16. Bölüm

16. Karadul

Meryem Soylu
soylumery

 

Merhaba 🫶🏻

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

 

Keyifli okumalar 🫠

 

Alparslan Aksoy…

Üç gün sonra…

Kliniğimde odama oturmuş aksattığım işlerle ilgilenirken kayıtlarla baş etmeye çalışıyordum. Muhasebecimle yaptığım konuşmanın ardından ona teslim etmem gereken evrakları ayarlamanın derdine düştüm. Efruz’un peşinde koştuğumdan beri kliniği ikinci plana atmıştım. Neyse ki kendime iyi çalışanlar seçmiştim ve ben olmasam da kliniği gayet iyi götürüyorlardı.

Telefonum titrediğinde bakışlarımı bilgisayardan çekerek telefona düşürdüm. Efruz’da gelen mesajı gördüğümde hemen telefonu alarak açtım.

Efruz: Çiçekler için teşekkürler. Beni güzel geçiştiriyorsun.1

Onun sitemli mesajını okuduğumda dudağımın kenarı kıvrıldı. Bir çiçekle onu kandıramayacağımı bilsem de bunu onu oyalamak için değil, varlığımı unutmaması için yapıyordum. Üç gündür kendi işlerimize vakit ayırdığımız süreçte ilişkimizde belli bir düzenin içine oturmuştu fakat bu aralıkta Efruz’un benden uzaklaşmasını istemiyordum.

Ben: Zarfta yazanları okudun mu?

Ona küçük bir not bırakmıştım. Aşık bir adamın bırakacağı türden bir not. Merakla telefona bakarken bir mesaj daha geldi.

Efruz: Ne var içinde, Romeo mu?

Gözlerimi devirdiğimde sesli bir soluk verdim.

Ben: Celladına aşık bir süt kuzusu.

Yaptığım işi bırakmış onun mesajını beklerken artık telefonumun ekranının kapanmasına bile izin vermiyordum. Ve yine cevap geldi.1

Efruz: İşte bu hoşuma gitti.

Dudaklarım istemsiz bir şekilde iki yana kıvrılırken tekrar yazdım.

Ben: Celladımın da bana âşık olma ihtimali yok mu?

İşte bu cevap önemliydi fakat hemen gelmedi. Bekledim, bekledim, bekledim…

Efruz: Bakarız.

Boş boş ekrana baktım. Bakarız mı?.. Bakarız mı? Bu ne… saçma bir cevaptı. Öfkeyle elimdeki telefonu masaya bıraktım. “Bakarız ne Efruz, bakarız ne?”2

Kendi kendime homurdanarak başımı tekrar bilgisayara çevirdim fakat artık konsantremi bilgisayara veremiyordum. Bakışlarım telefona kayıyordu. Suratım asılmış, moralim bozulmuştu. “Bilerek yapıyor,” dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. “Delirmemden keyif alıyor.”1

Kendi kendime homurdanırken odamın kapısında görünen Onur’la duraksadım. Üzerinde gömleği ve altında kumaş pantolonuyla bakışlarını üzerimde gezdirip içeri girdiğinde ayağa kalktım.

“Kardeşim hoş geldin.”

Küçük bir selamlaşma yaşadığımızda “Hoş buldum,” dedi.

Ona masanın önündeki koltuğu göstermemle otururken yanına yaklaştım. “Kahve mi içiyoruz?”

“Bana fark etmez,” dediğinde odadan çıkarak yan çaprazımdaki küçük mutfağa geçtim. Aldığım iki kupaya kahve makinesinden kahveleri doldurarak tekrar odaya girdiğimde kapıyı kapattım. Biliyordum ki Onur yanıma boş yere gelmezdi. Onun kahvesini uzatıp tekrar yerime oturdum.

“Gelişini neye borçluyuz?”

Kahvesinden küçük bir yudum alıp masaya bıraktığında bakışlarını üzerime dikti. “Sevgiline.”

Beni şaşırtmayan cevapla arkama yaslandım. “Yine ne yaramazlıklar yapıyor?”

Benim alayıma karşın Onur oldukça ciddi duruyordu. “Onu bize senin söylemen gerekirdi.”

Tek kaşım havada kahveme uzanarak küçük bir yudum aldım. “Ne yapayım, kapısında mı yatayım? O zaman demez mi bu adamın işi gücü yok mu diye?”

Beni her ne kadar haklı bulsa da sıkıntılı bir nefes vererek dik bir konum aldı. “Efruz’un sevkiyat için hazırlık yaptığını biliyoruz. Hâlâ yerini öğrenemedik, tek öğrenebildiğimiz sevkiyatın bir iki gün içinde yapılacağı.” Kolunu masaya yasladığında anlamamı ister gibi bakışlarını yaklaştırdı. “Bize sevkiyat hakkında bilgi lazım Alparslan, zamanımız kalmadı. Gerekirse kapısında yat ve bize bilgi sağla.”

Sıkıntılı bir şekilde elimdeki kupayı masaya bıraktım. Onur bu kadar ciddi olduğuna göre sıkışmış olmalılardı. “İrem’den bir şey çıkmadı mı?”

Suratı ekşiyen adam arkasına yaslandı. “Bu aralar beni araştırıyor. Yaptığı araştırmalar sisteme düştü, görmüyormuş gibi yapıyoruz.”

Dudağımın kenarı kıvrıldı. “Sevgilisini tanımaya çalışıyordur.”

Ters bakışlarını üzerime dikti. “Ne sevgilisi lan? Çocuk kandırıyor sanki. Küçücük boyuna bakmadan ağzımdan laf alacağını sanıyor.”

“Evinden bir şey çıkmadı mı?” diye sordum umutla. Onur’un o gün İrem’i evine bırakmaktaki niyetini sadece ben biliyordum. Efruz’un bilgi toplayıcısı olduğunu öğrendiğimizden beri İrem’de radarımızdaydı artık. Onur onunla ilgili detaylı bir araştırma yapmıştı. İrem ve Efruz aynı yurttan arkadaşlardı. Daha doğrusu anladığım kadarıyla Efruz, İrem’i sahiplenerek ona ablalık yapmaya başlamıştı. Aralarında kuvvetli bir bağ oluşmuş ve İrem’in hackerlik yeteneği onları daha da birbirine bağlamıştı. İrem’in temiz bir sayfa açma şansı varken neden Efruz’la çalıştığını bilmiyordum ama bunu Efruz için yaptığından emin sayılırdım.1

“Yok lan. Kutu gibi evde kalıyor zaten. Bilgisayar sistemi kurmuş eve, kendi çapında iyi bir hacker ama bundan fazlası yok gibi.”

“İyi bir kıza benziyor,” dedim mırıldanarak.

Alayla dudağının kenarını kıvırdı. “O kadar iyi ki bir mafyanın suç ortaklığını yapıyor.” Onur’un söylediklerini haklı bularak başımı sallarken ekleme yaptı. “Tek kötü yanı da yakışıklı bulduğu erkeklere yürümesi.”

Daldığım düşüncelerden sıyrılarak güldüm. “Hadi yine iyisin, beleşten sevgili yaptın.” Karşımdaki adamı incelerken gözlerimi kıstım. “Dikkatli ol Onur, İrem o gece sarhoş değildi. Sarhoşsa bile kendini kaybetmiş değildi.”1

Kahvesini alarak arkasına yaslandığında dudağının kenarını kıvırdı. “Ben bilmiyor muyum oğlum? Sadece ikimizde birbirimizi çıkarlarımız için biraz kullandık.” Sesli bir soluk verdiğinde yüzü ifadesizleşti. “Benim oyun oynayacak vaktim yok.”

Ayağa kalkarak telefonumu aldım. “Ama benim çok değil mi? Gideyim de biraz sevgilimin kapısında yatayım. Belki bana acır da sevkiyatla ilgili bilgi verir.”

****

Efruz’un evinin önüne geldiğimde arabayı park edip arkama yaslandım. Arabadan inmekle inmemek arasında içimde kopan fırtınaları keşke birine anlatabilseydim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Karşımda beni gördüğünde gülerek karşılayacak kadına söylediğim yalanların nereye kadar süreceğini bilmiyordum. Bana verdikleri görevde ne bir süreye tabiydim ne de sınırlara ve bu beni korkutuyordu. Özellikle de Efruz’un gece kulübünde söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Elimi kalbime götürdüğümde gözlerimi kapattım. “Kalbine sahip çık Alparslan, sökülmesine izin verme. Unutma; vazife her şeyin üstündedir.”

Gözlerimi araladığımda sesli bir soluk verip arabadan çıktım. Anahtarı cebime atarak eve doğru yürürken attığım her adımda korumaların bakışları üzerimdeydi. Kapının önünde durmamla Şule aralayarak gülümsedi.

“Hoş geldiniz Alparslan Bey.”

İçeriye birkaç adım attım. “Efruz nerede?”

Şule yanıma gelerek merdivenleri gösterdi. “Kendisi çalışma odasındalar efendim, size eşlik edeyim.”

Kaşlarım havada ilk defa çalışma odasında yakaladığım kadınla Şule’nin peşine takıldım. Üst katta bir odanın önüne geldiğimizde Şule kapıyı çalarak başını içeriye uzattı. “Efendim, Alparslan Bey geldi.”

Onay gelmiş olacak ki Şule kapıyı aralayarak geçmem için geri çekildi. Onun yanından geçerek içeri girdiğimde kapıyı kapatıp gitti. Masanın arka tarafında koltuğuna yaslanarak oturan ve hemen masanın önünde oturan Serkan’ı görmemle bir an duraksadım.

“Bölmüyorum değil mi?”

Efruz’un dudakları hafiften kıvrılırken “Gelsene Alparslan,” dediğinde ondan tarafa yürüdüm. Ayağa kalkmasıyla birbirimize sarıldık. “Hoş geldin.”

Yanağına küçük bir öpücük bıraktım. “Hoş buldum.”

İlgiyle bana bakan kadına aynı ilgiyle bakıyordum. Bakışlarını masadaki vazonun içinde duran çiçeklere düşürdüğünde aynı yere baktım. Gönderdiğim çiçekleri masasında tutuyordu. Bir anda masaya dağılmış kağıtlar üzerinde bakışlarımı gezdirmeye başladığımda Efruz dikkatimi dağıttı.

“Önce çiçeklerin, sonra sen.” Kollarımdan ayrılmadan gülümsedi. “Beni şaşırtıyorsun.”

Üzerinde yine siyah mini bir elbise vardı, at kuyruğu yaptığı saçları ve yüzünde sade makyajıyla yosun yeşili gözlerindeki parıltılarla bana bakan kadına kaşlarımı çattım.

“Bakarız dedin ya, nasıl bakıyormuşsun bir göreyim dedim.”

Ona mesajda son yazdığını hatırlatırken küçük bir kahkaha attı. “Alparslan,” dedi gülüşünü durdurmaya çalışarak. “Bu kadar takılacağını düşünmemiştim.”

Bende düşünmemiştim ama düşünmek zorunda bırakılıyordum. Kızgınlıkla kaşlarımı çattım. “Takılmak az kalır.” Hâlâ bana aşık değilmiş gibi davranması sinirimi bozuyordu. Değilse bile olması lazımdı ve bu aşamaları çabuk geçmeliydik. “Beni buraya kadar getirdi.”

Küçük bir kahkaha daha attı, iyi eğleniyordu benimle. “Çiçeklerle beni oyalayamayacağını anlaman lazımdı.”

Bakışlarım bir anda yumuşarken ona doğru uzanarak yanağını okşadım. “Gel desen de gelirdim. Hem… oyaladığımı kim söyledi? Sadece sana kendimi hatırlatıyordum.” Kısa bir an yanımızda varlığını unutturan Serkan’a baktım. “Unutmaya çok fazla müsait gibisin.”1

Efruz’da sessizce oturduğu yerde bizi izlemiyormuş gibi yapan adam baktı. “Sen çıkabilirsin Serkan, daha sonra devam ederiz.”

Asık suratıyla ayağa kalkan adamın benden nefret ettiğini biliyordum ki duygularımız karşılıklıydı. “Emredersiniz efendim.”

Sessizce odadan çıktığında yeniden yanımdaki kadına düştü bakışlarım. Gömleğime uzanarak iki parmağıyla yakamı kavradı. Diğer elini boynuma dolarken gülümsedi. “Seni unutmak ne mümkün.”

Usulca yaklaştı dudaklarıma. Yumuşacık dudakları telaşsız bir öpücüğü dudaklarıma bırakırken içimde garip bir hisse kapıldım. Bedenim onun sıcaklığına kapıldı. Kollarımı beline daha sıkı sardım. Verdiği öpücüğün çok daha fazlasını istercesine onu öperken kontrolün kimde olduğunu bilmiyordum, kimin kimi yönettiğinden habersizdim. Tek bildiğim etkisi altında kaldığım kadının dudaklarından kopmamaktı.5

Zorluklar ayrılan dudaklarımızla alnımı alnına yasladım. Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladığımda arzuyla yanan yosun yeşili gözleri karşıladı beni. Dudaklarımda geniş kıvrımlar yerleşirken başımı hafifçe iki yana salladım.

“Bu kadar aklımı başımdan almaya hakkın yok.”

Kıvrılan dudaklarıyla kollarım arasından sıyrılırken yanağımı okşadı. “Aklın da kalbin de bana ait artık.” Tek kaşını kaldırarak “Öyle değil mi?” diye sordu.1

Yüzümde küçük bir tebessüm kondurarak başımı salladım. “Öyle.”

Masasına doğru yaklaşarak koltuğa oturan kadına yaklaşırken koltuğunu bana doğru çevirdi. “Bugün burada mısın?”

Önünde durarak kollarımı göğsümde bağladım. “Bugünü sevgilime ayırmak istiyorum.” Tek kaşımı kaldırarak imalı bir bakış attım. “Ve hatta bu geceyi.” Yüzünde büyüyen sırıtışla doğru yolda olduğumu biliyordum. Ona doğru yaklaşarak masaya kalçamı yasladım. Masanın üzerine ufak bir göz attığımda sesli bir soluk bıraktım. “Ama sen pek müsait değilmişsin gibi.”

Masaya düşen bakışlarıyla önünde duran birkaç dosyanın üzerini kapattı ben görmeyeyim diye. “Sevgilime ayıracağım vakit kadar önemli değiller.”

Tekrar konuşacağım sırada kapı çaldı. Efruz’un onayıyla Serkan içeri girdi. “Efendim bakmanız gerekiyor.”

Kaşlarını çatan kadın olduğu yerde toparlanırken “Ne oluyor?” diye sordu.

“Özel bir mesele,” dedi Serkan. Sırf beni dışarda bırakmak için böyle yapıyordu.

Kaşlarım çatmış onları dinlerken Efruz ayağa kalkarak yanağımdan öptü. “Hemen geleceğim.”

Bu duruma sessiz kalırken odadan çıkmalarını bekledim. Kapının kapanmasıyla aradığım fırsat çoktan elime geçmişti. Başımı hızla masaya çevirerek Efruz’un benden sakladığı dosyaları çektim. Seri hareketlerle incelerken kara yollarına ait işaretlenmiş yol güzergahını gördüğüm an hızla telefonumu çıkardım. Kamerasını açarak elimdeki kağıtların fotoğraflarını çektim. Hemen diğer dosyada yazan plakalarla hızla onların da fotoğrafını çektim. Yeteceğini düşündüğümde kağıtları eski düzenine getirerek yerine koydum.3

Ayağa kalkarak cam kenarına yaklaşırken elimdeki telefondan çektiğim fotoğrafları hızlı bir şekilde Onur’a gönderdim. Gönderme işlemi tamamlandığında mesajımı silerken kapı açıldı. Başımı arkaya çevirmemle içeriye giren Efruz’u gördüm. Yüzümdeki gülümsemeyle ona doğru dönerek elimdeki telefonu cebime koydum.

“Bitti mi işin?”

Bakışları üzerimde gezerken yanıma gelerek elimi tuttu. “Bitti. Hadi Gece’nin yanına gidelim.” Beni çekerken peşine takıldığımda başını arkaya çevirerek gülümsedi. “O da seni özlemiştir.”

“Bende özledim,” dedim odadan çıkarken. Gerçekten de bu evde özlediğim ya da merak ettiğim sayılı varlıklardan biriydi gece.

***

Yatağıma uzanmış dakikalardır tutmayan uykunun verdiği huzursuzlukla düşünüyordum. Efruz’un çalışma odasında bulduklarım hakkında her ne kadar konuşamasak da Onur’un büyük bir araştırma içinde olduğunu biliyordum. Yarın işe yarar bir şey var mı öğrenirdim fakat benim asıl düşündüğüm Efruz’du. Onunla odasında öpüştüğüm anı hatırladıkça kendime kızıyordum. Tutkuyla öptüğüm kadının arkasından iş çeviriyordum. Bu onu ve duygularını kullanmaktan başka bir şey değildi. Görevimin önemli olduğunu ve bunu bir amaç uğruna yaptığımı biliyor olsam da bir kadını böylesi kandırıyor olmak vicdanımla büyük bir savaşa girmemi sağlıyordu.

Bazen keşke Serkan’ın yerinde olsaydım diyordum. O zaman tek görevim Efruz’un koruması olarak istihbarat sağlamak olurdu fakat şimdi bir kadının kalbini parçalamam gerekiyordu. Daha da kötüsü Efruz’un bana söylediği gibi benim de kalbimin sökülme ihtimaliydi.2

Sesli bir soluk verdiğimde yattığım yerde doğruldum. Komodine uzanarak telefonumdan saate baktığımda biri geçiyordu. Su içmek isteyerek yan dönüp ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Sürahiye uzandığımda boş olduğunu görmemle suratım asıldı fakat hemen sonra yüzüme keyifli bir gülümseme otururken dezavantajı avantaja çevirebilirdim.

Burada kaldığım zaman sürecinde hiç geceleri kalkıp gezmemiştim ve küçük bir teftiş yapmam iyi olabilirdi. Yerimden kalkarak sürahiyi de kavradığımda odadan çıktım. Loş ışıklandırmalar arasında küçük adımlarla etrafıma bakarak merdivenlere yöneldim. İstemsiz bakışlarım üst kata iliştiğinde bir süre Efruz’un da ne yaptığını merak ettim. Acaba uyuyor muydu?

Bakışlarımla bir yere varamayacağımı anladığımda alt kata indim. Efruz’un olduğu kata çıkmak için çok erkendi. Ölmek için daha da erkendi. O katta neler yaşandığını bilmiyordum ve bu riski göze alamazdım.

Mutfağa girdiğimde ada tezgahının üzerine elimdeki cam sürahiyi bıraktım. Soğuk su içme arzusuyla buzdolabına yöneldiğimde yerdeki kadını görmemle irkilerek bir adım geri attım. “Efruz!”

“Şşş…” dedi beni uyararak. “Sessiz ol.”

Ona doğru bir adım attığımda şaşkınlığımı hâlâ üzerimden atamamıştım. Yine de sözünü dinleyerek sesimi alçalttım. “Ne yapıyorsun orada?”

“Seni denetliyorum,” dedi sırıtarak.

Bir an çalışma odasında yaptıklarımı anlamış olacağını düşündüm ama şu şekilde mutfakta saklanarak beni beklemesi çok saçma olurdu. Yine de temkinli bir şekilde ona doğru bir adım daha yaklaşarak önünde çöktüm.

“Beni mi yoksa mutfağı mı?”

Yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken eliyle yanındaki boşluğa vurarak oturmamı işaret etti. “Korkma, seni değil.”

Gösterdiği boşluğa oturarak tıpkı onun gibi ada tezgahının dolaplarına sırtımı yasladım. O sırada kucağında gördüğüm ekmek dilimiyle yüzüne baktım. “Acıktın mı?”

Kucağına düşürdüğü bakışlarıyla çok az kalan dilimden küçük bir parça koparıp ağzına attı. “Belki, biraz.” Düşünceli halde onu izlerken “Sen neden geldin?” diye sordu.

“Susadım,” dedim omuz silkerek. “Odada su kalmamış.”

Usul usul başını salladı fakat hemen sonra bir şey hatırlamış gibi tek kaşını kaldırdı. “Geceleri bu evde çok dolaşma Alparslan, her yerde bubi tuzağı olabilir.”

Yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken sesli bir soluk verdim. “Karşıma senin çıkacağını bilsem daha önce çıkardım odadan.”

Merakla yüzüme baktı. “Seni de mi uyku tutmadı?”

Demek o da uyuyamamıştı. İç çekerek başımı eğdiğimde ekmeğinden küçük bir parça daha kopardı. Bu saatte kenara saklanmış, gizlice neden kuru ekmek yediğini bir türlü anlayamamıştım. Sanki ev sahibi değil de mutfağa gizlice giren küçük bir kız çocuğu gibi davranıyordu. “Acıktıysan dolaptan bir şeyler çıkaralım mı? Kuru kuru ekmek yiyorsun.”

Dudağının kenarı kıvrıldığında bana değil de elinde oynadığı küçük ekmek parçasına bakıyordu. “Bu yeterli.” Bakışları dalgınlaşırken sesli bir soluk verdi. “Bazıları bunu bile bulamıyor.”4

Kaşlarımı çatmış, sanki yer altı mafyasının önde gelen isimlerinden biri o değilmiş gibi durumu ajite eden kadını anlamaya çalışırken dudak büktüm. “Gündüzleri bu kadar düşünceli görünmüyorsun.” Dudaklarım kıvrıldı istemsizce. “Gece on ikiyi geçince mi bu hâle bürünüyorsun.”

Küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarından. Yandan bakışlarını üzerime diktiğinde ayıplar gibiydi. “Sevgilimsin ama çok kabasın Alparslan. Övmek yerine yeriyorsun.”

Elindeki ekmekten küçük bir parça kopararak ağzıma attım. “Sevgilin olarak sana dürüst davranıyorum.”

Kaşları havada başını bana doğru çevirdi. “Sahi mi? Dürüst müsün gerçekten?”3

Yanımdaki kadının gözlerinin içine bakarken fazla içten sormuştu sanki bu soruyu. Şimdi söylediklerimde dürüsttüm evet ama geri kalan her şey yalandan ibaretti. “Külkedisi değil misin yoksa?”

Gözlerimde kalan bakışlarıyla iç çekti. “Haklısın,” dedi mırıldanır gibi. Elindeki ekmek parçasını gösterdi. “Bu ekmek Külkedisi zamanlarımdan kalma.”

Onun geçmişine ait bir şeyler öğrenebilme arzusu tüm bedenimi sardığında sussun istemedim. “Anlatırsan dinlerim.”

Elinde kalan son parçayı ağzına attığında bir süre sessiz kaldı ancak bu çok üzün sürmedi. “Küçükken…” dedi duraksayarak. Anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdı. “Yani ben yetimhanedeyken…” Gözleri kısılırken düşünüyor olacak ki başını benden tarafa çevirdi. “Şahin babam beni evlatlık aldı, ben aslında onun öz kızı değilim.”

Karşımda zor bir şey söylüyor gibi ufalanan kadına bakarken normalde bildiğim konu hakkında nasıl bir tepki vermem gerektiğine bir türlü karar veremedim.

“Kaç yaşında,” diye sordum bilmiyormuş gibi.

“On beş yaşındaydım,” dedi iç çekerek. “Öncesinde yetimhanede kalıyordum ve bazı zamanlar aç kalırdım.” Yüzünü benden tarafa çevirerek gülümsedi. “Çoğu zaman aç kalırdım.”

Kaşlarımı çattım. “Yemek mi vermiyorlardı?” Bunu hoş göremezdim.

Başını iki yana salladı. “Hayır… Akşam yemeği hep verilirdi ama ben kaçtığım için bazen ceza alırdım, bazen de yemeği beğenmezdim, bazen de acıkırdım işte Alparslan, çocuktum.” Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. “Geç yatarsan acıkırsın,” dedi beni bilgilendirir gibi.3

Onun haklılığını onaylayarak başımı salladım. Annemden gizli ablamla mutfaktan kurabiye aşırdığımız günleri unutmamıştım. Hele de babamın olduğu zamanlar birlikte kaçardık mutfağa ama bize hep babam hazırlardı.

“Yurtlarda yemek saati bellidir. Öyle evdeki gibi kafan estiğinde mutfağı talan edemezsin. O yemekhanenin kapısı kilitlendiğinde giremezsin içeriye. Girsen de bir şey bulamazsın.” Yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. “Ekmeğin dışında.” Sesli bir soluk verdi. “Ekmek bayat da olsa her zaman vardır.”

Bakışlarım durgunlaştığında dudağıma buruk bir tebessüm bulaştı. “Ve sende ekmek yiyordun.”

Gözlerinde o yaştaki küçük kız canlandı sanki. Omuz silkti ufaktan. “Yemekhanenin anahtarını nerede bulacağımı öğrendiğimde artık beni tutabilecek kimse yoktu. Gizlice yemekhaneye girer, bu şekilde saklanarak yürüttüğüm ekmeği yerdim. Çoğu zaman İrem de olurdu yanımda. Korkardı, bana sokulurdu küçücük elleriyle ekmeğini yerken.” İçimde ona karşı engelleyemediğim bir merhamet oluşurken elini kavradığımda yutkundu. “Bazı yaşanmışlıklar insanın üzerine yapışır, Külkedisi prenses de olsa arada benim gibi mutfağa gelip gizlice ekmeğini yer.”2

Elimi kaldırarak yüzüne dökülen saçları kulağının arkasına sıkıştırdım. Yosun yeşili gözlerinde saklanan kimsesizliğe kıyamadığımda şakağına küçük bir öpücük bıraktım. “O yüzden o derneğe en büyük yardımı sen yapıyorsun değil mi?” Gözlerini kapatıp açtığında yanağını okşadım. “Neyse ki artık bir prensin var. Seninle oturup istediğin zaman ekmek yer. Gece yarısı da olsa fark etmez.”

Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştuğunda elimden tutarak kendisiyle birlikte beni de ayağa kaldırdı. “Birazdan korumalar nöbet değişimi yapacak ve yakalanmasak iyi olur.” Usulca başımı sallayarak peşine takıldığımda tek kaşını kaldırarak başını arkaya çevirdi. “Susamadın mı?”

Bir an mutfağa neden geldiğimi hatırlarken olduğum yerde duraksadım. “Bende akıl mı bıraktın Efruz.”

Dolaba yönelerek şişelerden birini alarak ona uzattım. “İçecek misin?” Elimden aldığı şişeden birkaç yudum alıp tekrar bana uzattı. Tepeme dikerek susuzluğumu giderdiğimde tezgâha koydum şişeyi.

El ele tutuşarak üst kata çıktığımızda onunla ayrılık zamanı gelmişti. Bir yanım bunu isterken bir yanım buna deli gibi karşı çıkıyordu. Birbirimizde kenetli kalan gözlerimizle onun da her ne kadar dillendirmese de çelişkide kaldığını biliyordum. Belki ben üst kata çıkamazdım ama o benim odama gelebilirdi.

“Gel benimle.”

Onun cevap vermesine izin vermeden elinden tutarak çektiğimde birlikte benim odama doğru ilerlemeye başladık. Kapıyı açarak içeri girdim. Onu da çekip kapıyı kapattığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu.

“Ne yapıyorsun Alparslan?”

Odanın kapısını kilitlememle şaşkınlığı daha da artan kadınla gülümsedim. “Sevgilimi odama hapsediyorum.”

Kollarını göğsünde birleştirerek kaşlarını kaldırdı. “Senin yerinde olsam bunu denemezdim bile.”

Pek de beni korkutmayan sözleriyle bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Bordo renk askılı geceliğinin üzerine yine aynı renk sabahlığını geçirmişti. Saçları açık, omzuna dökülüyordu. Yüzünde tek bir makyaj yoktu. O kadar güzel görünüyordu ki tehlikesini unutturuyordu. Tıpkı gül gibiydi. Dikenlerini en son fark ediyordunuz.1

Hemen arkasındaki duvara elimi yaslayarak üzerine doğru eğildim. “Sanırım bu sefer üzerinde herhangi bir silah yok.”

Gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmazken en ufak bir taviz vermiyordu. “Gerek de yok.”

Kendisine fazlasıyla güvenen kadınla tek kaşım havalanırken bu oyun giderek keyifli bir hâl alıyordu. Ona biraz daha yaklaşarak duvara yaslanmasını sağladığımda yüzümü yüzüne yaklaştırdım. “Beni korkutmuyorsun.”

Ben geri adım atacağını düşünürken yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Kollarını boynuma doladığında dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. “Ama korkmalısın.”

Yanacağımı bile bile ayrılan dudaklarımızı tekrar birleştirdim. Tutkulu bir öpüşmenin ortasına kendimi bıraktığımda kontrollü öpüşlerim onun arzulu öpüşleri arasında yok olurken kucağımda bulduğum kadınla ondan dudaklarımı koparamadım. Kendi başlattığım kıvılcım koca bir aleve dönüşürken onu yatağa yatırdığımda ne ara bu aşamaya geldiğimiz konusunda bir fikrim yoktu.

Zorlukla dudaklarımı koparırken başımı alnına yaslamış derin nefesler alıyordum. Gözlerim kapalı kıvrılan dudaklarımla sakinleşmeyi beklerken yanağıma değen parmaklarla gözlerimi araladım.

Yosun yeşili gözlere kavuşmamla onda mutluluktan çok buruk bir tebessüm vardı. “Ölmeni istemiyorum Alparslan.”

Sözlerindeki sahiciliği anlamak istercesine gözlerine baktım. Bu onun gerçek temennisiydi. Hatta en başından beri ölmemi hiç istememişti ve artık birbirimizden ayrılamamamız bu durumun daha da ciddi bir boyutta olduğunu gösteriyordu. Aynı buruk tebessüm benim de dudaklarıma bulaşırken alnına küçük bir öpücük bırakıp geri çekildim.

“Ölmekten korkmuyorum.”

Yatağın diğer tarafına geçerken kınayarak bakıyordu bana. “Bu kadar cesur olma, daha çok gençsin.” Ufaktan düşünür gibi olduğunda mırıldandı. “Benden bile gençsin.”

Dudaklarım iki yana kıvrılırken “Kendini yaşlı mı hissediyorsun?” diye sordum ona takılarak.

Ters bakışlarını üzerime dikti. “Olgun diyelim. Belki de kendim gibi olgun erkeklerden hoşlanıyorumdur.” Üzerimdeki tişörtü çıkarmamla alt dudağını ısırdı. “Belki de hoşlanmıyorumdur.”

Küçük bir kahkaha atarak yatağın üzerindeki pikeyi kaldırdım. Yanına yatarken göz kırptım. “Bir karar ver bence.” Hâlâ pikenin üzerinde üzerindeki sıyrılan geceliği ile yatan kadına tek kaşımı kaldırarak baktım. “Yatmayı düşünmüyor musun?” Onun da kalkarak yanıma yatması için çekiştirdiğim pikeyle oflayarak ayağa kalktığında onun olduğu tarafı açtım. “Hem olgun erkekler seni daha da yaşlı gösterir, genç ve sıcak bir kan yanında fena olmaz.” Ellerini belinin iki yanına koyduğunda beni boğacak gibi bakmasıyla biraz abarttığımı düşünsem de onu zorlamak hoşuma gitmişti. “Gelmiyor musun sevgilim?”

Hiçbir problem yokmuş gibi sorduğum soruyla hayret dolu bakışları kısa sürede değişirken yine gözlerine o özgüven yerleşti. “Haklısın,” dedi üzerindeki sabahlığı sıyırırken. Bakışlarımı ondan çekemediğimde gülümsedi. “Yatağıma hiç genç kan bulaştırmamıştım.” Ben yutkunurken o yanıma uzandı. “Bir de böyle deneyelim.” Bana doğru dönerek dirseğini yastığa koyarak başını eline yasladı. Tedirgin bakışlarımı üzerine diktiğimde yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü. “Ne oldu, üşümeye mi başladın?”

Yutkunarak dudaklarımı ıslatırken saçından küçük bir tutam yakaladım. “Şu an benim yatağımdayız.”

Savunmama sırıtırken “Burası benim evim,” dedi haklı olarak. Bu aşamaya kendi evimde geçmem gerekirdi, yanlış zamanlama yapıyordum.

“Bu odayı bana verdiğine göre sahiplenmeye hakkın yok.”

Küçük bir kahkaha attığında kendini geriye atarak başını yastığa düşürdü. “Alparslan…” dedi gülen yüzünü bana çevirirken. “Biraz önce çok cesur görünüyordun.”

Yatakta yükselerek dirseğimi yastığa yasladım. Boştaki elimle yastığa dökülen saçlarını severken gülümsedim. “Ölmekten korkmuyorum ama seninle daha uzun yaşamanın bir yolu yok mu?”

Gülüşü ciddi bir tavra bürünürken derin bir iç çekti. “Var.” Devamını söylemesini beklerken oldukça kendinden emindi. “Benimle yatmamak.”2

“Efruz…” dedim bıkkın bir nefes vererek. “Derdim yatağın değil, seninle vakit geçirmek.” Merakla beni dinlediğinde ciddiyetle devam ettim. “Farkında mısın bilmiyorum ama çevren hep kalabalık, hep yoğunsun. Seni sakin ve yalnız bulabildiğim tek an geceler.” Çenem kasılırken suratımı astım. “Serkan denilen herif yedi yirmi dört dibinde. Benden çok onun yüzünü görüyorsun. Sevdiğin adama gecelerini ayıramaz mısın?” Bakışları yumuşayan kadının yanağını okşadım. “Seni sevmek, seni tanımak istiyorum. Bana sadece seni tanıyabileceğim ve kendimi tanıtabileceğim zamanlar ver.”

Düşünür gibi bakışları dalgınlaşırken “Çok tehlikeli,” dedi mırıldanır gibi. Yine aklında hesap yapıyordu. Kalbini katmıyordu düşüncelerine, mantığının peşindeydi.

Yanağını okşadım elimin tersiyle. “Şu mantığını kenara bırakamaz mısın?”

Bakışları gözlerimde iç çekti. “Bana bir gün daha ver olur mu? Bu konuyu düşüneyim.”

Başka şansım olmadığından gözlerimi kapatıp açtım. Ne desem boştu. Başka kızların kucağıma atlayacağı konularda Efruz ağırdan almayı istiyordu. Bu seçeneği kabul etmek zorundaydı. Bugün mutfakta ilk defa geçmişiyle ilgili bana açılan kadını kaybedemezdim. O kadın bize umut olabilirdi.

Şakağına küçük bir öpücük bırakıp sırtüstü yatağa uzandım. İkimizde bir süre sessizce beklerken aklımda dönüp duran benzetmeyi dillendirmeden edemedim. “Seni neye benzetiyorum biliyor musun?”

Başını benden tarafa çevirmedi ama ne söyleyeceğimi bilirmiş gibi dudakları kıvrıldı. “Karadul örümceğine mi?”

Aklımda başka bir tür olsa da dudak büktüm. “Evet, o da var ama benim aklıma başka bir şey gelmişti.”

İlgisini çekmiş olacağım ki bana doğru döndü. “Ne peki?”

Bende bedenimi ondan tarafa çevirdim. “Peygamberdevesi.”

Kaşları havalandığında “O da mı çiftleşmeden sonra eşini yiyor?” diye sordu.

Oldukça komik ilerleyen muhabbetimizle gülerek onayladım. “Evet.”

Güzel dudakları büzülürken “Karadul lakabını yakıştıran çok olmuştu ama kimse peygamberdevesi dememişti bana,” dedi garipseyerek.1

“İsmini yakıştıramamışlardır,” dediğimde yeniden göz göze geldik. Asılan suratıyla yüzümde koca bir gülümseme oluşturdu. “Hem peygamberdevesi çok güzel bir böcek. Rengi, duruşu, asaleti fazla iyi. Karadul örümceği adı gibi kara.”

“Ben kimseyi yemiyorum.” Kızgın çıkan sesiyle kaşlarını çattı. “O hayvanlar hayatta kalmak için, yavruları için yapıyorlar bunu.”

Haklıydı, fazlasıyla haklıydı ve karadulu kendisine yapılan benzetmeden dolayı araştırdığı belliydi. Derin düşüncelere daldığımda dudaklarımdan dökülenler içimden geçenlerdi. “Belki sende aynı şey için yapıyorsundur.” Anlamsız gözlerle bana bakan kadınla kollarımı iki yana açarak onu kucağıma çektim. “Belki de sende bunu hayatta kalabilmek için yapıyorsundur.”

Usulca göğsüme sokulan kadını memnuniyetle kabul ettim. Sessiz solukları göğsüme çarparken mırıldandı. “Sabah bedeninde bulduğun ısırıklar benim eserim olacak.”

Küçük bir kahkaha daha attığımda gözlerimi kapattım. Konudan kaçtığını görebiliyordum ve üstünde durmayacaktım. Ona ulaşmak için zamana ihtiyacım vardı. Tek tek kıracaktım duvarlarını.

“Öpülmeyi tercih ederim ama onu da deneriz.”1

 

🖤🩶

 

Görüşmek üzere....

 

İnstagram:soylumery

 

 

 

Bölüm : 28.02.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...