
Öğretmenin sorusu ikisini de şok etti. Önce tahtadaki başlığa baktılar. "DÜNYA GÜCÜ OSMANLI." Burdan geri dönüş yoktu. Hakan hızlıca toparlandı ve başını salladı. " Evet. Yeni gelen stajyerler biziz."dedi Mert'e kendisine destek çıkması için hafif bir omuz attı. Mert'te hızlıca kendini toparladı. Bu sırada öğretmenin sesi duyuldu " Buyurun oturun" İkisi de boş bir sıraya geçtiler. Mert hocanın tahtaya döndüğünü görünce Hakan'ın kulağına eğildi. "Yapacağın işe tüküreyim Hako"
" Bende Merdo, bende” Mert ve Hakan, sıraya oturur oturmaz çevreden gelen bakışların altında ezilmemek için gözlerini kaçırdılar. Ön sıralarda oturan birkaç öğrenci kendi aralarında kıkırdıyor, arkadan biri hafifçe “Yeni gelenlere bak” diye fısıldıyordu. Mert dişlerini sıkarak Hakan’a yan gözle baktı. Hakan ise, hiçbir şey olmamış gibi ciddiyetini korumaya çalışıyordu. Aden, tahtaya birkaç kelime daha yazdıktan sonra öğrencilerine döndü.
"Bugün konumuz, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş döneminde dünya üzerindeki etkisi." dedi.sonra bir an durakları, ardından gözlerini Mert ve Hakan’a çevirdi.
"Bu arada." dedi, hafif bir tebessümle. "Stajyer arkadaşlarımız kendilerini kısaca tanıtmak ister mi?" Mert'le Hakan birbirlerine baktılar. Hakan önce bir boğazını temizledi. Ardından Mert’e döndüğünde Mert’in yüzündeki küfretmemek için kendini zor tutuyormuş gibi bir surat ifadesiyle karşılaştı. Sonra Aden’e döndü.
"Ben Hakan.’’ dedi, sesi biraz çatallanarak. " Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tarih bölümü son sınıf öğrencisiyim. Staj için buradayım.’’ Mert istemeye istemeye ekledi:
"Ben de Mert. Aynı şekilde bende staj için buradayım."
Aden başıyla onayladı. "Harika. Eminim öğrencilerimiz sizden çok şey öğrenecek."
Sonra tekrar öğrencilere döndü ve dersine kaldığı yerden devam etti.
Mert, eliyle saçını karıştırırken Hakan'a fısıldadı:
"Senin yüzünden kendimi lise talebesi gibi hissediyorum kuş beyinli. " Hakan ise gülmemek için dudaklarını ısırdı.
"Uzatma da rolünü iyi yap, yakalanırsak Eray Komutan bizi keser," diye fısıldadı. Mert her zamanki kötü bakışıyla baktı ona. ‘‘ Diyelim kadın Tekirdağ hakkında soru sordu. Ben hayatımda Tekirdağ’ın yakınından yöresinde geçmedim’’
‘‘ Merak etme bende o iş.’’ O sırada Aden dönüp sınıfa soru sordu.
"Osmanlı'nın 16. yüzyıldaki en büyük zaferlerinden biri nedir? Kim cevap vermek ister?"
Hakan istemsizce göz temasından kaçındı. Mert ise, "Yeter ki bana sorma" der gibi kafasını başka yöne çevirdi ama Aden'in gözleri çoktan onlara takılmıştı. Hafif bir sırıtmayla, doğrudan Hakan’a seslendi:
"Hakan Bey, siz bir şeyler söylemek ister misiniz?"
Hakan bir an dondu. Sonra yüzüne yapmacık bir ciddiyet takındı.
"Tabii hocam," dedi, ayağa kalkarak.
“Eee…16. yüzyılda... şey... İstanbul’un fethi.”
Sınıfın tamamı kahkahalara boğuldu. Aralarından bir öğrenci "Hocam, o 15. yüzyıldı!" diye bağırdı.
Hakan sinirle başını çevirdi ve ‘‘ Lan biliyoruz herhalde o kadarını.’’ dedi.
Aden, gülümseyerek Hakan’a baktı.
"İyi bir başlangıç, Hakan Bey. Ama biraz daha güncelleyebiliriz bilgilerimizi sanırım," dedi.
Mert başını iki ellerinin arasına aldı.
‘‘ Gazamız mübarek olsun," diye fısıldadı.
Hakan ise Aden'in gülüşünü görünce hafif bir sırıtmayla yerine oturdu.
"Merdo, tarih yazıyoruz resmen," diye kısık sesle mırıldandı. Mert ise hâla olayın etkisinde ve stresliydi. ‘‘ Tarih yazdığın kalemin kırılsın Hako.’’
‘‘ Âmin kardeşim.’’ Bu sırada Mert’in telefonu çaldı. Eray arıyordu ama sınıfta konuşması mümkün değildi. Yavaşça ayağa kalktı ve mahçup olmuş bir ifadeyle Aden’e seslendi. ‘‘ Kusura bakmayın, üniversiteden arıyorlar açmam lazım.’’ dedi ve sınıftan çıkıp telefonu açtı. ‘‘ Emredin Komutanm.’’
‘‘ Lan oğlum alt tarafı bir bakıp gelecektiniz okula neredesiniz siz ?’’
‘‘ Abartmayın komutanım daha yeni geldik biz.’’
‘‘ Bok yeni gittiniz Merdo. Bir saat oldu siz üsten çıkalı. Hadi diyelim trafik falan okula varmanı yarım saat sürdü. Yarım saattir ne yapıyorsunuz oğlum?’’
Mert hızlıca saatin baktı. Gerçekten de bir saat olmuştu. ‘‘ Ya Komutanım sormayın bizim bu gerizekalı,mal,beyinsiz Hakan sıfır tarih bilgisiyle tarih öğretmeye çalışıyor öğrencilere.’’
Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Ardından Eray şaşırmış bir ses tonuyla konuştu.
‘‘ Merdo sen söylediğin cümlenin saçmalığını farkında mısın? Nasıl oldu lan bu?’’
‘‘ Ya Komutanım hiç sormayın ya. Şimdi bu arkadaş koridorda bomboş gidiyordu. Bende kendinegelsin diye ensesine bir tane yapıştırdım, o da bana vurdu bende ona derken biz yanlışlıkla bir sınıfa daldık.’’
‘‘ Yanlışlıkla?’’
‘‘ Yanlışlıkla Komutanım.’’
‘‘ Merdo.’’
‘‘ Buyurun Komutanım?’’
‘‘ Sizi oraya gönderen aklımın içindeki hücreleri -’’
‘‘ Anladım Komutanım hiç zahmet etmeyin.’’
‘‘ Bence de. Neyse hadi hızlı olun operasyon görevi geldi iki kişi gidemeyiz hızlı olun.’’
‘‘ Emredersiniz Komutanım.’’ Mert telefonu kapattıktan sonra tekrar sınıfa girdi ama bir an için hiç girmemiş olmak istedi. Çünkü Hakan ‘‘ müthiş tarih bilgisiyle’’ öğrencilerle kavga ediyordu. ‘‘ Oğlum sen dersine hiç çalışmıyor musun? Yavuz Sultan Selim’den sonra II. Bayezıt tahta geçmiştir.’’
‘‘ Hocam yanlışınız var. yavuz Sultan Selim’den sonra Kanuni Sultan Süleyman tahta geçmiştir. Bayezıt Yavuz Sultan Selim’den önce.’’
Tam bu sırada teefüs zili çaldı. kan, sıraya oturur oturmaz çevreden gelen bakışların altında ezilmemek için gözlerini kaçırdılar. Ön sıralarda oturan birkaç öğrenci kendi aralarında kıkırdıyor, arkadan biri hafifçe “Yeni gelenlere bak” diye fısıldıyordu. Mert dişlerini sıkarak Hakan’a yan gözle baktı. Hakan ise, hiçbir şey olmamış gibi ciddiyetini korumaya çalışıyordu. Aden, tahtaya birkaç kelime daha yazdıktan sonra öğrencilerine döndü.
"Bugün konumuz, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş döneminde dünya üzerindeki etkisi." dedi.sonra bir an durakları, ardından gözlerini Mert ve Hakan’a çevirdi.
"Bu arada." dedi, hafif bir tebessümle. "Stajyer arkadaşlarımız kendilerini kısaca tanıtmak ister mi?" Mert'le Hakan birbirlerine baktılar. Hakan önce bir boğazını temizledi. Ardından Mert’e döndüğünde Mert’in yüzündeki küfretmemek için kendini zor tutuyormuş gibi bir surat ifadesiyle karşılaştı. Sonra Aden’e döndü.
"Ben Hakan.’’ dedi, sesi biraz çatallanarak. " Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tarih bölümü son sınıf öğrencisiyim. Staj için buradayım.’’ Mert istemeye istemeye ekledi:
"Ben de Mert. Aynı şekilde bende staj için buradayım."
Aden başıyla onayladı. "Harika. Eminim öğrencilerimiz sizden çok şey öğrenecek."
Sonra tekrar öğrencilere döndü ve dersine kaldığı yerden devam etti.
Mert, eliyle saçını karıştırırken Hakan'a fısıldadı:
"Senin yüzünden kendimi lise talebesi gibi hissediyorum kuş beyinli. " Hakan ise gülmemek için dudaklarını ısırdı.
"Uzatma da rolünü iyi yap, yakalanırsak Eray Komutan bizi keser," diye fısıldadı. Mert her zamanki kötü bakışıyla baktı ona. ‘‘ Diyelim kadın Tekirdağ hakkında soru sordu. Ben hayatımda Tekirdağ’ın yakınından yöresinde geçmedim’’
‘‘ Merak etme bende o iş.’’ O sırada Aden dönüp sınıfa soru sordu.
"Osmanlı'nın 16. yüzyıldaki en büyük zaferlerinden biri nedir? Kim cevap vermek ister?"
Hakan istemsizce göz temasından kaçındı. Mert ise, "Yeter ki bana sorma" der gibi kafasını başka yöne çevirdi ama Aden'in gözleri çoktan onlara takılmıştı. Hafif bir sırıtmayla, doğrudan Hakan’a seslendi:
"Hakan Bey, siz bir şeyler söylemek ister misiniz?"
Hakan bir an dondu. Sonra yüzüne yapmacık bir ciddiyet takındı.
"Tabii hocam," dedi, ayağa kalkarak.
“Eee…16. yüzyılda... şey... İstanbul’un fethi.”
Sınıfın tamamı kahkahalara boğuldu. Aralarından bir öğrenci "Hocam, o 15. yüzyıldı!" diye bağırdı.
Hakan sinirle başını çevirdi ve ‘‘ Lan biliyoruz herhalde o kadarını.’’ dedi.
Aden, gülümseyerek Hakan’a baktı.
"İyi bir başlangıç, Hakan Bey. Ama biraz daha güncelleyebiliriz bilgilerimizi sanırım," dedi.
Mert başını iki ellerinin arasına aldı.
‘‘ Gazamız mübarek olsun," diye fısıldadı.
Hakan ise Aden'in gülüşünü görünce hafif bir sırıtmayla yerine oturdu.
"Merdo, tarih yazıyoruz resmen," diye kısık sesle mırıldandı. Mert ise hâla olayın etkisinde ve stresliydi. ‘‘ Tarih yazdığın kalemin kırılsın Hako.’’
‘‘ Âmin kardeşim.’’ Bu sırada Mert’in telefonu çaldı. Eray arıyordu ama sınıfta konuşması mümkün değildi. Yavaşça ayağa kalktı ve mahçup olmuş bir ifadeyle Aden’e seslendi. ‘‘ Kusura bakmayın, üniversiteden arıyorlar açmam lazım.’’ dedi ve sınıftan çıkıp telefonu açtı. ‘‘ Emredin Komutanm.’’
‘‘ Lan oğlum alt tarafı bir bakıp gelecektiniz okula neredesiniz siz ?’’
‘‘ Abartmayın komutanım daha yeni geldik biz.’’
‘‘ Bok yeni gittiniz Merdo. Bir saat oldu siz üsten çıkalı. Hadi diyelim trafik falan okula varmanı yarım saat sürdü. Yarım saattir ne yapıyorsunuz oğlum?’’
Mert hızlıca saatin baktı. Gerçekten de bir saat olmuştu. ‘‘ Ya Komutanım sormayın bizim bu gerizekalı,mal,beyinsiz Hakan sıfır tarih bilgisiyle tarih öğretmeye çalışıyor öğrencilere.’’
Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Ardından Eray şaşırmış bir ses tonuyla konuştu.
‘‘ Merdo sen söylediğin cümlenin saçmalığını farkında mısın? Nasıl oldu lan bu?’’
‘‘ Ya Komutanım hiç sormayın ya. Şimdi bu arkadaş koridorda bomboş gidiyordu. Bende kendinegelsin diye ensesine bir tane yapıştırdım, o da bana vurdu bende ona derken biz yanlışlıkla bir sınıfa daldık.’’
bir sınıfa daldık.’’
‘‘ Yanlışlıkla?’’
‘‘ Yanlışlıkla Komutanım.’’
‘‘ Merdo.’’
‘‘ Buyurun Komutanım?’’
‘‘ Sizi oraya gönderen aklımın içindeki hücreleri -’’
‘‘ Anladım Komutanım hiç zahmet etmeyin.’’
‘‘ Bence de. Neyse hadi hızlı olun operasyon görevi geldi iki kişi gidemeyiz hızlı olun.’’
‘‘ Emredersiniz Komutanım.’’ Mert telefonu kapattıktan sonra tekrar sınıfa girdi ama bir an için hiç girmemiş olmak istedi. Çünkü Hakan ‘‘ müthiş tarih bilgisiyle’’ öğrencilerle kavga ediyordu. ‘‘ Oğlum sen dersine hiç çalışmıyor musun? Yavuz Sultan Selim’den sonra II. Bayezıt tahta geçmiştir.’’
‘‘ Hocam yanlışınız var. yavuz Sultan Selim’den sonra Kanuni Sultan Süleyman tahta geçmiştir. Bayezıt Yavuz Sultan Selim’den önce.’’
Tam bu sırada teefüs zili çaldı. Zil çaldıktan sonra öğrenciler sınıftan çıktı. Mert kapıda bekliyordu; omzunu duvara yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Ama Hakan'ın çıkmaya pek niyeti yok gibiydi. Mert kapıda bekliyordu; omzunu duvara yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Hakan ise içerde Aden'le bir şeyler konuşuyordu.
" Aden hocam, yanlış anlamazsanız size bir şey sorabilir miyim?"
" Tabi ki Hakan bey buyurun? "
" Şu Hakan'ı atsan da sadece bey desen bana?" kısık sesle söylemişti ama Aden onun içinden bir şeyler söylediğini duymuştu. " Duyamadım pardon?"
Hakan " Yani, acaba numaranızı almam mümkün mü? Hani okul bizi yine böyle staj için falan gönderir, haberleşmek için yani? "? Hani okul bizi yine böyle staj için falan gönderir, haberleşmek için yani? "
" Tabi olur. " Bu diyaloğu duyan Mert'in yüzünde ise şaşkın bir gülümseme vardı ama daha çok Hakan'ın konuyu bu kadar çabuk bağlayabileceğini ve Aden'den bu kadar etkilenebileceğini beklemiyordu.
Aden hafifçe gülümsedi, çantasını omzuna alırken telefonunu çantasından çıkardı. “Hazırsanız yazayım,” dedi. Hakan hızla cebinden telefonunu çıkardı, ekranı açtı.
“Hazırım,” dedi, sesi biraz fazla kendinden emin çıkmıştı. Elleri hafifçe titriyordu ama yüzüne belli etmemeye çalışıyordu. Aden, numarasını yavaşça söyledi. Hakan da dikkatle yazdı, ismini ‘Aden Hoca’ diye kaydetti. “Teşekkür ederim,” dedi içtenlikle.
Aden başıyla selam verdi. “Bir şey değil, siz de dikkatli olun,” dedi, sonra adımlarını kapıya doğru çevirdi.
Mert, Aden’in yaklaştığını görünce hemen toparlandı. Omzunu dikleştirdi, gülümsemesini bastırdı ama Aden geçip gittikten sonra başını sınıfa uzattı.
“Yok artık kardeşim... Beş dakikada hem staj hem numara? Bu nasıl bir beceri?” dedi kısık sesle, Hakan’ın yanına gelirken.
Hakan, telefonunu cebine koyarken gözlerini kaçırdı. “İletişim lazım dedik... resmî görev sonuçta.”
Mert kıkırdadı. “Aynen, resmî. Tamamen millî menfaatler doğrultusunda yürütülen bir numara alışverişi.”
İkisi birlikte koridorda yürümeye başladılar. Okul sessizleşmişti. Mert, Hakan’ın yanına dirseğiyle dokundu. “Bana bak Hako... Bu iş resmîden öteye giderse haberim olsun. Bahse girerim ilk buluşmanız okul dışında bir yerde olur.”
Hakan yan yan baktı. “Daha numarasını yeni aldım lan, ne buluşması...”
Mert göz kırptı. “Ya yürü git. Senin niyetin çoktan belli oldu. Ama helal olsun, böyle bir hareketi ancak sen yapardın.”
Hakan gülümsedi, ama yüzünde belli belirsiz bir heyecan da vardı. İçinde tuhaf bir his kıpırdanıyordu. Aden'in sesi hâlâ kulağında çınlıyordu. Belki de bu görev, düşündüğünden çok daha özel bir şeye dönüşecekti...
***
Asel Karaca
Bugün üs sessiz. Eğitim yok, operasyon da yok. Sadece raporlar, biraz kütüphane temizliği, biraz da vakit öldürmelik muhabbet. Yani tam da ihtiyacım olan şey. Nöbet kulübesine doğru yürürken İsmaili gördüm. Elinde termos, gözleri uzaklara dalmış. Çok konuşkan biri değildir ama garip bir şekilde sessizliğine alıştım. Hatta bazen bu sessizlik içinde söylediklerini daha net duyabiliyorum. Yanına gittim.
“Ne içiyorsun?” dedim, termosuna bakarak.
“Filtre kahve. Şeker yok,” dedi. Sonra hafifçe gülümsedi. “Senin damak tadına uyar mı bilemem.”
Kahvesinden bir yudum aldı. Yanına oturdum, ayaklarımı uzattım. “Benim damak tadım savaş alanı gibi. Ne çıkarsa yerim, ne denk gelirse içerim. Şekersiz kahve de olur.”
Sessizce güldü. O gülüş var ya... sessiz ama derin. İçinde söyleyip söyleyemediği bir şey var gibi.
“İsmail, sen benimle hiç kavga etmiyorsun, fark ettin mi?”
“Seninle kavga etmek… zeka isteyen bir şey. Gereksiz risk.”
Güldüm. “Güzel kaçamak cümle. Ama ciddiyim. Herkes bir şekilde bir şeyler tartışır benimle. Sen tartışmıyorsun.”
Bir anlık sessizlik. Göz göze geldik. Sonra hemen gözlerini kaçırdı. Bu kadar dürüstlüğü karşılayacak bir cümle aradı kafasında, ama bulamadı sanırım. Sadece omuz silkti.
“Sadece seni olduğun gibi kabullenmekle ilgili. Tartışacak bir şey görmüyorum,” dedi.
Bunu söylediğinde içimde bir şey kıpırdadı ama hemen bastırdım. Benim için bu timde herkes kardeş gibiydi. Bu sözleri de öyle düşündüm. Öyle düşünmek zorundaydım.
Sonra ayağa kalktı. “Sana bir kahve getireyim mi?” dedi.
Başımı salladım. “Olur. Şekersiz. Ama içine bir damla insanlık kat, olur mu?"
Giderken sırtı dikti. Ama bir adımında tereddüt vardı sanki. İsmail kahve almaya gitmişti. Ben hâlâ nöbet kulübesinin önünde, çantasız, silahsız ama her zamanki gibi tetikteydim. Ayaklarımı uzatmıştım ama aklım bir türlü sabit kalmıyordu. İsmail’in o sözleri… “Seni olduğun gibi kabullenmek.” Bu cümle kulağıma bir kez çalındı mı, kolay kolay çıkmaz da neyse. Tam o sırada tanıdık bir ses duydum arkamdan.
“Yüzün düşmüş komutan. Kim sinirlendirdi seni bu sefer?”
Arkamı döndüm, Yasemin. Timin içindeki en sağlam kadınlardan biri. Hem aklına, hem kalbine güvenirim. Kimseye kolay kolay sokulmam ama Yasemin’e başka bir güvenim var. Belki de fazla benziyoruz diye.
“Kimse sinirlendirmedi,” dedim. “Sadece kafa dağıtıyorum.”
Yanıma oturdu. Çenesini eline dayadı. “Kafa dağıtmak için bir adamla yalnız kalmışsın. Tesadüf mü, kader mi?”
Gözlerimi devirdim. “Yasemin… Lütfen. İsmail’le sadece kahve muhabbetiydi.”
Kaşlarını kaldırdı. “Sen öyle san, komutanım. Ama o sana öyle bakmıyor.”
Bir an duraksadım. Omuzlarımı silktim. “O bana herkes gibi davranıyor.”
Yasemin başını iki yana salladı. “Asel, o sana herkes gibi davranmıyor. Farkında olmaman imkânsız. İki aydır seninle aynı görevlere talip oluyor. Seninle aynı eğitim saatlerini seçiyor. Nöbet değişimlerinde denk gelmek için plan yapıyor. Hatta geçen hafta senin sabah kahveni hangi makineden aldığını öğrenmek için Hakan gibi biri üç asker sorguladı.”
İçimden istemsizce bir gülme geldi ama y üzümde ciddi bir ifade vardı. “Abartıyorsun.”
“Abartmıyorum. Sadece görmemeyi seçiyorsun,” dedi Yasemin, sonra ciddileşti. “Ve bu senin hakkın. Ama onun da duyguları gerçekse, bilmeye hakkı var. En azından senin bilmeye.”
Bir süre ikimiz de sustuk. Yasemin’in söylediklerinden sonra kafam darmadağın olmuştu. Bir yandan "Yok artık" diyordum içimden, bir yandan da gözüm sürekli İsmail’i arıyordu istemsizce. Bir insanı fark etmek böyle bir şey miydi? Fark edince... her şey başka görünüyordu.
O akşam üsse dönünce hep yaptığımız o sessiz gece eğitimine çıktık. İkili ekip hâlinde, sessiz ilerleme, yön bulma, iz takibi… İsmail yine yanımdaydı. Hep olduğu gibi.
“Sol taraf temiz,” dedi fısıltıyla. Elindeki işaret lambasını kısaca yaktı söndürdü.
“Görüş mesafesi düşük, sağdan devam,” dedim. Sesim soğuk, kontrol altında. Her zamanki gibi. Ama içim? Karma karışık.
İsmail önümde yürürken bir ara durdu. Kulağındaki telsizi düzeltti, sonra bana döndü.
“İyi misin? Sanki kafan başka yerde.”
Bir an donakaldım. Göz göze geldik.
O an... sanki ilk kez baktım ona.
Gözlerinde o tanıdık güven vardı. Ama bu kez başka bir şey daha fark ettim. Sözlerinin ardındaki dikkat. Her zaman oradaymış da ben görmemişim gibi.
“Yorgunum biraz, ondan,” dedim kısa keserek.
Başını hafifçe salladı. “İyiysen sıkıntı yok. Ama bil ki, ben buradayım, tamam mı?”
Bu sefer gülümsemedim. Ama içimden geçen tek şey şuydu; Gerçekten de hep oradaymış.
***
Mert ve Hakan niyahet üsse vardıklarında Eray ve Ayaz kollarını göğüslerde bağlamış onları bekliyordu. İkisinin de yüzünde ciddi ama alaycı bir ifade vardı. ‘‘ Oo Teğmenlermiz de teşrif etmişler. Zahmet oldu size de biz sizi daha beklerdik.’’ dedi Ayaz. Eray ise hiç bir demeden ikisinin ortasına geçti ve kollarını ikisinin omzuna koydu. ‘‘ Operasyondan sonra benim evde maç izleyeceğiz. Cips, kola, çekirdek artık ne zıkkımlanacaksak siz alıyorsunuz. İtiraz kabul etmiyorum.’’ Mert ve Hakan başlarını sallayıp aynı anda ‘‘ Emredersiniz Koutanım’’ dediler. Ardından Ayaz kapıdan çıkmak üzereyken arkasına bile bakmadan onlara seslendi. ‘‘ Hadi bakalım. Görev beklemez.’’
‘‘ Ayaz Komtanım.’’ diyerek durdurdu Mert onu. ‘‘ Görev ne tam olarak? Hani biraz detay verseniz fena olmaz.’’
Ayaz arkasını döndü. ‘‘ Sınır hattında ciddi bir hareketlilik var Müdahele etmemiz gerekiyor.’’
Mert başını salladı. Ardından etlerin yanına gittiler. Hepsi jetlerine yerleştiklerinde telsizlerden Eray’ın sesi duyuldu. ‘‘ Bir sıkıntı var mı Ânka?’’
‘‘ Motorlr aktif. Herhangi bir sıkıntı yok.’’ dedi Ayaz.
‘‘ Rotayı yükledim. Hedef bölge 7 dakika Komutanım.’’ dedi Mert.
‘‘ Hiçbir sıkıntı yok Komutanım.’’ dedi Hakan.
Jetler aynı anda pistten kalktı. Yedi dakika sonra bölgeye vardılar. Eray öncü jetin başındaydı. ‘‘ Ânka. Hedef koordinatları 42.7 Kuzey, 36.2 Doğu. Radarda üç izinsiz temas var.’’
Ayaz telsizden konuştu. ‘‘ Onlar da bizi fark etti. İrtifa değiştiriyorlar.’’
Mert’in de sesi hemen ardından duyuldu. ‘‘ Uyarı sinyali gönderiyorum Komutanım.’’
Hakan ‘‘ Üç numara sağ taraftan saracak gibi dikkatli olun. Ayaz Komutanım siz önde ilerleyin ben arkadan geleceğim. Kaçma şansları yok. ‘’ dedi. Jetler hedef uçakların çevresini sardı. Radarda belirginleşen tehdit, artık gözle görülebilir hale gelmişken Eray’ın sesi duyuldu. ‘‘ Ateş izni yok. Sadece sınır dışına yönlendirin. Eğer direnirlerse ben uyarı ateşi açacağım.’’
‘‘ Bir tanesi pes etti ama diğer ikisi hâlâ direniyor.’’
Ayaz direktif verdi ‘‘ Mert, Hakan siz arkadan sıkıştırın. Eray, arkaya geç. Yönlerin Doğuya çevirin.’’
Birkaç manevradan sonra izinsiz hava araçları sınırın dışına doğru yön değiştirerek bölgeden uzaklaştı. Eray telsizden timiyle gurur uyuyormuş gibi bir ses tonuyla konuştu. ‘‘ Dönüş izni verildi. Görev tamamlandı. Bravo Ânka.’’
‘‘ Üsse dönünce biri lütfen bana buz gibi soğuk su alsın mahvoldum.’’ dedi Ayaz nefes nefes kaldığı sesiyle. Mert gülerek cevap verdi. ‘‘ Merak etmeyin Ayaz Komutanım. O iş bende. ’’
Jetler üsse dönerken gökyüzünde bıraktıkları izler görev bilincinin ve takım ruhunun imzasıydı…
***
Asel Karaca
Üssün ağır havasından çıkıp eve girmek, başka bir dünyaya adım atmak gibi. Omuzlarımda taşıdığım her şeyi kapının eşiğinde bırakmak istiyordum. Sırtımda biriken yorgunlukla anahtarı çevirdi.
Kapıyı açmamla beraber içeriden gelen kahkaha sesleri çarpıyor yüzüme. Loş bir ışık, fonda çalan hafif bir müzik, masa baştan sona atıştırmalıklarla dolu. Aden yerde pufların üzerine yayılmış, Eylem bir kadehi havada tutmuş bir şeyler anlatıyor, Gizem ise mutfaktan bir tabak daha getiriyor.
Üniformamın içinden taşan askeri disiplinle içeri adım attığım gibi yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
“Ne oluyor burada kızlar, evin enerjisi değişmiş?”
Eylem gülerek bana döndü. “Asel Quenn hoş geldin! Bugün dinlenmişsin ama akşam bizimle yorulacaksın!”
Gizem göz kırptı. “Hadi, üstün başınla kalma, at üstündekileri. Bu gece sadece kadın kadına! Ne harp var ne de eğitim.”
İçimde bir şey oldu o an. Savaşın içinden çıkıp bu sıcaklığa düşmek bir mucize gibi. Hepimiz savaşıyoruz bir yerlerde ama burada, bu evde sadece biziz. Kırılabilir hâlimizle, gülüşlerimizle.
“Tamam, tamam… teslim oluyorum. Beş dakikaya üzerimi değiştirip geliyorum. Ama sonra şu müziğin sesini biraz daha açacağız, anlaştık mı?”
Aden güldü. “Söz! Ama ilk dans senin!”
Üzerimi değiştirip salona döndüğümde, her şey daha da yumuşamıştı. Sanki askeri disiplinle ördüğüm kabuğum bir kenarda unutulmuştu. Üçü de rahat bir pozisyonda, battaniyelere sarınmış, ellerinde sıcak içeceklerle oturuyordu. Ben de usulca aralarına katıldım.
Bir an sessizlik oldu. Müzik hala çalıyordu ama kimse konuşmuyordu. O sessizlikte, kelimelerin dökülmesi kaçınılmazdı.
“Hiç düşündünüz mü, şimdiki mesleklerimizi yapöıyor olsak ne olurdu?”
Eylem başını kaldırdı. Aden sırtını dikelştirdi. Bense bardaktaki çayıma baktım.
“Sanırım ben hâlâ adaletin peşinde koşardım… ama böyle değil. Belki bir gazeteci olurdum. Sözle savaşırdım.”
Aden “Ben büyük ihtimalle çocuklarla ilgili bir şey yapardım. Belki bir öğretmen, belki bir rehber… Sessizleri duyan biri.” dedi.
Gizem gülümsedi. “Ben? Ben dümdüz bir veteriner. Hayvanlar konuşmaz, ama hisseder. Yargılamaz, ama yanında olurlar.”
Sonra bana baktılar. Sessizlik tekrar üzerime çöktü. Bu soruyu kendime sormamıştım. Koca bir hayat sanki hep asker olmak için var edilmişti.
“Ben sanırım ben hep böyleydim. Güçlü durmaya programlı. Ama bu üniforma olmasa da, bir şekilde insanları korumaya çalışırdım. Belki bir dağ köyünde, belki bir afet bölgesinde... Ama yine savaşın içinde olurdum. Çünkü içimdeki savaşı sadece dışarı yönlendirmeyi öğrendim."
Göz göze geldiklerinde hiçbirimizin kahraman olmadığını fark ettim. Her birimizin içinde çatlayan yerler vardı. Ama o çatlaklardan ışık sızıyordu.
“İyi ki buradayız.” dedi Aden.
“ İyi ki birlikteyiz.” dedi Eylem.
"Ve iyi ki olduğumuz gibi kabul ediyoruz birbirimizi." dedi Gizem.
Ben sustum. Ama içimden geçen tek şey İyi ki bu savaşı birlikte veriyor olduğumuzdu...
***
" Ve maç başladı sayın futbol severlet. Beşiktaş Kadıköy'de Fenerbahçe'ye konuk oluyor."
Eray, Fenerbahçe formasıyla salona yayılmış, koltuğun tam ortasında.
Ayaz ve Mert, Beşiktaş atkılarıyla iki yanına çökmüşler.
Hakan, Galatasaray eşofman üstüyle arka koltuğa oturmuş, ayaklarını sehpaya uzatmış. Gülüyor ama içeriden içeri kıs kıs.
Eray "Bakın net söylüyorum, bugün Fener alırsa hiçbiriniz buraya bir daha Beşiktaş atkısıyla giremezsiniz!" dedi sinirle. Gerçi ne dediğinin farkında bile değildi.
"Sen önce şu kaleciye dua et. Daha dakika beş, üç net pozisyon kaçtı. Dua et ki skor hâlâ 0-0!" dedi Mert.
"Yemin ediyorum bizim mahalledeki kaleci Emre bile daha iyi kurtarırdı şu topları. Ama olsun, biz alışkınız… Fenerbahçe’ye karşı rakiplerin şansı hep yaver gider!" diye yakındı Ayaz.
Hakan kolasından içtikten sonra "Ben sizi izliyorum da… Allah sabır versin bu derbiye gönül verene. Biz Galatasaraylılar ne güzel, şu an ligi izlerken keyfimize bakıyoruz." dedi.
Eray sinirle konuştu " Senin keyfin yerindeyse, kesin bu sene yine hakemler iş başında demektir!"
Mert hem alaylı hem de güler bir ses tonuyla cevap verdi Eray'a "Ayy başladı yine hakem muhabbeti. Fener kötü oynayınca hemen ‘hakem’!"
Ayaz kıkırdayarak "Bırak hakemi, Fener bu maçı alırsa ben Ayaz değilim. Hatta gider Fener formasıyla sahilde koşarım." dedi
Hakan hemen atladı "Aaa söz mü? Kameraya çekeriz. Reels yaparız, story yaparız, YouTube'a koyarız."
Eray stresli bir ses tonuyla konuştı. "Tamam lan! Şu top gol olsun da forma da giyerim , bayrak açarım!"
O anda ekranda Fenerbahçe korner kazandı. Eray ayağa fırladı. Ayaz ve Mert gerildi. Hakan hâlâ rahat. Eray ise heyecanla yerinde duramıyor.
"Şşş! Sessizlik! Bu bir işaret. Bak, hissettim bu sefer geliyor…"
Korner kullanıldı, top kalabalıkta sekti ama kaleci yumruklayarak uzaklaştırdı .Ayaz ve Mert aynı anda sırıtarak "Buyur buradan yak!" diyerek güldüler.
Eray "Lan sizin yüzünüzden oldu! Enerji yollayın dedim, nazar ettiniz!" diyerek yastığı onlara fırlattı.
Hakan umursamaz ve alaycı bir tavırla "Ben dememiş miydim? Bu derbiler hep aynı. Gereksiz stres, gereksiz umut." dedi.
Mert gülerek cevap verdi. "Komutanım, maçtan sonra ağlamazsın değil mi? Ayaz Komutanımın omzuna yaslanırsın en fazla."
Ayaz ciddiyetle "Yaslanmak istiyorsa ben yokum. Beşiktaşlı bir omuza Fenerli baş değmez." dedi.
Eray "Tamam lan, bu gece siz güleceksiniz. Ama haftaya rövanş var. O zaman kahkahaları ben atacağım!" diyerek son sözü söyledi.
Bu sırada Fenerbahçe kontra atağa kalktı. Eray sabırsızlıkla yerinden fırladı. " Hadi lan Talisca, at oğlum Skriniar'a vur lan kaleye. GOOOOOOLLLLL"
Eray ayağa kalkıp odanın içinde koşmaya başladı. Ayaz ve Mert ise sinirle ellerindeki yastıkları fırlattılar.
"Senin gibi kaleciyi de, o defansında taa-"
" Aman Ayaz komutanım sakin."
Eray'ın “Mazinde bir tarih yatar, yaşa Fenerbahçe!” dizeleri evi inletirken, Ayaz sinirden alnını ovaladı.
“Eray, yeminle var ya...şu an askerlik bitti benim için. Sivilde karşılaşsak gözüm görmezdi seni.”
Eray kahkahalarla bağırdı: “Efsanesin be Skriniar! Bu adam var ya, sarı-lacivert kalp taşıyor!”
Mert de ayağa kalktı, yastığı geri aldı ama bu sefer elindekini fırlatmadı. Sert bir bakış attı Eray’a.
“Komutanım siz var ya... sen kesin gizliden gizliye voodoo falan yapıyorsun. Bu kadar şans başka nasıl açıklanır?!”
Hakan, bir köşede sessizce oturuyordu ama telefonunu yüzüne yaklaştırmış, biriyle olan mesajlaşmasına devam ediyordu. Mert durumu fark etti, hemen Hakan’a döndü.
“Sen neyin peşindesin lan? Maç falan umurunda değil senin!”
Bu sırada Beşiktaş atağa geçti. Herkes televizyona döndü. Aayz ve Mert hızlıca ayağa kalktılar. Kollarını birbirlerinin omzuna koydular. Ayaz son sesiyle bağırdı. " HADİ LAN RAFA. SUSTUR ULAN ŞU CİKCİKLERİ!"
Mert heyecanla bağırdı " Lan hadi Gedson. Vur kaleye oğlum. "
Ardından ikisi de bağırdı. " GOOOOOOLLLLLL GEDSON FERNANDEEEES"
Ayaz ve Mert odanın içinde koşmaya başladılar. Eray morali bozuk bir şekilde yerine oturdu. Ayaz ve Mert gülerek Eray'ın karşısına geçtiler. Ayaz gülerek Eray'ın ensesine vurdu " N'oldu lan. N'oldu. Marş söylüyordun burada. Ne oldu lan cikcik. "
Ayaz ve Mert bağırarak beste söylemeye başladılar.
"Beşiktaş'ım ne zaman durmuş?, Kartal uçup kalbime konmuş, Haydi hisset bu hislerimi, Haydi hisset bu hislerimi"
Aradan dakikalar geçti. Artık son dakikalar oynanıyordu. Fenerbahçe son atağa çıktı. Eray tekrar yerinden fırladı. " Hadi lan En-Nesyri, kanıtla lan kuyudan çıktığını. Vur direk kaleye. GOOOOOLLLLL"
Ve son düdük çaldı. Televizyondan spikerin sesi duyuldu. " Ve maç bitiyor sevgili futbol severler. Fenerbahçe, evinde Beşiktaş'ı Milan Skriniar ve Yousef En-Nesyri'nin golleriyle 2-1 mağlup ediyor"
Bir anlık sessizlik olur.
Eray birden ayaklandı, kollarını havaya açarak
“YEEEEES! İşte bu! Bu da mı gol değil Ayaz?! Bu da mı pozisyon değil Mert?!" dedi.
Ayaz "Lan biz topa sahip olduk… Biz pozisyonu bulduk… Ama golü onlar attı! Bu nasıl bir adalet?" dedi.
Mert kanepede sinmiş, hafif gülerek ama sinirli bir sesle konuştu. "Topla oynamak değil mesele, gol atmak mesele. Bugün şans onlardaydı… Neyse ya, sağlık olsun."
“Şans mı? Oğlum bu strateji, bu oyun zekâsı, bu takım ruhu! Siz anlamazsınız…”
Hakan koltuğunda yayılmış halde kolasını yudumladı “Yine Galatasaray’a yaramadı ama maç baya eğlenceliydi. Özellikle Eray’ın gol sonrası çığlığı, komşular polisi arayacak sandım.”
“Arasınlar kardeşim, gelsinler... Hatta gelsinler, onlara da izletirim. Tarihi bir maçtı bu! Ayaz sen story atıyordun ya, al sana story konusu!”
Ayaz kısık sesle Mert'e seslendi. “Bi’ daha bu eve Beşiktaş formasıyla gelirsem, Kimse beni kapıdan içeri almasın."
"Ben de Fenerbahçeli gibi hissettim lan biraz. Ama sadece iki dakikalığına. Sonra yine ayıldım.”
Eray televizyonu kapattı ve ses tonunu değiştirdi
“Bakın beyler… Güzel maçtı. Gerçekten. Her derbi böyle olsun… Ama bir dahakine sizden biri yenilsin de ben yine kazanayım.”
“Lan adam tek kişilik tribün gibi… Kendi kendine kutluyor.” dedi Hakan.
Eray alaycı bir tebessümle ceval verdi ona “O zaman bir hatıra fotoğrafı alalım mı? Yenilenler üzgün, kazanan gülümser şekilde…"
"Ben seni o fotoğrafa gülümseyerek sokmam, Eray. Bak hâlâ sinirim geçmedi."
Mert kafasını iki yana salladı. “Gerçekten bu adamla maç izlemek IQ kaybı.”
Eray güldü “Ya da Fenerbahçe kazanmış olmanın verdiği mutluluk."
Ayaz, Mert ve Hakan, maçın etkisinden çıkmaya çalışırken, Eray gizlice telefonunu televizyona bağlar. Yüzünde muzip bir sırıtış vardır.
Eray “Hazır olun çocuklar… Tarihe tanıklık etmeye devam ediyorsunuz…” diye mırıldandı. Sonra bir anda salonda müzik yükseldi
Mazinde bir tarih yatar
Yaşa Fenerbahçe
Türk'ün kalbi senle atar
Yaşa Fenerbahçe
Ayaz şokla başını Eray'a çevirdi “Yok artık... Yok artık Eray! Bunu yapmazsın!”
Mert ellerini başına götürdü. “Komutanım vallahi bir gün beni hastanelik edeceksiniz ! Bu nedir ya!”
Hakan kahakayla karışık bir şaşkınlıkla cevap verdi.
“Ben bu adamın enerjisini yenmek için antrenmana falan başlamalıyım. Marş mı açılır bu saatte!”
Eray “Hadi oğlum! Eşlik edin! Bak burası çok güzel geliyor şimdi... Sen bir nefes, aldığım her an. Sen bir özlem içimde hep buram buram"
Ayaz yastığı kaptı ve Eray’a fırlattı “Yeter lan! Televizyonu da kapatıyorum, senin sesini de!”
“Şaka gibi ya... Fener gol attı, biz gol yedik, adam hâlâ kutlama peşinde.” dedi Mert.
Eray televizyonun karşısında açıklama yapar gibi ellerini açtı. “Dostlar... Bu sadece bir galibiyet değil, bir yaşam biçimi. Bu Fenerbahçe!”
Hakan “Ben çıkarken elektiriği keseyim mi? Bu artık bitmez çünkü.”
Ayaz gülümser ama hâla sinirlidir. “Bir gün bizim takım kazandığında bu evde marş değil, mevlit okutacağım. Hepimiz tövbe edeceğiz Eray gibi olmamak için.”
“Benim gibi olmanız zor kardeşlerim. Ama benimle gurur duyabilirsiniz!”
TV’den marş devam ederken dördü de yastık savaşına tutuştu. Salonda gülüşmeler, boğuşmalar, “Bırak lan!” sesleri arasında gece ilerledi. Dışarıda İstanbul sessizliğe bürünürken, Eray’ın salonu hâlâ "Yaşa Fenerbahçe!" nidalarıyla çalkalandı.
BÖLÜM SONU
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |