar göğsüne yasladı. Yeniden filme odaklandığımızda solukları başıma çarpıyordu. En son fısıltılı sesiyle geç kalan bir cevap verdi. “Haklısın...”
***
Alparslan Aksoy...
Yastığıma sarılmış, yüz üstü yattığım yatakta yüzüme vuran ışıkla gözlerimi araladım. Yastığa gömdüğüm başımı zar zor kaldırdığımda etrafıma bakındım. Nerede ve hangi yatakta olduğumu anlamaya çalışıyordum. Efruz'un evindeki bana verilen odada olduğumu anladığımda sert bir şekilde başımı yeniden yastığa bıraktım.
Kısa bir an kendime gelmeyi bekledim. Bir yandan da saatin kaç olduğunu düşünüyordum. Düşünmeyi bırakarak yatağımın yanında duran komodine uzandım. Daha saat sekiz buçuktu. Sesli bir soluk vererek yataktan çıktım. Çıktım çıkmasına ama ayaklarımı sarkıtarak üzerinde oturmaya devam ettim. Gözlerimi ovarak bir iki kez esnedim. Yorgun bedenimin bu şekilde ayılamayacağını anladığımda ayağa kalkarak odamda bulunan banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından kendime gelmiş halde dolaba yöneldim. Nasıl olsa bu oda ve bu kıyafetler bana tahsis edilmişti ve ben bu evde kalmak istiyorsam sahiplenebileceğim her şeyi sahiplenmem gerekiyordu. En çok da Efruz'u.
Üzerime bir gömlek ve pantolon geçirip aynanın karşısında saçlarımı yaptım. Etkilemem gereken bir kadın vardı. Telefonu da cebime atıp odadan çıktığımda etrafı inceleyerek merdivenlere yöneldim bir üst kat Efruz'a aitti. Bu kata çıkan kimseyi görmemiştim. Sadece bir kez İrem denen kadını pencereden bakarken görmüştüm. Muhtemelen o pencerenin olduğu oda Efruz'a aitti. Zihnime kaydettiğim bilgiyle bir gün o odaya ulaşma ihtimalini cepte tutarak aşağı indim. Şu an çok erkendi.
Etrafta birilerini aradığım sırada mutfaktan çıkan Şule ile karşılaştık. “Günaydın Alparslan Bey.”
Elindeki küçük tepsiyle kahvaltılıkları taşıyan kadına gülümsedim. “Günaydın Şule. Efruz uyuyor mu?”
Uzandığım peyniri almamı beklerken “Efruz Hanım çoktan uyandılar. Arka bahçede,” dedi.
Onun da gittiği yöne döndüğümde peşine takıldım. Ne zaman yatıp ne zaman kalkıyordu anlamıyordum. Arka bahçeye çıktığımda Efruz'u masada, kahvaltısını yaparken görmeyi beklerken havuzda bikinisiyle yüzdüğünü gördüğüm an duraksadım. Havuzdan Gece ile çıktığında karşımda gördüğüm kadının karşısında ağzımın açık kaldığını itiraf etmeliyim.
Yüzlerce su damlası aynı anda ıslak saçlarından yüzüne, üzerinde mavi tonlarındaki incecik varla yok arasındaki bikinisinden taşan göğüslerine, kalçasına ve bacaklarına ulaşarak yeri boylarken o neşeli bir tavırla Gece'yle oynuyordu. Çok güzeldi. Gerçekten çok güzel bir kadındı. İnsanın aklını almakla yetinmez, kalbini de söker alırdı. Ciğerini deşer, ellerine verir sonra da arkasını dönüp giderdi. Öyle bir havası vardı.
Etrafını saran adamların gözlerini dikerek onu izlemesini umursamadan Gece ile koşarak havuzun başına gittiler. Aynı anda yeniden suya atladıklarında yarışarak yüzmeye başladılar. Küçük ama sert adımlarla onlara yaklaşırken havuzun köşesinde bekleyen Serkan'a takıldı bakışlarım. Dudağının kenarını kıvırmış onları izliyordu.
Bana ne olduğunu anlamadığım bir kızgınlık bedenimi esir aldığında çenem kasıldı. Tüm kan bedenime hücum ettiğinde yumruğumu sıktım. Havuzun başına geldiğimde tam da ayaklarımın ucunda yarışı tamamlayan kadınla göz göze geldik. Yüzündeki suları silmeye çalışırken üstten bakışlarla onu izliyordum.
“Uyanmışsın,” dedi neşeli sesiyle.
Gece'nin havuzdan çıkmasına yardım ettiği sırada yanına çöktüm. Sinirliydim, öfkeliydim... “Sakın o havuzdan çıkma Efruz.” Sert sesimle ne olduğunu anlayamamış olacak ki bakışları anında beni buldu. Etrafıma kısa bir an bakınarak Serkan'ın elinde tuttuğu havluyu gördüm. Bu beni daha da kızdırırken olduğum yerde doğrularak ona doğru yürümeye başladım. Ne yapacağımı anlamış olacak ki tuttuğu havluyu biraz daha sıktı. Önünde dikildiğimde sert bir şekilde elindeki havluyu çektim. “Ben varken sana gerek yok.” Serkan'ın öfkeyle parlayan gözlerini umursamadan arkamı döndüm. Tekrar havuzun başına geldiğimde iki ucundan tuttuğum havluyu yanlara açtım. “Çık.”
Efruz merdivenleri tırmandığı sırada onu izleyen adamlara attığım sert bakışlar etkili olmuş olacak ki hepsi bakışlarını başka yöne çevirdi. Sırtını bana döndüğünde havluyla onu sararak bana doğru çevirdim. Benim suratsız ifademe karşı onun dudaklarında geniş kıvrımlar vardı. Havlunun iki ucundan tutarak bana doğru yaklaştı. Mesafesizdi. Mesafesiz olduğu kadar da kontrolsüzdü.
“Sert erkek diyorsun yani...” dedi fısıltıyla. Aynı kızgınlıkla gözlerine bakmama aldırmadan dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. “En sevdiğim.” Yine sessiz kalmamla Şule'nin hâlâ hazırlamakta olduğu masayı işaret etti. “Sen otur, ben hemen geliyorum.”
Gece ile oynayarak eve girişini izledim. Bu kadın insanı kalpten götürürdü. Mecburen kahvaltı masasına oturduğumda Şule önüme bir bardak çay bırakıp özel bir isteğim olup olmadığını sormuştu. Bu ilginin Efruz'un ilgisiyle doğru orantılı olduğunu biliyordum. Biraz önce dudaklarıma kondurduğu küçük öpücük bile bütün adamlarına bir işaret olmalıydı. Hepsi benim Efruz için önemli olduğumu biliyordu.
Çayımı yudumlayarak Efruz'u beklerken İrem’in evden çıkarak bana doğru geldiğini gördüm. Onu hemen tanımıştım. İkonik bir tarzı vardı. Kısa saçlarının bir kısmını mora boyamıştı. Gözünde büyük duran ince çerçeveli bir gözlük ve yüzünde onu tatlı gösteren bir makyaj vardı. Altına bol bir pantolon ve üzerine göbeğini açıkta bırakan bir büstiyer giymişti. Beni uzaktan gördüğü anda büyük bir hevesle el salladı. Onu karşılıksız bırakmamak adına hafiften elimi kaldırdım.
Yanıma geldiğinde hemen karşımdaki sandalyeyi çekti. “Ooo kaynanam yine beni seviyor.”
Dudağımda geniş bir kıvrım oluşurken “Günaydın,” dedim. Dün kendisiyle tanışmanın ardından Onur'la yalnız kaldığımız ilk fırsatta araştırmasını istemiştim. Belli ki Efruz'un yakınında biriydi. Onur, ismi duyduğu anda hiç yadırgamadı. Yetimhaneden arkadaşı demişti. Öğrendiğime göre Efruz'dan iki yaş küçükmüş. Aslında o kadar minyon duruyordu ki çok daha küçük gibiydi. Ancak Onur'a onun Efruz'un bilgi toplayıcısı olduğunu söylediğimde biraz şaşırmıştı. Belli ki bu detayı tam olarak bilmiyordu. Bana “O ufaklık o kadar zeki miymiş?” diye sormuştu. Zekasını bilemezdim ama hakkımda çok fazla şey biliyor gibi duruyordu. Neyse ki Onur kısa zamanda hakkında detaylı bir araştırma yapacaktı.
“Günaydın.” Şen sesi masada yankılanırken önündeki tabağa kahvaltılıklardan eklemeye koyuldu. Bir an etrafına bakındı. Şule'yi gördüğü anda heyecanla bağırdı. “Şule... Bebeğim bana portakal suyu getirir misin?” Şule onaylayarak içeri gittiğinde ağzındakileri yutamadan sırıttı. “Çok severim de.”
Çayımdan bir yudum daha alıp yerine bırakırken başımı salladım. “Yemeyi de çok seviyor gibisin.”
Çatalındaki salatalığı ağzına attığında hızlı hızlı başını salladı. “Kahvaltı günün en önemli öğünüdür.” Dudaklarını yalayıp devam etti. “Bir de kendime kahvaltı hazırlamaya üşeniyorum. Burada ne istersem var.”
“Mantıklı,” demekle yetindim. Fazla açık sözlü bir kızdı. İçi dışı bir duruyordu.
Başım önde Efruz'u beklerken “Şşş...” diyen sesle başımı kaldırdım. İrem göz kırparak sırıttı. “Burada mı kaldın?”
Kaşlarım havada karşımda muzip bakışlarla bakan kadının sorusuna şaşırsam da bozuntuya vermedim. “Evet.”
“Ne yaptınız?” dedi sorgudaymışım gibi.
“Film izledik, sonra da uyuduk. Ayrı ayrı odalarda,” dedim üstüne basa basa çünkü her nedense bu konuşmalar Efruz’un yatak odasında bitiyordu.
Arkasına yaslandığında böbürlenircesine dudaklarını büzdü. “Onu anladık zaten. Hâlâ karşımda canlı kanlı durduğuna göre seni odaya atmamış.”
Gözlerimi kısarak öne doğru eğildim. “Ölmeye niyetim yok. Derdim odasına girmek de değil.”
Taktir edercesine başını salladı. Hemen sonra benim gibi öne doğru eğildi. “Sahiden derdin ne?”
Karşımda fazlasıyla zeki bir kadın olduğunu fark ettiğimde dudağımın kenarını kıvırdım. “Kalbinin odasına girmek.”
Sanki ne düşündüğümü anlamak ister gibi gözlerini gözlerime diktiğinde geri çekilmedim. Ona en ufak bir tereddüt bahşetmeyecektim. Efruz ve etrafındaki herkes ona âşık olduğumu düşünecekti ancak gerçeği sadece ben bilecektim. Dilim herkese başka söyleyecekti ama ne hissettiğimi sadece ben bilecektim. Gerekirse benimle mezara gidecekti fakat görevimde en ufak bir zaiyat olmayacaktı.
“Ne konuşuyorsunuz?”
Başımızda dikilen Efruz bir İrem'e bir de bana bakarken ikimizde geri çekilerek arkamıza yaslandık. Yüzümde yapay bir gülümsemeyle çayıma uzandım. “İrem dün gece ne yaptığımızı soruyordu.”
Efruz yerine otururken söylediğimle şaşkınlıkla İrem'e baktı. İrem şirince sırıtırken Serkan da onun yanına oturdu. “Birlikte film izlemişsiniz. Pabucum hemen dama atılmış.”
Efruz umursamadan önüne konan kahveden küçük bir yudum aldığında tabağına sevdiği şeylerden koymaya başladı. “Alparslan'la kendini kıyaslamıyorsundur umarım.”
Bir yandan karnımı doyururken bir yandan da onları dinliyordum. İrem; “Yok canım,” dedi omuz silkerek. Yanındaki adama imalı bir bakış attı. “Onu başkaları yapıyordur.”
İrem'in neyden bahsettiğini anlasam da görmezden gelirken Efruz başını kaldırarak yanındaki kadına baktı. Hemen sonra Serkan'a, sonra da bana baktı. Konuşmanın gidişatını beğenmemiş olacak ki değiştirmeyi seçti.
“Bugün ne yapıyorsun?”
Tabağımdaki peyniri bölmeye çalışırken ona ayak uydurdum. “Eve geçeceğim. Babamlar bugün döneceklerdi. Sonra da işe giderim.”
Ağzıma attığım peyniri çiğnerken usul usul başını salladı. “Mantıklı.” Kahvesini eline alıp arkasına yaslandığında bakışları bendeydi. “Kuzenlerinle sen de gelirsin değil mi?” Söylediği şeyi anlamayarak kaşlarımı çattığımda dudağında küçük bir kıvrım oluştu. “Kızlar akşam benim gece kulübüne gelecekler.”
İşte bunu beklemiyordum. Elimdeki çatal ve bıçağı bırakarak dik bir konum aldım. “Bu nereden çıktı Efruz?”
Sinirli sesime aldırmadan omuz silkerek elindeki fincanı masaya bıraktı. “Neden bana soruyorsun? Kızlar gidecek yer arıyordu, ben de mekanıma gelebileceklerini söyledim.” Tadım kaçtığında düşünceli bir halde bakışlarımı tabağıma düşürdüm. Gece kulübüne gidebileceklerini kim söylemişti acaba onlara? Daha da kötüsü Efruz'un mekânında olmaları hiç mantıklı değildi. “Rahatsız mı oldun?” Efruz'un sesiyle başımı kaldırdığımda aley alev yanan yosun yeşili gözlerini bana diktiğini gördüm. Oldukça ciddi duruyordu. Yüzü sert olduğu kadar ifadesizdi. İşte şimdi geri adım atmam gerekiyordu.
“Alışık değiller Efruz. Amcamla dayım nasıl izin vermiş anlamadım.”
Sert ifadesini korusa da tekrar tabağıyla ilgilenmeye başladı. “Muhtemelen izin almadılar.” Yandan bakışları beni bulduğunda ukala bir gülüş sundu. “Merak etme, mekânımız oldukça korunaklıdır.”
Usul usul başımı salladım. Aksini düşünmek saçmalık olurdu zaten. Yaptığı işlerden biri de buydu sonuçta. Masa tatsızlaştığında ayağa kalktım. “Geç kalmadan gitsem iyi olacak.”
Çatalına batırdığı parçayı ağzına atamadan duraksadığında kısa bir an başını kaldırıp yüzüme baktı. Ani kalkışım hoşuna gitmemiş gibiydi. Hemen sonra yarıda kalan çatalını dudaklarına yaklaştırarak çatalın ucundaki parçayı ağzına attı. “Nasıl istersen.”
Onu az da olsa kırdığımı bilerek yanına yaklaştım. Eğilerek saçları arasına küçük bir öpücük bıraktım. “Akşam yanında olacağım.”
Sessiz kaldı. Benim de pek cevap beklediğim söylenemezdi. Daha aşılacak çok yolumuz vardı. Ne Efruz kolay bir kadındı ne de ben ne bok yiyeceğimi biliyordum. Adım attığımız ilişki ya sonumuz olacaktı ya da sonsuzluğumuz. Her nedense ilk ihtimal daha bir kuvvetli geliyordu.
Arabama biner binmez evden uzaklaştım. Üzerimdeki gömleğin boğazımı sıkmasa da öyleymiş gibi hissettiren düğmesini açtığımda yan koltuğa attığım telefonu elime aldım. Bir yandan arabanın kontrolünü sağlarken bir yandan da Onur'u aradım.
“Neredesin lan sen?”
Her zamanki gibi çok sevecen açmıştı telefonu. Aynı sevecenlikle karşılık verdim. “Cehennemdeyim.”
“Dün ne oldu, anlat.”
Dikkatli bir şekilde sağ şeride geçtim. “Ne olacak, babama vur dedik öldürmüş.”
“Alparslan,” dedi Onur temkinli bir sesle. “Bu iş baltalanmayacak.”
Arkamdaki arabayı kontrol ederken “Hallettim, merak etme,” dedim. “Eve geçiyorum şimdi, babamla da konuşacağım.”
“Efruz...” dediğinde ne soracağını bildiğim için araya girdim. “Efruz, benim. Onu elimden kimse alamaz.”
“İyi,” dedi memnun ama çok da inanmayan bir ifadeyle. “Yakında anlarız zaten.”
Onur hâlâ emin değildi ama biliyordum ki Efruz artık bana karşı boş değildi. Aramıza ince de olsa bir halat çekmiştik. Ne kadar giderdi bilemezdim ama her adımda daha da kuvvetlenecekti.
“Kızlar akşama Efruz'un mekâna gidecekmiş, haberin var mı?”
Bıkkın bir nefes verdiğinde telefonun hoparlörüne çarptı. “Olmuş öyle bir şeyler.”
“Eee...” dedim merakla. Mutlaka bir fikri vardı çünkü.
“Yapacak bir şey yok. Biz de gideceğiz. Masal'ın nişanlısı da gelecek.”
“İyi,” dedim kapatmadan hemen önce. “Akşam konuşuruz.”
Eve geldiğimde apartmanın önüne arabayı park ettim. Hemen inmeyerek birkaç soluk verip babamla yapacağım konuşmaya hazırladım kendimi. Sakince arabadan indiğimde apartmana girdim. Ben daha kapıyı çalamadan babam açtı. Bir süre manasız bir bakışma yaşadık. İçeri girdiğimde etrafa bakınarak bir müddet annemi aradım ve babam neye bakındığımı bilerek sessiz sorumu yanıtladı.
“Annen üst katta.”
Onur'un evinde olduğunu anladığımda salona geçtim. Koltuğa otururken babam da karşımdaki tekli koltuğa oturdu. O konuşmaya başlamadan ilk adımı ben attım.
“Vur dedik öldürmüşsün baba.”
Ela gözlerini üzerime diktiğinde arkasına yaslandı. “Sen bana nasıl davranman gerekiyorsa öyle davran dedin, ben de öyle yaptım.”
“Baba...” dedim sitemle. “Ben sana Efruz'la beni ayır demedim. Bu süreçte bir baba nasıl davranırsa öyle davran dedim.”
Kaşlarını çattığında yüzündeki ifade bir anda ciddileşti. “Alparslan, hiçbir baba evladının bir mafya bozuntusuyla olmasını istemez ve her baba,” dediğinde araya bir parantez açtı. “Özellikle de benim gibi olanlar tepkisini dile getirir.”
“Her neyse,” dedim konuyu kapatmaya çalışarak. “En azından inandırıcı olduğun bir gerçek.”
“Bu iş ne zaman bitecek?” diye sorduğunda omuzlarımı düşürerek elimi alnıma götürdüm. “Bilmiyorum.”
Bakışları biraz daha sertleşirken öne doğru eğildiğinde parmağını havada salladı. “Bana bak Alparslan, gittin anneni kandırıp yine kendi istediğin mesleği seçtin. Karşıma geçip MİT için çalışacağım dediğinde seninle defalarca kez gurur duydum ancak bu seferki görevin her neyse hoşuma gitmedi oğlum.”
“Detay veremem,” dedim çekingen bir sesle. Maalesef ki bu sefer seçme şansım bile olmamıştı.
“Detayına başlatma,” dedi azarlar gibi. Sesi sakindi ama öyleyken bile giydirebiliyordu. “Ne bok yediğin iki metre öteden bile belli oluyor.” Öne doğru eğildiğinde bizi göz göze getirmeye çalıştı. “Görevin neyse onu yap ama sakın o kadını evimize, ailemize sokarak yapma bunu.”
“Baba,” dediğimde sözümü kesti.
“Ben bilmem Alparslan. O kadın bir daha ailemize girmeyecek!”
🩶🖤
İnstagram: soylumery
Görüşmek üzere 🫶🏻
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |