
Merhaba 🫶🏻
Oy ve yorumlarınızla destek olmayı unutmayın. 💕
Keyifli okumalar 😇
Alparslan Aksoy...
Duştan çıkmış belimdeki havluyla odama gideceğim sırada çalan kapı duraksamama sebep oldu. Meraklı bakışlarım koridorun sonundaki kapıya iliştiğinde harekete geçtim. Kapıyı açınca kolunu kapı pervazına yaslamış, bir eli belinde duran Onur'la göz göze geldik. Hâlime kısa bir bakış atıp içeri girdi.
“Sıhhatler olsun.” İkimizde salona geçtiğimizde arkası dönük bir hâlde odada bakışlarını gezdirip hemen beni buldu. “Bu çok erken oldu.”
Neyi kastettiğini anlarken pek bir tepki veremedim. “Bunu bekliyorduk.” Bakışları suratımdaki izlerde gezinirken yüzü buruştu. Bu da yetmez gibi bedenimde gezindi. Göğsümdeki morlukları da incelediğinde arkamı döndüm. “Sırtımdakilere de bak.”
İki elim belimde Onur'a yeniden döndüğümde koltuğa oturdu. “Ulan haşatını çıkarmışlar.”
Elimi saçlarım arasında gezdirirken yine aynı dertten yakındım. “Suratıma dokunmayın dedim piç heriflere, dinlemediler.”
Gözlerini devirdi. Hâlâ işin dalgasında olduğumu düşünüyordu. Oysa ben bu konuda ciddiydim. Suratım dağılmışken bir kadını yemekte nasıl etkileyecektim?
“Aklım çıktı lan sana bir şey oldu diye. Kaç kez aradım seni. Sabah açmasan...” devamını getiremedi çünkü operasyonun patlamaması için hiçbir halt yapamazdı.
Yan koltuğa oturarak arkama yaslandım. “Allah'tan 'annem' diye kaydetmiştim seni. Sevgilim gibi dakika başı ne diye arıyorsun oğlum?”
Başını iki yana salladı. Kolları dizlerinin üzerinde, ellerini önünde birleştirmişti. “Hâlâ işin dalgasındasın. Kadın erken uyandı. İlk dakikadan senden şüphelendi. Kafana sıksa ne olacaktı?”
Belden altımı saran havlu yüzünden bir bacağımı diğerinin üzerine attım. Frikik vermek istemiyordum. “Bu kadar stres yapma. Bir gün önce ya da sonra fark etmez. Sonunda Efruz’un ihtimalleri değerlendireceğini biliyorduk. Sorguladı ama ötmedim, araştırdı ama eli boş kaldı.” Keyifle sırıttım ama dudağım ağrıyınca suratım buruştu. “Şimdi bana bir yemek borçlu ve seve seve benimle o yemeği yiyecek.”
Eli çenesinde düşünüyordu. Kafasında kırk tilki döndüğüne emindim. “Kafana sıkmadığına göre ihtimalden çıkardı. Boş yere temiz tutmadık seni. Aileni çoktan araştırmış olmalı.”
“Temiz tutmasan ne olur Onur?” dedim ciddiyetle. “Şerefsiz bir adamın tetikçisi yine çıkmayacaktım. O benim başkası için çalışan bir maşa olma ihtimalimi değerlendirdi. Eli her şekilde boşta kalacaktı. Ben devlet için çalışıyorum.”
Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Gurur duyan bakışlarıyla rahatlamış gibi arkasına yaslandı. “Peki, yemeğe arayacak mı seni?”
“Arayacak,” dedim kendimden emin çıkan sesimle. Aramak zorundaydı. Onu etkilemeyi başardığımı biliyordum. Bana biraz daha zaman ayıracaktı.
***
24 Haziran...
Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Elimde kahve pencere kenarına dikilmiş hâlde dışarıyı izliyordum. Hava kararmak üzereydi. İnsanlar evlerine gidiyor, birkaç çocuk sokakta onamaya devam ediyordu. Kapı önünde sohbet eden esnaf kaldırım üzerine koydukları taburelerde tavla oynuyordu.
Soğuk kahvemi bir yudum daha alarak mideme indirdiğimde ister istemez yarım saatte bir yaptığım gibi telefonumu eşofmanımın cebinden çıkarıp herhangi bir bildirim var mı diye baktım. Boş ekranla bir süre bakıştığımızda sıkıntıyla telefonu koltuğa fırlattım. “Hay ben böyle işi...”
Akşam olmuştu artık. Dünden beri bekliyordum, çoktan araması gerekirdi. Her geçen dakika umutlarım tükenmişti. Çok beklemiştim aramasını. Aslında emindim de ama belli ki beni daha da zorlayacaktı.
Pes etmiş hâlde pencere pervazından sıyırdığım bedenimle elimdeki kupayı mutfağa götürürken telefonumdan gelen titreşimi duydum. Bir anda duraksayarak arkama baktım. Koltukta duran telefonumun yanan ışığını gördüğümde heyecanla tekrar içeri yöneldim. Elimdeki kupayı alelade bir şekilde sehpaya bırakıp telefonu kavradım. Hızlıca ekran kilidini açarak gelen mesaja baktım. Bilmediğim bir numaradan gelmişti. Ünlü bir restorana ait bir adres ve saat yazıyordu.
Yüzümde keyifli bir gülümseme oluşurken duvardaki saate baktım. Yarım saat vardı. Gideceğim yerin mesafesini ve İstanbul trafiğini düşündüğümde yeniden suratım asıldı. “Hay sıçayım!”
Kendi kendime mırıldanarak hızlıca odama geçtim. Önceden hazırladığım siyah takımımı üzerime geçirdim. Aynanın karşısında kendime baktığımda kısa bir an saçlarımı düzelttim. Kol saatimi sıkıştıran gömleğimin manşetlerini düzelttim. Kol düğmelerim annemin hediyesiydi. Üzerinde veterinerliğin simgesi olan yılan vardı. Siyah takımımın arasından fırlayan beyaz gömleğimin yakalarını da düzeltip en çarpıcı gülümsememi sundum.
“Hadi oğlum, bu fırsatı kaçırma.”
Evden çıkacağım esnada çalan telefonumu cebimden çıkardım. Annemin aradığını gördüğüm an açarak kulağıma götürdüm. “Kraliçem.”
Sesimi duyar duymaz kıkırtıları kulağımda yankılandı. “Oğlum, nasılsın?”
Kapıdan çıkarken “İyiyim,” dedim çabucak. “Siz nasılsınız? Ablamlar iyi mi?”
“Hepimiz iyiyiz. Baban, Mehmet Alp'le oynuyor. Seni özlüyoruz.”
Merdivenleri inerken yüzümde tatlı bir tebessüm oluştu. Babam çoktan emekli olmuştu ve uzun zamandır en sevdiği şey torunuyla oyun oynamaktı. “Ben de sizi özlüyorum. Yeğenimi benim yerime de öpüp koklayın.”
“Öperim tabii.” Merdivenlerden indiğimi anlamış gibi, “Bir yere mi gidiyorsun?” diye sorduğunda dudağımın kenarı kıvrıldı. Bu kadın babamın bile üstüne çıkıyordu.
“Evet anne, yemeğe gidiyorum.”
Apartmandan çıkarken başım yerde anahtarımı cebimden çıkartmaya çalışıyordum. “Özel bir yemek mi Alparslan? Ne olur bana artık bir gelinim olduğunu söyle.”
Annem işte... Her anne gibi ısrarla ona gelin getirmemi istiyordu. Ablam evlenip çocuk sahibi olunca sıra bana gelmişti. Şimdiye kadar onu kimseyle tanıştırmamıştım. Elbette ki flörtlerim olmuştu ancak ciddi bir seviyeye gelmeden ailemle tanıştırmayı doğru bulmuyordum. Ablam bu konuda iyiydi. Hayatındaki adamı bulmuş ve karşımıza çıkararak aşkını ilan etmişti. Eskiden birini seveceksem de ablam gibi olmak istiyordum fakat şimdi işimin ciddiyeti bana gösteriyordu ki bir kadını sevip onu hayatıma sokmak sadece aptallık olurdu. Hem de başka bir kadını kendime âşık etmek isterken.
Yüzümdeki keyifli gülümsemeyle başımı kaldırdığım an anneme cevap veremeden duraksadım. Karşımda duran siyah minibüsün arka kapısı açıldı. Açık pencereden yüzü görünen adam beni beklerken yüzümdeki gülümseme kaybolmuştu. “Ben kapatıyorum anne, sonra görüşürüz.” Arabaya binmek yerine ön pencereden şoföre baktım. “Kimsin?”
Ciddiyetini hiç bozmadı. Soğuk bakışları kısa süre üzerimde dolaştı. “Efruz Hanım, sizi bekliyor.”
Gözlerimi devirerek arka koltuğa yerleştim. Bu kadın beni belli ki hâlâ süt kuzusu olarak görüyordu.
***
Efruz Kandemir...
Oturduğum beyaz örtüyle kaplanmış masada, elimdeki kadehi üzerinde daireler hâlinde çevirirken kırmızı şarabın dalgalanışını izliyordum. Fazlasıyla koşturmacayla geçen günün ardından karşıma gelecek adam beni hem keyiflendiriyor hem de canımı daha fazla sıkıyordu.
Olmaması gereken bir yemek için gelmiştim buraya. Çevremde daha önce hiç görmediğim ve bizim dünyamıza ait olmayan bir adamın isteğiydi bu. Belki de sırf bu yüzden ilgimi çekmişti. Onun yersiz bulduğum özgüveni ilgimi çekiyordu. Başka biri şu ana kadar onun başına gelenleri yaşamış olsa arkasına bakmadan giderdi ama o ısrarla benimle vakit geçirmek istiyordu.
Sıkıntılı bir nefesle elimdeki kadehi dudaklarım arasına götürdüm. Kırmızı şarabın koyu pembe dudaklarımdan akıp gitmesine müsaade ettim. Kadehimi tekrar masaya bıraktığımda bana yaklaşan nefesi hissedebiliyordum.
“Efendim, gerçekten bu yemeğe gerek var mıydı?”
Serkan'ın vazgeçmemi isteyen sesi kulağımın dibinde yankılanırken yüzümde tek bir mimik oynamadı. Başımı çevirmeden “Seni ilgilendirir mi Serkan?” diye sordum.
Her ne kadar yüzünü göremesem de şu an suratının buz gibi bir hâl aldığını biliyordum. “Haklısınız efendim.”
Biraz öncekine karşı daha soğuk ve kısık çıkan sesiyle geri çekildi. Tekrar arkama geçtiğinde elimdeki kadehi tepeme diktim.
“Yenisini getirsinler.” Serkan sesimi duyduğu anda bizi uzakta bekleyen iki garsondan birine işaret vermiş olacak ki garson anında gelerek kadehimi tazeledi. Bu bekleyiş beni sıkmaya başlamıştı. “Nerede kaldılar?”
Hemen yanıma gelerek ellerini önünde birleştirdi. “Yoldalar efendim. Geç haber verdiğimiz için uzun sürdü. Birazdan burada olur.”
Özellikle geç haber vermiştim. Birincisi bu tarz bir yemekte kendimi tehlikeye atmamak adına son dakikalara bırakmayı severdim. İkincisi ise onu bekletmek istemiştim. Özgüvenini kırmak, aramayacağımı düşünmesi şu anda bile dudaklarımın kıvrılmasına sebep oluyordu. Muhtemelen fazlasıyla bozulmuştu. Ah, o anı görmek isterdim ancak göremesem bile hayallerimde belirmişti.
Dalgın düşünceler içerisinde beklerken içeriye giren adamı kısa süre sonra fark ettim. Garsonun yardımıyla sessiz bir şekilde oldukça elit duran insanların arasından süzülerek bana doğru geliyordu. Ayağa kalktığım sırada önümde belirdi.
“Çok beklettim mi?”
Üzerindeki siyah takım elbisesiyle kumral teni fazla uyumlu duruyordu. Kirli sakallarına dokunmamıştı ama saçlarını özenle yaptığı belliydi. Kaşında yediği dayaktan kalma küçük bir bant vardı. Dudağının kenarı da maalesef patlamıştı. Yanağındaki küçük kızarıklıktan bahsetmesem daha iyi olacaktı. Alıştığım sigara ve alkol kokusuna karşın ondan ferah ve güzel bir parfüm kokusu yayılıyordu. Uzattığı elini kavradığımda gülümsedim. “Her kadını bu kadar bekletir misiniz Alparslan Bey?”
Gülümseyerek elimi sıkarken gözlerimin içine bakıyordu. “Bey kısmını aşacak kadar dayağını yedim diye düşünüyorum.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken oturması için işaret verdiğimde devam etti. “Ayrıca bir saatte ulaşacağım yere yarım saat önce gelmem için haber verilirse genelde geç kalırım.”
Bu sefer dayanamayıp dudaklarımdan firar eden kahkahaya izin verdim. Yerime oturduğumda karşıma geçen adama tek kaşımı kaldırdım. “Kötü bir planlama yaptığımı mı söylüyorsun?”
Umursamaz hâlde başını iki yana salladı. “Ben sonuca bakarım. Şu an bu masadayım ve karşımda sen varsın.”
Oldukça kendinden emin duran adama cevap vermek yerine yemek faslına geçmek daha mantıklı geldi. “Deniz ürünlerini sever misin?”
Etrafına kısa bir bakış atıp “Severim,” dediğinde garsona kısa bir bakış attım. “O zaman seçimi bana bırak.”
Gülümseyerek başıyla onayladı. Kısa süre sonra garsona siparişleri verdim. Hemen ardından aklıma gelen şeyle Alparslan'a döndüm. “Ne içersin?” Onun konuşmasına izin vermeden kadehime uzandım. “İstersen bana eşlik edebilirsin?”
Elimdeki bardağa bakıp yüzünde tek bir mimik oynamadan garsona “Su yeterli,” dedi.
Bana eşlik etmekten imtina eden adamla arkama yaslanarak kadehimden küçük bir yudum aldım. “Kırmızı şarap sevmiyor musun?”
Tıpkı o da benim gibi arkasına yaslanmış gelecek servisi bekliyordu. “Görevdeyken içmem.” Kaşlarımı çattım, o ise gülümsedi. Şaka mıydı bu şimdi? “Alkollü içecekleri tüketmiyorum.”
Bu sefer de kaşlarım havalandığında bir iki sebebi aklıma getirsem de dile getirmek istemedim. “Süt kuzusu,” dedim onun yerine. Allah bilir sigara da içmiyordu. Hatta belki de hayatında hiç kumar bile oynamamıştı.
Tavrım onu da güldürdüğünde boğazını temizleyerek gözlerimi hedef aldı. Bakışları korkusuz ve gözlemlediğimin aksini göstermek ister gibiydi. “Annesinin eteğinin altında saklanan biri değilim Efruz. Seninle tercihlerimin aynı olmaması veya o alıştığın erkek müsveddelerine benzememem beni süt kuzusu yapmaz. Prensipli biri yapar sadece.”
Bakışları anında değişen ve bir anda sert bir görünüme bürünen adamla içimde bir ürperti hissettim. Sanki görünenin altında biri daha vardı ve ben sadece onun izin verdiği kısmı görüyor gibiydim. Gözlerimizi birbirine dikmiş, kaçırmazken yanımıza gelen garsonlar dikkatimi dağıttı. Kısa bir servisin ardından tekrar baş başa kaldığımızda sessizce yemeğimize başladık.
Bugün fazlasıyla yorulurken açlığımın da verdiği hisle yemeğimi yediğim sırada bir ara başımı kaldırdım. Alparslan'ın bende gezen bakışlarıyla tek kaşım havalanırken gülümsedi. Soru dolu bakışlarımı karşılıksız bırakmadı.
“Çok güzel görünüyorsun.”
Fazlasıyla duymaya alışık olduğum iltifat beni şaşırtmadı. Yine de ondan duymak içimde garip bir hisse sebep oldu. Sürekli karşılaştığım aç bakışların dışında duru fakat aynı zaman da beğeni dolu bakıyordu. Samimiyeti ses tonuna yansımıştı. Açıkçası bu kadar samimi bir söylem ruhumu da okşamıştı.
“Teşekkür ederim.” Kısa bir süre onu süzüp “Sen de fena değilsin,” dediğimde gülümsedi. Fakat hemen sonra arkamdaki bir noktaya değdi bakışları. Ne olduğunu anlamak isterken arkasına yaslandı. Suyundan kısa bir yudum alıp bardağı masaya bıraktı.
Arkamda duran Serkan'ı işaret ederek “Bu herif hep dibimizde mi olmalı?” dediğinde ne olduğunu geç de olsa anlamıştım.
Dudağımın kenarını kıvırarak “Evet,” dedim. Bazı şeyler seçenek değil zorunluluktu.
Uzatmadı. Tekrar yemeğine odaklandığında bu sefer de ben onu izlemeye başladım. Menüyü beğenmiş gibi duruyordu. Hareketleri oldukça bilinçli ve kibardı. İfadesi sert duruyordu ama bebeksi bir yüzü vardı. Masum görünüyordu. Ayrıca yakışıklı ve karizmatik bir görüntüye de sahipti. Siyah takım elbisesini tam doldurmuştu. Zaten onu gördüğüm kadarıyla fazlasıyla fit biriydi. Aktif spor yaptığı her hâlinden belliydi.
Açık kahverengi, sarıya çalan saçları ipeksi duruyordu. İçimden geçen, parmaklarımı saçlarına daldırma hissiyle neye uğradığımı şaşırırken başını kaldırdı. Yakalanmışım gibi garip bir telaşa düştüm. İçkime uzandığımda boğazımı temizledim. Elimdeki kadehi tepeme diktiğimde bir çırpıda boğazımdan geçmesine izin verdim. Kaşları havada beni izlerken ne olduğunu anlamaya çalışır gibiydi.
“Benden ne istiyorsun?”
Ani gelen sorumla biraz daha şaşırırken elindekileri bırakıp arkasına yaslandı. “Ne istemeliyim?”
Merakla ama bir o kadar da düz çıkan sesiyle kaşlarımı çattım. Hâlâ şu saçma oyuna devam ediyordu. “Benden ne istiyorsun Alparslan? Ne diye peşimde dolanıyorsun?”
Ciddiyetle suyuna uzanıp küçük bir yudum alarak ağzını temizledi. Durumun ciddiyetini fark etmiş gibi dik bir konuma bürünürken bir eli masanın üzerinde duruyordu. “Senden hoşlanmış olamaz mıyım?”
Bir anda duyduğum sözler fazla açık geldiğinde anlık bozguna uğradım ama toparlamam uzun sürmedi. Dudaklarımdan alaylı bir kahkaha döküldü. “Bütün erkekler benden hoşlanır.” Anında ciddileşirken kararan bakışlarımı üzerine diktim. “Ama sen haddin olmadan fazlasını istiyorsun.”
Kaşlarını çattı. Sanırım onu kızdırmıştım. Dirseklerini masaya yasladı. “Haddim olmadığını kim söyledi?”
“Ah şu özgüvenin,” dedim alaylı bakışlarımla. “Sen kimsin Alparslan? Benim dünyamda senin gibi insanlar ölürler, harcanırlar ve kabullenirler. Sen hangi cesaretle benimle burada oturuyorsun?”
Bakışları bir anda değişirken neşeli tavrı çoktan sonra ermişti. Bir eli yumruk olduğunda ileri gittiğimin farkındaydım ama gerçekler can yakardı. Aşağılanmış olmanın onda yaratacağı tepkiyi merakla bekledim. Ne kadarını sindirebileceğini bilmiyordum.
“Ben veteriner hekim Alparslan Aksoy,” dedi sanki bilmiyormuşum gibi. “Annem veteriner hekim, babam emekli albay, ablam ve eniştem subay,” diye devam etti. Çok detay vermiyordu. Tek kaşı havalandı birden. “Ama sen bunları zaten biliyorsun.” Yani der gibi bir bakış attım. Bunu bilmek zor olmamıştı. Boğazını temizleyerek sandalyede kaykıldı. “O zaman sana bilmediğin bir şey söyleyeyim; senin dünyan umurumda bile değil. Ne ölür ne harcanır ne de kabullenirim. Cesaretime gelince,” derken kaşlarını çattı. “Benim dünyamda da bir kadınla yemek yemek istiyorsan dünyasına değil o kadına bakarsın.”
Düşünceli bir hâle büründüm kendimce. Bakışlarım karşımdaki adama dalıp gitti. Üzüldüm. Kendime acıdım çokça. Ben asla bireysel düşünülebilecek bir kadın değildim. Kendi dünyasının devlerindendim. Beni kimse bireysel düşünemezdi. Bizim gibi karanlık dünyaya ait mafya üyeleri için bireysellik diye bir şey yoktu ve nihayetinde üzerimdeki çamur ona da sıçrayacaktı.
Karanlık insanlar, kendi içlerine temiz birilerini aldığında ya onun da ellerini kirletir ya da kendi karanlığında boğardı.
Yüzüme acı bir tebessüm yayıldı. “Beni araştırdın mı Alparslan?” Görüyordum ki karşımda zeki bir adam vardı. Bunu bekliyor gibi dudaklarını ıslattı.
“Efruz Kandemir, Kandemir Şirketler Grubu’nun sahibisin,” dediğinde yüzümde eğreti bir gülümseme oluştu. Resmî olarak görünen şirketimizden bahsediyordu. “Baban büyük bir saldırıyla vefat etmiş fakat failleri bulunamamış.” Haberlere de bakmıştı. O itleri bulup hepsinin kafasına sıkacaktım. “İç hesaplaşma olduğu söyleniyor,” dediğinde göz göze geldik. O an bazı şeyleri bildiğini anladım. Belli ki düşündüğümden daha detaylı araştırma yapmıştı. O da bunu saklamadı. “Yeraltı mafyasıyla ilgin olduğu söyleniyor.” Etrafımızda duran adamlara ve arkamda duran Serkan'a kısa bir bakış atıp gülümsedi. “Çok da yalan değil gibi.”
Dudağımda küçük bir kıvrım oluştu. Sesli bir soluk verdiğimde garsona yeniden işaret verdim. “Ne diyebilirim ki; iyi bir araştırma olmuş.” Gelen garsonlar masayı toplarken aramızda küçük bir sessizlik oldu. Onunla ilk ve son olduğunu düşündüğüm yemekte biraz daha vakit geçirmek istedim. “Türk kahvesi?”
Küçük bir tebessümle başını eğdi. “Kırk yıl hatırı olanlardan olsun.”
Kahvelerimizi içtiğimizde onu eve ben bırakmak istedim. Siyah minibüsün içinde sessiz bir yolculuk yaptık. İkimizin de başlangıçtaki hevesi ve neşesi kalmamıştı. Araba durduğunda geldiğimizi anlamıştık. Göz göze geldiğimizde sesimiz çıkmadı. Bir an bir şey söylemek ister gibi oldu ama yumruk olan eliyle kendini bastırdı. Aramıza sert bir şekilde ördüğüm duvarla tereddütte kalmıştı.
Ayağa kalkacağı sırada “Alparslan,” dedim. Bakışları beni bulduğunda bacak bacak üstüne atarak sıyrılan eteğimi umursamadan arkama yaslandım. “Benimle ilgili küçük bir ayrıntıyı daha bilmelisin.”
Ufak da olsa bacaklarımda gezen bakışları hemen oradan cesurca sergilediğim göğüs dekolteme, oradan da dudaklarıma ulaştı. Çok oyalanmadan yosun yeşili gözlerimi buldu. “Seni dinliyorum.”
Dikkatle yüzüne bakarken söyleyeceklerimle ona ait tek bir mimik bile kaçırmak istemiyordum. Araştırmasında eksik kısımları da bilmeye hakkı vardı. Belli ki bu kısmı atlamıştı. Yoksa bu kadar cesur davranmak yerine iki kez düşünürdü.
“Hayatıma giren erkekleri önünde sonunda öldürürüm.”
🤍🖤
İnstagram: soylumery
Görüşmek üzere 🫶🏻
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |