
Bazen sabahları uyanmadan önce bir ses duyuyorum: minik bir “tık tık tık.” Önce rüyamın parçası sanıyorum, ama sonra anlıyorum… Derin uyanmış. Sessizce odama süzülüyor, saçları dağılmış, elinde oyuncak ayısı, yüzünde o meşhur “Ben masumum ama aslında seni kaldırmaya geldim” bakışı.
“Zeynep,” diyor fısıltıyla, “karnım acıktı ama tost makinesini açmaya korktum. Geçen gün patlamıştı.”
Geçen günün “tost makinesi vakası”… Unutmam mümkün değil. Semih kahve yaparken tost makinesini fişe takmayı unutmuş, Derin de “baba gibi büyüyüm” diyerek kendi kendine yapmaya kalkışmıştı. Sonuç: tostlar kızarmadı ama mutfakta üç kişi beş dakika kahkahalarla gülmekten yerlere yattık. Derin “Ben mühendis olacağım, tost icat edeceğim” dedi, Semih “O icat ettiğin tost patlamasın yeter” deyince, Derin gururla “Ben sadece patlayan icatlar yaparım!” diye bağırdı.
İşte bu evde artık kahkaha var. Ve kahkaha, bazen geçmişin en derin yaralarını iyileştiren en güçlü ilaç oluyor.
---
Derin’in okul maceraları da tam bir hikâye dizisi. İlk hafta her gün başka biriyle “çok iyi arkadaş” oldu. Aslı, Efe, Sude, bir gün öğretmeni bile listeye girdi. “Öğretmenim bana gülümsedi, demek ki biz artık arkadaşız” dediğinde gözlerimin dolduğunu fark etmesin diye mutfağa kaçtım.
Ama geçenlerde başka bir şey oldu. Derin eve geldi, çantasını bir köşeye fırlattı ve “Bana ‘bebek gibi giyiniyorsun’ dediler,” dedi. Üzüldüğü belliydi ama o küçük yüzü hemen sonra parladı: “Ama ben dedim ki, ‘Ben bebek değilim, Zeynep’in prensesiyim!’”
O an yerimde duramadım. Onu kucakladım. Bu küçük kız, kelimelerin bile şifa verdiğini öğrenmişti. Kendi kelimeleriyle kendini savunabiliyordu. Ve belki de en güzeli, kendini ait hissediyordu.
---
Semih’le akşam sohbetlerimiz artık Derin’le ilgili. Önceden iş konuşurduk, gündem tartışırdık, şimdi “Derin bugün brokoli yedi!” başlığıyla açılıyor konuşmalar. O brokoli ki, üç gün önce ağzına bile sürmemişti. Ama o gün, tabağında üç tane brokoli görünce “Ben bunları yiyip güçlü olacağım, çünkü babam beni salıncağa itmekten yoruluyor,” dedi.
Semih’in gözleri doldu. Sonra kahkaha attı. Sonra da gidip bir tabak brokoli daha getirdi.
“Zeynep, ben bu kızla her şeye varım,” dedi o gece. “Brokolili bile olsa.”
---
Tabii her şey toz pembe değil. Bir gün Derin, odasında sakince oturuyordu. Sessizliği hemen tanırım artık. Yanına oturdum. “Ne oldu?” diye sordum. Omuz silkti.
“Efe bana ‘senin baban gibi konuşan yok evde’ dedi. Ama benim babam var.”
O an… Kalbim biraz sızladı. Çünkü evet, Semih onun biyolojik babası değil. Ama sevgisi, bağlılığı, sabrı, korumacılığı... bunlar kanla değil, kalple yazılan şeyler. Bunu Derin’in bile fark etmesi… bizi düşündüğümüzden çok daha derin bir yerde birleştiriyor.
---
Semih bazen öyle bir an geliyor ki, kendi şapşallığıyla bile bizi güldürüyor. Geçen gün evde sessizlik hâkimken birden “Zeynep!” diye seslendi.
Koşa koşa gittim. Endişeliyim. Derin de hemen peşimde.
“Şu fareyi gördünüz mü?”
Donduk.
Meğer Derin’in oyuncak faresinden bahsediyormuş. Ama o kadar ciddi söyledi ki, üçümüz de çığlık attık, sonra kahkaha tufanı koptu. Derin “Baba, sen gerçek fare görsen bayılırsın!” deyince, Semih göz kırptı: “O yüzden kahramanlarımız sensin prensesim.”
Derin de her zaman hazırlıklı: “Ben sadece prenses değilim, savaşçıyım da.”
---
Bazı akşamlar Derin uyuduktan sonra, salona geçiyoruz. Sessizce oturuyoruz Semih’le. Konuşmuyoruz bazen. Ama göz göze geldiğimizde her şey anlatılmış oluyor.
Bir akşam şöyle dedi:
“Bazen Derin’e bakarken, kendimi ilk defa tamamlanmış hissediyorum. Sanki yıllardır beklediğim bir hikâyenin kahramanı oymuş.”
O zaman ben de kendi hikâyemi düşündüm. Yıllarca eksik kalan parçaları… Şimdi o parçalar, bir çocuğun sesiyle tamamlanıyor. Bazen fısıltıyla, bazen kahkahayla, bazen yumuşacık bir elin dokunuşuyla.
Ve en güzeli… her sabah uyanınca bu hikâyeye yeniden başlıyoruz. Güncelleniyor, genişliyor, gülüyor, bazen ağlıyor. Ama her hâlükârda yaşıyoruz. Gerçekten yaşıyoruz.
---
Bir gün Derin defterine “Benim ailem” diye bir başlık atmış. Altına üç çöp adam çizmiş: biri uzun saçlı, biri gözlüklü, biri kısa saçlı ama elinde kocaman bir kalp var.
“Bu kim?” dedim, işaret ederek kalpli olana.
“Senin kalbin,” dedi. “Çünkü benimkini ısıtıyor.”
Ve ben… o gün tüm kırıklarımı, eksiklerimi, geçmişin ağrılarını unutmuş gibi hissettim. Sadece hissetmedim, gerçekten unuttum belki de.
---
Ben Zeynep… bir zamanlar korkularla büyüyen küçük bir kızdım.
Şimdi ise bir çocuğun kahkahasına koşan, bir adamın gözyaşını anlayan, ve kendi içindeki çocuğu artık saklamayan bir kadınım.
Bu evde kahvaltıda domates seçiyoruz, akşamları masal uyduruyoruz. Bazen tost patlıyor, bazen salçalı ellerle kanepe boyanıyor.
Ama bu evde artık korkular değil, sevgi büyüyor.
Ve ben, artık sadece hayatta kalmıyorum.
Yaşıyorum.
Seviyorum.
İyileşiyorum.
Ve belki en önemlisi… başkasının da iyileşmesine alan açıyorum.
Bana biri dese ki “Nerede yeniden doğdun?”, tereddütsüz cevabım olur:
“Brokoli kokulu mutfakta, çizik duvarlı çocuk odasında, sessizce tutulan küçük bir elde.”
Çünkü hayat tam da orada başlıyor.
Gülümsemeyle.
Bir sonraki bölüm final🥹 sonları hiç sevmiyorum ama başka kurgularla yine birlikte olacağız🌸
Keyifli Okumalar❤️🩹
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.6k Okunma |
343 Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |