Merhaba 🫶🏻
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.
Keyifli okumalar 💕
Aradan geçen iki haftanın sonunda sabahın erken saatlerinde kalkmış içimdeki buruk bir heyecanla daha kahvaltımı yapmadan kış bahçeme geçtim. Kış bahçem her mevsim sevdiğim tek yerdi. Yazı ayrı kışı ayrı güzel olurdu. Bazen eker biçerken bazen de şömine yanındaki koltuğuma oturur yağan yağmurun altında sıcak kahvemi içerken kitap okurdum. O yağmur sesi ruhuma işlerdi. Verdiği huzur ise her daim kusursuzdu.1
Büyük ilgi ve özenle çiçeklerimle ilgilenirken bir yandan da başımı bekleyen Gece'yle uğraşıyordum. Yere çökmüş sararan yaprakları toplarken bana doğru burnunu sürten köpeğimle gülümsedim. “Gece, düşüreceksin.” Söylediklerimi umursamadan beni yeniden ittiğinde elimdekileri bırakarak ona doğru döndüm. “Sahiden de sabah sabah oyun mu istiyorsun?” Hevesle havladığında başını okşadım. Bakışlarım bahçenin dışına uzandığında kısa süre sonra köpeğimin gözlerinin içine baktım. “Yarışa var mısın?”
Dili dışarda kuyruğunu sallarken ayağa kalktım. Genelde her yarışı o kazanırdı ama yine de pes etmiyordum. Bir gün Gece'yi de yenecektim.
Kış bahçesinin kapısından çıktığımızda hemen önünde bekleyen Serkan ellerini önünde birleştirdi. Onu umursamadan üzerimdeki sabahlığı çıkardım. Altımda kısa şort, üzerimde de askılı pijama takımım vardı.
Serkan, uzattığım sabahlığı alışılmış hareketlerle kavradı. “Yine kaybedeceksiniz efendim.”
Her zamanki gibi gerçekleri yüzüme vuran adamla küçük bir tebessüm sundum. “Bu sefer onu yoracağım.”
Uzun ve geniş bahçemin en başında Gece ile yan yana dikildiğimizde ona küçük bir mama vererek komutlarımı dile getirdim. “Üçe kadar sayacağım, üç dediğimde koşmaya başlayacağız.”
Her seferinde aynı yerde, aynı şekilde koştuğumuzu bilen köpeğim işaretimi beklerken bir anda “Üç!” diye bağırıp koşmaya başladım.
Küçük bir afallamayla peşime takıldığında korumalarım her zamanki gibi bizi izliyordu. Bu onları da eğlendiren bir yarıştı. İkimizde son hızla koştuğumuz sırada Gece anında beni geçmeye başladı. Çok hızlı koşuyordu. Her zamanki ağacımızın önünde durduğumuzda Gece beni bir iki adım farkla geçmişti.
Gece yine benim komutumu beklerken ağaca dokunduğumda hızla bağırdım. “Başla.”
Yine aynı anda koşarken hızla peşimden geliyordu. Nefes nefese kalmış, beni geçmesini önlemeye çalışırken havuzun önüne geldiğimizde yanımdan geçmesine izin vermeden havuza atladım. Benimle o da atladığında artık ben ondan daha hızlıydım.
Havuzun sonuna gelirken ıslak saçlarımı zorla geriye ittim. Ellerimi havuzun etrafını saran mermere yaslayarak kendimi yukarı çektim. Havuzun yanına oturduğumda Gece yanıma gelmiş onu çıkarmamı bekliyordu. Ön ayaklarından tutarak havuzdan zar zor çektiğimde ikimizde yere serildik.
Tepemizden vuran güneş bizi ısıtırken Gece kalkmak için çabalıyordu. Kollarımı iki yana açmış hâlde çimenlere uzanmış Gece'ye bakarken bedenini iki yana sallamaya başladı. Üzerime gelen sularla kolumu yüzüme kapattım.
“Gece! Zaten kısacık tüylerin var, ne sallanıp duruyorsun?” Yerimden kalktığımda Serkan'a doğru yaklaşarak sabahlığıma uzandım. Islak kıyafetlerimin vücuduma yapışmasıyla ilgiyle beni izleyen adamı fark ettiğimde çekingen bir hâlde bakışlarını kaçırdı. Sabahlığı üzerime geçirip sesimi sertleştirdim. “Ben üzerimi değiştirene kadar kahvaltıyı hazırlasınlar.”
Serkan saygıyla başını eğerken Gece ile içeri girdik. Üst kata çıktığımızda uzun koridorda yürüyüp odama, oradan da üzerimizden süzülen damlalarla beraber her yere iz bırakarak banyoya geçtik. Kendimden önce Gece'nin derdine düşerek elime aldığım saç kurutma makinesiyle tüylerini kurutmaya başladım. Sıcak vücuduna değdikçe mayışan ve gözlerini kapatan köpeğime sevgiyle bakıyordum. Onu izlerken yüzümde her daim keyifli bir gülümseme vardı.
Evladım gibiydi ama en çok da arkadaşımdı. Onu asla bir hayvan olarak düşünmezdim. Bazı geceler beraber uyurduk ve bana her daim yoldaş olurdu. Kimsenin bilmediği sırlarımı bilirdi, kimseye anlatmadığım şeyleri ona anlatırdım. Her seferinde dinlerdi beni. Aramızda müthiş bir bağ vardı. Ne zaman canım acısa anlar, beni teselli etmek için koynuma sokularak sanki sarılırdı.
Zaten bir Gece vardı bir de İrem. İki dost bana yeterdi. Serkan'ı da yabana atamazdım ancak her ne kadar sadık olsa da Serkan'ın bakışları dost olamayacak kadar farklıydı. Küçücük yaşta bu işe atılmış olmamla insan sarrafı da olmuştum. Kimin bakışlarında ne gezer az çok bilirdim ve bu hayat bana çok iyi bir şey daha öğretmişti; erkeklere asla güvenme ve dostlarını sınırlı sayıda tut.
Sıkılmış olacak ki elimden kurtulmak isteyen Gece beni kendime getirirken gülümsedim. “Sen hariç oğlum. Sana çok güveniyorum. Şu dünyada bana herkes ihanet edebilir ama sen etmezsin.” Yanağımı yalamaya çalıştığında buruk bir tebessüm şekillendi yüzümde. “Yalnız olmak güzel olduğu kadar da can acıtıcı.” Elime aldığım minik havluyla Gece'nin yüzünü kurularken abartılı bir şekilde gözlerimi araladım. “Ama zirve tek kişilik öyle değil mi? Zirvede olmak istiyorsan bazı fedakârlıklar etmeyi bileceksin.”
İşim bittiğinde ayağa kalktım. Dikkatli bir şekilde bana bakan köpeğimle göz teması kurdum. “Şimdi aşağı in ve yemeğini ye. Dışarı çıkma sakın. Üşütmeni istemem.”
Beni anlamış gibi -ki anladığına eminim- iki kez havlayıp kapıya yöneldi. Hızla banyodan çıktığında birkaç saniye içerisinde aşağı doğru inmek üzereydi. Kapıyı kapatıp kendi üzerimdekileri çıkardım. Kısa bir duşun ardından odama geçerek üzerime siyah, tek kol bir elbise geçirdim. Ayağıma topuklularımı giyip belime kadar uzanan saçlarımı açık bıraktım. Kısa bir makyajın ardından ben de aşağı indim.
Kahvaltı masası çoktan hazırdı. Bugün kahvaltının ardından şirkete gidecek ve oradan da akşamki davete geçecektim. Sessiz bir şekilde kahvaltımı yaparken bakışlarım, Serkan'ın masaya bıraktığı zarfa ilişti.
Kahvemden küçük bir yudum alıp arkama yaslandım. Narin bir şekilde zarfı aralayarak içinde özenle hazırlanmış adımın bulunduğu sert kâğıda alelade bir bakış attım. “Efruz Kandemir...”
Bu büyük bir derneğin yetim çocuklar yararına düzenlediği kampanyaydı. Birçok ünlü isim kendi adına davet alırdı. Sosyetenin ünlü simaları, zengin iş insanları, seçkin kişilikler bir araya toplanarak; gülüp eğlenerek içtikleri ortamda bağış yarışına girerdi. Aslında bu sadece güç gösterisiydi. Herkes orada zenginliğini konuşturur ve ne kadar cömert olduğunu göstermeye çalışırdı. Her ne kadar ortamı sevmesem de yapılan bağışı severdim. Yetim olan yetimin hâlinden anlardı. Zarfı tekrar Serkan'a uzattım. “Sende kalsın Serkan. Kaybedersem gidemeyiz.”
İki parmağımın arasına sıkıştırdığım zarfı aldığında sesimdeki alayı fark etmiş gibi gülümsedi. “Eminim ki sizi davetiye olmadan da alacaklardır.”
İlgisiz bir hâlde kahvaltıma döndüğümde dudak büktüm. “Belli mi olur?”
Serkan kahvesini yudumladığında başını iki yana salladı. “Her sene en büyük bağışı yapan davetlilerini, iki elleri kanda olsa yine de alacaklardır.”
Usul usul başımı sallarken ağzımdaki lokmayı yutmak için oyalanıyordum. “Bu bir yarış Serkan. İnsanlar beni geçmek için çabalıyor ve ben her sene onların üzerine çıkarak daha fazla yardım yapmalarına teşvik ediyorum. Ezici ve alaycı bakışlarım onları hırslandırıyor.”
Hayranlıkla karışık gözleri üzerimdeyken dudağının kenarını kıvırdı. Gördüğü güçlü kadından memnun bir hâli vardı. “Çok zeki bir kadınsın.”
İçten ve bir anda samimiyete bürünen sözlerle tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Bazen samimiyetimiz onu rahatlatarak gevşek konuşmasını sağlıyordu ancak bu haddini aşmadığı sürece beni rahatsız etmiyordu.
“Zekâ tek başına yetersizdir.” Düşünceli bir şekilde arkama yaslandığımda kahvemi parmaklarım arasına aldım. “İçerideki adamımız yardımları inceliyor değil mi? Yatırdığım paraların hiç olmasını istemem.”
Bir anda ciddiyete bürünürken başını saygıyla eğdi. “Merak etmeyin efendim. Dernek düzgün ve paranın cüzi bir miktarı hariç çoğunluğu yetimler yararına kullanılıyor. Birçok kız öğrenci okutuyorlar. Bizim yönlendirdiklerimizle de titizlikle ilgilendiler. Diğer kısmı da dernek giderleri için ayrılıyor.”
Kahvemden küçük bir yudum aldım. Bakışlarım dalıp gittiğinde kendi çocukluğumu düşünüyordum. Normalde de yardım yapmayı severdim ancak yetimlere ya da kız çocuklarına yapılan yardımı daha çok önemserdim. Giyeceğiniz kıyafeti bile alacak bir ailenizin olmaması ne demek iyi bilirdim.
“Adamı arada yokla ki kendini başıboş hissetmesin. Tek kuruşu amaç dışı kullanılırsa verdiğim parayı almasını da bilirim.”
Şirkete gitmekten vazgeçerek çalışma odama kapandığımda neredeyse akşama kadar yeni yapılacak sevkiyat için ön hazırlık yaptım. Bu benim için önemliydi çünkü babam olmadan yapacağım ikinci sevkiyattı. İlki ne yazık ki teslimat sırasında baskın yemişti ancak ikincide aynı şeyi göze alamazdım. Aynı şeyin tekrarı masadaki yerimi sarsardı ve bu da beni ölüme kadar götürebilirdi.
Bu da yetmez gibi şirketle ilgili işleri evden kontrol edip maillerimde uzun zaman harcamıştım. Genelde üst kattaki çalışma odamda olduğumda acil bir durum olmadığı sürece rahatsız edilmezdim. Sadece evimdeki çalışanım Şule çıkardı bu kata. Pek çok çalışanım vardı ancak Şule temiz ve ağzı sıkı bir kızdı. Gerçi bu odayı bırak, bu evde duyduğu herhangi bir şeyi başka bir yerde dillendirirse hayatına mâl olacağını çok iyi biliyordu. Nitekim geçmiş zamanda örneklerine de şahit olmuştu. Zaten emeğinin karşılığını da kat kat alan biriydi. Çalışanlarıma karşı her daim cömert davranırdım.
Son bir mail atıp saate baktığımda fazla zamanım kalmadığını fark ederek ayağa kalktım. Ufak adımlarla çalışma odasından çıkıp üst kattaki kendi odama geçtim. Duş almayacaktım. Hemen dolabımdan çıkardığım lacivert elbiseyi yatağıma serdim. Önce elbisemle saçlarım arasında kararsız kalırken kuaförle uğraşmak istememiştim. Genelde saçlarımı ve makyajımı ben yapardım. Zaten dışarıdan getirdiğim herkes riskti benim için. Sadece arada bir bakımlarım için belirlenmiş özel birkaç kişi gelirdi. Onun dışında ne kadar az insan o kadar sağlıklıydı.
Nihayet bir karar verdiğimde üzerimdekileri çıkarıp uzun elbisemi giydim. Ön kısmı V şeklinde uzanarak derin bir dekolteyle sarmalanan elbisemin ip askıları sırtımda çapraz bir şekilde sıralanmış hâlde devam ediyordu. Bel çukurumda biten ince ipler bu kısımda tekrar elbiseme bağlanıyordu. Ayağıma elbisemle uyumlu, ince topuklu ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı atkuyruğu yapmakla açık bırakmak arasında gezerken sırtımın zarafetini sergilemek istedim.
Üst kısmı kabarık ama hoş duran bir atkuyruğu yaptığımda gözlerime sisli bir makyaj yapmayı seçtim. Gözlerimin rengi belirgin bir şekilde ortaya çıksın istemiştim. Koluma zarif bir bileklik ve boynuma ince bir kolye taktım. Parfüm konusunda cömert olacaktım.
Hazır olduğumda çantamı alarak odadan çıktım. Merdivenlerden indiğimde Serkan'ı arıyordum. Onu göremediğimde bahçeye yöneldim fakat orada da yoktu. En son mutfakta olacağına karar vererek o tarafa yöneldim ve beni şaşırtmadı. Mutfaktaki bar sandalyesine oturan adamı ada tezgâhına yaslanmış hâlde Şule ile sohbet ederken buldum. Araları iyiydi, bilirdim.
İkisi de bir anda yerinden sıçrarken Şule anında toparlandı ve Serkan da çabucak ayağa kalktı. “Buyurun Efruz Hanım.”
İmalı bir bakış atıp kolumdaki olmayan saati gösterdim. “Çıkmıyor muyuz?”
Çabucak kendi saatine baktığında telaşa kapıldı. Belli ki sohbet fazla iyiydi ve unutmuştu. “Çok özür dilerim efendim, hemen ayarlıyorum.”
Yanımdan sıyrılıp giden adamla mutfağa doğru bir iki adım attım. Şule'nin tedirgin bakışları mutfakta dolaşıyordu. “Bir bardak su verir misin?” Hızlıca su doldurduğu bardağı bana uzattı. Yaramazlık yaparken yakalanmış çocuklar gibiydi. Yanakları bir anda al al olmuştu. Elime aldığım bardağı içmek yerine oyalanırken kendi kendime konuşur gibi mırıldandım. “Aşkın en kötü yanı olur olmaz kişiye kaptırılan kalptir.”
Şule başını iyice yere gömdüğünde yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Onun için biraz üzgündüm. Serkan etkileyici biriydi ancak âşık olunacak biri hiç değildi. Masum bir kalbin celladı olabilecek bir adamdı. Suyumdan birkaç yudum alıp sehpaya bıraktım. “Sen, sen ol kalbini yanlış kişiye kaptırma ki sökülürken canın acımasın.”
Mutfaktan çıktığımda beni kapıda bekleyen Serkan'ın yanına ilerledim. Arabalarla birlikte korumaları çoktan hazırlamıştı. Arabanın kapısını açtığında hemen arka koltuğa yerleştim. Geçen zamanın sabrıyla yine yolları izledim. Geçip giden arabaları, İstanbul trafiğini ve muazzam deniz manzarasını seyrettim.
Davet alanına geldiğimizde dikkatle ve tabii Serkan'ın da yardımıyla korumalarımın etrafı sararak görüntü almasına izin vermeden merdivenleri çıktım. Koca kapıdan içeri girdiğimde salona çoktan gelen insanların tek tek dikkatini çekmeye başlamıştım. Daha içeriye bir adım attığım anda bana dönen bakışlar, birbirini dürten insanlar ve bana bakarak aralarında fısıldaşanlar ilk gözüme çarpanlardı.
Bir adım arkamdan gelen Serkan'la kalabalığa yaklaşırken beyaz örtülerle kaplı bar masaları arasından geçmeye başladığım anda karşımda beliren adamla duraksadım. Şaşkınlığımı gizleyemediğim an bir kolunu masaya yaslamış, çarpık gülüşü, ukala ve meydan okurcasına bakan mavi gözleriyle, dudağının kenarını kıvırmış beni izleyen adamı tam da şu an karşımda bulmayı beklemiyordum.
Kendimi çabucak toparladığımda yüzüme indirdiğim maskeyle sabit bir görünüme kavuşurken dudaklarıma yapay bir tebessüm oturttum. Tek kaşım havada ona doğru bir adım daha atarak elimi uzattım. “Alparslan!”
Onu yeniden görmüş olmanın şaşkınlığı ve iması sesime yansıdığında hemen elimi kavradı. Ben elimi sıkmasını beklerken o zarif bir şekilde dudaklarına götürüp öptü. “Seni yeniden görmek güzel, Efruz.”
Zor da olsa üzerimdeki şaşkınlığı atmış karşımdaki adamın elinden, elimi çekebilmiştim. Burada, tam da karşımda olması içimde garip bir hisse sebep olurken nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum. Bir yanım tehlike çanları çalıyor, diğer yanım onu yeniden görmüş olmaktan büyük bir haz duyuyordu.
“Seni burada görmeyi beklemiyordum.”
Sözlerimle beraber ne cevap vereceğini beklerken daha önce onu burada görmemiş olmam ve her nedense biz tanıştıktan sonra karşıma çıkması aklımı kurcalıyordu.
“İlk defa katılıyorum,” dedi ellerini ceplerine sokarak. “Annem rica edince kıramadım.”
Kaşlarım havalanırken “Annen…” dedim merakla. Bir anda fotoğrafını gördüğüm kadın gözümde canlanırken hafızamı yokluyordum ancak annesini de daha önce görmemiştim. “Hep gelir mi bu davete?”
Sorumdaki bilmeceyi anlamış gibi dudağının kenarını kıvırdı. “Gelmez aslında. Bu tarz davetleri pek sevmezler. Sadece bu sefer İstanbul'dayım diye benden rica etti.”
Anlıyorum der gibi başımı salladım. Bakışlarım kısa süre üzerinde gezindi. Üzerindeki takım oldukça kaliteli duruyordu. Anlaşılan siyah takım beyaz gömlek favorisiydi. Kolunda deri kayışıyla parlayan saat ünlü bir markaya aitti. Boynundan sarkan ve gömleğinin arasında kaybolan metal renkte bir kolye parlıyordu. Saçları yine özenle yapılmış, tıraş olduğu belli oluyordu. Üzerinde o tanıdık koku vardı. Ferah ve temiz bir kokuydu bu. Ne olduğunu anlayamıyordum ama bu kokuyu aldıkça onun yanından ayrılasım gelmiyordu. Sanki deniz kenarında, ıssız bir kumsalın ortasında oturuyor gibi hissettiriyordu insana.
“İyi görünüyorsun,” dediğimde gülümsedi. Kendinin her manada farkında olduğu belliydi ve yaptığım iltifat beklediği bir şeydi.
Yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Alıştığım şaşalı övgülerin yanında bu sönük kalmıştı ama daha samimi duruyordu. Daha fazla onunla burada durmamın doğru olmayacağını düşünerek etrafıma bakındım.
Onun cevabını beklemeden yanında ayrıldım. Kendimden emin bir hâlde masaların arasında ilerlerken başımı bir adım arkamdaki Serkan'a çevirmeden konuştum. “İrem'i haberdar et. Alparslan'ın annesini daha detaylı araştırsın. Bakalım süt kuzusu doğru mu söylüyor.”1
“Emredersiniz efendim,” diyen adamla belli belirsiz başımı sallayıp karşımdaki adamların önünde durdum. “Beyler...”
***
Büyük bir salona geçmiş, bizim için ayrılan geniş masalarda yemeklerimizi yerken arada bir de olsa çaprazımdaki büyük ve yuvarlak masada oturan Alparslan'a bakıyordum. Çoktan masadakilerle kaynaşmış görünüyordu. Öyle ki hemen yanında oturan ve lojistik şirketlerinin sahibi Eşref Bey’in kızıyla fazla samimi duruyordu. Önceden tanıyor da olabilirdi.
İçine düştüğüm can sıkıcı durumu belli etmeden masamda bana hayranlıkla bakarak iki çift laf etmenin derdine düşmüş adamlara cevap vermek için kendimi zorlamaya başladım. Yılışık herifler... Hiçbirini sevmiyordum.
Yapılan yardımların gizli kalması gerekirken bu gecede biz yemeklerimizi yerken mikrofonu eline alan takım elbiseli genç bağışları açıklardı. Birçok kişi bu sebeple davetlere katılmıyordu. Sadece geceye gelenleri ve gelmese dahi afili yardımları yapanları duyardınız. Aslında bu bir yandan iyi bir yandan da kötüydü. İyi yanı insanları yardıma teşvik ediyordu. Ensesi kalınlar, isimlerini büyük paralarla duymaya bayılıyordu. Kötü yanı ise bu da bir kibir ve güç gösterisiydi.
Benim çok da dert ettiğim söylenemezdi. En yüksek meblağı hep ben yatırırdım. İsmim her zaman en son söylenir ve beni yanlarına davet ederlerdi.
İsimler bir bir sıralanırken. Duyduğum isimle duraksadım. “Alparslan Aksoy,” diyordu. “Aksoy ailesinin genç beyefendisi bugün bizimle.” Başımı kaldırdığımda yerinden kalkarak kendini gösteren Alparslan ceketinin önünü eliyle tutarak insanlara küçük bir baş selamı verdi. Etraftaki birkaç ilgili bakış ona döndü. Herkes daha önce görmediği genç ve yakışıklı adamı merak ediyor olmalıydı. Bu tarz gecelerde genç ve bekâr sayısı azdı.
“İki milyonluk bağışı için kendisine teşekkür ediyoruz,” dedi adam. Kaşlarımı çattım. Hemen yanımda oturan Serkan'la göz göze geldik. İkimizin de aklına aynı şey gelmiş olmalıydı ama rastlantı da olabilirdi.2
Başımı tekrar Alparslan'a çevirdiğimde çoktan yerine oturmuştu. Hissetmiş gibi başını benden tarafa çevirdi. Yüzünde geniş bir tebessüm oluşurken elinde su dolu kadehi bana doğru uzatarak hafifçe başını eğdi. İşte o zaman anladım. Benim ona verdiğim parayı bağışlamıştı.
Bu duruma her ne kadar bozulsam da bir o kadar da hoşuma gitti. Masada duran kadehimi alarak yüzümdeki minik tebessümle ben de ona doğru kaldırdım. Karşılıklı kadehlerimizden birer yudum aldıktan sonra tekrar önüme döndüm.
Sıra bana geldiğinde alışılagelmiş sözleri sıralayan adam artık beni şaşırtmıyordu. “Ve işte yine gecenin en büyük bağışını yapan kişiyi açıklama zamanı geldi.” Birkaç kişiden uğultuyla karışık adımı duymaya başlamıştım. Masadaki herkesin o an gözleri üzerimdeydi. “Tahmin ettiğiniz gibi güzelliği kadar başarısıyla da nam salan Kandemir Şirketler Grubunun sahibi Efruz Kandemir oluyor.” Alkışlar havada uçuşurken adam telaşla devam etti. “Efendim miktarı söylememe izin verin. Efruz Hanım bu sene yirmi milyonluk bağışla yetim çocukların gönlüne girmeyi yine başardı.”
Zarif bir şekilde başımla etrafı selamlarken adam bana doğru yaklaşmaya başladı. “Efruz Hanım, lütfen gelin ve birkaç cümle söyleyin.”
Yüzüme kondurduğum tebessümle ayağa kalktım. Benden önce fırlayan Serkan sandalyemi geriye çekmişti. İlgiyle beni izleyen insanların arasından açık alana ulaştığımda mikrofonu aldım.
Küçük bir boğaz temizlemenin ardından “Merhaba,” dedim. Ortamı büyük bir sessizlik kapladığında sert bir soluk bıraktım. “Hepimiz burada kendimizce bir yardım yapıyoruz. Kimilerimiz büyük paralara sahip olmanın hakkını verirken kimilerimiz cebinde akrep taşıyor.” Ukala bir tavırla dudağımın kenarını kıvırdım. “Ben de hakkını verenlerden biriyim.” Herkesin yüzünde küçük bir tebessüm oluştuğunda mikrofona biraz daha yaklaştım. “Sizce önemli olan paranın miktarı mı?” Herkeste kısa bir göz gezdirip gülümsedim. “Bana kalırsa önemli olan hepimizin burada o küçük kalpler için toplanmış olması. Eğer hâlâ o çocuklar için bir şeyler yapabiliyorsak kalbimizde iğne ucu kadar da olsa iyi bir şeyler var demektir. Ve bizim tek yapmamız gereken o küçük iğne ucu kadar şeye sarılmak. Tüm yetim çocukların kalbini onarana kadar devam etmek dileğiyle, iyi eğlenceler...”2
Alkışlar arasında tekrar yerime geçtim. İnsanlar yavaş yavaş ilk başta girdiğimiz büyük salona geçmeye başlamıştı. Herkes yeni bulduğu ya da yanında gelen partneriyle dans etmek için yanımızdan ayrılıyordu. İlgisiz bir şekilde içkime devam ederken masadaki kimse teklif etmeye cesaret edemedi. Ne yalan söyleyeyim benim de dans edecek havam yoktu. Serkan'la dans etmeyi pek sevmiyordum. Bu tarz davetlerde onu yakınımda tuttuğum kadar mesafemizi de korumayı tercih ederdim. Onun amacı beni oyalamak değil, etraftaki insanları korkutarak bana yaklaşmasına engel olmaktı.
Hissettiğim hareketlilikle başımı çevirdim. Yanımda beliren adamın yüzünü görmek için başımı kaldırdım. Alparslan bana uzattığı eliyle gülümsüyordu. “Dans edelim mi?”
Kısa bir süre gözlerine bakıp umursamazca önüme döndüm. “Canım istemiyor.”
Pes edip gideceğini düşünürken yanıma oturarak masadaki elimin üzerinde parmaklarını gezdirdi. “Seninle dans etmek istiyorum Efruz.” Tek kaşımı kaldırarak gözlerine baktığımda hata yapmış gibi elini çekti. Aslında doğru bir karardı. İzinsiz dokunuşlardan hoşlanmazdım. O zaman daha çok öldüresim geliyordu. Tam tekrar önüme döneceğim sırada ısrarla devam etti. “Bir dansla kalbini kaptırmazsın.”1
Bu sefer de şaşkınlıkla kaşlarım havalandığında ilgimi çekmeye başlamıştı. Ona doğru döndüm. Dirseğim masada, elim şakağımda geziyordu. “Ne istiyorsun Alparslan?”
İki eliyle kendini göstererek gülümsedi. “Belli değil mi? Küçük bir dans sana bir şey kaybettirmez ama bana çok şey kazandırır.”
Bir süre daha karşımdaki adamı süzüp elimi uzattım. “Sana ne kazandıracak merak ettim.”
Zafer kazanmış gibi elimi kavrayıp ayağa kalktı. “Dans ederken anlatayım.”
Suratı asık bir şekilde bizimle ayaklanan Serkan'a oturmasını işaret ettim. Daha da fazla asılan suratıyla ses çıkarmadı. Ne Serkan, Alparslan'dan hoşlanıyor ne de Alpaslan, Serkan'dan hoşlanıyordu. Açıkçası bu umurumda bile değildi.2
Birlikte büyük salona geçtiğimizde üzerimizde olan gözlere aldırmadan Alparslan'ın belimi kavramasına izin verdim. İki elimi de omuzlarına koyduğumda ufak ufak ritme kapıldık. Onun mavi gözlerine ister istemez kendimi kaptırdığım sırada “Eee...” dedim merakla. “Seni dinliyorum.”
Aramızdaki mesafeden hoşnut değil gibi beni biraz daha kendine yaklaştırdı. “Her adam yosun yeşili gözlerine bu kadar yakından bakabiliyor mu?” diye sordu. Cevap bekler gibi bir hâli yoktu. Bakışları yüzümün her bir noktasından saçlarıma uzandı. İçine çektiği nefesi uzun bir solukla geri bıraktı. “Bu kadar güzel bir kadınla dans etmek şans değil mi?”
Dudağımın kenarını kıvırdım. “Şansını fazla zorluyorsun.”
Bir anda bakışları ciddileşirken mavi gözleri laciverte bulandı. Yüzünü biraz daha yaklaştırdığında nefesi tenime çarpmaya başladı. “Şans her zaman insanın ayağına gelmez Efruz. Bazen senin gidip alman gerekir.”
Ensesindeki elimle ceketinin yakasına dokunarak, elimi göğsüne doğru indirdim. Bir yandan da ceketini düzeltir gibi yapıyordum. “En son konuşmamızdan sonra bir daha bu kadar cesur olamayacağını düşünmüştüm.”1
Ne cevap vereceğini merakla beklerken ceketindeki elimi kavradı. İçimi değişik bir his kapladı. Bedenime ılık ılık bir şeyler aktı. “Korkmuyorum. Beni böyle korkutamazsın.” Dikkatle çeneme dokunarak başımı kaldırdı. “Belki de şimdiye kadar aradığını bulamadığın için ölmüşlerdir.”2
Dudaklarımdan firar eden kahkahaya engel olamadım. Delirmiş olmalıydı ama haklıydı; hiçbiri aradığım kişi değildi. Ancak ölüm sebepleri tartışılırdı. “Sen doğru kişi misin?”1
Sıkı sıkı tuttuğu elimi dudaklarına götürerek öptü. “Benim şüphem yok.”
O an ona inanmak istedim. Gerçekten de inanmak istedim. Öyle olmasını isterdim. Hayatımdaki adamın masum olmasını isterdim. Yine de bu komik olurdu. Kirli insanların temiz insanlar istemeye hakkı olmamalıydı. Her nedense konuyu değiştirme ihtiyacı hissettim.1
“Yaptığın yardımın miktarı fazla manidardı.”
Dudağında küçük bir tebessüm belirdi. “Sadakaya ihtiyacım yoktu. Bir yardım olacaksa doğru yeri bulsun istedim.”1
Usul usul başımı salladım. Onun gibi birinden farklı bir şey beklemek olmazdı. Kendimi kaptırdığım ortamda ona biraz daha vakit ayırdığım sırada Serkan yanımda belirince duraksadım. Alparslan'ı umursamayarak bana doğru yaklaştığında kulağıma fısıldadı.2
“Efendim, mekânlardan birine silahlı saldırı yapılmış. Acil gitmemiz gerekiyor.”
Öfkeyle gözlerim büyüdüğünde bir adım geri çekildim. Kısa bir süre Serkan'la göz göze geldik. “Gidiyoruz.”
Adım attığım sırada Alparslan kolumu kavradı. “Efruz...” Ona üzgün bir bakış atıp kolumu kurtardım. “Başka zaman.”
🖤🩶
İnstagram: soylumery
Görüşmek üzere... 🫶🏻
Okur Yorumları | Yorum Ekle |