28. Bölüm

28. Bölüm

İlay
ssuperisii0

2.8

Beyaz bir gecelik var üstümde hiç lekelenmemiş… Aksine en temiz kıyafetim o sanki.

Çok temizdim.

Soğuk betondan ayağa kalkmış kendi yatağıma doğru ilerliyorum. Üzerimdeki geceliğin etekleri uçuşuyordu. Dışarıda değildik ki… Burası neden bu kadar soğuk?

Pencerenin camı açık kalmıştı ama örtecek kimse yoktu. Bu rutubetli odada kenarda duran yatağıma çıktım. Sadece yere serili bir örtüden ibaretti yatağım. Sanki uzanabilecekmiş gibi parmak uçlarımda durarak pencereyi kapamaya çalıştım ama fayda etmedi birkaç kere gelen tak tak sesinden başka bir şey yoktu. Pencere geri açılıyordu.

Kapı bir anda açıldı. İçeri babam girdi. Hayır. Eski babam artık benim!

Önce sinirden kıpkırmızı olan yüzüne baktım. Sert adımlarla bana doğru yürüdü ve kolumdan tuttu eğilerek.

“Niye ses çıkartıyorsun ha? Niye ses çıkartıyorsun?” diye yüzüme doğru bağırdı. Tükürükleri etrafa saçılıyordu.

Kusmak istiyordum.

“Sana bu evde ses çıkarma dedim. Benim emirlerime uyacaksın duydun mu?” dedi.

“A-anladım baba.” Dedim kısık çıkan ve kekeleyen sesimle.

Kolumu tuttuğu eliyle sert tokadını yüzüme geçirdi. Yere yapışıp direkt yanağımı tuttum. Sızlıyordu.

“Baba mı? Bana baba demeyeceksin!” diye bağırdı.

“Anladım efendim.” Dedim.

Bu sefer saçlarımı tuttu. Sürükleyerek beni dışarı attı. Çamurlu bahçede beni sürükleyerek bir kuyunun başına getirdi. Ayaklarım ağrıyordu. Her yerim çamurlanmıştı. Temiz olmak istiyordum.

Bir kuyunun başındaydım.

Kuyu.

Hala saçlarımdan tutarken bana kuyuyu gösterdi. “Bak bakalım kuyu derin mi?” dedi.

Dediğini yaptım.

Parmak uçlarıma çıkıp kuyunun içine bakmaya çalıştım.

O an bir şey oldu. Dünya tersine döndü. Bakmaya çalıştığım kuyunun artık içindeydim.

Çırpınmadım bile.

Öylece kaldım orada.

Kurtarılmayı bekledim.

“Beni kurtarın lütfen…” diyen kız çocuğunu kuyuda yalnız bıraktım.

 

Bir anda yatakta sıçrayarak uyandığımda terin suyun içinde kalmıştım. Kâbusu sanki gerçek hayatta görmüştüm gibi yüzüm sızlıyordu. Yataktan kalkıp kendime gelmeye çalıştım. Yan odadan sesler gelince abimlerin yanına gitmek için ayaklandım. Bugün gördüğüm kâbustan sonra tekrar kendi kendime uyuyamazdım.

Odamdan çıkıp yan odaya pat diye girdim.

Evet, pat diye girdim. Ve abimle şok içinde kalmıştı. Ellerinde artık ne varsa hepsini saklamışlardı.

“Gökçe?” diye sordu Ege.

“Şey…” diye mırıldandım. “Siz ne yapıyorsunuz?” diye sordum.

“Hiç öyle oturuyoruz işte kızım.” Dedi Ural.

“Siz ne sakladınız arkanıza?” diye sordum. Hala kapıda duruyordum.

“Sen niye uyandın Gökçe uykundan?” diye sordu Arda.

“Kâbus gördüm.” Diye mırıldandım.

Gökmen ve Ilgaz ayaklanıp yanıma geldiler ve beni arkama doğru çevirip sarıldılar. Bende onlara sarıldım.

Arkadan gelen sesler olunca oraya dönmek için hareketlenmiştim ki bana daha sıkı sarıldılar.

“Ya bıraksanıza beni astım krizi geçiricem şimdi havasızlıktan.” Dedim. ikisi de aynı anda üzerimden çekildi. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum.

“İyi misin?” diye sordu Gökmen.

Kafamı sallayıp odaya doğru döndüm.

“Ne karıştırıyorsunuz?” dedim.

“İçeri gir ve kapıyı kapat Gökçe.” Dedi Sinan.

Denileni yaptım üçümüz içeri girerken ben direkt yatağa doğru ilerledim.

“Burada mı uyuyacaksın?” diye sordu.

Kafamı salladım. “Burası hanginizin odası?” diye sordum.

Hala kimin odası nerede onu bile tam bilmiyordum. Onlarda şaşırmış olacaktı ki cevap biraz geç geldi.

“Senin odanın karşısındaki iki oda Gökmen ve Ilgaz’ın. Yan odanda Ural kalıyor. Yani burası Ural’ın odası. Senin odanın üstünde ben varım. Yan odamda Sinan kalıyor. Benim karşımda Arda’nın odası var onun yanına annemlerin odası var.” dedi Ege. “Anladın mı?” diye sordu.

Kafamı salladım ve yatakta oturdum. Yatağın tam karşısında kocaman bir bilgisayar vardı.

“OHA!” dedim kendi kendime. “Bilgisayara bak be.” Dedim.

Bu sefer yataktan kalkıp bilgisayara doğru ilerledim. “Dokunabilir miyim?” diye sordum Ural’a.

“İstediğini yapabilirsin.” Dedi Ural.

“Nasıl açılıyor bu açsanıza içinde ne var bakalım.” Dedim.

“Kızım seni kavanozda mı büyüttüler kendin açsana.” Dedi Sinan.

Aklıma az önce gördüğüm kâbus geldi. Kuyu. O kız çocuğu kuyuda büyümüştür belki… Sinan ne dediğini yeni fark etmiş olacak ki ne diyeceğini bilememişti.

“Öyle demek istemedim. Yanlış anladın Gökçe.” Dedi Sinan.

“Sorun değil.” diye mırıldandım. “Benim odamda tablet var sadece. Bilgisayarda var ama dizüstü ve hiç kullanmadım.” Dedim.

Evet, her şey vardı odamda ama ben dijital hayatta yoktum neredeyse…

Arda yanıma gelip bilgisayarı açtı. Kocaman ekran açıldı. Ekranda benim fotoğrafım vardı.

“Ural abi bu ne?” diyerek Ural’a döndüm. Abimler gülmeye başlamıştı.

“Ya kalmış işte öyle, sen bir tuşa falan basmışsındır.” Diyerek ekranda bir şeyler açmaya çalışıyordu.

“Ya ya aynen. Hem ben hiçbir yere basmadım.” Dedim.

“Tamam, tamam.” Diyerek beni geçiştirdi. “Ne yapmak istiyorsun?” dedi.

“Ne yapılıyor ki?” diye sordum.

“Bilmem. Oyun falan oynayabilirsin.” Dedi.

Kafamı salladım ve bana oyun açmasını bekledim. Başta silah oyunu açtı ve oynamamı bekledi. Oyuna korku ile baktığıma emindim. Aklıma sürekli o gece geliyordu. Elimin silah tuttuğu o gece. Bakışlarımdan anlamış olacak ki çok geçmeden oyunu kapattı.

Ve yeni bir oyun açtı. Bebek giydirmece. Evet, kesinlikle bunu oynayacaktım. Heyecanla bilgisayarın başına geçtim ve açılmasını bekledim. Abimlerde benimle birlikte bekliyordu.

Oyun açıldığında tek tek kıyafetleri bebeğin üstünde deneyip hangisi güzelse onu seçiyorduk.

“Kırmızı daha çok yakıştı sanki.” Dedi Arda.

“Ne kırmızısı? Giydir Gökçe sen pembe olanı.” Dedi Ege.

“Mavi iyiydi ya.” Dedi ikizler Gökmen ve Ilgaz.

“Ayakkabılarda uymadı sanki.” Dedi Sinan.

“Bence direkt bebeği değiştirip başka bebek giydirelim.” Diye fikir sundu Ural.

“Hepiniz başıma moda tasarımcısı çıktınız. Yatın uyuyun sabah dershanem var benim.” Diyerek bilgisayarın başından kalktım ve yatağa geçtim. Onlarda tek tek kalkmış ve kendilerine yer yatağı yapmaya başlamışlardı.

Hep birlikte herkes yerlerine yerleştiğinde artık uyumaya hazırdım.

“İyi geceler herkese.” Diyerek gözlerimi kapadım.

***

Başlangıçları seviyordum. Yeni bir hobi, iş fark etmez o işe yeni başlamayı seviyordum. Tıpkı dershaneye başladığım gibi.

Sabah uyandığımızda kahvaltılarımızı yapmıştık sonra herkes işe gitmişti. Bense çantamı hazırlayıp dershaneye gelmiştim.

İçeri girip Aras’ı en arkada otururken görmeyi beklemiyordum. Ben içeri girince elini kaldırıp yanını göstermişti. Koca bir gülümseme ile yanına gittim.

“Günaydın Aras.” Dedim neşeli sesle. Artık o da gülümsüyordu.

“Günaydın sevgilim.” Dedi.

Sevgilim? Birazcık utanmış olabilirdim.

“Kızarma hemen. Burası kurtlar sofrası ikimizde birbirimizi korumalıyız.” Dedi.

Aras’ın yanına yerleşip çantamdan gerekli olan kaynakları çıkarıp ona döndüm.

“Ben senden başkasına bakmam merak etme.” Dedim kahkaha atarken.

“Ben sanki çok bakarım.” Deyip sıraya kafasını koydu.

Tam o sırada hoca içeriye girdi ve ders başladı.

“Uyuyacak mısın?” diye fısıldadım Aras’ın kulağına doğru.

Bana dönüp baktı.

“Hayır, seni izleyeceğim.” Dedi.

Ders boyunca beni izledi bense ikimiz içinde notlar tuttum.

***

Dershaneden çıkıp eve geldiğimde evdekiler telaş halinde etrafta koşuyordu. Üstelik herkes pembe giyinmişti.

Annemle babamın üstünde pembe tişört, kot pantolon. Abimlerin üstüne pembe sweat ve gri eşofman vardı.

Ege bana bakarak “Gökçe sende üstünü değiştir hemen. Bizim gibi giyin annem kıyafetlerini yatağına koydu. Seni bekliyoruz.” Dedi.

O telaşın arasında yukarı çıkıp bende abimler gibi giyinmiştim. Saçımı açık bırakıp hafif bir makyaj yapıp aşağıya tekrar indim.

“Biri bana ne olduğunu söyleyecek mi?” dedim merdivenlerden inerken.

O sırada salonda ellerinde pankart tutan abimlere denk geldim.

-Kadının direnişi kadına mirastır.

-kadın giyecek sen bakmayacaksın.

-Dağları delme Ferhat evi süpür.

-Kadın kadındır çiçek babandır.

-İtaatkâr kadın isteyen ağlayarak günlüğüne yazabilir.

-işine geleni yapana erkek. Kafasına koyduğunu yapana kadın denir.

Diye yazılan pankartları teker teker inceledim.

“Sende seninkini tut fotoğraf çekilelim.” Diyerek elime verilen pankarta baktım.

-Saçının bir teline dokunulursa bu kenti ateşe veririz. Dikkat ülkede kadın katliamı var. Yazıyordu.

Biz kadın hakları yürüyüşüne gidecektik.

Pankartı sıkı sıkı tutup ailece fotoğraf çekildik.

“Haydi çocuklar dışarı.” Diyen babamı takip edip arabaların olduğu alana yürüdüğümüzde Ali, Ömer, Baran ve Aras’ta gelmişti.

Hepsi bizim gibi giyinmişti. Pembe sweat, gri eşofman. Onların elinde de pankart vardı.

Ali, Topla saçlarını rapunzel deyyus merdivenleri kullansın.

Ömer, bulaşığı erkekler yıkasın biz sokaktayız.

Baran, hür doğdum hür yaşarım.

Aras, Regl kanından değil elinizdeki kandan utanın şerefsizler.

Diye yazmışlardı. Abimlerle birlikte olmak üzere dışarıda bir kere daha fotoğraf çekildik. Aras’ın yanına geçtiğimde yavaşça belimden tuttu ve bana baktı. Bende ona bakmıştım ve fotoğrafı öyle çekilmiştik.

Bize doğru gelen servis aracını gördüğümde üçüncü şoka uğrayışımdı. Hepimiz sığalım diye servis aracı ile gidecektik.

Babam şoför koltuğundan bize bakıp “Atlayın bakalım.” Dediğinde Aras’la yan yana oturmak için hepsinin yerleşmesini bekledim ve en sonunda Aras’la yan yana oturduk.

“Çok güzel olmuşsun Gökçe.” Dedi bana bakarak. Onun yanında sürekli gülümsüyordum.

“Bu durumda sende güzel olmuş oluyorsun çünkü aynı giyinmişiz.” Dedim.

“Sana daha çok yakışmış.” Dedi ve beni daha çok güldürdü.

Telefonumu çıkarıp ona uzattım. “Fotoğrafımızı çek.” Dedim. Beni ikiletmeden önce benim telefonumdan selfie yaptı. Sonra kendi telefonunu çıkartıp yine çekti.

Onun telefonundan çekilirken yanağını öpmeyi ihmal etmemiştim.

Tam o anın fotoğrafını çekerken şok içinde çıktığına emindim. Bana dönüp baktığında ona sırıtıyordum.

Hafifçe gülüp “Hadi tekrar çekiyorum tekrar öp.” Demesini beklemiyordum. Ben kahkaha atarken o beni izliyordu.

“Abimler görse seni döver.” Dedim ve başımı onun omzuna koydum.

En arka koltuk rahatlığı vardı bende.

“Ben senin için her şeyi yapmaya hazırım.” Dedi.

“Bende…” diye mırıldandım.

Ve yol boyu birlikte olmanın tadını çıkardık.

***

Aras’la yan yana yürüyorduk. Bir tarafımda o diğer tarafımda abimler vardı. Neredeyse tüm herkes buradaydı. O kadar güzel bir yürüyüş olmuştu ki…

“Acıktığımıza göre yemek yemeye gidelim.” Dedi babam.

Servis aracını park edip yürüyerek başka bir mekâna gidiyorduk.

Çok geçmeden bize uygun bir mekâna geldiğimizde garsonlar bizim için masaları birleştirip büyük bir masa haline getirdi. Hepimiz oturduğumuzda tüm gün olduğu gibi biz yine Aras ile yan yanaydık.

Açıkçası onun yanımda olması benim en büyük güç kaynağımdı.

Garson ne yemek istediğimizi sormaya geldiğinde açıkçası ne yemek istediğimi bilmiyordum. Midem bulanıyordu ve yemek yemek istediğimi düşünmüyordum.

Aras “Ne yemek istersin?” diye bana döndüğünde ona cevap veremedim. “Anladım. Benim güzelim yine kendini aç bırakacak.” Dedi.

“Canım bir şey çekmiyor. Bu sıralar yemekle pek aram yok.” Dedim.

“O zaman ben senin için bir şeyler sipariş edeyim belki onları yemek istersin.” Dedi.

Kafamı sallayıp onu onayladım. Doğru dürüst yemeyecektim zaten. Aras garsonu yanına çağırıp kulağına bir şeyler dedi ve garsonla birlikte gittiler.

Aras garsonla birlikte nereye gittiklerini merak etsem de arkalarından gitmeye utanmıştım. Bu yüzden olduğum yerde etrafa bakıp Aras’ı arıyordu gözüm.

Ege bana dönüp “Sen ne sipariş ettin Gökçe? Bu sıralar yemek yemiyorsun.” Dedi.

“Bilmem. Aras benim için bir şeyler getirecek.” Dedim.

“Aras?” diyerek bize döndü Sinan. “Aras ne alaka? Sen kendin karar veremiyor musun?” diye cümlesini tamamladı.

“Veremedim. O da ikimize aynı şeyi sipariş etti. Anlamadım ne var bunda? O fark etti ki böyle bir şeyi teklif etti. Siz fark etseydiniz siz sipariş verirdiniz.” Dedim.

“Öyle olsun Gökçe Hanım.” Dedi Ege.

“Öyle oldu Ege Bey.” Dedim.

“Ege Bey değil. Ege Abim.” Dedi.

Gözlerimi devirip ona döndüm. “Gökçe Hanım. Sadece Gökçe.” Dedim.

Biz atışırken tek tek yemeklerimiz geldi. Yemeklerle birlikte Aras’ta gelmişti. Yanıma oturduğunda sorularımla onu boğmaya başlamıştım bile.

“Nerede kaldın? Nereye gittin? Ne yaptınız garsonla? Ne konuştunuz?” diye tek tek sordum.

“Gökçe nefes al. Merak etme aşçının yanına gittim.” dedi.

“Neden?” diye sordum.

“Yemeğin geldiğinde görürsün.” Dedi ve erkeklerin kendi arasında konuşmasına dâhil oldu. Bu masada iki kızdık. Biri annem biri ben.

Annemle babam kendi arasında aşklarını yaşıyordu. Erkekler kendi arasında konuşuyordu. Ben? Ben yalnız kalmıştım.

Tek tek herkesin yemeği önüne konulduğunda sona benim yemeğim kalmıştı. Herkes başlamak için yemekleri getirilme işinin bitmesini bekliyordu.

Tabak önüme konulduğunda şok içinde kaldım. Gerçekten şok olmuştum.

Kalp şeklinde köfteler, yanlarına konuşmuş patates kızartması ve pilav. Bu tabak bana göre yapılmıştı.

Bakışlarımı Aras’a çevirdiğimde ona gülen gözlerle bakıyordum. Beni ne kadar mutlu ettiğinden haberi var mıydı?

“Teşekkür ederim.” Diyerek ona doğru fısıldadım.

“Kendi ellerimle yaptım. Bak bakalım beğenecek misin?” diye sordu.

Beğenmeme gibi bir imkânım yoktu ki. Onun elinden çiğ tavuk bile yerdim.

Babam yemeğe başladığında bizde onunla beraber başladık.

Tek tek tabağımdaki her şeyi yedim. Hepsi mükemmel olmuştu. İlk defa tabağımdaki her şeyi doğru düzgün yediğime emindim.

“Kızım çok beğendin galiba? Bizim evdeki yemekleri yemiyordun böyle. Eğer beğendiysen aşçıyla konuşup senin için yemekleri hazırlamasını isteyebilirim.” Dedi babam.

Baba bunları Aras yaptı…

“Şimdi baba ben çok çok açım o yüzden.” Dedim.

“O da değil Gökçe’nin köfteleri kalpti bizimkiler niye yuvarlak?” dedi Gökmen.

“Beni daha çok sevdiyse demek ki…” dedim mırıldanarak.

“Seni daha çok sevdiğim doğru.” Dedi Aras kulağıma doğru.

Sanırım şu yaşıma kadar fark ettiğim en güzel şey gerçek sevgiydi. Aras’ın sevgisi gerçekti.

.

.

bugün hepsinin pembe üstünü düşüneceğim... bence en çok bizim kıza yakıştı, sizce??

insta: ssupersii0

bookstagram: marselbooks

Bölüm : 06.02.2025 19:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...