14. Bölüm

HİÇ

S.P.S
spsrebirth

 

 

 

 

Ve artık üçümüz de birer hiç olmuştuk…

 

 

 

 

Bedenim sürüklendiği karanlıkta debelenirken gözlerimi açmak istedim. Ama başım öyle çok ağrıyordu ki açmakta zorlanıyordum. Tüm bedenim acıdan yanıyor, kemiklerim kırılmış gibi ağrıyordu.

Oksijen tüpünün sesi beynimde yankılanırken hastanede olduğumu anladım.

Zorda olsa gözlerimi karanlıktan aydınlığa doğru açtığımda başımda dikilen Derya’yı gördüm.

“Şükürler olsun” diyerek kapıya doğru koşup, “doktoru çağırın “diye bağırdı.

Tekrar aynı hızla yanıma gelip, “ canım iyi misin ?” diye sordu

Oksijen maskesini çıkartıp uzattım. “ Bana ne oldu ?” diye sordum.

“Kaza yaptın. “
Doğrulmaya çalıştığımda yanan canımla tekrar geri yattım.

Kaza yaptığımı hatırlıyordum. Araba defalarca kaymış kafamı çarpmıştım, arabadan çıkmayı başardığımı, nefes almaya çalıştığımı hatırlıyordum. Yürümeye çalışmıştım ve karnıma saplanan acıyla iki büklüm olup yere diz çökmüştüm.

Kendimi biraz daha hatırlamaya zorladığımda, karanlık beni içine çekmeden önce “ benden gitme “ dediğimi hatırlıyordum.

O an bacaklarımdan bir sıvı süzülmüş “benden gitme “ diye yalvarmıştım.

Aklıma gelen düşünceyle canımın yanmasını umursamadan tekrar doğrulmaya çalıştım.

İçeriye bir kadın doktor gitmişti.

“Hanımefendi hareket etmeyin lütfen yatın” deyip yanıma yaklaştı.

Beni muayene etmeye çalışırken, “bebek yaşıyor mu ?” diye sordum .

Kadın, hissizce yüzüme baktı. “Hareket etmeyin başınıza bakayım.” dedi

Elini ittim. Aslında olayın çoktan farkına varmıştım ama onun söylemesini istiyordum.

“Bebek gitti mi diye ? ” bağırdım

Yine aynı hissiz yüz ifadesiyle kafasını sağa sola salladı.

“Üzgünüm. Düşük yaptınız. “

Duyduğum sözler beynimde yankılanmaya başlamıştı. Daha bir gün önce varlığını öğrendiğim bebeğim beni terk etmişti.

Gözlerimden bir damla gözyaşı düştü, daha fazlası akmak ister gibi gözlerime dolarken, elimin tersiyle gözlerimi silip onları geri ittim, o bir damla gözyaşım içimdeki tüm sevgiyi alıp gitmişti. Ve daha fazlasına gerek yoktu.

Ağlamayacaktım. Ağlamamalıydım. Zaten bir bebek doğurmaya hazır değildim. Kendi zevkim için istediğim bir geceden böyle bir şey beklememiştim.

O bebeğin dünyaya gelmesi bana yük olacaktı. Bu yüzden gitmesi iyi olmuştu.

İki gün önce hiç yaşanmamış gibi davranacaktım. Ben hiç hamile kalmamıştım. Hiç böyle bir şey yaşanmamıştı. Basit bir mide üşütmesiydi ve her şey bu kadardı.

Böylesi daha iyi diye düşünmek istedim. Böyle düşünmeyi başaracaktım ! Ve kendime bunun sözünü verdim…

Saatler geçmişti. Sonunda Derya bizimkilere haber vermişti. Ondan asla düşük yaptığımı kimseye söylememesini istemiştim. Bunu hiç kimse duymamalıydı.

Ben normal bir trafik kazası yapmıştım. O kazada sadece bedenim yaralanmıştı…

Kapının kırılacak gibi açılmasıyla gelenin Savaş olduğunu anlamam zor olmadı.

Öfkeli bir bakışla odaya daldı.

“Nasıl kendini riske atıp o dağa çıkmaya çalışırsın. “

Bana hâlâ hesap sorma hakkının olduğunun sanıyordu. Ama bugün benim hayatımın dönüm noktası olmuştu. O, benim için artık bir hiçti.

Alay edercesine gözlerine baktım.

“Ne yapsaydım. Beni herkesin gözü önünde rezil etmenize göz mü yumsaydım. “

Durduğu yerden yanıma yaklaştı. Sözlerim, gözlerindeki pişmanlığı çıkarmıştı.

“Ben çok özür dilerim.”

Sesimi olabildiğince alaylı çıkararak ,“Ne için Savaş bey, Bana inanmak yerine bir erkek için bir kadını döveceğime inandığınız için mi ?” Diye sordum.

Cevap vermesine müsade etmeden konuşmaya devam ettim. “Neyim ben , sürekli olay çıkartan kendini sürekli rezil eden zavallı bir kadın mıyım !”

Pişmanlığı yüzünün kızarmasına sebep olmuştu.

“Hayır. Asla, sana böyle hissettirdiğim için özür dilerim. “

Sesimi olabildiğince sertleştirerek,

“Önemli değil Savaş bey. O kaza bana çok şey öğretti. “ dedim

Anlamaz gözlerle yüzüme baktı. Sesimi aynı sertlikte tutmaya devam ettim.

“Herkese güvenmemem gerektiğini öğrendim. “ dedim

Son bir kez pişmanlıktan kızaran yüzüne baktım ve ona arkamı dönerek uzandım.

“Şimdi odamdan çıkın. Dinlenmek istiyorum. “

*******

İlerleyen saatlerde diğerleride gelmişti. Onları iyi olduğuma ikna ettikten sonra yanımda Rüya ve Atlas kalmıştı. Tekli koltuklarda uyuyorlardı.

Hastaneye geldiğimden bu yana Sürekli uyuduğum için biraz nefes almak istiyordum. Odadan sessizce çıkmaya çalıştım eğer uyanırlarsa gitmeme izin vermeyeceklerdi.

Kantinden bir kahve alıp dışarıya çıktım. Artık sonbahar gelmişti ve rüzgar soğuk soğuk esmeye başlamıştı. Üzerimde bir şey olmasını umursamadan ilerledim. Temiz hava temiz düşünceler iyi gelirdi.

Ağaçlıklara doğru ilerlerken sokak lambasının altında, bankta oturan Savaş’ı gördüm. Ona git dememe rağmen gitmemişti. Dirseklerini dizine yaslamış, elleriyle yüzünü kapatmıştı.

“Yanına yaklaştım. Gitmemişsiniz ?”

Kafasını kaldırıp, kızarmış yorgun gözleriyle, gözlerimin içine baktı.

“Bu saatte dinlenmen gerekirken, bu soğukta dışarıda ne işin var. “ diye sordu.

Yanına oturdum. “Vicdan azabımı ? ” diye sordum.

Şaşırmıştı.

Onu kendimden uzak tutmak için, “Bana acımanıza gerek yok. “ dedim

Pişmanlığı gözlerinden okunuyordu. Kesik bir nefes aldı ve ardından tükenmiş bir sesle, “Sana acıdığım falan yok. Seni önemsiyorum ve beni yanında istemesende iyi olduğunu görmek için bekliyorum. “

Alaycı bir ifadeyle gülümsedim. “Bence siz gerçekten bana acıyorsunuz. Benim o kadına zarar vermediğimi öğrendiniz ve sizin yüzünüzden kaza yaptığım için kendinizi suçluyorsunuz. “

O hayran olduğum Okyanus mavisi gözlerini, bakışlarımdan ayırmayarak sakin bir ses tonuyla, “Kendimi suçluyorum bu doğru ama bu seni önemsediğim gerçeğini değiştirmiyor. “ dedi.

Ona benim için artık bir hiç olduğunu göstermek istedim. Ama bunu sakin sakin kelimelerimle hissettirecektim.
“Siz, kendinizden başka hiçbir şeyi önemsemiyorsunuz. Sizin inandıklarınız, sizin doğrularınız, sizin egolarınız hep daha önemli. Bu dünyada hep sizin gibi bencil ve çıkarcı insanlar kazanıyor. “

Savaş’ın gözlerinde ki ışıltı gitmiş yerine buğulu bir “Bana kızdığın için böyle söylüyorsun ama sende çok iyi biliyorsun ki sana değer veriyorum, sana ilgi duyuyorum.” Dedi

Duyduğum son iki kelime kulaklarımda çınlarken, “ herşeyi düzelteceğim “ diye fısıldadı.

Söylediği bir kaç güzel kelimenin kalbimi yumuşatmasını istemiyordum.

Ayağa kalkıp bir kaç adım attım ve ona geri döndüm. Gözlerine sert bir şekilde bakıp,

“Bazı şeyler düzeltilemeyecek kadar derinde. O gün bana inanmadığın ve beni dinlemediğin için hayatın boyunca çok pişman olacaksın. “ dedim ve hızla yürümeye başladım.

**********

O günden sonra üç gün geçmişti. Yaralarım iyileşiyordu ama kalbimdeki inkar ettiğim yara hâlâ bana varlığını hatırlatıyordu.

Geceleri her yatağa girdiğimde aynı kabusu görüyor, uykumdan sıçrayarak uyanıyordum.

Ama böyle olmamalıydı. Kendime verdiğim sözü tutmalıydım. Savaş’ı da, bebeğide hayatımdan çıkarmak için bu duruma bir çare bulmalıydım.

Kafam dağılsın diye televizyonu açtım. Elimdeki kumanda ile kanallar arası geçiş yaparken sıkıntıdan ölmek üzereydim, hareket etmemeye alışkın değildim hasta bile olsam hiç bu kadar saatlerce yatmamıştım. Evden kaçıp biraz dışarı çıkmak düşüncesi beynime işlerken kapı çaldı.

Sabahtan bu yana gelen giden hiç bitmemişti o yüzden umursamayarak kanalları karıştırmaya devam ettim.

Rüya'nın, " Savaş bey " diye şaşkınlıkla bağırmasıyla içime dolan korku mu heyecan mı tam olarak bilmediğim duyguyla elimdeki kumandayı yere düşürdüm.

Onu üç gündür hiç görmemiştim, O gün söylediklerinde samimi olduğunu düşünsemde artık bunun bir önemi yoktu. Bazı şeyler hiç yaşanmamış gibi davranacaktım. Eğilip kumandayı almaya çalıştığımda aniden yaptığım hareketle başım dönünce kendimi koltuğa geri yasladım.

"Siz neden geldiniz ? " diye soran Rüya'nın sesiyle gözlerimi boşluğa çevirdim.

"Sen işinin başına git Aysa benimle" dedi. O kadar kararlı ve net söylemişti ki dudaklarından dökülen bu net sözle tüylerim bile ürpermişti. Rüya'ya döndüğümde onun da benim gibi şaşırmış olduğunu gördüm.

"Ben kardeşime bakacağım Savaş bey onu bırakamam."

Yine net ve kararlı sesiyle , "Hadi Rüya şirkette bir sürü iş var. İşinin başına git. Hastanede sizin yüzünüzden diye beni suçluyordun. Madem bunlar benim suçum Aysa'ya ben bakacağım."

Ne diyordu bu adam ? Bu asla mümkün değildi. İkimizin aynı evde olması hiç iyi fikir değildi. Ona kızgındım, o benim duygularımdan çok şey alıp götürmüştü.

Ama bir yandan da onu görmeye hasrettim. Her ne kadar onu istemesemde, bana gelmesini istiyordum ve O da geliyordu.

Bu nasıl bir duyguydu ? Hem ondan nefret ederken, hemde nasıl ona sevgi besleyebiliyordum.

"Ben iyiyim hiçbir şeyim yok. İkinizinde burada kalmasına gerek yok."

"Sen iyi değilsin ve ben burada kalacağım."

Kararlı gözleri çenemi boşuna yorduğumu söylüyor gibiydi. Ve öyle de oldu, Rüya ile yaptığımız itirazlar boşuna gitmiş. Rüya'yı kolundan tutup dışarı atmıştı.

Gerçekten hayretler içerisinde kalmıştım. Her zamanki gibi galip olan yine o olmuştu.

Karşımda ki koltuğa oturmuş gözlerini bir an olsun üzerimden çekmemişti. Ben hem geriliyor hem çok utanıyordum. Bir kaç gün önce söylediklerini hâlâ unutamamışken şimdi tüm çekiciliyle karşımda oturuyor beni dikkatle inceliyordu.

Kendimi ona kaptırmak istemiyordum. En doğru olanı gitmesiydi.

" Savaş bey, ben gerçekten iyiyim bakıma falan ihtiyacım yok. "

"Öncelikle Savaş bey değil ,Savaş. Sen artık benim asistanım değilsin."

Buna şaşırsamda mutlu olmuştum. Günlerce asistanı olmak istemediğimi söylememe rağmen beni dinlememişti. Şimdi nasıl oldu da artık onun asistanı değilim diye düşünürken heyecanla,

"Kovdunuz mu gerçekten çok mutlu oldum. En yakın zamanda Madrid'e gidebilirim. " dedim.

Kafasını sinirli bir şekilde sağa sola sallayıp tekrar yüzüme baktı.

"Madrid'i unut Aysa. Çünkü seni kovmadım artık benim değil babamın asistanısın."

Gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü.

" Neden Savaş bey " diye sordum..

"Bana Savaş bey dersen seni susturmak zorunda kalacağım.

O yüzden bir daha söyleme.”

Yüzüne sinsi bir gülüş ekleyerek,

" ya da et benim işime gelir " dedi.

Anlamayarak, "Nasıl ? " diye sordum

Gözleri dudaklarıma kaydığında ne demek istediğini anladım. Hemen yüzümü ondan çevirip başka bir yere odaklandım. Bir an olsun artık beraber çalışmayacağız diye sevinmiştim ama hemen sevincimi kursağımda bırakmıştı. Üstelik ona Savaş bey dersem beni öpeceğini ima etmişti.

Gün boyu oturduğum koltuktan hiç kalkmama izin vermemişti. Her hareketimde beni durdurmuş lavaboya giderken bile nereye diye sormuştu. Sabahtan bu yana kanepeyle bütünleşmiştim, çok canım sıkılıyordu. Ara sıra telefon görüşmesi yapıyor telefon görüşmesi yapmadığı zamanlarda da bana sataşıyordu.

Telefondan gelen mesajları cevaplarken aniden ayağımın dibine oturmuştu. Kafamı kaldırdığımda elindeki tepsiyi fark ettim.

"Çorbanı içirelim. " diyerek kaşığı kaseye götürdükten sonra dudaklarıma getirdi.

Bu kadarı da fazlaydı bana bu kadar yakın davranması kalbimdeki çatlağın onarılmasına yardımcı oluyordu.

Çıkarmaya çalıştığım sesimle , " Ben içebilirim " dedim. Sesimi kendim bile zor duymuştum.

"İçemezsin " diyerek beni umursamadan kaşığı ağzıma götürdü. Yanmıştım çorba çok sıcaktı. "Yandım" diye bağırdım. Tepsideki suyu alıp içtim.

"Çok mu sıcak bakayım " kaşığı ağzına götürdü.

"Hayır, sıcak değil " tekrar doldurduğu kaşığı bu kez üfleyerek ağzıma götürdü.

Hem gülümsüyor hem söyleniyordu. "Bende hasta olduğumda aynı performansı senden bekliyorum. "

"Ben hasta değilim Savaş bey."

Bir an duraksadı. " Savaş bey mi ? "

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, “ Bana Savaş bey dersen seni susturacağımı söylemiştim."

Kafamı geri çekip gözlerimi kaçırdım. "Ağız alışkanlığı işte."

Beni öpmek istiyordu. Ve bu ne kadar doğruysa bende onu öpmek istiyordum üzerimde bıraktığı etki ateş gibi bedenimi yakıyordu.

İçimdeki kırılmış kız, aynı hatayı tekrar yapma, ona inanma diye haykırdı.

Kaşığı tekrar ağzıma yaklaştırdığında ittim.

“Ne yapmaya çalışıyorsun. Vicdan azabını bana çorba içirerek mi rahatlatacaksın ?”

Elini itmemle şaşırsana hemen kendini toparlayıp fısıltı gibi çıkan sesle, “Hayır. Vicdan azabı değil. Sana ilgi duyuyorum ve kırdığım kalbini düzeltmeye çalışıyorum. “

Kendimi ağlamamak için zor tutarken, sesimin titremesini bastırmaya çalışıp “Düzeltemezsin.” diye bağırdım. Onun karşısında daha fazla aciz olmayacaktım.

“Düzeltemezsin” diye tekrarladım

Arkamı dönüp merdivenlerden bir kaç adım atıp olduğum yerde durup ona döndüm.

“Eğer o gün geldiğimde beni dinleseydin, o kadına saldırmadığıma inanmasaydın her şey çok farklı olabilirdi. “

Gözlerinden farklı bir duygu geçiyordu,

“Bana böyle davranmanın sebebi sadece bir kaza değil. O gün bana ne söyleyecektin?” diye sorduğunda kafamı ondan çevirip hızlı adımlarla odama çıktım.

Odamda bir kaç kez volta atarak ellerimin ve dizlerimin titremesinin geçmesini bekliyor, kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Aslında şu anda buralardan çok uzak bir yere gidip orada saklanmak isterdim. Çünkü artık bazı şeyleri saklamakta zorlanıyordum. Bebeğin benden gidişini umursamadığımı sanıyordum ama gidişi canımı yakıyordu.

Ne kadar inkar etsemde onu hissetmiştim, üçümüz bir aile olalım istemiştim. Bir yuvamız olsun, o yuvada sonsuza kadar yaşayalım istemiştim.

Bu istediklerim çok mu fazla gelmişti. Neden bebeğim beni terk etmişti ve Neden babası beni paramparça etmişti ?

Daha fazla düşünürsem kafayı yiyecektim. Uyumak çözüm müydü bilmiyordum ama belkide uyursam geçerdi..

Yatağa yönelip içine girdim. Hemen gözlerimi kapatıp bir an önce uykuya dalıp huzur bulmak istedim.

Yataktan korkuyla sıçrayarak gözlerimi açtım. Ellerim ve dizlerim yine titremeye başlamıştı. Biraz önce kaza yaptığım günü görmüştüm. Aynı şeyler rüyamda tekrarlanıp duruyordu.

Bacağımdan kanlar süzülüyor, bebeğim kelebek gibi uçup gidiyordu.

Odanın kapısı kırılacak gibi açılıp duvara çarpınca daha çok korkmuştum. Korkuyla ellerimle yüzümü kapattım.

Savaş ellerimi, yüzümden çekti. Onunla göz göze geldiğimde gözlerindeki korkuyu gördüm.

"Şişt korkma, yanındayım " dedi. Biraz daha yaklaşmıştı. Hâlâ içimde geçmeyen kalbime baskı yapan korkuyla ona sarıldım.

"Tamam güzelim sakin ol geçti sadece kötü rüyaydı."

Elleri sırtımda gezinirken şefkatini hissettim. Beni her şeyden koruyacağına inanarak ona daha sıkı sokuldum.

Ama bu nasıl mümkün olabiliyordu ki? Sesi, elleri, nasıl huzur ve güven veriyordu…

Hiç hareket etmeden sadece güvenli sandığım kollarına sığındım. Ne kadar süre burada ona sarılı kaldığımı bilmiyordum.

Tamam şuan yaşadığım his çok güzeldi. Hayallerimi, rüyaları mı süsleyecek kadar güzel bir histi. Ama doğru değildi. Kendimi ona kaptırmamam gerekiyordu. Bu yüzden geri çekilip ona bakmadan yatağa uzandım. Yeniden gök yarılacakmış gibi kopan gürültüyle tırnaklarımı çarşafa geçirdim.

"İstersen yanında kalayım." dedi

Bu ne kadar doğruydu bilmiyorum ama gitmesini istemiyordum. Onun yanında kendimi güvende hissediyordum. Kafamı "Evet" anlamında sallamakla yetindim.

Yanıma sırt üstü uzandığında biraz önce korkuyla çarpan kalbim şimdi heyecanla çarpıyordu. Yüzünü bana döndüğünde utanıp gözlerimi kapattım. Sesiyle,kokusuyla, bedeniyle tümüyle benim yatağımdaydı.

“Ne gördün ?” diye sordu

“Kaza yaptığım an tekrarlanıp duruyordu.”

“Geçti artık. Yanındayım. Hiçbir şeyin seni korkutmasına izin vermem. “

Aniden gökten kopan şimşek odayı aydınlattığında korkuyla ona sarıldım. Gözlerim kapalı nefes almaya çalışıyordum.

"Söyle bana, seni bu kadar korkutan şey ne? “ diye sordu.

Gözümü açmadım, cevap vermedim sadece kendimi güvende hissettiğim kollarına bıraktım.

Uyandığımda dün ki kopan fırtınadan eser kalmamış güneş ışıkları yüzüme vurmaya başlamıştı. Bedenime sarılan kollarla ilk kez bu kadar huzurlu uyuduğumu hissettim. Kolunu üzerimden kaldırıp ona döndüm.

Uyurken o kadar masum görünüyordu ki akşama kadar bıkmadan izlenirdi. Ondan uzak durmaya çalışıp duramıyordum bir çözüm yolu da yoktu. Ne kadar itersem iteyim yanıma beliriyordu.

*******

Savaş, evime geleli tam on gün olmuştu. Evden hiç çıkmamış sürekli benimle ilgilenmişti. Ben hiçbir şey yapmıyordum, zaten yapmama da izin vermiyordu. Yemekleri o hazırlıyor, evide derleyip toparlıyordu. Beni doktora götürüyor, yaralarıma pansuman yapıyordu.

Birlikte film izliyor, bazen kitap okuyor, bazen de bilgisayar oyunu oynuyorduk.

Bana olan davranışları kesinlikle vicdan azabı veya acıma değildi, gerçekten bana ilgi duyuyor aramızdaki sorunu düzeltmek için çabalıyordu.

Yine bir sabaha onunla uyanmıştım. Kabus görmeye başladığımdan beri birlikte yatıyorduk. Bu yanlış bir şey miydi bilmiyordum ama eğer yanlışsa doğrusu artık umrumda değildi.

Usulca yataktan kalkıp odamdan çıktım. O uyurken evden biraz kaçıp uzaklaşmalıydım. Temiz hava, sakin kafa ile düşünmeliydim.

Kapı kolunu çevirmiştim ki, “ nereye kaçıyorsunuz hanımefendi?” diye sordu

“Ben biraz dışarıya çıkmak istiyorum on gündür eve tıkılmaktan sıkıldım. Hava çok güzel. “

“Tamam çıkabilirsin “ dediğinde sevinmiştim. ” ama bende geliyorum “ diye ekledi.

Bıkkınlıkla, “Ama böylede olmaz ki. Ben yalnız kalmak istiyorum. Tek başıma biraz hava almak istiyorum. “

Elini merdiven korkuluğuna koyup yüzünü elinin arasına aldı. Şu anki duruşu o kadar seksiydi ki ondan uzak duramayışıma lanet okudum.

“Seni gözümün önünden ayıramam sen nereye ben oraya “

Yutkundum. “Neden ya ! biz yapışık ikiz miyiz ? “

Bana sırıtarak, “Evet sana yapıştım. Burada bekliyorsun. Hemen üzerimi giyinip geliyorum. ” dedi

Kanepeye onu beklemeye başladım. O gelene kadar telefonumla ilgileniyordum. Bir kaç dakika sonra gelmiş masanın üzerinde bir şey aramaya başladı.

“Şu masanın üzerine bir dosya koymuştum. Gördün mü ? “ Diye sordu.

Dün Rüya gelip evi toparlamıştı. Dağınıklıktan hoşlanmadığım için çekmeceye kaldırtmıştım.

Parmağımla işaret ettim. “Sağda ki çekmecede, “

“Bunları sen mi okuyorsun ? ” diye sordu.

Eline baktığımda salladığı kitaplar bebek ölmeden önce bilgilenmek için satın aldığım kitaplardı.

Paniklemiştim ama belli etmemeye çalıştım. “Hayır. Ben öyle kitaplar okumam.”

Kitapları inceleyip gülümsüyordu. “Aslında güzel kitaplara benziyor hamile kaldığında okursun.” dedi

Gerilmiştim. Hamile kalmaktan bahsediyordu. O hatayı bir kez yapmıştım bir daha asla yapmayacaktım. Annelik duygum minik kelebeğimle uçup gitmişti. “Benim o kitaplara ihtiyacım olmayacak.”

Gülümsemesi tüm yüzüne yayılmıştı. “Annelik zaten kanımda mı var diyorsun. “

Net bir ses tonuyla, “Hayır. Ben asla çocuk sahibi olmayacağım diyorum. “ dedim

Gülümsemesi kaybolmuştu.

“ Anne olmak istemiyor musun ? “ diye sordu

Duygusuz çıkarmaya çalıştığım sesimle, “Hayır “ diye cevapladım.

Bir şey söyleyecekken araya girdim.

“Artık çıksak mı ben çok acıktım. “

Ve sonunda evden çıkmayı başarmıştık. Gözleri yola kilitlenmiş olsada aklı çok uzaklarda görünüyordu. Sabah ki neşesi kitapların ortaya çıkmasıyla yok olmuştu.

Boğazda bir restoranda kahvaltıya geldik. Hava harikaydı. Güneş yüzüme vuruyor, denizin berraklığı içimi açıyordu.

Martılara ekmek parçaları atarken İzlendiğimi farkettim. Tabiki de Savaş yine dik dik yüzüme bakıyordu.

“Bir şey mi oldu ? “ diye sordum.

Sabahtan bu yana ilk kez gülümsüyordu. “Bugün kendini iyi hissettiğine göre seninle bir yere gideceğiz. “ dedi

“Nereye gideceğiz ?” diye sordum.

Masaya biraz para bırakıp,“Bir inşaat var oraya bakacağız.” dedi

Omuz silkerek, “ Ben tercümanın hatırlıyorsun değil mi ? “ diye sordum.

“Evet hatırlıyorum, çok başarılı bir tercümansın. Çok da iyi bir zevkin var. “

İtiraz etmedim. Onunla gün sonuna kadar her şeye vardım. Restorandan kalkıp yola çıktık. Neredeyse iki saattir yoldaydık. İstanbul’dan çıkmış Sapanca Sınırları içerisine girmiştik. Tüm yol sessizlik içinde geçmişti. Sıkıntıdan müziği açtım. Radyodan yükselen bir şarkının son nakaratlarına denk geldim.

‘Kalbimde bir yerde bir orman yanıyor

Bıraktığın şarkılar sahipsiz susuyor

Şiirler hep dargın, dualar şifasız

Ömrüme mıhlanmış bir cümle

Kül olur kalbindeki zamanla

Yana yana, yana yana

Yana yana, yana yana…’

İki haftanın özeti tam olarak buydu. Kalbimde bir orman yanıyordu. Ve o yangın Savaş’ın varlığıyla günden güne harlanıyordu.

Artık o ateşin harlanmasını değil, yana yana kül olmasını istiyordum.

Bunun nasıl mümkün olacağını biliyordum ama şuan o ateşin bir kaç saat daha harlanmasına izin veriyordum.

Araba yavaşlayıp bir kapıdan içeriye girince düşüncelerimi bir kenara bırakıp doğruldum.

Savaş inince bende indim. Bir inşaat demişti ama bu ev çoktan yapılmış arazi bile düzenlenmişti.

“İnşaat nerede?” diye sordum. Kafasıyla evi işaret etti. “ İçeride “

Savaş’ı takip edip arkasından yürüdüm. Kapıyı açtığında önce benim geçmem için işaret verdi.

Dışarıdan o kadar güzel görünüyordu ki, ev insanın içine huzur veriyordu. Ahşaptan yapılmış küçük bir evdi.

Evin içi de dışı gibi çok şirindi. Yerler ve tavan ahşap görünümlü döşenmiş, camları geniş, dubleks bir daireydi.

Evin içinde bir kaç koltuk hariç başka eşya yoktu. Henüz yerleştirilmemişti.

Gözlerim büyük camın önündeki manzaraya kayınca adımlarımı oraya yönlendirdim. Burada bir teras vardı. Terasta ahşap görünümlüydü. Kapıyı açıp çıktım.

Önünde göl vardı ve etraf ağaçlarla kaplıydı. İnsanın içini açan harika bir ortamdı. Bu evde sonsuza kadar yaşamak isteyebilirdim.

Arkamı dönünce Savaş ile göz göze geldim. Gözleri o kadar güzel bakıyordu ki, bütün duyguları aynı anda hissediyordum. Aşk, tutku ve şefkat…

“Burası kimin evi ?” diye sordum

“Benim evim” dedi

Aslında şaşırmamıştım, daha önce onu dağ evlerine bakarken çok kez görmüştüm. Dışarıdan soğuk ve egolu görünsede, içinde bir yerlerde sakladığı sakin bir adam vardı.

“Hadi bana dekorasyon için fikir ver. “ dedi.

Arkasını dönüp giderken peşinden onu takip ettim.

Etrafa tekrar göz atıp, şöminenin olduğu yeri işaret ettim.

“Oraya iki tane bej rengi tekli kanepe yerleştir. Ortasına ahşap küçük bir masa ve… “

“Hadi üst kata çakalım “ dedi. Lafımı kesmesiyle ona döndüm, kolundaki saate odaklanmıştı.

Kafasını çevirip bana baktı. Heyecanlı bir yüz ifadesiyle elimden tutup çekmeye başladı.

Koşar adım yukarıya çıkmıştık. Sola dönüp bir odaya geldik. Burası yatak odasıydı. Odanın içinde bir yatak ve bir koltuk vardı. Yatağın üzerindeki tavan camdan yapılmıştı. Ev genel olarak çok güzeldi ama en beğendiğim yer bu odaydı.

"Oraya bak Aysa " sesini duyduğumda yanına yaklaştım.

Yüzünü gökyüzüne çevirip parmağıyla Ay'ın çıkmaya çalıştığı bulutları işaret etti.

İşaret ettiği yere baktım.

"Görüyor musun ? Ay, yıldızların içinden çıkmaya başladı birazdan gökyüzünün tüm hakimi Ay olacak."

Bir şey görememiştim. "Hani nerede ? " diye sordum

Parmağıyla tekrar işaret etti.

" Şu grup şeklindeki küçük yıldızların arasına bak orada yıldızlardan daha parlak beliren nokta var."

İşaret ettiği yere odaklandım. Yavaş hareketlerle yıldız grupları genişlemeye başladı. Ay birden ortaya çıkınca yıldızların parlaklığı söndü.

"Aaaa daha önce hiç görmemiştim. "

Küçük bir çocuk gibi sevinçle ona baktım.

"Yıldızlar artık parlamıyor sadece Ay'ın ışığı gökyüzünü aydınlatıyor. Sesi duyuyor musun ?

Kurt'un uluma sesiydi. Yanından ayrılıp cama yaklaştım. Sesin çok yakından geldiğini fark etmiştim görmek için camı açtım.

Savaş’da yanıma gelmişti. Arkama geçip omzumun üzerinden başka bir yönü işaret etti. Göğsü sırtıma yapışmıştı.

"Şu kayalığın üstünde"

Yakınlığı alev alev yanmama sebep olurken kokusu beni baştan çıkarıyordu.

“Gördün mü ? “ diye sordu

“Neyi “ dedim

"Kurt'u aramıyor musun ? "

"Ha evet "

Kurt kayalığın üzerine yerleşmiş uluyordu. Ay ışığı onun üzerinde sabit bir şekilde duruyordu.

"Kayalıkların üzerinde ki tek bir kurt gökyüzüne bakıp uluyor neden biliyor musun ? " diye sordu.

"Hayır "

Derin bir nefes alıp kulağıma fısıldadı. "İmkansız olan aşkını sadece geceleri görebildiği için her gece Ay, yıldızların arasından çıktığında kurt onun bir gece daha yüzünü görebilmek için ormanın derinliklerinden çıkıp Ay'a bakarak ona olan aşkını haykırıyor. "

Nefesi tüm bedenimi uyarırken etkilenmemiş gibi sordum."Nasıl olurda kurt bir Ay'a aşık olur ?"

Masum bir çocuğun şaşkınlığıyla sormuştum.

Kulağımdan biraz uzaklaşıp gülümseyerek konuşmaya devam etti. "Bir zamanlar gökyüzünde Kuetkuatsheu adında bir ruh yaşarmış bir inanışa göre bu ruh gökyüzünde yıldızların arasında yaşarmış.

Kuetkuatsheu, Ay'a aşıkmış ve devamlı onun yanında olmak istermiş beraber gökyüzünden yeryüzünü seyrederlermiş. Bir gün gökyüzünde ki başka bir ruh bunları kıskanmış ve kötü bir plan yapmış.

Kuetkuatsheu'ya giderek Ay'ın mor gülleri sevdiğini ve bu güllerin sadece yeryüzünde bulunduğunu söylemiş. Kuetkuatsheu da Ay'ı mutlu etmek için yeryüzüne inmiş ancak bir ruhun bir daha gökyüzüne geri dönemeyeceğini bilmiyormuş yeryüzüne inip mor gülleri toplamış fakat bir daha geri dönememiş ve dünyada kurt şeklini alarak dünyada yaşamaya devam etmiş.

Her dolunay zamanında Ay'ın güzel yüzünü gören Kuetkuatsheu, Ay'a doğru döner ve aşkını haykırırmış. Kızılderili inanışına göre kurtların dolunayda ulumasının sebebi buymuş."

Duyduğum hikaye beni etkilemişti. Gözlerim dolu doluyken arkama geçti aramızdaki boşluğu kapatıp korumacı bir tavırla kollarını belime dolayıp beni kendine çekti.

“Burası seninle bir ömür yaşamak istediğim ev. Bu ev ikimizin yuvası olacak.” Dediğinde şaşkınlıkla hiç bir tepki vermeyip resmen donakalmıştım.

Beni kendine çevirip yüzümü, ellerinin arasına aldı. "Sen, benim hikayemde ki Ay'sın. Seni ilk gördüğüm andan bu yana aklımdan hiç çıkmayan kadınsın. "

Alnıma bir kaç saniyelik derin bir öpücük kondurup devam etti.

"2 sene önce Madrid havalimanında gördüm seni uçağa binmek için beklerken oturduğun masada sesli kahkaha attığında fark ettim. Elinde ki telefondan açtığın şarkıya gülüyordun o kadar güzel güldün ki birden havalimanının geniş camından Ay ışığı yüzüme yansıdı. O kadar güzeldin ki etrafa yayılan ışığın aslında sen olduğunu gördüm. Çalan şarkı... "

Hatırlamaya çalıştım. Telefonuma bakarken çalan o şarkıya kahkaha atmıştım. Rüya, Atlas ve Çağatay’ın ben gittikten sonra rakı masası kurup içerlerken Atlas cırtlak sesiyle söylerken kaydetmişlerdi. Telefon son sesteyken açmıştım, Atlas’ın sesinin iğrençliğine herkes dönüp bana bakmıştı.

Elimi tutup dudaklarına götürdü. Bir kaç kez avuçlarımı öpüp, kollarımı şefkatle okşadı. “Gel bahtımın kar beyazı " dedim.

"Evet o şarkıydı. Sen kafanı kaldırıp etrafa bakmadığın için beni fark etmedin yanına gelen sevgilinle kalkıp oradan uzaklaştın ona o kadar içten sarıldın ki o gün anladım imkansız olduğunu. Günlerce aklımdan çıkmadın Aysa. Hatta haftalarca, senelerce... Ne zaman gökyüzü Ay'a teslim olsa aklıma gülen yüzün geliyordu.

Kaderin bizi bir araya getireceğini bilmeden tekrar Madrid'e geldim. Seni davette ikinci kez gördüm. Gece kadar siyah saçların, Ay gibi parlayan tenin seni, bana gösterdi. “

Devamını getirmeden parmağımı dudağına götürüp onu susturdum. Çünkü devamını ben söyleyecektim.

“Sana bu zamana kadar yalan söyledim. Madrid’ de yattığımızı hatırlıyorum. “

Söylediğim gerçekle şaşırmıştı. Ama gözleri yine sevgiyle parlarken beni kendine yapıştırıp dudakları tekrar saç diplerimi buldu.

Beni tekrar göğsüne çektiğinde ona sıkıca sarıldım. Çenesini başıma yaslayıp uzun bir öpücük kondurdu ve ben ona daha sıkı sokuldum.

Evet bu gece artık bitmeliydi ! İkimizde itiraflarımızı yapmıştık ve hikayenin sonuna yaklaşmıştık.

Ondan uzaklaşıp gözlerinin içine baktım. Dün gece planladığım her şey tek tek gerçekleşmişti. Bir şey hariç…

Yüzü benimkinin bir santim üzerinde geziyordu. Aramızdaki çekim dayanamayacak kadar güçlü bir hale gelene kadar birbirimize yaklaştık.

Dudaklarımız neredeyse acı verici bir aciliyetle buluştuğunda, dillerimiz alevleri körükledi.

Her küçük şeyin farkına varıyordum tenime değen sert kirli sakalları nefes alışverişlerinin düzensiz ritmi…

Elleri sırtımın alt kısmında hareket etti, aşağıya aşağıya kalçamda durana kadar…

Dudaklarımızı ayırıp gözlerimin içine baktı.“Benimle bu evde sonsuza kadar yaşar mısın ?” diye sorduğunda ciğerlerim nefes alıp vermekle meşgul olduğundan konuşamadım.

Sorunun cevabını gecenin sonunda verecektim. Bu yüzden tekrar dudaklarına yapıştım. Karşılık vermesi geç olmamıştı. Yine aynı açlıkla öpüşürken, Elleri uyluğumun altına kaydı ve beni kollarının arasına alarak kendine çekti. Kendimi birden kucağımda buldum, bu şekilde arkamızdaki yatağın üzerine oturdu.

Dudakları boynuma indi, kirli sakalları batıyor ama acıtmıyordu. Aksine içimi gıdıklıyor bir an önce gerisi gelsin istiyordum. Dudakları tenimin her bir kısmında hareket ediyor, köprücük kemiğimi öpüyor, yalıyor ve bunları tekrar ediyordu.

Elleri rahat durmayıp kasığımın üzerine indiğinde acı verici şekilde irkildim.

Dokunduğu yer, bebeğimin var olduğu ve beni terk edip gittiği noktaydı.

Bacaklarımdan süzülen kan, gözlerimin önünden geçerken ellerimle göğsünden ittim.

Vücudumdaki her bir hücre arkamı dönüp kaçmam için haykırdı.

Onları dinleyip hızlıca üzerinden kalkıp koşarak dışarıya çıktım. Nereye gideceğimi bilmeden aynı hızla ormanlık alana koşuyordum.

“Aysa dur ! “ diye bağırdığında umursamadan koşmaya devam ettim.

Kolumun aniden tutulup çekilmesiyle onunla göz göze geldim.

Gözlerinden kızgınlık ve endişe vardı. “Nereye gidiyorsun. Neden benden kaçıyorsun ? “

Tüm acım ve öfkemle, “Bırak beni “diye bağırdım.

“Neden bunu yapıyorsun Aysa. Seni seviyorum ve ailem ol istiyorum. “

Artık söyleme zamanı gelmişti. Onun bu dağ başında paramparça oluşunu izleyecektim.

“Sana kaza yaptığım gün ne söyleyecektim biliyor musun ? “ diye sordum ama ondan bir cevap beklemiyordum.

Korku dolu gözlerle, gözlerimin içine baktı.
“Hamile olduğumu söyleyecektim. “

Gözleri, duyduklarıyla büyümüştü, bedenini kaskatı kesilmişti.
“Ama sen, beni dinlemedin. Beni suçladın, herkesin içinde küçük düşürdün. “

İşaret parmağımı göğsüne vurdum. “Kaza yaptım ve senin yüzünden bebeğimi kaybettim. “

 

Gözlerinden bir kaç damla gözyaşı süzülmüştü. Yere çivilenmiş gibi öylece duruyordu. Canını yakmayı başarmıştım.

“Ben bu yükü tek başıma sırtlandım, şimdi de sen sırtlan ve bununla yaşa bakalım. “ diyerek onu arkamda bırakarak koşmaya devam ettim.

Burada yine küçük bir dağ evi vardı. İçinden yaşlı çift çıkmıştı. Onlardan taksi çağırmasını isteyip havalimanına gelmiştim.

Aslında dün gece her şeyi ayarlamıştım. Uçak biletim, Madrid’de tuttuğum yeni evim, ortağı olduğum şirketin diğer hissesini de almıştım.

Hayatıma orada kaldığım yerden devam edecektim.

Savaş, bana aşık olduğunu, beni sevdiğini itiraf etmişti. Aslında bildiğim bir şeydi ama itiraf etmesini istemiştim. Hatta daha fazlasını da söylemişti. Benimle aile olmak istediğini ve 2 yıldır benim hayalimle yaladığını söylemişti.

 

Bunların hepsini planlamıştım bana aşık olduğunu itiraf ettikten sonra, bebeğimizi onun yüzümden kaybettiğimizi söyleyip gidecektim. Benim çok canım yanmıştı, onun da canı yakmak istemiştim.

Uçak anonsu verildiğine ayağa kalkıp yöneldim. Giriş kapısına geldiğimde son bir kez arkamı dönüp şehre baktım. Yaptığım hatayı düzeltmeye geldiğim bu şehirde, yeni hatalar edinerek gidiyordum.

Bebeğimi ve Savaş’ı bırakıp gidiyordum. İkisini de bu gece, bu havalimanına gömüp yeniden başlayacağım hayatımın için uçağa ilerledim.

Ve artık üçümüz de birer hiç olmuştuk…



 

 

 

Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. ❤️
Yeni bölümü nasıl buldunuz?

Bölüm : 09.01.2025 00:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...