Merhaba🩶
İşte geldik, buradayız 🥰 Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. 🫶🏻
Keyifli okumalar.
Tezgâhta duran küçük tepsinin üzerine koyduğum kahve fincanının yanına bir de su ekledim. İçip içmeyeceğinden bile şüpheliydim ama başka türlü kendine gelmeyecek gibiydi. İçeride sesi soluğu kesilen kadının sızmasından korkarak tepsiyi aldığım gibi salona yürüdüm. Gördüğüm manzara ile duraksarken korktuğumun başıma geldiğini anlamıştım.
Elimdeki tepsiyi dikkatlice sehpaya bırakarak Efruz'a doğru eğildim. Başı arkaya düşmüş, gözleri kapalı uyuyordu. Endişeli gözlerle onu izlerken yanağına dokundum. “Efruz...” Ses çıkarmadığında usulca yanağını sarstım. “Efruz uyan.” Çattığı kaşlarıyla homurdanırken son kez şansımı denedim. “Sana kahve getirdim.”1
Aldırmaz halde yeniden daldığında uyanmayacağını anladım. Oturur pozisyonda, bir eli kucağında diğeri koltuğa düşmüş, başı rahatsız bir şekilde arkaya yaslanmış halde uyuyakalmıştı. Mini eteği biraz sıyrılmış, bacakları ay gibi parlıyordu. Bu şekilde, burada yatmasının doğru olmayacağını düşünerek dikkatle onu kucağıma aldım.
Baygın bir halde kucağımda uyurken onu kendi odama götürerek yatağıma yatırdım. Dolabımdan çıkardığım pikeyi dikkatle üzerine, özellikle de bacaklarına örttüm. Kendime hâkim olamadan yanına oturduğumda sanki gerek varmış gibi pikeyi omuzlarına doğru çektim. Çok sıcaktı hava. Muhtemelen bir süre sonra bu pikeyi de atacaktı üzerinden. Yine de ben odadan çıkana kadar idare etse yeterdi.
Saçlarına doğru uzandığımda elim bir süre havada kaldı. Dokunup dokunmamak konusunda çok kararsızdım. O kadar güzel ve masum duruyordu ki kendime hâkim olmakta zorlanıyordum. Bir yandan da gerçekte kim olduğunu defalarca kez bana fısıldayan beynim bu masumiyete kanmamamı tembihler gibiydi.1
Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda kendimle verdiğim savaşa son vererek elimi yumruk yaptım. Dokunmayacaktım. Onun gibi bir kadınla sadece görev için yakınlaşacak ve bunun dışında hiçbir şey hissetmeyecektim. Sevgi ve merhamet gibi güzel duyguları onun için harcamayacaktım. Hak eden bir kişiye bağışlayacak ve kalpsiz bir kadına zerresini bile gerekmedikçe göstermeyecektim.
Ayağa kalkacağım sırada yerinde kıpırdandığı an duraksadım. Daha şimdiden bunalmış olacak ki üzerindeki pikeyi sıyırarak kollarını boşluğa çıkardı. Bu da yetmez gibi bana doğru döndü ve daha rahat bir konum aldı. Bu hali beni gülümsetirken mırıldanmaya başladı. Ne dediğini anlamak için ona doğru eğildim fakat başarılı değildim.
Buruşan yüzü acı çeker bir hâl aldığında tekrar mırıldandı. “Çok yalnızım.” Bu kez zor da olsa anladığım sözlerle yüzümde istemeden de olsa şefkat ifadesi oluştu. Onun, bu kadar kalabalığın içinde yalnız olması içler acısıydı. Bu kadar güçlü dururken böyle hissediyor oluşu ise daha da berbattı. Kendime hâkim olamadığımda yatağa yaslı duran elini tuttum. Dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldadım. “Ben yanındayım.”1
Beni duydu mu bilmiyorum ama yüz ifadesi gevşedi. Daha rahat bir konum aldı ve mırıltıları son buldu. Nefesi yeniden düzene girdiğinde tekrar daldığını anlamıştım. Daha fazla bu durumu uzatmayarak ayağa kalktım. Işığı kapatıp odadan çıktım. Onun kendini rahat hissetmesi adına kapıyı aralık bırakmadım.
Salona geçtiğimde koltuğa oturarak hatta yayılarak arkama yaslandım. Sesli bir soluk bırakırken az da olsa rahatlamıştım. Biraz önce yaptığım kahveyi kendim içmeye karar vererek bir yudum aldım. Hemen ardından cep telefonumu cebimden çıkarıp mesaj yazmaya başladım.
Onur: Onu kapıdaki itlerden anladık.
Aldığım cevapla başımı kaldırıp sanki Onur beni görüyormuş gibi üst kata baktım. Hemen benim üst katımda oturuyordu. Sırf ben burada oturuyorum diye üst katımı kiralamıştı. Ev sahibi evi satmak istediğinde de talip olup almıştı. Pek fazla evde kaldığı söylenemezdi ama bana verilen görevin ardından daha çok evde vakit geçirir olmuştu.
Düşünceli bir halde telefona bakıp parmaklarımı ekran üzerinde gezdirmeye başladım.
Ben: Mekanına saldırı yapan Yavuz'muş. Ona diş biliyor. Anlaşılan intikam alacak. Aklından geçenleri yaparsa pek iyi şeyler olmayacak gibi.
Ben: Depolarını veya limandaki konteynırlarını yakacak.
Ben: Aynen kardeşim, sana da iyi geceler.
Son andan tekrar ekleme yaptım.
Ben: Yavuz hakkında bana bilgi topla. Yarın konuşuruz.
Konuşmanın bittiğini düşünerek tüm mesajları sildim. Telefonu koltuğa bırakıp tekrar kahveme uzanarak bir yudum daha aldım. Düşünceli bir halde fincanda kalan son yudumu da tepeme diktim; zaten soğumuştu. Sudan bir yudum alarak ağzımı temizlerken boğuk bir telefon sesi gelmeye başladı. Hemen yanımda duran telefona baktım ancak bu benim zil sesim değildi. Etrafıma bakınırken biraz önce Efruz'un oturduğu yerde, koltuğun kenarına kısılmış metal dikkatimi çekti.
Uzanarak telefonu elimi aldığımda kaşlarımı çattım, Serkan arıyordu. Açmadan önce yerimden kalkarak pencereye doğru yürüdüm. Camdan dışarı bakacağım sırada telefon kapandı. Perdeyi aralayarak kenardan dışarı baktığımda iki araba aynı yerinde bekliyordu. Serkan arabaya yaslanmış halde telefonuyla ilgilenirken elimdeki telefon tekrar çalmaya başladı. Yüzümdeki sırıtışla açarak kulağıma götürdüm.
Karşı taraftan bir süre ses gelmediğinde Serkan başını kaldırarak bizim kata baktı. Sırıtarak ona el salladım. Zor da olsa kendini toparlamış olacak ki, “Efruz Hanım’a ver telefonu,” dedi.
O göremese oldukça keyifliydim. “Veremem. Bir sorun mu var?”
Yaslandığı arabadan kendini kopararak dik bir konum aldı. “Ne yaptın lan Efruz Hanım’a? Nerede o?”1
Kulağımda hırlayan adamın delirişini keyifle dinlerken aynı sakinlikle devam ettim. “Sakin ol Serkan. Efruz uyuyor ve bu gece bende kalacak. Önemli bir şey yoksa, sizin burada beklemenize gerek yok.”
İyice köpüren adamın sert solukları kulağıma çarpıyordu. “Senden emir mi alacağım lan!” dedi öfkeyle. “Yukarı geliyorum.”
Dudağımın kenarını kıvırarak “Bana inanmıyorsan gel tabii,” dedim kendimden emin fakat ses tonum bir anda değişirken daha iyi anlayacağı şekilde devam ettim. “Ama odamda uyuyan kadını sana göstermemi bekliyorsan o biraz zor.”2
Telefon suratıma kapandığında Serkan'ın arabaya attığı bir iki tekmeyi gördüm. Hemen ardından adamlara bağırdı sanırım çünkü boş sokakta sesi yankılandı. Arabalardan biri kalırken Serkan'ın olduğu araba gittiğinde memnun bir halde dudağımı kıvırdım. Bu işte tamamdı. Şimdi odamda uyuyan kadınla ben de rahat bir uyku çekebilirdim.
***
Hissettiğim gün ışığıyla uyanmamak için çabalarken bu konuda ısrarımın yersiz olacağını anlayarak gözlerimi araladım. Korkunç bir ağrı anında başıma saplandığında ilk yaptığım şey elimi alnıma götürmek oldu. Buruşan suratımla alnımı ovarken bir yandan da kendime gelmeye çalışıyordum. Boş bakışlarım etrafta gezindiği esnada beynime oksijen gitmeye başlamış olacak ki duraksadım. Bir anda olduğum yerde telaşla doğruldum. Bu hız başımı döndürdüğü gibi daha çok ağrımasına sebep olmuştu ama bilmediğim bir yatak odasında uyanmak kadar kötü değildi.
Telaşla etrafımda tanıdık bir iz ararken komodine, perdelere, yatağa ve hatta giyinme dolabına baktım. Avize bile yabancıydı. Endişeyle yatakta geri çekilerek üzerime baktım. Dün gece giydiğim elbise vardı. Sadece eteğim sıyrılmış ve bacaklarım tamamen boştaydı. Dün gece en son ne yaptığımı hatırlamak için elimi alnıma götürdüm. Boş bir karartıdan ibaret olan zihnimle dişlerimi sıktım.
Ufak ufak zihnime doluşan görüntülerle başımı kaldırdım. En son mekanımdaydım. Sonra içiyordum, içiyordum, içiyordum ve içiyordum... Dans ettiğimi hatırlıyordum. Alparslan vardı karşımda. Ona sırnaşıyorum sanki. Nasıl bir danstı bu? Her şey yarım yamalaktı ve şimdi yabancı bir evdeydim.
Saçlarımı geriye doğru ittiğimde yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. Alparslan'ın arabasına binmiştik sanki. Onun evine geldik. Evet, evet... burası onun evi olmalıydı. Bir kez daha etrafıma bakındım. Daha önce hiç onun yatak odasına girmemiştim. Suratım ekşidiğinde ayağa kalktım. Eteğimi düzeltmek adına uçlarından tutarak aşağı çekiştirdim. Çok kötü terlemiştim ve saçlarım yapış yapış olmuştu. Karşımda duran dolabın boy aynasına bakarak bir süre kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Akan makyajım, dağılan saçlarım ve kırışan elbisemle berbat görünüyordum. Bütün gece yalnız mı uyumuştum acaba? O kısmı tam hatırlayamıyordum.
Odanın dışında gelen ıslık sesinin yanına eklenen ufak seslere kulak verdim. Alparslan muhtemelen evdeydi ve bir şeyler yapıyordu. Nasıl bir durumla karşılaşacağımı bilemeyerek yüzümdeki tedirginliği silip sert bir ifade kondurdum. Bütün gece ne bok yediysem bunu öğrenmem gerekecekti. Serkan belki de içerideydi. Bir süre anlamsızca telefonuma baktım ama ortalarda yoktu. Onu arayıp sorabilirdim belki ama haberi yoksa bu da saçma olurdu. Olduğum yerde tepinmek isterken sakinleşmeye çalışarak toparlandım. Her ne halt ettiysem yüzleşmeliydim.
Sessizce kapıyı araladığımda keyifle çıkan ve bir melodi gibi ilerleyen ıslık sesleri daha da arttı. İşte şimdi ev daha tanıdıktı. Mutfaktan gelen sesler bir çobanın kavalından çıkarmış gibi beni ona götürdüğünde yanına eklenen nefis kokularla elimi karnıma götürdüm. Acıkmıştım. Mutfak kapısında duraksadığım an arkası dönük halde bir şeyler yapan Alparslan'ı gördüm. Bu keyifli ıslık sesi de ona aitti.
İlk başta nasıl giriş yapacağımı bilemesem de “Ne yapıyorsun sen?” dedim sert çıkan sesimle. Ne aptal bir girişti!
Islığı bir anda kesilirken başını benden tarafa çevirdi. Bakışları kısa bir süre üzerimde gezindiğinde gülümsedi. “Omlet yapıyorum. Buna bayılacaksın.” Ağzım açık kaldığında bana karşı fazla nazik adama nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Boş boş kapıda dikilmemle elindekileri bırakarak yanıma geldi. “Günaydın.”
Küçük bir yutkunmayla kuruyan boğazımı yumuşattım. “Günaydın.”
Saçlarımda gezen bakışları yetmez gibi elini kaldırarak usulca dokundu. “Çok terlemişsin.”
Çekingen bir halde gözlerimi nereye sabitleyeceğimi bilemeden, “Sıcaktı,” dedim.
Dudağının kenarını kıvırarak başını eğdi. “Evet, bu gece biraz fazla sıcaktı.” Gözlerimi büyütmemek için kendimi zor tuttum. Yaptığı ima mıydı yoksa gerçekten havadan mı bahsediyordu anlayamıyordum. Sessizliğim an be an büyürken yüzünde küçük bir tebessüm yer etti. Sanki alaylıydı gülümsemesi. Kafamı duvarlara sürtmek istediğimde neyse ki aradaki sessizliğe engel oldu. “Hemen benim odanın yanında banyo var. Elini yüzünü yıka da kahvaltı yapalım.” Akan makyajımla ne kadar çirkin olduğumu hatırlarken arkasını döndü. “Ben de o sırada masanın son eksiklerini tamamlayayım.”
Gitmem gerekiyordu ama ben gidemiyordum. Sormak istediklerim vardı ama soramıyordum. İlk defa böylesi bir duruma düşüyordum. Bilincim yerinde olmadığı zamanlar hep kendi yatağımda uyanırdım. Bu sefer olmamıştı işte. Yanlış ilerliyordu her şey. Tedirginlikle tezgâhın yanında duran adama doğru ilerledim. “Alparslan.”
Bir kâsenin içinde yumurta çırpan adama ayrıca bir şaşkınlıkla bakarken o benden tarafa dönerek bir elini tezgâha yasladı. “Seni dinliyorum Efruz.”
Gözlerine zar zor bakarak “Biz...” dedim. “Gece...” Devam edemeden gözlerimi kapattım. “Ne bok yediğimizi hatırlamıyorum.”
Yüzünde alaylı bir tebessüm şekillense de bu kısa sürdü. Sanki beni duymuyormuş gibi önüne dönerek tekrar yarım bıraktığı işe devam etti. “Tedirgin olacağın bir şey olmadı, rahatla biraz.” Sessiz kaldığımda içimden derin bir oh çektim. O ise imalı bakışlarını bana dikti. “Hem öyle bir şey olsaydı şu an hayatta olmazdım değil mi?”
Yutkunmamak için kendime hâkim olurken bakışlarım dalgınlaştı. “Öyle tabii... Ben sadece hatırlamayınca...” Daha fazla bu saçmalığın uzamaması adına arkamı döndüm. “Elimi, yüzümü yıkasam iyi olacak.”
Kaçarcasına banyoya giderek ihtiyaçlarımı giderip elimi yüzümü yıkadım. Makyajımdan zor da olsa arınırken kendime geldiğimi hissediyordum. Başım hâlâ çok ağrıyordu ama idare edebilirdim. Yeniden mutfağa gitsem de Alparslan'ı bulamadım. Oturma odasına geçtiğimde ağzım açık kaldı. Mükemmel bir kahvaltının başına oturmuş beni bekliyordu. Beni görür görmez çayları doldurmaya başladı. “Gelsene Efruz, acıkmış olmalısın.”
Onun karşısına oturduğumda etrafıma bakındım. “Saat kaç?”
Elindeki demliği bırakırken “On bir,” dedi.
Kendime inanamıyordum. “Bu kadar uyumam saçmalık.”
Tabağımı kahvaltılıklarla doldururken muzip bakışları üzerimde geziyordu. “Yerin rahat gelmiş olabilir.”
Yok daha neler, tamamen sarhoş olmamdan kaynaklıydı. Düşünceli bir halde arkama yaslandım. “Telefonum nerede?”
Sanki bunu bekliyor gibi masanın diğer ucunda duran telefonu bana uzattı. “Serkan'ı arasan iyi olacak.” Soran gözlerle ona baktığımda devam etti. “Dün gece onun için zor geçmiş olmalı. Sabah erken saatte yine kapıya dikildi. Aşağıda seni bekliyor.”
Düşünceli bir halde telefonumu alarak kurcalamaya başladım. “Dün gece bir şey mi oldu ki?”
Dudağında ukala kıvrımlar oluşurken bir yandan da kahvaltısını yapıyordu. “Hiç mi hatırlamıyorsun?”
Dün geceyi hatırlamadan Serkan'ı aramayı reddederek çayımdan bir yudum aldım. Önce kendime gelmeliydim. “Benim mekandaydık, çok fazla içmiştim ve seninle dans ettik,” dedim gözlerinin içine bakarak. Başıyla onayladığında “Sonra sana geldik...” diye devam ediyordum ki araya girdi.
“Dansımız çok ateşliydi bu arada, onu atladın.”
Gözümde canlanan görüntülerle suratım buruştu. Kahkahalarım, Alparslan'a yapışmam korkunçtu. “Dans ederken kendimi kaybediyorum.” Savunmam müthişti.
“Onu öğrendim artık,” dedi sırıtarak. Çatalıyla tabağımı işaret etti. “Bir şeyler ye hadi, sana ilaç vereceğim.”
Küçük bir kız çocuğu gibi tabağıma doldurduğu kahvaltılıklardan yemeye başladım. Gerçekten de kurt gibi acıkmıştım. “Sana geldikten sonrası pek fazla net değil.”
Sahte bir hüzünle dudaklarını büktü. “En heyecanlı yerini hatırlamaman üzücü.”
Kaşlarımı çatarak içimdeki tedirginliği saklamaya çalışıyordum. “Söyleyecek misin?”
Çayından koca bir yudum alıp arkasına yaslandı. “Seni kahve içmek için davet etmiştim ama salona geçer geçmez niyeti bozdun. Açıkça söylemeliyim ki namusumu zor kurtardım.” Kollarını masaya yaslayarak dudağının kenarını kıvırdı. “Benimle öpüşmek için çok çabaladın.”2
Elimdeki çatalı sert bir şekilde masaya bıraktım. “Saçmalık! Git, alay edecek başka birini bul.”
Benim aksime söylediklerim komikmiş gibi koca bir kahkaha attı. Kendini zorla durdurmaya çalışarak eliyle beni işaret etti. “Seninle sarhoşken öpüşmek istemediğimi söyledim ve sen çocuk gibi bana trip attın.” Kollarını göğsünde birleştirerek başını yana çevirdi. “Tam da böyleydin.” Alparslan'ın anlattıklarıyla zihnimde belirenler eşleşmeye başladığında gözlerimi kapattım. Suratım asıldığı sırada hemen toparladı. “Kendine gelmen için sana kahve yapmak istedim. Ben mutfaktayken uyuyakalmışsın. Koltukta uyumana razı olmadığım için seni yatağıma yatırdım. Hepsi bu.”
“Sen?” dedim yutkunarak. O nerede yatmıştı ki? Yanımda mı uyumuştu yoksa?
Tekrar keyfi yerine gelmiş gibi kahvaltısına devam etmeye başladı. “Gönül isterdi ki yanında yatayım ama...” Başını kaldırarak gözlerime baktı. “Sarhoş bir kadından faydalanmak bana yakışmazdı.”
Alparslan'ın sözleriyle bir an dün geceye gittim. Onu öpmek için çabaladığım anlar bir bir gözümün önüne geldi. Onun dudaklarımız arasına koyduğu eli ve bana söylediği sözler kulağımda çınlıyordu. Hayranlıkla ve bunu açıkça belli ederek karşımdaki adama baktığımda onun yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü. Hatırladığımı anlamıştı sanki. Beni gözlerimden okuyor gibiydi. Kendimi onun karşısında çıplak ve savunmasız hissediyordum. Sanki elimi kolumu bağlayıp kuşandığım en büyük zırhı üzerimden çekip alıyordu.
Elimi alnıma götürerek başımı ovdum. “Başım çok kötü.” Benim kaçış yolu arayışımı görmezden gelerek masada duran ilacı ve suyu bana doğru uzattı. “Birazdan geçer. Bol bol su iç.”
İlaca biraz kuşkuyla baksam da abarttığımı düşünerek yuttum. Arkasından koca bir bardak suyu tepeme diktim. Sanki bütün kuruyan hücrelerimi sulamışım gibi mutlukla gülümsediğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Sessizce kahvaltıma devam ettim. Gerçekten özenle hazırlanmış gibi duruyordu. Özellikle yaptığı omlete bayılmıştım. Karışık bir omletti. İçinde tam ne vardı bilmiyorum ama yeşillik ve peynir tadı alıyordum.
“Bunların hepsini sen mi hazırladın?”
Alelade bir şekilde kahvaltılıklara baktı. “Geneli hazır.”
Gülerek bıçağımla masayı işaret ettim. “Hepsi özenle hazırlanmış ve omlet çok iyi.”
Küçük bir tebessümle çayını yudumladı. “Babamdan öğrendim.” Kaşlarım havalandığında devam etti. “Annem bu omleti çok sever. Babam izinli olduğu zamanlar, annem uyanmadan kahvaltıyı kendi hazırlardı. Ablamla ben de babama yardım ederdik. Bu omlet o zamanlar vazgeçilmezimizdi. Babamla beraber yapardık.”
Bahsettiği sahneyi gözümde canlandırdığımda yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Kim bilir ne kadar tatlılardı. Kendi yetimliğimi hatırladığımda tebessümüm buruk bir hâle büründü. Ben bu tarz sıcak kahvaltıları bilmezdim. Bir gün olsun annem bana kahvaltı hazırlamamıştı ya da babam sürpriz yapmamıştı.
“Babadan yeteneklisin yani.” Usulca başını salladığında iç çektim. “Şaşırdım doğrusu. Etrafımdaki erkeklerde pek görmediğim şeyler.”
Arkasına yaslanarak gözlerini üzerime dikti. “İşte bu yüzden bana bir şans vermen gerekiyor. Gerçek bir ilişkinin ne demek olduğunu bile bilmiyorsun daha.”
Konuyu nasıl buraya getirmişti hayret ediyordum. Yüzümde acı bir tebessüm oluşurken ayağa kalktım. “Bilmemem daha iyi sanırım.” Telefonu elime alarak hafifçe salladım. “Serkan'ı arasam iyi olacak.”
Benimle ayaklandığında masayı toplamaya başladı. “Bir kahve içeriz değil mi?”
Başımı iki yana salladım. Daha fazla kalmayı düşünmüyordum. “Artık gitsem iyi olacak.”
Bunu kabul etmeyerek üsteledi. “Sadece bir kahve, sonra gidersin.”
Sessiz bir soluk vererek başımı eğdim. Sanırım bu kadarını hak ediyordu. Cam kenarına yaklaşarak Serkan'ı aradım. Telefon çaldığı an açılmıştı.
Serkan'ın telaşlı sesiyle telefonu kendimden uzaklaştırıp ekrana baktım. Sanki onu görecektim. “Efendim Serkan.”
Pencereden dışarı baktığımda iki arabanın da beni beklediğini gördüm. Birinin arka kapısı açıldığında Serkan dışarı çıkarak pencereye baktı.
“İyi misiniz? Sizi çok merak ettik.”
Kim kim merak etmişti acaba? Yüzümde küçük bir gülümseme olsa da sesim sertti. “Ne olacaktı Serkan? İyiyim tabii.”
“Efendim...” diyerek duraksadığında onun devam etmesine izin vermedim. “Eve geç Serkan. Benim araba ve şoför kalsın. Bir saate kadar ben de gelirim.”
“Ama...” Sustu, yutkundu. “Peki efendim.”
Telefonu kapattığımda arkamı döndüm. Alparslan hâlâ masayı topluyordu. Yanına giderek ona yardım ettim. Birlikte masayı topladığımızda bana iş yaptırmayarak koltuğa oturmamı istedi. Kısa süre sonra elinde iki Türk kahvesiyle geldi. Birini benim önüme bırakırken kendininkini bırakmadan koltuğa, tam da yanıma oturdu. Kahveden bir yudum aldım. Tadı fena değildi. Nasıl içtiğimi bile sormadan şekersiz yapmıştı.
Bir bacağımı kalçamın altına aldım ve ona doğru döndüm. Fincanı tutan elimin bulunduğu dirseğimi koltuğun başına yaslamıştım. “Alparslan...” dedim o konuşmaya başlamadan. Ondan önce davranmak ve beni anlamasını sağlamak istiyordum. “Dün gece yaptığım saçmalıklar için kusura bakma. Bak, ne düşünüyorsun bilmiyorum ama saçma sapan düşüncelerini bir kenara at.” Kaşlarını çattığında ısrarla devam ettim. “Biz diye bir şey yok, olamaz da. Sen benim dünyama çok uzaksın.” Yüzümdeki buruk gülümsemeyle bakışlarımı evde gezdirdim. “Evin...” En son onun yüzünde duraksarken gözlerinin içine bakıyordum. “Sen... Çok tatlısınız ve hepsi bu kadar. Çok efendisin, kibarsın, ilgilisin fakat hepsi bu kadar. Benim dünyamı kaldıramazsın, sana yazık olur. Aileni saymıyorum bile.” Konuşacağı sıradan elimi kaldırarak onu durdurdum. Fincanı sehpaya bırakarak derin bir soluk aldım. “Sen siyahla beyazı karıştırmak istiyorsun ama siyah beyazı kirletir, yok eder. Temiz kal Alparslan. Kirletilemeyecek kadar güzelsin.” Onun beni ikna etmesinden belki de beni haklı bulmasından korkarak ayağa kalktım. Yeniden terlemeye başladığımı hissettiğimde avuç içlerimi eteğime sildim. “Ben gitsem iyi olacak.”
Adım atmama kalmadan oturduğu yerden elimi kavradı. Elindeki fincanı bırakarak ayağa kalktığında önüme geçti. Sadece gözlerime bakıyordu. Öyle ki mavileri alev alevdi. Korkutucu bir çekime sahipti. İlk defa bana böyle bakıyordu. Tehlikeli bir bakıştı bu. Bir kolunu belime doladığında beni kendine çekti. Neye uğradığımı şaşırırken karşımdaki adamı tanıyamadım. İçimi bir ürperti kapladı. Bunun sebebi bana doğru sokulmasıydı. Kulağıma vuran nefesiyle mırıldandı. “Seni bırakır mıyım sanıyorsun?” Yanağıma dudaklarını bastırdığında hızlanan soluklarıma hâkim olamıyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladığında dudaklarını tenimden zorlukla kopardı. “Aramızdaki çekimi bu kadar basit mi sanıyorsun?” Başını kaldırarak gözlerime baktığında yutkunmaktan alamadım kendimi. “Erkek aslan dişi aslanını bulduğunda bırakmaz Efruz. Kaçabildiğin kadar kaç ama dönüp dolaşıp yine bana geleceksin çünkü siyahta en çok beyaza yakıştırır kendini. Beyaz saf durur fakat o da siyah gibi diğer renklerin karışımıdır. Beyazı masum sanma ve ne olursa olsun bu tatlı bulduğun adamın acı haline denk gelme.”
Kollarından zorlukla sıyrılıp kaçmak istediğimde kapıdan çıkamadan bana seslendi. “Efruz!” Başımı çevirerek arkaya baktığımda fazlasıyla ciddi duruyordu. “Herkese gönül vermem, gönül verdiğimden de kolay kolay vazgeçmem.”2
Yüzümde yeniden buruk bir tebessüm oluştu. Ona gitmek isteyen ayaklarım isyan içindeydi. Kalbim küfrediyordu aklıma. Karnımda ince bir sızı dolanıyordu. Ne oluyordu bana böyle? İradem bu kadar mı zayıftı? Boğazıma biriken bütün kelimelerimi yutarak arkamı döndüm. Söyleyecek bir sözüm yoktu çünkü o büyük bir hayal dünyasında geziyordu. Dış kapıya geldiğimde ayakkabılarımı giydim. Israrla başımda bekleyen adama son bir bakış attım. “Hoşça kal.”
Kapıdan çıktığımda merdivenleri inmeden sesini duydum. “Yine görüşeceğiz.”
Hayır... Bu sefer onun ayarladığı tesadüflere izin vermeyecektim. O her ne kadar göz göre göre ölüme yürüyor olsa da buna izin vermeyecektim. Gerekirse ayağına çelme takar yine de ilerlemesine izin vermezdim.
Kendimi arabaya attığımda şoförüme verdiğim işaretle yola çıktık. Artık evime gitmek ve kafa dinlemek istiyordum. İlk önce ise leş gibi olan üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmak ve uzun bir duş almak istiyordum. Gece'yi özlemiştim. Onunla uyumak iyi olabilirdi. Beni sarıp sarmalardı. Belki İrem'i çağırırdım. Ya da benim ona gitmem gerekirdi. Fakat önce yapmam gerekenler vardı. Canını yakmam gereken bir adam vardı.
“Efendim...” Şoförümün sesiyle kendime gelirken başımı kaldırdım. Dikiz aynasında göz göze geldiğimizde sesi endişeye büründü. “Takip ediliyoruz.” Hızla başımı arkaya çevirdim. İki siyah araba peşimizden geliyordu. “Efendim yaklaşıyorlar.”
Keyfim kaçtığında dişlerimi sıktım. “Allah kahretsin. Hızlan çabuk, Serkan'ı arayacağım.”
Telefonu elime alır almaz silah sesleri duymaya başladığımda geç kaldığımızı anlamıştım. Tuzağa düşürülmüştük...
🩶🖤
Görüşmek üzere...
instagram:soylumery
Okur Yorumları | Yorum Ekle |