♫ Amo 988 - sensin o ♫
Arabaya binmemiz ile ikinci yolculuğum onunla başlamış bulunuyordu. Biraz mahcuptum açıkçası, biraz da içim huzur dolu. Bu kış gecesinde tanıdık birine rastlamak çok güzeldi.
Ayrıca hayatımı bi gözden geçirirsem eğer, şu son bir kaç hafta da hayatımın en güzel anlarını yaşadığımın farkına vardım. Yeni insanlar ile tanışıp, mesela Sinan ve onun gibi. Yeni dostluklar kurdum. Beraber güzel vakitler geçirdik.
O eski aylin' den yavaş yavaş eser kalmıyordu, biri zorla benim aylardır arkasına sığındığım, saklandığım duvarı yıkmaya çalışıyordu. Bu iyi bir şey miydi, bilmiyordum..
Rabbimin bana çizdiği o yolu geçmem gerekiyordu, ya yaralı bir şekilde yada...güçlü bir şekilde mi?
Ben yaralarımı saklamaya alışmışım bunca yıl, şimdi mutlu olmak, gülümsemek..
Buna iznim var mıydı? Yoksa her bir gülümsememde, her bir neşemde acaba diyip korkmam mı gerekir? Korkup da kabuğuma saklanmak? Her bir mutluluğun bir bedelli olur muydu? Her bir Neşe'nin ardında, filizlenmiş bir tohum bekliyor.. ya ona iyi bakıp büyüteceksin, yada o tohumu öldürürsün..az diye döktüğün suyu çoğaltıp, taşmasını izlerken..aslında bir can gider...
"Ne o kara kara düşünüyorsun?" dedi sağ tarafımda arabayı süren Aziz. Araba durmuştu, yolu izlerken düşüncelerime dalan ben. Yeni fark ediyordum kırmızı yanan o trafik lambasını. Sonra azizin sorusunu yanıtsız bıraktığımı fark ettim ve "hiç, dalmışım öyle.." dedim yorgun ve durgun sesim ile.
Yorgunluğum sadece fiziksel değildi, ruhum da yorulmuştu, yıpranmıştı. Ama bunu onun bilmesi gerekmiyordu. Hatta hiç kimse bilmese de olur. Ona bakıp içten gülümsedim. Başını sallayıp, üstelemedi yalnızca "öyle olsun bakalım" diye ağzında geveledi.
Yeşil ışık yandı ve devam sürdü. Yollarda fazla insan yoktu, genelde zaten akşamları/ geceleri burası ruhsuz sokaklara dönüşürdü. Tek tek insan olurdu geceleri dışarıda. Onlar da ya gece kulüplerine gidenler olurdu, yada sokaklarda içen ve sızan insanlar. He bide çalışanlar vardı. Ama Türkiye ye kıyasla burası fazla boştu.
Ah be Türkiyem, yıllardır gitmiyordum, gidemiyordum..bazen nasip değildi. Ne zaman Türkiye'ye gitsek..küçüklüğümde orada yaşıyordum zaten, her yer bıcır bıcır insanlar ile doluyordu. Asıl hava kararınca başlıyordu eğlenceler. Abim, ben ve o zamanlar toplandığımız tüm mahalle çocukları bakkala koşardık. Birer dondurma, çerezlik alırdık.. ne güzel zamanlardı öyle. Sohbet, muhabbet oluyordu. İnsanlar dertsiz tasasız gülüp eğleniyorlardı.
Hepimiz biliriz, yaşamışızdır. Çocukken büyük ablalara, abilere, anne babaya özenirlir. "Bende büyünce.." "ben çocuk değilim!" "Ama siz yatmıyorsunuz, ben niye yatmam gerekiyor ki?" "Bu hiç adil değil ki?" "Okula gitmek istemiyorum, ödev üstüne ödev. Siz sadece işe gidiyorsunuz. Bir şey yapmıyorsunuz ki? Çok kolay ki sizin işiniz, hayatınız..." ve daha niceleri. Eminim herkes bu klişe cümleleri bir kerede olsa kurmuştur. O zamanki çocuk gözüyle bakmak, her şeyin masum olduğunu gösteriyor. Keşke hala öyle küçük dertlerimiz olsa, okula gitmemek için türlü türlü nedenler oluştursak. Ama büyümesek mesela? Büyünce çünkü hayat güzelleşmiyor.
Evet yaşadığın hayat aynı olabilir, lakin başka bir pencereden bakıyorsun o olaylara artık :)
Arabada fazla sessizlik vardı, bu sessizliği biraz olsa dağıtmak için "müzik açabilir miyim belki?" dedim. Bana bakıp gülümsedi, ve gamzesine hayranlıkla bakakaldım. "Tabikide, sormana gerek yok ki" ben müzik çaları açınca, tüm arabayı bir beste inletti.
"Gözleri kahır yârim,
Hasreti ağır yârim.
Sen bana emanetsin
Kaderi savur yârim..."
[Apolos Lermi' nin Gel göğsüme sığ yarim den alıntı bu sözler ]
Gözlerim ona kaydı, parmağıyla direksiyonda ritim tutuyordu. Sonra aklımı karıştıran o soruyu sordum. "Karadenizli misin?" Meraklı bir şekilde ona baktım, o ise yolla bakıyordu. "Bir nevi.." dedi. Ne demek ti bu şimdi, evet mi yoksa hayır mı? Noldu aylinciğim fazla meraklısın da bakıyorum? Ne alakası var iç ses ya, öylesine sordum. "Hmm anladım.." dedim demesine de, yinede anlamamıştım. Ama tabikide bunu ona demeyecektim.
Gece gece fazla yormamak gerekiyor beyni ya. Bana doğru bakıp gamzesi ortaya çıktı. Gülüyor muydu o? Kaşlarımı çatarak ona baktım "noldu?" sonra gözleriyle kollarımı işaretledi. Ben ne zaman kollarımı üst üste koyup birleştirmiştim ya? Resmen şu halim, sevgilisine grip atan bir ergene benziyor. Te Allahım yaa.. birleştirmiş olduğum kollarımı açıp bacaklarımın üzerine koydum.
"Yani annem..annem karadenizliydi. Babaannemin de çok hoşuna gidiyor Lazca ve oranın şivesi, öyle.." diye ekledi. "Karadenizliydi derken?" diye sordum masumca, daha sorumun nereye varmadan bakışından anlayıp çoktan pişman olmuştum.
Ölüm, her gün farklı farklı insanların ölümüne şahit oluyordum. Ama hiç tatmamıştım? Acaba o haykırışlar, hastane koridorlarda duyduklarım, ağlamalar.. gerçekten de sevdiğin birini kaybedince böyle mi oluyordu insan? Bir harabe...
Ölüm bu dünyada tek gerçek. Tıpkı küçükken arabada dinlediğim Candan Erçetin'in bir şarkısında dediği gibi...
"Dünyada ölümden başkası yalan.."
"Ben çok özür dilerim..bilmiyordum. Bu konuyu açmamam gerekirdi, özür dilerim Aziz.." sesim git gide sessizleşiyordu. Aldırış etmedi sadece bana bakıp acı bir gülümse ile yanıt verdi. O acının arkasında kaç yara, kaç bere vardı?
"Beş sene önceydi, işimden dolayı pek evde durmuyordum. Ardından askerliğim de yaklaştı.." bana anlatmasını beklemiyordum. Onun sözünü yarıda kesip " Aziz..anlatmak zorunda değilsin, gerçekten." O ise son beş dakikadır gibi bana hüzünlü ama bir o kadar anlayışla bakıyordu. "anlatmak istiyorum. Beni dinler misin?" diye sordu. Sorusu küçük masum bir çocuğu andırdı. Başımı salladım..
Beni neyin beklediğini bilmiyordum, korkuyordum ama öte yandan ona bir el uzatmak istiyordum. Bunca sene ölümlerle baş edebilen ben, bunun da üstesinden gelebilirdim öyle değil?
"Beş sene önce, o zamanlar fazla yoğundum. Hem işimden dolayı evde pek duramıyordum, hemde askerliğe vakit gelmişti. Bende vazifemi dile getirmek için ilk uçakla Almanya'ya gittim ailemin yanına. Onlardan helallik almak istedim, hani olur ya.. orada şehit düşürüm.." boğazını temizledi. Ben ise pür dikkat onu dinliyordum, müzik çalardan farklı farklı şarkı çalıyordu. Bir noktadan sonra o müzik notaları değil de, onun yaşadıklarını algılamaya çalışıyordum.
"Sonra benimle beraber havalimanına geldiler. Ne kadar gelmeyin desem de, inat ettiler. Bende kırmak istemedim onları, razı geldim. Teker teker onlara sarıldım, ellerini öpüp vedalaştım. Önce ninemin, ardından babamın ve annemin..." o anlatırken ben yolu izliyordum, gözlerim yavaş yavaş sulanmaya başlamıştı. Ağladığımı görmesini istemiyordum.
İçindeki acıyı benimle paylaşsa, bende ona nasıl yardım edebilirim diye, içim içimi yiyordu. Ona döndüm, ellerini izliyordum. Direksiyonu sım sıkı tutuyordu.. "keşke ondan asla ayrılmasaydım. Kollarımın arasında o güvendeydi, keşke son bir kes kokusunu içime çeksem son bir kes sesini duysam. Bu dünyada olmasa da rüyalarıma girse, olmaz mı Aylin?" dedi acı ses ile.
Kalbime yumru oturdu, boğazım düğümlendi, görüşüm bulanıklaştı. Ben sessiz kalınca o acısını devam kustu. Çekindi, daha doğrusu o çekindi ben utandım. Keşke sorumu hiç sormasaymışım..
"Üşüdüm, yokluğundan dondum Aylin. Sence o da üşüyor mu mezarda, Aylin? Anneler üşümez dimi?" Derin bir nefes aldı sakinleşmeye çalıştı. Ben ona içimden SUS ANLATMA, KALBİN ACIYOR HİSSEDİYORUM diye bas bas bağırıyorum, ama dışarıya anca acı bir şekilde ona baktım. Acıdığımdan dolayı değil, ama aklım almıyordu..anlıyordum onu, annem ölümden dönmüştü. Ama yanındaydı, bedenen. Onun ise annesi ruhen yanındaydı, bedenen gömmüştü.
Bir kaç dakika araba sessizdi, ardından kendini toparlayarak devam anlattı. "Beni uğurladılar. Onlar ise eve geçerken kaza yapmışlar. Benden gizlediler. Benden aylarca gizlediler Aylin!" Sessizlik..
"Ben askerdeyken belirli saatlerde atayabiliyordum ailemi. Her aradığımda ya babam açtı telefonu, yada ninem. Annem hiç açmadı Aylin. Ben sandım ki, belki hasrete dayanamamıştır, belki sesimi duyarsa telefonu kapatmaz sandım. Ben Sinan'ı aradım, Alperin aradım. Hepsi sustu. Aylarca geçiştirildim. Sonra.." boğazını temizledi.
"Askerliğimin bitmesine iki ay vardı. O gün de bayramdı. Bende aileme süpriz yapıp onlara gideyim dedim. Daha doğrusu annemi tekrar aradım ama ulaşamadım. İçimde bir yumru vardı aylarca. Ben gittim..gittim gitmesine ama tekrar geri dönemedim. Gitmeden evvel komutanımdan izin istedim. Durumu izah ettim. Ben annemin sesini aylarca duyamiyorum, onları bir iki günlüğüne gidip görsem, diye izin istedim. O an içim gitti benim. Komutanımın bana dediği şeyle çiviyle çakılı kaldım. Aylin.. komutanım dedi ki, evladım ölü birini göremezsin zaten. Ama illa mezarına gitmek istiyorsan, buyur gidebilirsin..dedi."
Aklım almıyordu,ne! Doğru mu anlamıştım.. ailesi aylarca gizlesin, komutanı bilsin ama onun hakkı yok öyle mi??
İnanamıyordum..
"Anlamamazlıktan geldim Aylin. İnanmak istemedim. Benim annem yaşıyordu, kollarımın arasındaydı. Sonra aylarca haber alamadığım, geçiştirilip durduğum yerde bana böyle bir haberle geliyorlar. Aylin, ben nasıl bir halde oradan çıkıp uçağa bindim bilmiyorum. Sadece şunu biliyorum. Ben vardığımda herkes beni gördükleri için şaşkın olmadılar, belki biraz. Ama en çok annemin ölümünü öğrendiğim için şaşırdılar.. Sinan olsun, Alper olsun..ula babam! Öz babam dahi gizlemiş bu gerçeği. Ben annemin cenazesinde olamadım. Ben annemin öldüğünü yaklaşık bir sene sonra öğrendim.."
Yüreğim yanıyordu, insan nasıl öz evladına böyle bir konu hakkından bahsetmezdi..
Sessiz kaldım, ne söyleyecek söz bulabiliyordum ne de nasıl avutacağımı. Hayat bazı insanlar için çok ağırdı. Bunu bir kez daha öğrenmiş oldum.
Araba durdu.Daha fazla süremeyeceğini diye anladığı için mi bana baktı bilmiyorum. Ne etrafıma bakıyordum, nede nerede olduğumuz umrumdaydı. Şuanki yaşadığım olayı sindirmeye çalışmakla meşguldüm. Aklım almıyordu. Ben nasıl üstesinden geleceğimi düşünürken, acaba o nasıl üstününden gelmişti..
Başka bir şey diyecekmiş gibi duruyordu. Ona doğru döndüm. Gözlerimiz kenetlendi. Artık o gözlerde birer enkaz, birer mezar görüyordum.
Hiç kimse, ama hiç kimse böyle bir acıyı yaşamamalı. Böyle bir anıya şahit olmamalı..
Dudaklarından beş harfli bir kelime döküldü. "Aylin.." dedi ve sustu. Adımı dudaklarının arasından öyle bi söyledi ki, içimde bir yerlerde bir şey sızladı. Ben ona yutkunup baktım. Sanki bana bir şey demek ile dememek için içi ile tartışıyordu. Tekrardan sakin bir şekilde "Aylin ben.." dedi.
Artık meraklanmıştım. Ne diyecekti? "Efendim Aziz, evet sen. Sen ne, Aziz?" Gözlerine baktım. Pencereden ayı görebiliyordum. Hilal şeklini almıştı. Gözlerinde ayın rengini görebiliyordum.
Gözlerinde enkazdan başka bir şeyler de gizliydi..bir şeyler saklıyordu,peki ne? İşte zamanla o da ortaya çıkar elbet. Sustu, ardından ise kafasını hafif sağ sola sallayıp "şey geldik." Nereye gelmiştik? Arkamı dönüp camımdan dışarı baktım.
Varmıştık..evime. Hiç fark etmemiştim oysa. Tekrardan ona dönüp "evet gelmişiz" dedim durgun bir şekilde. "O zaman ben gideyim. Tekrardan teşekkür ederim, seni de yormuş bulundum." Arka koltukla bıraktığım çantaya Aziz benden önce davranıp aldı. Ona gülümseyip, bana uzattığı çantamı alıp kapımı açtım. "Estağfullah lafı dahi olmaz. Asıl ben teşekkür ederim, beni dinlediğin için." Kafamı hafif yukarı aşağa salladım. "Estağfullah, anlattıkların aramızda."
Bu sefer o tebessüm etti. Ama hafiften, gamzesini görememiştim. Ah gülsene be zalim, gülmek size çok yakışıyor! İç ses ne diyorsun öyle yaa?! Hiç etik mi şu dediğin bee.. değil mi Aylin? Ben hiç bir sorun göremiyorum. Gayet etik. Ya sabır, ya sabır..
"Tamam aramızda, teşekkür ederim tekrardan. O zaman sana hayırlı geceler." Karşılık verip, arabadan indim. Çantamdan anahtarı ararken, başımı bi yukarıya çevirdim. Abim gözlerini kısmış bir vaziyete beni ardından ise azizin arabasını süzüyordu.
Aziz gitmeden şey deseydik ya, helvamızı kavursaymış..sus iç ses hiç sırası değil. Allahım lütfen gitsin, lütfen. Abim zile basmama izin vermeden, kapıyı yukarıdan açtı. Bende içeri girmeden evvel arkamı dönüp Azize baktım. O içeri girdiğimde ise gaza yüklenip gitti. Ben ise merdivenlerden çıkarken, ne tür bir bahane uydururum diye kara kara düşünüyordum.
Euzubillahimineşşeytaniracim Bismillahirrahmanirahim..
Ben merdiveninin son basacağına basarken, kapıda dikilen abimi görmem de bir oldu. Ben masumsan onun yanına varırken, o da kollarını birleşik bir şekilde beni süzmeye başladı. "Abi, bak açıklayabilirim.." dedim bir fısıltı ile. Saat gecenin 23:30 olmuş. Annemgil olsun, komşular olsun uyuyorlardır. Rahatsızlık verilmez ki. Abim dış kapıyı kapattır kapatmaz, benim odaya geçti.
Bende ayakkabımı çıkarttıktan sonra, onun peşine takıldım. Bir yandan odamın kapısını kapatıp öte yandanda çeketimi dolabıma astım. Abim ise yatağımın kenarını geçip beni bekliyordu. "Anlat bakalım hanımefendi" evet başlıyorduk. Gazamız mübarek olsun aylinciğim. Eyvallah iç ses.
"Neyi abicim" biraz bilmemezlikten mi gelsem acaba. "Benimle oynama küçük hanım. Kaç saat oldu, çocuklar bilene senden önce sanayiye gelmişler. Ve hatırlatırım sanayı bizim evden bi yarım saat uzaklıkta" ben ne diyecektim ya..ula hain çocuklar, ben size vermem mi bunun...Aylin abine odaklan, sonra verirsin vereceğin şeyi.
"Ya abi trafik vardı ya.." abim inanmıyormuş gibi kaşlarını kaldırdı sonrada "trafik mi varmış, gecenin bu saatinde. Tüh yaa.." dedi hoşnutsuz bir şekilde. Bana da ancak "hızı" demek düşerdi. "Kızım sen benle dalga mı geçiyorsun. Ne gezsin elin Almanyası'nda gece trafiği. Burası türkiye mi..neyse bak bunu es geçtim. Peki o araba kime ait? Bizimkilerin değil. Sen yoksa manita mı yaptın lan?!" Çüş abi. Harbi çüş. Çüş deme be deli manyak yakışmaz bi kere bir hanımefendiye. Ayrıca sevgili abiçiğim bu kız abayı yakmış, bir iki güne de kaçar. Benden demesi. Tövbe yaa...
"Yok abi, saçmalama istersen. Bizim çocuklardan işte. Karıştırma fazla oraları. Hem çıkar mısın, yoruldum. Üstümü değiştirecem." Abime 'rica edip' odamdan nazikten kovmaya yeltendim, o ise bunu umursamazlıktan gelip. "Kızım nesi saçma, yaş olmuş 24. Dilin desen pabuç gibi, eh güzelliğini de sevgili abinden aldın. Tam yaşına da uygun. Hem varsa manitan/ sevgilin söyle. Önce benim radarımdan geçsin. Önce bi ayar olayım sonra olursunuz." Ya sabır.. ben bu oğlana ne desem boş zaten. Millet takmış kafaya evlen de evlen. İla 24 yaş ile evlenmem mi gerek arkadaş. İnat değil mi bizimkisi, inadına evlenmicem. Banane..
"Abi..kapı" derken sağ işaret parmağım ile yatağımın sol tarafında kalan kapıya doğru gösterdim. "Öyle olsun küçük hanım, zaten bunun foyası yakında çıkar. Ayrıca o arabanı da çöpe atacam ona göre." "Hayır yaa!!" diye bağırdım odada. "Bağırmasana deli." dedi abim. Ben ise ona "bağırtma ozaman" dedim. Odadan çıkınca da "Odun" diye ekledim cümleme.
Kapı geri açıldı. "Efendim cimcime, bir şey mi dedin." Gıcık ya, ne ara duydu.."yok abiçiğim. Hayırlı geceler dedim sana." kafasını tabi tabi dermiş gibi salladı ardından bana doğru sırıttık "aferin böyle uslu çocuk ol" dedip kapıyı kapattı.
Gıcık odun. Acaba herkesin abisi böyle 'kontrolcu' ve gıcık mıydı, yoksa benimkisi bana özel mi. Ah ah mirasu, canım halam. Rabbim sana kolaylık versin. Gerçi onun halası var, ezer geçeriz. Sen görürsün Musat efendi. Senin kızı kendime benzetmezsem, bana da Aylin yaygara demesinler. Yav he hee..
Dün geceli abi teroründen kurtulduğumu sanmıştım, lakin sabah kahvaltıda abimin gözlerini üzerimde hissedip durdum. At desen atılmaz, sat desen satılmaz. Ne gıcık biriydi ya.. ailem ile kahvaltıyı yaptıktan sonra, babam ile abim cuma namazı için camiye gittiler. Annemi de zorla koltuğa oturduktan sonra, ona sevmesi için mirasu'yu verdik kucağına. Sonra Pınar elimle mutfağa geçtik. Önce bi güzel sofrayı toparladık, ardından ise birer kahve hazırlamaya başladık. Daha doğrusu Pelin kahveleri hazırlıyordu. Bende o sırada karadutlu pastamı fırına sürüyordum.
Arada öyle bi canım çekip yapardım. Evde ne bulursam atarım içine. Bugünkü de karadutlu olmuş bulundu. Kültürden çıkarttığım buz karadutları bi güzel karıştırdım hamurun içine, ardından ise hemen önceden ısıttığım fırına sürdüm.
Pelin üç kahveyi tepsiye diziyordu ki, içeriden minik kızının ağlama sesleri duyuldu. "Canım sen git, ben getiririm." dedim. Başını hafif yukarı aşağı sallayınca, tepsiyi tezgah ta bırakarak içeriye girdi. Bende usun boy dolabından iki kutu bisküviyi çıkartıp, birer tabağa koyduktan sonra tepsi ile içeri geçtim.
Pelin minik kızının altını değiştirken, annem de yine herzaman ki gibi gelinim ile mutfaktaki marifetlerimiz olan yarışmaya bakıyordu.
Her kesin önüne kahve ve tabakları koyduktan sonra bende yerime geçtim. Tam böyle keyif yapıp, telefonda gezinecem. Onda da telefon yok.. nereye koymuştum yaa..
Fincanımı önümde duran küçük tezgaha koyduktan sonra odama yöneldim. Yatağıma, masama, hatta lavaboya baktım ama yok. Dün kullandığım çantamın fermuarlı da açıp baktım yok. Te subhanaAllah yaa, neredeydi şu telefon. Allah bilir gene gözümüzün önündedir de, biz körüz işte.. ne yalan söyleyim, hak veriyorum bu konuda sana. Benim kadar ne dikkatsiz, ne de unutkan bir insan var yaa..
Acaba hastanede dolabımda mı unuttum dicem, ama dün işten çıkınca abim ile görüştüm. Sonra da azizin arabasına bindim. Ah hayır.. orada düşmüş olamaz dimi..tekrardan içeri girip annemden telefonunu istedim. "Anne telefonun nerede, kendimi çaldıracak bi ya. Nereye koyduğumu unuttum.." bana inanamayarak baktı. "Kızım nasıl telefonun yerini unuttun." "Anne, bak bu böyle unutup duruyor ya, bir gün kocasını da unutur." diye güldü Pelin bana.
Gözlerimi kısarak ona baktım, o ise gülerek ağzına bir fermuar çekti. O kadar da olmaz ama yaa..dimi iç ses? Kızım sen dün daha evlenmecem diye inatlaşan kız değil miydin. Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum.. :) tamam öyle zaten iç ses. Evlenmeyecem ben!
Annemin telefonunu aldıktan sonra, kendi numaramı tuşlamaya başladım. Çaldı, çaldı ama açılmadı. Aramayı kapatıp tekrar denedim. Bu sefer çalmadan sinyal sesine geçti. Aferin sana, şarjın bitti dimi..
Hoşnutsuz bir şekilde annemin telefonunu ona uzattım ve oturup kahvemden yudumladım. Ben kahvemi içerken, annem ile ettim de yarışma hakkında konuşuyordu. Sonra aklıma bir fikir gelmişti. Zaten günüm boştu.
Önce mutfağa geçip fırından pişmiş olan pastamı çıkartım. Ardından birer kap koydum yanına. İki uzun kapın içine birer parça pastamdan koydum. İlk kuğuyu hiraya verecektim, ötekini de Asiye teyzeye. Hem biraz onu mutlu etmiş olurdum hemde belki hastanede onunla karşılaşıp telefonumu görüp görmediğini soracaktım.
Hazırlanmam ve evden çıkmam anca vaktimi almıştı. Tabi hava koşulları beni bekler miydi, yok hayır. Tüm gün güzel (tamam bulutluydu, ama güzel yani) olan hava ben çıktıktan bi beş dakika sonra yağmuru döktürdü. Akıllı ben de ne şemsiye vardı ne de araba. Arabam zaten sanayide olduğu için bende yürümek istemiştim biraz. Zaten Hira gelin evi fazla uzakta değildi.
Uzun bir yürüyüşün sonu, Hira'nın evine varmıştım, aynı zamanda sırıl sıklam olmuştum. Kapılarının yanından geçerken sadece bir siyah Range Rover duruyordu. Acaba Hira nerelerdeydin yine. Hızlı adımlarım ile kapının ziline birim. Bir kaç saniye sonrası ise kapı açıldı. Ve kapının öteki tarafında şaşkın bir vaziyette bana beyaz gömleği ile Alper bakıyordu. Altında siyah eşofmanı vardı. Sanırım namazdan döneli biraz oluyordu. Beni kapının önünde beklemiyordu ki, şaşkınca bana baktı.
"Kız Aylin, bu ne hal?" "Ne varmış halimde Alper azcık ıslandık o kadar." Kaşlarını kaldırıp "azcık mı? Bu senın az anlayışın mı?! Kızım bir içeriye, Hira'nın giyimlerinden bir kaçını giyin. Üşüteceksin ya." Bana kapıdan sicak evlerine sokması ile bedenimin dakikalarca titrediğimiz yeni farkına varıyordum. Islak saçlarımın boynuma değmesi ile huylanmıştım. Alper ise beni onların odalarına yönlendirip kendisi alt kata indi. Evet Hira ve Alperin evi iki katlıydı. Yukarıda yatak odası, lavabo, bir tane misafir odası İle bir çocuk odası vardı. Lakin onlar orayı kiler niyetine kullanıyorlardı. Nerede fazlalık eşya varsa o odada barınıyordu.
Merdivenleri çıktıktan sonra solumda kalan ikinci kapıyı açıp odaya girdim. Tabi girer girmez, karşımda geniş çift kişilik bir yatak karşıladı beni. Siyah mat nevresim ile sade ama bir o kadar da şık duruyordu beyaz yatak. Odanın sol tarafında ise bir köşesinden öteki ucuna uzanan büyük açık bir dolap vardı. Fazla oyalanmadan karşıma çıkan ilk giyimi aldım. Kahve renkli bir kazak ile siyah bir Wide leg pantolonu. Paçaları genişti.
Saçlarımı da ellerim ile bir iki karıştırdıktan sonra, açık bir vaziyete bıraktım. Kendi ıslak elbiselerimi alıp ayağa, Alperen yanına indim. Kendisini salonda bulamayınca "Alper?" diye sordum odanın ortasına. "Nerdesin?" diye de ekledim. "Mutfaktayım. Sağdan üçüncü kapı!" diye bağırmıştı arkadan. "Tamam geliyorum." diye bende ona geri seslendim.
Bana tarif ettiği gibi salondan çıkıp, sağdaki üçüncü kapıdan girmiştim. Güzel beyaz ahşaptan bir ada mutfakları vardı. İki büyük sandalyeli, üç antikacı asılı kampa vardı. Odaya zarif ama bir o kadar da asıl bir hava katmıştı.
Alper de elinde tuttuğu bir fincan kahveyi masaya yerleştirdi. "Al iç, için ısınsın kızım." dedi. Ben mahçup bir şekilde omundan teşekkür ettim. Mutfağa adımımı atmadan evvel ise ona "Alper, acaba bana bir torba verir misin? Daha fazla etrafı batırmak istemiyorum da." Kafasını yukarı ayağa salladı, ardından ise önünde durduğu bir çekmeceden bir poşet çıkartmıştı ki bana"poşeti bakacaksın ki?" diye sordu. Ona elimde tuttuğum giysileri işaret ettim ardından ise Alper bana "ya kızım saçmalama ya. Ver bizde yıkansın." dedi. Kaşlarımı kaldırdım. "Hayır olmaz ya, sen bana poşeti ver eve götürürüm. Hem hira' nın giysilerini verdin. Olmaz" diye karşılık verdim. O ise çekmeceden çıkardığı poşeti geri koyup, geri yitti. Ardından yanıma doğru yürüdü. "Bal gibi de olur. Yabancı değiliz. Hiranın olan senindir, bunu biliyorsun. Şimdi ver şunları" dedi.
Elimde tuttuğum giyimleri alıp mutfaktan çıktı. Ben daha "amaa-" demeden o bana "git kahveni iç. Soğutma. Gelecem birazdan!" diye inkaz ettim. Bende dediğini yapıp, ada masasında duran sıcacık olan fincanı ellerimin arasına alıp, küçük bir yudum almıştım. İyi gelmişti. Ben bir yandan fincandan yudumlarken, öteki yandan ise ellerimi ısıtıyordum.
"Aferin iç öyle, için ısınır." dedi sağ tarafımda duran Alper. Ben ona gözlerimi kısıp bir vaziyette baktığım vakit, o bana sırıtıp "bakma bana öyle. İnsan hiç mi değişmez inat keçisi mübarek." diye hayıflandı. Ardından masada duran ikinci fincanı akıp, oda yudumlamaya başladı. "Hıhı biz inatçıysak, sizde gıcıksınız efendim." alta kalır mıydım hiç..hiç yani :)
"Seviyorum be" dedi sırıtır bir vaziyette. Bende ona gülümseyip "bende bende" dedim. Alperen yıllardır tanışıyorduk, bana bi abi, kardeş gibiydi. Alper abimin yakın arkadaş çevresindendi. Zaten öyle tanışıp, birbirlerini bulmuşlardı Hira ve Alper. Az çekmedim abimin ve Alperin gıcıklıklarını. "Ee sen niye gelmiştin?" Hakkaten asıl gelme nedenimi gözden çıkartmamak gerekiyordu. "Hiç öyle pasta yapı verdiydim, yürüyüş yapayım dedim gelirken."
Kahvelerimiz bitmişti. "Hmm, eline sağlık cimcime. İstersen seni eve kadar bırakayım. Yağmur duracakmış gibi değil. Yada biraz daha dur. Bir iki saate o da gelir."diye teklif etti. Nazik teklifi için ondan teşekkür ettim, lakin daha hastaneye gidecektim."çok teşekkür ederim, lakin ben hastaneye doğru bi yürüyüş yapacam" "peki yağmur?" diye sordu üstüne. "Huzur veriyor. Yağmurda yürümeyi seviyorum."
O mutfaktan çıktı. Bende fincanları yıkamak için lavaboya yönlendim, o ise geri gelip "uğraşma yıkamakla, makineye koy. Hadi kızım, sonra da gel." Elimden aldığı fincanları makineye yerleştirdik, ardından ise ona "nereye?" diye sordum. Elinde tuttuğu araba anahtarı gösterip "seni bu havada, hem yürüyerek hastaneye bırakacağımı düşünmüyordun değil mi? Hadi gel" peşinden gidip, çekerimi almıştım. Ardından beraber çıkıp, arabasına bindik.
"Bak gerçekten gerekmezdi alper. Yürürdüm ben" dedim. "Bak kızım inatlaşma benimle. Götürecem seni işte. Nolacak yani, elime mi yapışacak" dedi hafif bir sinirle. "Peki tamam, teşekkür ederim o zaman gıcık." O da bana gülümseyip "lafı dahi olmaz cimcime" dedi. Gıcıktı ya. Hem gıcık, hem inatçı. Bi de bana inatcı diyorlar. Fe subhanaAllah yaa.. sen çok masumsun ya bu konuda, neyse ben sustum. Sus bendede iç ses...
Sağanak yağmur yüzünden biraz yavaş sürmüştük. Biraz uzun sürse dahi, sağ sağlım varabilmiştik. Alper sen tekrardan teşekkür ettim sonrada evden çıkmadan evvel yanıma aldığım kutu ile hastaneye girdim. Buraya çalışan olarak değilde, hasta yakını diye gelmem biraz garibime gelmişti. Hasta yakını öyle mi? Ne çabuk benimsedin sen öyle.. iç sese kafa takmadan acilin tanından geçip, lobideki merdivenlerden çıktım. Burada bulunan hemşirelerle selamlaşıp, asiye teyzenin bulunduğu odaya girdim.
Kapıyı çaldıktan sonra "girebilir miyim teyzem" diye sordum. "Gel kuzum, gel gelinim" diye bir ses duydum. Ardından ise kapıyı açıp ile girmem bir oldum. Ne çok alışmıştım ona, o da bana..
"Selamünaleyküm asiye teyze. Nasıl oldun?" diye sordum. Tatbikinde güncel durumundan haberdardım. Ama nezaketen, sorardı insan işte. "Ve aleyküm selam kizum. Seni gördüm daha iyi oldum kizum." Masaya kütüğü koyduktan sonra ona "pasta getirdim. Belki yemek istersen, masaya koydum" dedim.
Ardından yanına varıp, saygıdan elini öptüm. O da yatakta doğrulup beni yanına çağırdı. "Oyy kizum, ellerine sağlık" dedi. "Karadutlu yaptım efendim, hoşunuza gider mi bilmiyorum. Ama umarım beyenirsiniz. Biraz moral olur." Ellerini ellerimin üzerine koyup "oy benum uşağım da çok yerdu karadutu, ta ki.." birbirimize bakıp gülümserken kapı açılı verdi. Bir ses odada duyuldu. "Asiye sultanım istediğin meyveleri getirdim" bu ses...
Ben şaşkın bir vaziyette "Aziz?". O "Aylin?" Asiye teyze ise "uşağum" dedi..
Hani dizilerde üçlü çember olurdu ya, işte tam onu yaşamıştık şuan..
Bir odada fazla tanıdık yüzler vardı...
Evet uzun zamandır bölüm atamıyordum. Araya farklı farklı nedenler girdi. Ama çok şükür atmaya başardım. Yazım hataları var, düzeltecem. Müsait olduğum bir zamanda.
Uzun zamandır bu sonu yazmayı düşünüyordum, kısmet bugüneymiş..
Bölümde Alperi, Musat Abi yi, Aziz abiyi çoğunlukla gördük. Onlara ne demek isterdiniz?
Alpere ne demek istiyorsunuz, varmı söylemek istediğiniz bir şey, sormak istediğiniz bir şey?
Peki azizin annesini öğrendiniz, ona bir şey demek ister miydiniz..
Sizce Alper mi daha inatçı, yoksa Aylin mi?
Asiye sultan, sizce sevinmiş midir sondaki tanışmada?
Oylarınızı vermeyi unutmayın, bol bol yorum yapalımmm. Olur muuu
Instagram hesabım: @su_kalkavan
Allah'a emanet olun, beklemede kalınnn ✈️😌🥹
Okur Yorumları | Yorum Ekle |