
General Guter esaretten kurtarıldıktan sonra soluğu yeniden Loropis’te almıştı. Korku gözlerini boyamasına rağmen vazgeçmeye niyeti yoktu. Darbeyi yapacaktı ve krallığın yeni kraliyet ailesi o olacaktı. Tüm planı istediği gibi gidiyordu fakat son doğan kral planlarını biraz sekteye uğratmıştı.
Loropis’e girişinin ardından halk ve garnizon ona sinirli gözlerle bakıyordu. Hepsi ondan nefret ediyordu çünkü krallığı büyük bir savaşa sürükleyecekti. Bunu biliyordu fakat bir şey gözlerini kapatmıştı… O artık etrafında olanları göremez olmuştu.
Saray’a gelişi vikontlar tarafından saygıyla karşılandı ve kendisi henüz taht odasına giremese de oranın hayaliyle yaşıyordu. İlk girişinde hepsinin gözünde değerinin düştüğünü biliyordu.
Ona itaatle bağlı olmayan tek vikont Xavier’dı. Kendisi sadece krallara boyun eğerdi. Bu yönünden dolayı sadık bir komutan olarak görülüyordu.
Xavier ve diğerlerinin kendisine duyduğu sadakatten emin olmadığı için Fujih ve İris’i yanına alarak odasına gitti. Gidişinin üstüne diğer vikontlar hazırlıklara devam ediyorlardı.
Odasına girer girmez Fujih’i tutarak yüzüne bir yumruk attı. Sesi sarayın tüm katlarından duyulmuştu. Ayağa kalkmaya çalışınca bir kez daha tekmeledi. İris sakinleşmesi için tutunca ona da bir tokat attı. Siniri biraz daha yumuşayınca koltuğa oturdu.
“Bizim onurumuz tamamen bitti Fujih! Koloton’un aptal komutanının yalanı yüzünden esir alındım ve bir ordu Loropis’e geliyor! Ne yapmalıyız?”
“Gelemeden öldürmek için darbeyi şimdi başlatalım?”
İristen gelen teklif üstüne ayaklarını yere vurarak düşündü. İris’in sunduğu teklifi biraz daha abartmak istiyordu. Daha iyi bir şeye ihtiyacı vardı ve bunu iç savaşa döndürmek için elinden geleni yapmak istiyordu.
“Daha iyi bir fikrim var. Yaptığımız bu kalkınmanın sonunun böyle olması biraz kötü fakat yapmak zorundayız.”
Fujih ve İris kulaklarını dikkatle ona doğru yönlendirdiler. Ağzından çıkacak sözleri dinliyorlardı.
“Darbeyi bir iç savaşa yönlendiriyoruz. Orduya haber verin bu şehrin kapıları kapatılsın. O buraya gelirse şehri yakmaktan başka çaresi kalmasın.”
İkisi de bu fikri sevmemişti çünkü bu fikir krallığı tehlikeye atacak kadar kanlı bir teklifti. Şeytanlar ilk defa kılıçlarını bir şeytana doğrultacaktı. Bu karar öyle büyük bir karardı ki bilgisi öteki sınırlarda olan düşmanları bile sevindirecek kadar kötü bir karardı.
“Bunu yaparsak krallığımız zayıflayacaktır! Kendi ülkemize kılıç mı kaldıracağız?”
“Benim ölmem daha mı önemli İris? Eğer ben ölürsem krallık daha büyük bir iç savaşa sürüklenir.”
“Evet İris o haklı. O çocuğun yanına destekçi çekmeden ölmesi lazım yoksa krallık bölünecek.”
İris daha fazla ağzını açmadan sustu ve ellerini bağlayarak dinlemeye devam etti. Karar verilmişti Loropis bölgesi tamamen kapatılacaktı ve şehre girmeleri engellenecekti.
Komutanlara haber verildikten sonra hepsi ordulara haber vererek şehrin her bir etrafına dağıldılar. Surlar dayanıklı hale getiriliyor, büyücüler duvarları bariyerle koruyor, okçular surların üstüne dağılarak kuş bile uçurtmuyorlardı.
Loropis bölgesi hazırlanırken garnizon askerleri bu durumdan huzursuzlardı. Garnizon askerleri bile aralarında sorunlar olsa da çoğunluğu kraliyet ailesine sadakatle bağlıydı. Bu durumu öğrenen Kortus ve Xavier beraber durumu kimsenin duyamayacağı bir yerde konuşma kararı aldılar.
Binaların olmadığı surlara yakın bir ormanda oturduktan sonra birbirlerine baktılar ve bir süre sessizlikle durdular. Birisini bekliyorlar gibi görünüyordu. Çok geçmeden uzaktan kanatları olan bir şeytan geliyordu. Evet, bu gelen Momoi’ydi.
“Sizlerde duydunuz sanırım olanları. Şimdi ne yapacağız kardeşim?”
“Böyle bir karar vereceğini düşünemedim. General Guter ateşle oynadı ve en sonunda patlayıcıyla oynamayı tercih etti.”
“Bir şeytan alçaldığı zaman böyle şeyler yapar. Bizim doğamız bu zaten.”
“Ne yapalım Kortus ve Momoi?”
“Bu yaşlı kadını bilmem ama ben bizimde kralın tarafına geçmemiz gerektiğini düşünüyorum.”
“Bunu yaparsak kan dökülecek. Kan dökülürse krallığın gücü zayıflar.”
“O halde ikinizde beni dinleyin. Garnizon askerleri asla kraliyet ailesine kılıç çekmez. Merak etmeyin gün geldiğinde garnizon askerleri onları esir alarak şehri yeniden korurlar.”
Üçü de karar vermekte zorlanıyorlardı. Garnizon askerlerine güvenerek susmalılar mı? Yoksa karşı çıkıp savaşmalılar mı? Cevabını bulamadıkları esnada verilmesi gereken cevap gelmişti. Bir asker elinde mühürlü bir emir kağıdıyla gelmişti.
Nefes nefese kalan askerin elinden kağıt alındıktan sonra Kortus okumaya başladı. Üzerinde yazanları gördükten sonra gözleri tamamen açıldı ve kağıdı yanlışlıkla yırttı. Üstünde yazan bilgi General Guter tarafından verilen emrin bilgileriydi…
“İşte şimdi gerçekten savaş çıkacak. Hem de çok büyük bir savaş çıkacak.”
“Kağıtta ne yazıyor Kortus? Çok önemli bir şey mi?”
“General Guter bu kağıda tüm garnizon askerlerinin esir alınması gerektiğini yazmış. Şimdiden kuzey ve merkez kısmı tamamen esir alınmış. Bizden güney surlarına kadar olan kısımda bulunan garnizon askerlerini esir almamızı istedi.”
Ağaçların üstünden bir çatırtı sesi gelmişti etraflarına baktıklarında Kortus’un arkasında Killer Clown vardı. Çoktan yapması gereken görevden dönmüştü. Belinde takılı kanlı bir kese vardı. Kesenin ipini koparttı ve işi aldığı efendisinin eline verdi.
Momoi içini açtığında kesilmiş parmaklar gördü. Ne olduğunu sormak için Killer Clown’a döndüğünde kendisi daha sormadan cevapladı.
“Kraldan emir aldım ve yerine getirdim. Ücreti senin yerine ödedi. Kralınız sizden daha akıllı gibi görünüyor.”
Üçünün de kafası karıştı. Emrin ne olduğunu anlamamıştı üstüne ellere baktığında bu ellerin ne olduğu anlaşılmamıştı. Kafasını tekrar kaldırdı ve Killer Clown’a baktı.
“Bu parmaklar ve eller kime ait? Sana efendimiz ne iş verdi?”
“Beni öldürsen bile müşterimin görevi müşterime aittir bilgi vermem. Ben teslimatı yaptım. Detaylı bilgileri kendisi biliyor. Bana öldürmem için para verilir öldürürüm. Bilgiyi yaymam söylenir yayarım. Sorgulamam.”
Gelen emir, suikastçının aldığı görev, krallarının bu keseyi teslim etme nedeni hepsi bir bilinmezlikti. Karar veremedikleri için son çare olarak beklemeye kadar verdiler. Efendilerinin bir planı var gibi görünüyordu.
Saraya dönmelerinin ardından hazırlıklar devam ediyordu ve garnizon askerleri teker teker azaltılıyordu. Loropis şehri bir savaş alanına dönecekti. Bunun olacağından Loropis şehrindekilerin haberi yoktu. Hepsi sadece kralın içeri giremeyeceğini düşünüyordu.
Günler hızlı bir şekilde geçiyordu… Birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün, dördüncü gün derken çoktan 2 hafta geçmişti. Tokito bu yolculukta rahattı çünkü düşmanın hareketini biliyordu.
İkinci haftada Loropis güvenliği en üst düzeyde gibi görünüyordu. Tüm surlar güçlendirilmişti ve kuşatma olursa diye kaynaklar rezerve edilmişti. Şehir sakinleri olası bir savaşa hazırlardı. Loropis ya kanın döküldüğü bir krallık baş kenti olacaktı ya da darbeyle düşürülen bir krallık olacaktı.
Guter Tokito’nun kuzeyden kuşatacağını düşünerek kuzey tarafında bekliyordu. Savaş zırhını kuşanmıştı ve kılıcını kınında bekletiyordu. Çünkü gözcüler kuzeyden ordunun geldiğini haber vermişlerdi.
Ordu surlara yaklaştığında surlardan cevap olarak ok atışları gelince ordu durdu ve tahtadan barikatlar inşa etmeye başladılar. Kuşatmanın başlamasıyla beraber taarruz atışları başlamıştı. Çevre köylerden ve şehirlerden gelen desteklerle ordusu 1300 askerden fazlaydı. Büyük savaşın yıkıcı saldırıları daha başlamamıştı…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 253 Okunma |
40 Oy |
0 Takip |
57 Bölümlü Kitap |