8. Bölüm

8. Hesaplaşma

Meryem Soylu
soylumery

 

 

Merhaba 🫶🏻

 

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

 

 

Keyifli okumalar 🩶🖤

Alparslan Aksoy...

Klinikte basit bir kısırlaştırma ameliyatının ardından işimi bitirdiğimde köpeğe atılacak dikiş işini Ceren'e bıraktım. Onlara bu şekilde ufak işleri bırakarak kendilerini geliştirmelerine yardımcı oluyordum. Daha önce dikiş atmış olmasıyla “Ben çıkıyorum.” diyerek eldivenlerimi ve üzerimdeki önlüğü çıkardım. Çöp kovasına atmadan önce “Bir şey olursa seslen, yan odadayım.” diye belirttim. Olmazdı ama ben yine de ihtimalleri değerlendirmek gerekirdi.

“Tamam patron,” dedi mırıldanır gibi. İşine odaklanmış görünüyordu.

Üzerimdekileri çöp kovasına atıp yan taraftaki odama geçtim. Verdiğim bıkkın solukla koltuğuma yığıldım. Ayaklarımı masanın köşesine uzatarak başımı arkaya yasladım. Yorgun değildim ama canım sıkkındı. Üç gün geçmişti. Son dansımızdan beri bir kez olsun aramamıştı beni. İlk defa kendimi yetersiz hissediyordum. Çabalamıştım! Onu etkilemek, hayatına girmek için gerçekten çabalamıştım. Normalde bunu yapmak çok kolay olurdu ancak o tam yumuşayacağı sırada bir anda bir şey oluyordu ve başa sarıyorduk.

Elime aldığım telefonuma bakarak kamerasını açıp suratıma baktım. “Ulan, yakışıklı da adamım.” Tabii karşımdaki kadın taş kalpli olduğu için bazı şeyler kolay işe yaramıyordu. Önce o buzdan kalbinin erimesi gerekirdi. “Eriyecek!” dedim inatla. Hızlı bir şekilde telefonu masaya bıraktım. Fırlatmış da olabilirdim. “Ne eriyecek lan? Daha numarasını bile vermedi sana, bir kez olsun aramadı.”

Daha önce yiyeceğimiz yemeğin adresi bir numaradan gönderilmişti ama bu numara Efruz'a ait değildi. Biliyordum çünkü numarasına kadar tüm bilgileri elimdeydi. Kullanamadığım bilgiler de bir boka yaramıyordu.

Gözlerimi kapatarak sert bir soluk bıraktım. Bundan sonrası fazla zorlama olurdu. Benim değil, onun adım atması gerekiyordu. Bu şekilde devam edersem daha çok dikkatini çekecektim fakat bu iyi manada olmayacak ve bana olan kuşkuları büyüyecekti.

Gerçi bu aralar başının sıkışık olduğunu biliyordum. Onur'dan aldığım bilgilere göre mekanını taramışlardı. Kim olduğunu bizimkiler de bilmiyordu. Onur, “İç hesaplaşma olabilir,” demişti. Bu da yetmez gibi, “Elimizi çabuk tutmamız lazım Alparslan, kızı biz kontrol edemeden harcayacaklar,” da demişti. Anlamıyordum ki; kadın ölüp gitse işimiz daha kolaydı. Ne halt etmeye bu kadar korumaya çalışıyorduk?

Pazardan meyve alıyorduk sanki! Kadının hayatına girsem bile bana hiçbir haltını söylemeyecekti.

“Patron.”

Kapalı gözlerimle düşünürken duyduğum sesle gözlerimi araladım. Kapının kenarında duran Osman tedirgin gibiydi.

“Söyle.”

İçeriye doğru bir adım daha atarak “Patron,” dedi tekrar. “Bir kadın geldi, köpeğiyle senin ilgilenmeni istiyor.”

Memnuniyetsiz bir halde suratımı buruşturdum. Yine beni görmek için bahane uyduran hayvan sahiplerinden biri olmalıydı. Ya da takıntılı biri de olabilirdi. Bazıları hayvanlarına herkesin dokunmasını istemezdi. Kimileri de kendilerini üstün görerek çalışanlarımı küçümser ve benim ilgilenmemi isterdi. Bu kesim genelde cebi kabarık olanlar olurdu. Oysa çalışanlarım boyunu aşacak her şeyde zaten bana danışırdı ve işlerinde gayet iyilerdi.

“Kim?”

Bilmiyorum der gibi dudak büktü. “Daha önce görmedim. Yanında başka adamlar da var, pek güven vermediler.”

Bir anda toparlanarak ayaklarımı masadan indirdim. Osman sonunda ilgimi çekebilmişti. Parmaklarım hızlı bir şekilde bilgisayarın klavyesi üzerinde gezindi. Kameraları açtığım anda onu gördüm. Dudaklarım kıvrıldı, kıvrıldı, kıvrıldı... Gelmişti. Sonunda kendi ayaklarıyla ayağıma gelmişti. Hem de ben umudumu kaybetmek üzereyken.

Hızla ayağa kalktım. Üzerimde alt üst takım olan mavi formam vardı. Sağ omzumda veteriner hekim arması duruyordu. Tişörtümü düzelterek Osman'a baktım. “Nasıl duruyorum?”

Kaşları havada inanamaz gözlerle bana bakarken ağzı açılıp kapandı. Kendini toparladığında “Her zamanki gibi yakışıklısın patron,” dedi.

Sırıtarak saçlarımı düzeltirken “Ben onu mu diyorum oğlum?” dedim. Boş boş gözlerime baktı. “Yeni ameliyattan çıktım, üzerimde kan falan var mı diye sordum.” Tekrar kaşları havalandı. Bu sefer ne diyeceğini bilemezken cevap vermesine müsaade etmeden yan odayı işaret ettim. “Ceren'e bir bak, dikişi bitirmiş olmalı.”

Osman hemen yan odaya geçerken ben de yukarı yöneldim. Merdivenleri çıkarken yüzümdeki gülümsemeyi silerek sert bir ifade kondurdum. Bu kadar kolay güldüğümü ona göstermeyecektim. Görüş alanıma girdiklerinde ilk Serkan belirdi. Yine ellerini önünde birleştirmiş, hafif aralık bıraktığı bacaklarıyla ayakta dikiliyordu. Hemen arkasında birkaç koruma daha vardı. Üst kata çıktığımda beni fark ettiği an suratını buruşturdu. Dudağımın kenarını kıvırmadan edemedim. Benden hoşlanmıyordu ama ben de ondan hoşlanmıyordum. Belli ki ikimizin gözdesi aynı kadındı. Ona küçümser bir bakış atmadan edemedim. Karşımda şansı olmayacaktı. Ben olmasam da şansı var gibi durmuyordu.

Sonunda göz göze gelebilmeyi başardığım kadına uzun uzun bakarken yüzümü ifadesiz tutmak için çok çabaladım. Üst kattaki masamın önünde duran küçük bir oturma grubuna ait ikili koltuğa rahat bir şekilde oturarak arkasına yaslanmıştı. Altında beyaz kumaş pantolonu, üzerinde yazlık büstiyeri ve resmiyetini destekleyen blazer ceketiyle hoş görünüyordu. Saçlarını arkaya doğru açık bırakmıştı. Yüzünde doğal duran bir makyaj vardı. Yosun yeşili gözlerini benden ayırmadı. Beni bekliyordu, ya da tepkimi.

Ne olduğunu anlayamadan Gece üstüme atladığı anda fark ettim onu. Sahibine bakmaktan ufaklığı görememiştim. Pek de ufak olduğu söylenemezdi. Üzerime yaptığı baskı bir adım gerilememe sebep olmuştu. Yine dili dışarıda onu sevmemi bekleyen haliyle yüzümde tebessüm oluştu. Eğilerek başını okşadım. “Oğlum, hoş geldin.” Beni anlıyor gibi havladığında üniformamım cebine elimi attım. Genelde üzerimde üniforma olduğunda ceplerimde de muhakkak mama olurdu. Birinde kedi, diğerinde köpek maması. Elimdeki mamayı ona verdiğimde sonunda patilerini üzerimden indirerek keyifle yemeye başladı. O sırada beni izleyen kadınla bakışlarımız kesişti. Ona doğru yaklaştığımda ayağa kalkmak için yeltenmedi. Kalkmayacağını anlayarak direkt sandalyeme geçerek oturdum. “Seni burada beklemiyordum.”

Gözlerini kısmış, inceler bakışları üzerimde gezerken dudağının kenarını kıvırdı. “Hep sen mi şaşırtacaksın?”

İster istemez gerilen dudaklarımın daha fazla genişlemesine izin vermeyerek birbirine bastırdım. Yüzüme düz bir ifade sabitlerken, “Neyse ki gidişlerine şaşırmıyorum artık,” dedim.

Tek kaşı havalandı. Dudağının kenarını büktü. Yaptığım imayı anlamıştı. Durdu, durdu, durdu... Sükuneti uzayıp gittiğinde “Gece'nin kontrolü için geldim,” dedi. Yaptığı şey konuyu mu değiştirmekti yoksa senin için gelmedim iması mıydı bilemiyorum fakat bu durumu uzatmayacaktım.

“Gece'nin kendi veterineri yok mu?”

Bakışları sertleştiğinde yanına gelen köpeğini sevmeye başladı. “Artık yok.”

Düşünceli bir şekilde elimi çeneme götürdüm. Aslında bu durum işime gelirdi. Hatta bana kalırsa çok mantıklıydı. Gece'yi hem sevmiştim hem de Efruz'a yaklaşmamı sağlayan her şey benim için avantajdı. “Karnesi lazım.” Kabullenir gibi çıkan sesimle güler gibi oldu ama o da benim gibi saklamayı seçti. Serkan'a kısa bir bakış attığında yine ayakta dikilen adam ceketinin iç cebinden çıkardığı küçük karneyi bana uzattı. Üstünkörü bir inceleme yapıp merdivenlere doğru başımı çevirdim. “Ceren!” Ceren ve Osman çoktan işlerini bitirmiş olmalıydı ancak yukarıdaki kalabalık onları tedirgin etmiş olacak ki çıkmamışlardı. Kısa süre sonra Ceren önde, Osman arkada yukarı çıktılar. Kıvırcık saçlı kıza elimdeki karneyi uzattım. “Gece için yeni bir kayıt açalım. Bizim kontrolümüzde olacak.”

Ceren çekingen bir halde bana yaklaşarak elimdeki karneyi aldı. Korumaların arasından danışma kısmına gitti. Hasta kayıtları genelde o bilgisayardan işleniyordu. Ceren'in tedirginliği beni rahatsız ettiğinde korumalara ters bakışlar attım. “Şu köpeklerini kapıda mı tutsan?” Efruz cevap veremeden Gece havladı. İster istemez güldüm. “Sen hariç oğlum.”

Beni anlamış olacak ki korumalara kısa bir bakış attığında üçü de kapının önüne çıktı. Serkan'a diktiğim bakışlarımı gördüğünde başını iki yana salladı. “O kalacak.”

Sesli bir soluk verip iki adım gerimde bekleyen Osman'a döndüm. “Gece'yi muayene odasına alalım. Rutin kontrolleri yapılacak.”

“Tamam patron,” diyen Osman bir adım atmıştı ki Efruz dişlerini sıka sıka araya girdi. “Köpeğimle sadece sen ilgilenebilirsin.”

Gözlerimi devirerek onu yatıştırmaya çalıştım. Söz konusu köpeği olduğunda aksi birine dönüşüyordu. “Köpeğinle ben ilgileneceğim Efruz. İşime karışma.”

Her ne kadar ters bakışları üzerimde gezse de umursamadım. Osman, Gece'nin tasmasından tutarak götürmek isterken Efruz izin vermediği için Gece yerinden dahi kıpırdamıyordu. Osman çok az tasmadan çektiğinde Gece dişlerini göstererek hırladı. Osman tedirgin bir halde başını bana çevirdi. Gece, korkulacak bir köpekti. Efruz'a hadi der gibi kaşlarımı kaldırdım ancak omuz silkmekle yetindi.

“Gece!” Sert sesimle Gece'nin dikkati dağılırken anında bana baktı. “Buraya gel.”

Gece tam hareketleniyordu ki Efruz müdahale etti. “Otur.” Gece'nin hareketi son bulduğunda başını bana çevirdi. “Köpeğimi kontrol etmeye kalkma.”

Sert sesiyle yanaklarımı şişirerek serbest bıraktım. Bu kadın beni deli ediyordu. Uşağı vardı sanki. O ne derse yapmak zorundaydım. Mecburen ayağa kalktığımda Ceren karneyi tekrar bana uzattı. “Kayıt oluşturdum.”

Karneyi masaya bırakarak Efruz'a baktım. Ayağa kalkarak Gece'nin hareket etmesini sağladı. Birlikte muayene odasına girdik. Efruz'u tek yakalamamla Serkan gelemeden kapıyı kapattım. Yarıya kadar buzlu camla kaplı alanda omuzlarımızdan üstünü rahat bir şekilde görebiliyorlardı. İçimize kadar girmesine gerek yoktu.

Gece'nin rutin kontrollerini yaparken Efruz sessizce bizi izliyordu. İşlerimi bitirdiğimde tüylerini okşadığım yakışıklıyı bir kez daha öptüm. “Çok iyisin Gece.” Yere inmesine yardım ettim. Önüne tekrar bir mama koyarak onu ödüllendirdim. “Gayet sağlıklı görünüyor. Şimdilik herhangi bir şey yapmaya gerek yok. Aşılamalar için erken, zamanı gelsin yaparız. Ceren size uygun bir takvim oluşturur.”

Elimdeki eldivenleri çıkararak çöp kovasına attım. Başıma kaldırdığım an tam önümde duran kadınla şaşırmıştım. Dikkatle bana bakarken başını yana yatırdı. “Bana kırgın mısın Alparslan?”

Beklemediğim ilgi karşısında şaşkınca tek kaşımı kaldırdım. “Bu umurunda mı?”

Kısa bir an duraksarken “Gitmem gerekiyordu,” dedi. Bunu zaten biliyordum. Benim derdim gitmesi değildi. Kendisinden açıklama da beklemiyordum ancak en azından beni üç gün içinde arayabilirdi. Birazcık olsun ilgime karşılık verebilirdi.

Bir anda beklentiye düştüğümü fark ederek duraksadım. Karşımdaki kadının gözlerinin içine bakarken sarsıldım. Neden böyle bir beklenti içine girmiştim şimdi? Aralanan dudaklarımdan sessiz bir soluk bıraktım. Nedeni belli değil miydi? Ben zaten karşımdaki kadını kandırmak için ilgi duyuyor gibi davranmıyor muydum? Amacım Efruz'un bana âşık olması değil miydi?

“Bir şey demeyecek misin?” Onun sesiyle kendime gelirken “Önemsizdi,” dedim. Önemsizdi tabii ancak görev için önemliydi!

Hâlâ soğuk çıkan sesim ve umursamaz gibi davranmamla bana doğru bir adım daha yaklaştı. Aramızdaki mesafe kapanmıştı. Fütursuzca onunla aramdaki mesafeyi kapatıyordu. Cesurdu. Çekingen bir kadın hiç değildi. Aksine avına pençesini geçirmek üzere duran bir yırtıcıya benziyordu. Başka yere bakmamı istemez gibi gözlerimin içine bakıyordu. “Bir şeyler içelim.”

Teklif mi, emir mi belli olmayan cümlesiyle dudağımın kenarını kıvırdım. Belki de fırsatını bulmuşken onu biraz zorlamalıydım. “Çıkma teklifi mi ediyorsun?”

Ters ters suratıma baktı. “Şansını zorlama.” Asabi ve suratsızdı. Sanki bana küçük bir şans vermişti de değerlendirmemi istiyordu.

Bir adım geri gitmek istediğinde belini sararak müsaade etmedim. Şaşkınlıkla gözleri aralanırken biraz önceki cesareti kırılmış gibiydi. Aramızdaki mesafeyi korumak isteyerek bir elini göğsüme yasladı. Omzuna dökülen saçlarına dokunma fırsatı bularak dikkatle geriye attım. “Evim buraya yakın.”

“Alparslan!” dedi uyarır gibi. Şimdi bakışlarında öfke vardı. “Sadece bir şeyler içelim dedim.” Gözlerinden ufak bir hayal kırıklığı geçer gibi oldu ama kısa sürede sakladı bunu. Tek kaşı havalandı. “Yatalım demedim.”

Söyledikleri beni duraksatırken ne diyeceğimi bilemedim. Aklımdan bile geçirmemiştim. Öylece gözlerine baktım. İşin kötüsü garip bir çekimin içine girdik. Gözleri çok ilgi çekiciydi. Nasıl bir yeşilin tonuydu bu? Güzeldi, belirgindi. Berrak bir derede taşlara tutunmuş yosunları andırıyordu. Akarsu şiddetini ne kadar arttırırsa arttırsın oradan gitmeyecek gibiydi. O taşla bütünleşmiş haldeydi. Bu kadar güzel bir kadın nasıl bu kadar kötü olurdu ki? Sahi yatmak da iyi fikirdi de ölmek için gençtim işte.

“Herkesle yatmam.”

Sert bir şekilde çıkan sesimle bu sefer o dikkatle bana bakmaya başladı. Kendini toparlayarak kollarımdan sıyrıldı. “Bu iyi. Daha uzun yaşamanı isterim.” Köpeğine işaret verdiğinde kapıya yöneldi. “Yarın akşam mekanıma gel. Adresi sana bildiririm.”

Kapıdan çıkmasına engel olmak adına ona seslendim. “Efruz!” Başını beni görebilecek kadar yana çevirince gülümsedim. “Adresi kendi numaranla bildirirsen sana ulaşmam daha kolay olur.”

Dudakları kıvrılır gibi olduğunda toparlaması hızlı oldu. Cevap vermeden arkasını döndü fakat içimdeki ses yakın zamanda numarasının bende olacağını söylüyordu.

***

Efruz Kandemir...

Mekanıma kurulmuş, sırtımı genişçe yasladığım locada kapattığım gözlerimi dinlendiriyordum. Yüksek müzik sesi kulağımda çınlıyor, alt katta dans eden gençlerin kendinden geçtiğini belli eden çığlıkları ile birleşiyordu. Tüm bunların yanında koca bir disko topunun yanıp sönen ışıkları bu coşkuya tempo tutuyordu. Üst katta ise daha elit bir ortam vardı. Cebi daha geniş olanların çıkabildiği üst katta kimileri romantik takılıyor, kimileri guruplar halinde oturarak birbirlerine yaklaştırdığı başlarıyla sohbet ediyordu. Bense yanımda oturan Serkan'ı ve hemen başımın iki yanında dikilen adamlarımı umursamadan arkaya yasladığım başımla kapalı tuttuğum gözlerimi dinlendiriyordum.

Aslında sadece bir adamı bekliyordum...

Hazır onu beklerken de bir taşla iki kuş vurmak adına mekanımı kontrol ediyordum. Sesli bir soluk vererek kolumu kaldırıp göz hizama getirdim. Saate baktığımda on olmuştu. Suratım asık bir halde homurdandım. “Bekletilmekten nefret ediyorum.”

O ise beni sürekli bekletiyordu.

Tamam, belki ilki onun suçu değildi ama bu sefer onun suçuydu. Gerçi bir saat vermemiştim kendisine ama yine de attığım mesaja cevap verebilirdi. Kendi telefonumdan ona mesaj atmam sakıncalıydı ve karşı koyamamıştım. Belki de beni aramasını istiyordum. Hayır! İstememeliydim. Sadece başının belaya girmesini istemiyordum. Kendi kaşınıyordu.

Sıkkın bir halde gözlerimi tekrar kapattığımda yanımda kıpırdanan adamı hissedebiliyordum. Yine bana bir şey söylemek istiyor ama cesaret edemiyordu. “Söyle Serkan.”

Gözlerimi aralamadan cevabını beklerken “Efruz Hanım...” dedi sıkıntılı bir sesle. Devam edecekti ama edemedi. Tek gözümü araladığımda yutkunarak koca bedenini biraz öne çıkarttı. “Şu herife biraz fazla yüz vermiyor musunuz?”

Açılan gözümü tekrar kapatırken “Sana ne Serkan?” dedim umursamazca. Zıddına basmak ister gibi devam ettim. “İstediğime istediğimi veririm.”

Serkan'ın bir anda sesi kesildi. Eminim ki şu an kıpkırmızı yüzüyle buz gibi bakışlarını üzerime dikmişti. Hayatıma giren her erkekten haberdardı aslında ama nedense bu sefer fazla sorun ediyordu. Halbuki yatağımdan kaç ceset çıkarmıştı; hâlâ alışamamış görünüyordu. Sabahlığımla kapıdan 'Serkan!' diye bağırdığımda bunu bekliyor gibi merdivenlerde görünür, içeriyi işaret etmemle yüzündeki belli belirsiz sırıtışı saklamaya çalışarak yatakta, bezen de yerde olan cesedi sırtlandığı gibi odadan çıkarırdı. Ancak böyle zamanlarda görürdü odamı. O zamanda tüm sırıtışına rağmen yüzünde cesedi ilk gördüğü an bir dehşet ifadesi oluşurdu. Her seferinde acımasızlığım onu hayrete düşürür ve alıcı gözle bana bakarak adamı çıkarırdı.

Kim bilir, belki de bu yüzden açılamıyordu bana. Cesaret edemiyordu. Belli ki canı tatlıydı. Konu ben olsam dahi yatağımda cesedinin bulunmasını istemiyordu. O herkesten daha iyi biliyordu başına gelecekleri. Başkalarının efsane olarak düşündüğü şeye o bizzat şahit oluyordu.

“Adamları buldun mu?” dedim olduğum yerde doğrularak. İçkime uzanıp bir yudum aldım. Suçlu bir çocuk gibi başını düşürdü. Belli ki bulamamıştı. “Benim mekanıma saldırı düzenleniyor ve sen bulamıyorsun Serkan,” dedim tehditvari sesimle. “Bu iki oldu.”

Eğdiği başını zar zor kaldırdı. “Arıyoruz efendim, birkaç ip ucu yakaladık. Ayaklarınıza atmamız an meselesi.”

Düşünceli bir hâlde başımı iki yana salladım. “Bu işi Yavuz itinden başkası yapmış olamaz. Kendince göz dağı veriyor bana. Geçen gün söylediklerim zoruna gitmiş olmalı.”

“Efendim,” dedi Serkan. Düşünceli görünüyordu. “Siz aynı işi yapıyorsunuz, hatta ortaksınız. Buna cesaret edebilir mi?”

Dudağımın kenarını kıvırarak yüzüme tiksinç bir ifade kondurdum. Bakışlarım dans edenlerin üzerinde, masada duran çerezlere uzandım. “Bazı insanlar sırtlan gibidir. Sırtlanlar cesur olmaz, aslanın artığını yer. Aslanı güçsüz gördüğünde de sürüsüyle saldırıp bir parça koparmaya çalışır.”

“Masada bunu söylemelisiniz,” diyen adamla gülerek arkama yaslandım. Serkan'ın bu alık hallerinden daha zeki olduğunu biliyordum ama arada kafası basmıyordu.

“Sen diyorsun ki sırtlanı akbabaya şikâyet et.” Bakışlarım karardığında sert bir soluk bıraktım. “Aslansan yalnız başına üstesinden geleceksin. Ormanlara hükmetmek böyledir. Akbabalar bekler ki biri diğerini parçalasın. Sonuna geldiğinde de kazanan kişiye ortak çıkar. Elini sürmeden kendine pay alır. Leş yemek böyledir. Sonra da sabırla kazanan kişinin ölmesini bekler. Onun için ölen kişiden çok payına düşen leş önemlidir.”

Serkan yine sessizliğe gömüldüğünde onun bana hak verdiğini biliyordum. Dans edenleri izlemeye devam ettiğim sırada aşağıda gözüme çarpan adama baktım. Alparslan sonunda gelmiş, bir şahin edasıyla etrafına bakarak beni arıyordu. Dudağımdaki keyifli kıvrımla onun beni bulmasını bekledim. Altında keten pantolonu, üzerinde yazlık gömleğiyle yine spor duruyordu. Bu konuda bile zıttı bana. Ben her gün sanki koca bir davete katılacakmış gibi giyinirken o spor ve vurdumduymaz tavrıyla bana çok uzak duruyordu. Bunlara rağmen şıktı. Gömleğinin arasından parlayan teni karanlığı aydınlatan ay ışığı gibiydi. Şimdiden birkaç kadının gözü onun üzerine düşmüş o ise hâlâ beni arıyordu.

Başını kaldırdığı anda göz göze geldik. Uzakta olsa da keskin bakışları beni anında bulmuştu. Kaşları çatık, yüzünde ciddi bir ifade vardı. Bu durum tam aksine beni daha da gülümsetti. Onun öfkesinden ne olabilirdi ki? Ateş olsa cirmi kadar yer yakardı. Öyleydi değil mi?

Merdivenleri tek tek çıktı. Balkon şeklinde tasarlanmış üst kata geldiğinde onu izleyenleri umursamadan locaların arasından geçerek tam önümde durdu. Kalkmadım. Önemsemiyor gibi davranıyordum. Sanki gelişini beklememişim gibi.

“Hoş geldin süt kuzusu.”

Bir süre bana cevap vermeden bakışları ben ve Serkan'ın üzerinde gezindi. Üzerime doğru eğildiğinde Serkan'ın hareketlendiğini fark ettim. Alparslan'a hissettirmeden Serkan'ı küçük bir el hareketiyle durdurdum. Ne yapacağını merak etmiştim. O ise bana iyice yaklaşarak yanağımı kavradı. Sıradan bir selamlaşmaymış gibi duran tavrına karşı parmaklarının dokunduğu yanağım yanarken diğer yanağıma küçücük, hatta tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı.

“Daha hoş bulmak isterdim.”

Geri çekildiğinde göz göze geldik. Dudağındaki küçük kıvrımla çaprazıma oturdu. Uzağıma bile gitmiyordu. Hayret ediyordum bu adama. Hiç mi korkmuyordu? Aptal cesaretiydi ondaki.

Küçük bir boğaz temizlemeyle kendimi toparlarken öne doğru eğildim. “Ne ikram edelim sana?” Alayla dudağımın kenarını kıvırdım. “Pek sana hitap eden bir ortamda değiliz ama süt getirtirim istersen.”

Serkan bıyık altından gülerken ona öldürücü bakışlar attı. Yanımıza dikilen garsona başını çevirdiğinde sanki beni duymamış gibiydi. “Alkolsüz bir şeyler getir.”

Garsonun bakışları beni bulduğunda hafifçe başımı eğdim. Kızdırmıştım sanırım küçük beyi. Öyle ki suratı asılmış halde etrafı incelemeye başladı. Mekanıma daha önce geldiğini sanmıyordum. Merak ettiğinden olacak kısa bir süre gözlemledi. Aşağıda dans edenlere kısa bir bakış attı. Yüzü memnuniyetsizce buruştu. O etrafı izlerken ben de onu izliyor, gördüklerine verdiği tepkileri, kusursuz yüzünde oluşan mimikleri kaçırmak istemiyordum.

Yeniden gelen garson masanın üzerine alkolsüz kokteyllerimizden bıraktı. Alparslan ise ona uzanmaya tenezzül bile etmeden arkasına yaslandı. Sanki sadece söylemiş olmak için söylemişti.

İçkime uzanarak küçük bir yudum aldım. Bir yandan da onu kesiyordum. “Nasıl, beğendin mi mekanımı?”

Sanki iki saattir başka bir şey yapmış gibi yeniden etrafına alelade bir bakış attı. “Eğlenceli görünüyor.”

“Sana sıkıcı gelmiş gibi,” dediğimde dili yanağına küçük bir baskı yaptı. “Gürültülü ortamları pek sevmem.”

Gözlerim kısılırken mavi gözlerinin içine bakıyordum. “Seninle yine gürültülü bir mekânda karşılaşmıştık, kavga çıkarmıştın.”

Dudağının kenarını kıvırarak öne doğru eğildi. Bakışlarımdan kaçar gibiydi. Tıpkı o zaman yaptığı gibi masadaki çerezlere uzandı. Birkaçını ağzına attığında yandan bakışları beni buldu. “Kader bizi birbirimize bağlıyorsa bunu sorgulayamayız.”

“Bana daha çok kasti tesadüfler gibi geldi,” dedim direterek. “Sürekli bir yerlerde karşıma çıkman ihtimallerin üzerinde gelmiyor mu sana?”

Bana doğru bütün bedenini döndürerek koltuğa yan oturdu. Yüzündeki alaylı ifade anında kaybolurken ciddiyete büründü. “Ben tesadüf demedim,” dedi üzerine basarak. “Kader tesadüfün üzerindedir,” diye devam etti. Bana doğru eğilerek bakışlarımızı birleştirmekle yetinmeyip aramıza garip bir sıcaklık soktu. “Ama insan kaderini yönlendirebilir tabii.” Dudağının kenarı kıvrıldı. “Belki ben de biraz yönlendirmiş olabilirim.”

Kaşlarım havalandığında tenime vuran nefesiyle gözlerini benden ayırmayan adamla yutkunma ihtiyacı hissettim fakat bunu yapmak büyük aptallık olurdu. Ne yani, ondan etkileniyor muydum? Saçmalık. Tam bir saçmalık!

“Tıpkı hiç gelmediğin yardım gecesine bir anda annenin isteğiyle gelmen gibi mi?”

Sorduğum soruyla büyük bir sessizliğe büründü. Tabii ki bu konuyu atlamamıştım. Ailesinin bu geceye her sene davet aldığını ve yardımlarını sürekli olarak yaptıklarını öğrenmek benim için zor olmamıştı fakat her nedense ailesi bu davetlere hiç katılmıyor, yardımlarını uzaktan iletiyordu. İşin garip tarafı ilk defa oğullarını kendi yerlerine göndermişlerdi. Bu bana biraz tesadüfün üzerinde geldi. Özellikle de konu Alparslan olunca daha da fazla şüphe etmeme neden oluyordu. Asıl merak ettiğim ise benim orada olacağımı nereden bildiğiydi. Yine de bunun üzerinde çok durmadım. Beni biraz araştırsa internette her sene yardımlarda en yüksek bağışı yapan kişi olarak karşısına çıkmam çok kolay olurdu.

Dudağının kenarını kıvırdı. Ben inkâr etmesini veya bir kulp takmasının beklerken o başını eğerek onayladı. “Seni yeniden görebilmemin başka yolu var mıydı?”

İkinci bir hayranlığa düştüğümde o mavi gözlere tutulmamak için kendime hâkim olmaya çalışıyordum. “Neden?” dedim fısıltıyla. İçimi bir titreme sardı. Vereceği cevap beni hem korkutuyor hem de deli bir arzu uyandırıyordu.

Yanımıza telaşla gelen adam tüm dikkatimizi dağıtırken Serkan'a doğru eğilerek bir şeyler söyledi. Serkan'ın duyduklarıyla kasılan çenesi, değişen yüz ifadesi an be an kendini belli ediyordu. “Efendim,” dedi sıkıntılı çıkan sesiyle. “Arka kapıya bir paket bırakılmış.”

Midemi bulandıran hisle çenemi kaldırdım. “Git bak.”

Serkan kısa süre sonra daha çok asılan suratıyla yanıma geldi. Alparslan'ın duymasını istemiyor olacak ki bana doğru eğildi. “Aradığımız adamın dilini kesip cesedini kapıya atmışlar.”

Gözlerim kapandığında dişlerimi sıktım. Gerilen sinirlerime hâkim olmakta zorlanıyordum. Bu bana verilen göz dağıydı. Mekanıma yapılan silahlı saldırı karşısında hiçbir şey yapamayacağımı gösteriyorlardı.

Sakince başımı iki yana yatırarak Serkan'a “Temizlesinler,” dedim. Başını eğerek adamlara işaret verdi. O sırada çalan telefonuma baktım. Yavuz arıyordu. Ağzımın içinde mırıldandığım küfürlerle telefonu açarak kulağıma götürdüm. “Söyle.”

Koca bir kahkaha yankılandı telefonda. “Ah bu kibar hallerin Efruz...”

Gözlerimi devirerek sert bir soluk bıraktım. “Ne diyeceksen de.”

“Sana gönderdiğim hediyeyi almışsın anlaşılan.” Sesi alay doluydu. “Beğendin mi?”

Öfkeme hâkim olmaya çalışsam da beceremiyordum. “Bunun bir karşılığı olacak Yavuz,” dedim hırıltılı sesimle.

Yeni bir kahkaha daha attı. Bana üstün geldiği düşüncesi eminim ki şu an onu fazlasıyla tatmin ediyordu. Sinsi bir adam gibi karşıma çıkamayıp bu şekilde arkamdan iş çevirmesi de onun ne kadar basit olduğunu gösteriyordu.

“Bekliyorum ortak.”

Sinirle telefonu kapatıp masaya fırlattım. Kanım vücudumda deli gibi dolaşırken öfkemi çıkaracak yer arıyordum. “O şerefsizi öldüreceğim.” İçimde köpüren intikam hırsıyla içkime uzanıp tepeme diktiğim bardağı sert bir şekilde masaya bıraktım. “Yılanın başını ezmeden bana da rahat yok.” Biten boş bardağıma yeniden uzandığımda öfkeyle Serkan'a döndüm. “İçkim nerede Serkan?”

Anında garsonun birine eliyle işaret verdi. Garsonun getirdiği viski şişesini alarak bardağımı kendim doldurdum. Şişeyi de kendi yanıma koydum. Belli ki daha çok ihtiyacım olacaktı. Tek seferde tepeme diktiğim bardağı yeniden masaya bıraktığımda boğazımı yakıp gitti. Yeniden doldurmaya başladım. “Serkan.” Bakışları bende pür dikkat emirlerimi bekliyordu. “Yarın gece üç deposunu birden ateşe vereceksiniz.” Gözüm karardığında bir bardağı daha tepeme diktim. “Vazgeçtim,” dedim öfkeyle ağzımı silerken. Yutkunmak zor olmuştu. “Limandaki konteynırlarını yakın.”

Serkan'ın gözleri büyüdüğünde “Efruz Hanım,” dedi beni durdurmaya çalışarak. “Bu konuları daha müsait zamanda konuşalım.”

Başıyla karşısını işaret ettiğinde başımı çevirdim. Alparslan sessiz bir şekilde arkasına yaslanmış beni izliyordu. Varlığını unutturmuştu sanki. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ne hissediyor ne düşünüyor belli olmuyordu. Bu durum daha da canımı sıktığında bir bardak viskiyi daha mideme gönderdim.

Şişeyi kavramış tekrar bardağımı doldurmaya çalışırken Serkan yine müdahale etti. “Efendim, yavaş gitseniz iyi olacak.”

Ona ters bir bakış atıp elimdeki şişeyi sert bir şekilde masaya bıraktım. “Karışma bana.” Arka arkaya devirdiğim bardaklarla ufaktan çakırkeyif olamaya başlamıştım. Gözümün önü gittikçe bulanıklaşmıştı. Kanım damarlarımda hızla dolaşıyor, adeta geçtiği yerleri kavuruyordu. Vücudum gevşemiş bir halde başımı arkaya attım. Başım çok ağır gelmeye başlamıştı. Yüzüme yerleşen sırıtışla başımı zar zor kaldırıp yeniden bardağıma uzanırken mırıldandım. “Bu iyi geldi.”

Fakat her ne olduysa iki saattir yanımda sessizce duran adam elimin üzerinden bardağı kavradı. Göz göze geldiğimizde kaşlarımı çattım. Benim aksime sabit duran ifadesiyle beraber sesi olabildiğince sakindi. “Bu kadar yeter.” Öfkeyle bardağı çekmeye çalıştığımda daha yumuşak çıktı sesi. “Dans edelim mi?”

Sanki nerede olduğumun yeni farkına varır gibi etrafıma bakındım. Dans, müzik, ışıklar, ilerleyen saatle birlikte iç içe geçmiş insanların çığlıkları sanki yeni fark ettiğim şeylerdi. Aklımdan geçenler hoşuma gittiğinde sırıtmaya başladım. “Aşağıda edelim.”

Elimden tutup beni kaldırdığı an dengemi sağlayamadan sarsıldım. Bedenim o kadar uyuşmuştu ki kendime hâkim olamıyordum. Bacaklarım pelte gibiydi. Başım ufak ufak dönüyor, yıpranan sinirlerimin üzerinde birileri halay çekiyordu.

Belimden yakalayarak beni göğsüne bastırdığında o ferah koku yeniden burnuma doldu. Sanki ciğerlerime ferah bir nane kokusunu çekmiş gibi zihnim yeniden canlandığında Serkan itiraz etti. “Efendim, aşağısı kalabalık. Sizin için tehlikeli.”

Yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. “Off Serkan! Çok sıkıcısın.”

Bir kolu sıkıca sarılı duran Alparslan beni yönlendirirken “Ben korurum,” dedi.

Küçük bir kahkaha atarak Serkan'a Alparslan'ı gösterdim. “Görüyor musun? İşte bana böyle bir adam lazım.” Serkan hâlâ oturduğu yerde asılan suratıyla bize bakarken Alparslan'ın yanaklarını sıkıştırdım. “Sana fedakarlığından dolayı en güzel dansımı sergileyeceğim.”

Beni çok da kale almayan adamın yardımıyla ve tabii Serkan'ın kimseye güvenmemesiyle bize eşlik eden korumalarla alt kata indik. Kalabalığın arasına karıştığımızda dans etmeye başladık. Aslında Alparslan'ın pek dans ettiği söylenemezdi. Daha çok müziğe eşlik ederek ufaktan sallanıyordu. Ben ise kendimi kaptırmış sıcak bir dans sergiliyordum. Kollarım havada, bazen Alparslan'ın bedeninde, kıvrakça sallanan bedenimle arada dizlerimi kırıyor, bazen de parmaklarımın üzerinde yükselerek Alparslan'ın etrafında dönüyordum. Her sarsıldığımda beni kolumdan ya da belimden yakalıyor, ondan uzaklaştığımı hissettiği an korumak ister gibi kendine çekiyordu. Değişen müzikle birlikte dansımız daha ateşli bir hâl alırken ona sürtünen bedenim, gözlerinde gezen gözlerim karşısında bu kadar iradeli oluşunu hayranlıkla izledim.

Bakışlarımı gözlerinden ayıramadığım esnada ayağım burkuldu. Düşeceğim an Alpaslan beni tekrar belimden yaklarken sertçe göğsüne bastırdı. Düşmenin verdiği korkuyla kollarımı boynuna dolayıp sıkı sıkı tutundum ona. Boynuna çarpan nefesimle ilk defa bedeninin gerildiğini hissettim. Bu yakınlığımız onu rahatsız mı etmişti, yoksa etkilemiş miydi emin olamıyordum. Yüzüme yapışan saçlarımı dikkatle geriye attığında sıcak nefesini tenimde geziyordu.

“Artık gidelim Efruz.”

Duymam için kulağıma kadar sokulmuştu ve sesi içimi gıcıklıyordu. Başımı kaldırıp o koyu maviye bürünen gözlerine baktığımda yutkunma ihtiyacı hissettim. Ona karşı koymak istemiyordum. Ne dese yapmaya hazır gibiydim. Başımı eğmemle yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Beni kapıya doğru yönlendirmesinin ardından birlikte dışarı çıktık. Çoktan gece yarısını geçmiş olmalıydı. Ufak bir serinliğin verdiği hisle ürperirken omzuma kendi ince ceketini bıraktı.

“Seni biz bırakalım,” dedim valenin getirdiği arabalara bakarken.

Yüzündeki ciddiyetle arabasını gösterdi. “Gerek yok, arabamla geldim.”

İşaret ettiği spor arabaya bakarken kaşlarım havalandı. Bu veteriner hekimler belli ki iyi kazanıyordu. Yine de bir veteriner için fazla duruyordu araba. Yani yemeden içmeden onu almış da olabilirdi. Ailesi de o yardım gecesine davet aldığına göre zengindi. Of... Kafam hiçbir şey almıyordu.

“Biz bırakalım,” dedim aynı yerde ısrar ederken. “Çocuklar arabanı getirir.”

Bir arabasına bir de bana baktığında arada kalmış gibiydi. Orta yolu bulmuş olacak ki bana doğru göndü. “Benimle gel.” Kararsız bakışlarım üzerinde gezerken elini uzattı. “Benim arabayla gidelim.”

Ona bir türlü karşı çıkmak istemeyen bedenimle elini tuttum. Beni arabaya bindirdi. Hemen sonra yanıma oturmasıyla yola çıktık. Serkan iki arabayla arkamızdan geliyordu. Başımı koltuğun başlığına yaslamış uyuklarken o da ses çıkarmadı. Aşırıya kaçmadığı bir hızla gidiyordu. Her ne kadar kafam güzel olsa da bunu hissediyordum. Midem bulanmaya başladığında suratımı buruşturdum. O kadar içmiştim ki midem çoktan isyan etmeye başlamıştı.

“Neyin var?”

Anında yanımdan gelen sesle küçük bir şaşkınlık yaşadım. Gözü bende miydi bu adamın? Gözlerimi aralamadan “Midem bulanıyor,” dedim. Bir elim karnımda geziyordu ama gözlerimi açamayacak kadar halsizdim.

“Arabama kusmayacaksın değil mi?”

Hissettiği endişe beni güldürürken küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. “Söz veremem.” Tek gözümü araladığımda buruşan suratını gördüğüm an daha büyük bir kahkaha attım. “Endişe etme, kusarsam temizlettiririm.”

“Dert değil,” dedi ağzında geveleyerek.

Bu benim bir kahkaha daha atmama sebep oldu. “Yalancı.”

Başını çevirerek bana baktığında istemeden ben de ona baktım. Daha doğrusu gözlerine. O mavi gözleri bir deniz gibi beni içine çekiyordu. İnanılmaz bir yoğunluğu ve sıcaklığı vardı. Bana ömür gibi gelen süre sanırım saniyeler sürmüştü çünkü o tekrar yola odaklandı. Kısa süre sonra arabayı park ettiğinde onun evine geldiğimizi anladım.

Bir eli direksiyonda bedenini bana doğru çevirdi. Bakışları üzerimde gezinirken sesli bir soluk verdi. “Sana kahve ikram edeyim.”

Gerilen dudaklarıma mâni olamıyordum. Gevşeyen sinirlerimle aptal gibi sırıtırken “Rolleri değişmiş gibiyiz,” dedim.

Onun da dudakları kıvrıldı. Sanırım benimle aynı düşünüyordu. “Bir daha ki sefere sen beni davet edersin.”

Ciddi görünmeye çalışarak usul usul başımı salladım ama o neyi onayladığımdan emin olamadı. “Geliyor musun?” Tekrar sırıtmaya başladım. Anlamsız sırıtışlarım uzayıp giderken esefle başını iki yana salladı. “Senden cevap beklemek benim hatam.”

Dudaklarım büzüldüğünde arabadan indi. Onu izlerken benim tarafa geçerek şoförüm gibi kapımı açtı. Tek fark elini uzatarak inmeme yardımcı oldu. Etrafa bakındığım esnada Serkan ve adamlarım çoktan inmiş etrafın güvenliğini sağlıyordu. Ben Alparslan'la burada vedalaşacağımızı düşünürken o sıkıca elimi tutarak apartmana yöneldi. Kimseyi -en çok da Serkan'ı- umursamadan eve çıktığımızda kapıyı açmaya çalışan adamın omzuna başımı yasladım. Başım dönüyordu ve ayakta duracak halim yoktu. Birlikte içeri girdiğimizde kapıyı kapatıp ayakkabılarını çıkardı. Bir süre benim de çıkarmamı bekledi sanırım ama benim bunu anladığım pek söylenemezdi.

Sesli bir soluk vererek önümde çöktüğünde kaşlarım havalandı. Hemen sonra ayakkabılarımı çıkarmaya çalışan adamla yeniden sırıtmaya başladım. Bu gerçekten çok komikti. Ayağımdan çıkan topuklularla olduğum yerde kısalarak onun çene altına düştüm. Ayağımda topuklular olduğunda anca burun hizasına geliyordum. Gerçekten uzun bir adamdı. “Gel hadi.” Tekrar elimi tutarak beni oturma odasına götürdü.

Yine salak salak etrafa bakındığım esnada elimi dudaklarıma götürdüm. “Kusacağım.” Suratı buruştuğunda telaşla banyoyu işaret etti. “Sağdan ikinci kapı, çabuk ol.”

Koca bir kahkaha dudaklarım arasından firar etmek için çabalarken elimi çekerek gülemeye başladım. O kadar çok gülüyordum ki bir elimi karnıma götürdüm. “Şaka yaptım.”

Elleri belinin iki yanında gözlerini devirdi. “Espri anlayışın berbat.”

Karşımdaki huysuzlanan adamın boynuna kollarımı dolayıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Buğulu bakışlarım gözlerinden ayırmadan dudaklarımı büzdüm. “Kalbimi kırıyorsun.”

Fütursuzca sırnaşırken ondan bir tepki beklerdim ama tek yaptığı dudaklarıma kayan bakışları oldu. Bu bile beni mutlu etti. Kıvrılan dudaklarımla ona biraz daha sokuldum. Arsızdım ama umurumda bile değildi. Kafam güzeldi ve tek istediğim karşımdaki adamla pişman olacağımı bile bile öpüşmekti.

Belime dolanan kolu beni cesaretlendirirken gözlerim kapandı. Yüzlerimizi yaklaştırarak dudaklarına dokunmayı beklerken aramıza bir şey girdi. Gözlerimi araladığım anda avuç içini dudaklarıma bastırarak aramıza siper ettiğini gördüm. Reddedilmiş olmak beni öfkelendirirken suratımı astım.

“Sana, beni öpme şansı verdim!”

Huysuz çıkan sesimle başını iki yana salladı. “Sarhoş bir kadından faydalanacak kadar düşmedim.”

Gözlerim parlasa da bunu belli etmemeye çalıştım. “Ayıkken beni asla öpemezsin Alparslan.”

Dudağımın kenarında gezen başparmağına kıvrılan dudağı eşlik etti. “Bu kadar emin konuşma.”

“Şansın varken değerlendirmeliydin,” dedim ısrarla. Neredeyse beni öpmesi için yalvaracaktım.

Elimden tutarak beni koltuğa oturttu ve hiç gocunmayarak önümde diz çöktü. “Daha iyi şanslar elde edeceğim.”

Alaylı bir homurtuyla karşılık verdim. Bu asla olmayacaktı. Sadece kafamın güzel olmasına sığınarak ona bir şans veriyordum. Küçük bir kız çocuğu edasıyla kollarımı göğsümde birleştirdim. Asılan suratımla başımı yana çevirdiğimde küçük bir kahkaha attı. Yine de bakmadım yüzüne. Komik bir şey yoktu ortada.

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak yüzümü görmeye çalıştı. Ona dönmeyince çenemden tutarak ona bakmamı sağladı. Yüzümde ne gördü bilmiyorum ama yutkunma ihtiyacı hissetti. Bir iki kez dudakları aralandı fakat konuşamadı. Kendini toparlayabildiğinde elini çekerek ayağa kalktı. “Ben sana bir kahve yapayım.”

Umursamazca omuz silkmemle odadan çıktı. Boş boş arkasından baktım. Sahiden de beni bırakıp gitmişti. Ağrıyan alnıma elimi götürdüğümde gözlerim kapandı. Hayvan gibi içmiştim. O Yavuz'un canını okuyacaktım. Bu yaptığına pişman olacaktı. Ağırlaşan bedenimi arkaya yaslarken gözlerim kapandı. Huzurlu bir karanlığa doğru çekilirken bir şeyler mırıldanıyordum ama kendi kulaklarım bile duymuyordu...

 

 

🩶🖤

 

 

İnstagram:soylumery

 

 

Hoşça kalın 🫶🏻

 

Bölüm : 22.01.2025 18:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...