59. Bölüm

elli dokuz,

sudedgbkn

 

Benim içimde bir mezarlık var; ölü hayallerin, söylenememiş cümlelerin, yarım bırakılmış çocukluğumun gömüldüğü bir mezarlık... Yıllar boyunca her gün o mezarlığın içinde yürüdüm, yeri geldi kendimi oraya gömmeye bile hazırlandım.

 

Ama sonra biri geldi, elime bir çiçek tutuşturdu. O çiçeği o mezarlığın tam ortasına bıraktı. Ve ben o an anladım ki beni öldüren o adam değilmiş, beni diri diri toprağa gömen kendi suskunluğummuş.

 

Ben sustukça üzerime bir toprak daha atılmış. Ben kendimi anlatmadıkça daha da öldürmüşler beni.

 

Ama bugün kendi ellerimle bir mezar daha kazmaya gidiyorum, hayır kendim için değil. Bu mezar, Haluk Altan'ın artık hiçbir zihinde yaşamayacağı bir mezar. İçimdeki tüm ölüleri susturacak bir mezar. Beni yeniden yaşatacak bir mezar. Topraktan değil ışıktan yapılmış bir mezar, benim adımı taşıyan bir mezar. Ama bu defa, mezar taşına yazılacak tek şey şu olacak, 'Mercan yalnızca hayatta değil, artık yaşıyor da.''

 

''İyi misin bebeğim?''

 

Furkan'ın sorusuyla bakışlarımı arabanın camından alarak ona döndüm ve gülümsedim. ''İyiyim sevgilim.'' Gülümsemem sahiciydi ama o bundan çok emin değildi. Saatlerdir gözleri endişeli bir şekilde üzerimde geziniyordu. Üzgün ya da tedirgin olduğumu düşünüyordu ama değildim. Korkmuyordum, çekinmiyordum ve mutluydum. Çünkü artık korkmamı gerektirecek bir şey yoktu. Böyle bir durum olsa bile kendim halledebilirdim. Kendime güveniyordum, başa çıkabilirdim. Gülümsememi sürdürdüm. ''Hem Milo'yu da gördük ya iyi geldi, sorun kalmadı.''

 

Milo haftalar önce Kemal'in anlattığı tedaviye başlamıştı ve Furkan'ın korktuğu olmamış, tedavi çok iyi bir şekilde ilerlemeye devam etmişti. Milo iyiydi, iyileşiyordu ve onunla birlikte biz de iyileşiyorduk. Ev sadece onsuz çok eksik geliyordu ama özlediğimiz her an, yani hemen hemen her gün, onu görmeye gidiyorduk. Bir süre daha klinikte gözlem altında kalacaktı, daha sonra minik bebeğim tamamıyla iyi olarak evine, bize geri dönecekti.

 

Söylediğim cümleyle Furkan'ın dudaklarında bir tebessüm asılı kaldı. ''Bizi görünce nasıl da ayaklanarak koşmaya çalıştı ama gördün mü, bacaksız!''

 

''Ya Furkan!'' diye söylenerek ona döndüm. Yalancı bir kızgınlık vardı yüzümde. Bu çoğu zaman ikimizin de ortamı yumuşatmak için uyguladığı küçük bir oyundu. ''Çocuklarıma bacaksız deyip durmasana! Sensin bacaksız!''

 

Tebessümü büyüyerek kısık sesli bir gülüşe dönüştüğünde istemsizce ben de gülümsemiştim. Onu gülmek dışında başka bir yüz ifadesinde görmeyi sevmiyordum. Mutlu olmam yalnızca onun dudaklarının kenarındaki çiçeklerin açmasına bakıyordu. Eğer o çiçekler solarsa, içimdeki bahar da sonsuza dek kışa dönerdi.

 

''Bana bacaksız diyene bak, geçen gün evde az kalsın ayağımın altında eziliyordun.'' Söylediği cümleyle kaşlarımı çattım ve bacağına canını acıtmayacak şekilde vurdum. ''Bir daha benimle konuşma sakın!''

 

Gülmeye devam ederken vurduğum elimi tuttu ve öptükten sonra parmaklarımızı birleştirerek bacağının üzerine yerleştirdi. İkimizin de bakışları önümüze dönerken arabaya çöken sessizlikten sonra Furkan'ın boğazını temizlediğini duyup derin bir nefes aldım. Gelecek şeyin farkındaydım.

 

''Gerçekten iyi misin? Mercan benden çekinmemen gerektiğini biliyorsun değil mi? Eğer kötü hissediyorsan söyle bana. Mahkemeyi erteleyebilirim ya da istersen biz gitmeyelim. Nasıl istiyorsan-''

 

''Ben çok iyiyim.'' dedim kararlılıkla gözlerine bakarken. Yalan söylemiyordum, gerçekten iyiydim çünkü bugün o adamın bana yıllardır yaşattığını, onun da yıllarını alarak ödemesini izleyecektim. İçimde yıllarca zincirlenmiş, darmadağın olmuş bir şeyler yavaşça özgürleşiyordu. O adam, her şeyin bedelini ödeyecek ve ben her geçen saniye biraz daha özgürleşecektim. ''Oraya gideceğim ve kimseden çekincem olmadan o adamın gözlerinin içine bakacağım. Ben değil, o benden çekinecek. O da görecek eski Mercan'ın öldüğünü.''

 

Bir süre öylece gözlerime baktıktan sonra tekrar önüne döndü ve derin bir nefes aldıktan sonra parmaklarını sıkarak kendisini hatırlatmıştı. ''Yalnız o değil, herkes görecek.'' Kırmızı ışıkta durmuş ve bana bakarak gülümsemişti. ''Hem de herkes.'' Gülüşünün anlamını bildiğim için tek kaşımı kaldırdım. ''Aklında ne var senin?''

 

Yüzündeki gülümseme solmadan bana uzandı ve boştaki elini başımın arkasına götürerek dudaklarıma sert ve uzun bir öpücük bıraktı. ''Bugün onun sırası değil.'' Alt dudağımı emerken, ''Demek sırası gelecek bir şeyler var?'' diye sordum. Tekrar güldü ve uzanıp öptükten sonra geri çekilerek ışıklara baktı. ''Eh, öyle de denebilir.'' Konuşacağımı anladığında tekrar konuştu. ''Hayır güzelim, zamanı değil.''

 

Beni ikna etmesiyle başımı aşağı yukarı salladım ve tekrar sağımdaki cama geri döndüm. Dakikalar süren sessizlikten sonra arabanın durduğunu hissederek etrafa baktım. Adliyenin önüne gelmiştik. Her şeyin biteceği o yere gelmiştik.

 

Furkan arabayı park ettikten sonra inmeden bana dönmüş ve beni izlemeye başlamıştı. Ben ise koskoca binanın üzerinde yazan 'adalet' yazısını okuyordum. Orada öylece duruyordu; büyüktü, soğuktu ve uzaktı. Sanki yıllarca beni görmemiş, şimdi sadece süs olsun diye oraya asılmış gibiydi.

 

İçimden geçenleri haykırmak istedim o taş duvarlara, 'Geç kaldın' demek istedim. O kapının ardında ne karar çıkarsa çıksın, bir parçama çoktan geç kalınmıştı. Çocukluğuma, susturulmuş sesime, titreyen ellerime... Ama yine de oradaydım. Çünkü bazı yaralar unutulmaz belki ama en azından artık kanamayacaktı. Bugün, o yarayı kapatmak için ilk defa kendim için bir şey yapıyordum.

 

''İnelim.'' diyerek kapıyı araladım ve Furkan'a bakmadan indim. O da sesini çıkartmadan bana ayak uydururken yanıma gelmesini bekledikten sonra parmaklarımızı birbirine geçirmiş ve ilk adım atan ben olmuştum. Omuzlarımı dikleştirdim, adımlarımı hızlandırdım ve ellerim arasında bana güç veren eli sıktım.

 

Bu adliye koridorunun soğuk taşlarında, bir zamanlar ağlayarak geçtiğim günleri hatırlıyorum. Hayallerimdeydi çünkü hiçbir zaman buraya adım atacak cesaretim olmamıştı. Ulaşılması zor olan bir masal gibiydi ama bugün... bugün farklıydı. İçim titriyordu ama bu kez ürkeklikten değil, güçtendi.

 

Adliyenin büyük demir kapısından içeri girdik. Sert ve aceleci ayak seslerim boş koridor zeminlerinde yankılandı. Her adımım bir savaşı anlatır gibiydi, 'geldim' diyordu. 'Geldim, buradayım ve artık susmayacağım.'

 

Derin bir nefes alarak salona girdiğimde ilk göz göze geldiğim kişi Haluk Altan oldu. Kravatını, takım elbisesini giyinip gelmiş öylece bizi izliyordu. Bir zamanlar ismini bile dilimin ucuna getiremeyen ben, o adamla saniyelerce göz göze kaldım ve ilk defa gözlerini kaçıran taraf ben olmadım.

 

Daha sonra bakışlarım yavaşça babama kaydı. Bu kelimenin altında hiçbir değer kalmamıştı. Bomboş, alışılmış ve buz gibi bir kelimeydi, baba. Kimine dağ olurken kiminin de o dağ üzerine yıkılıyordu.

 

Gözleri ifadesizdi, zaten hep ifadesiz bakardı bana. Sevgi dolu baktığına hiç şahit olmamıştım zaten ama sinirli değildi. Belki de bana inanmaya ilk defa bu kadar yaklaştığını görmüştüm gözlerinde ama artık çok geçti. İnanmasına ihtiyacım kalmamıştı. Yanında bas bas bağırdığım günler kulaklarını tıkadıysa artık ben de ona kulaklarımı tıkıyordum. Benim kelimelerim onun sessizliğine kurban gitmeyecek kadar değerliydi artık.

 

''Hâkime hanım gelecek birazdan, Mercan sen şuraya geç.''

 

Furkan'ın avukatı Barış yanımıza gelip konuştuğunda Furkan'ın ellerini bıraktım ve söylediği yere ilerledim. Burası artık yalnız yürümem gereken yerdi. Söylediği yere oturduğumda Barış da gelip yanıma oturmuş ve sakin olmamı, her şeyin iyi sonuçlanacağını fısıldamıştı.

 

Soğuk ve sessiz salonda gözlerim Furkan'ı bulduğunda gergin bir oturuşla beni izlediğini görerek ona sakinleşmesi için ufak bir gülümseme gönderdim. O benden daha endişeliydi. Barış'ın alanında en iyisi olduğunu söylemesine rağmen sakinleşemiyor ama bana rol yapıyordu. Benim iyi olup olmadığımı soruyor, beni rahatlatıyor ama kendisi gerginlikten günlerdir uyku bile uyuyamıyordu.

 

Hâkime geldiğinde salon daha da soğudu, bir buz gibi indi üstümüze. "Dosya numarası 2021/498, Haluk Altan hakkında cinsel saldırı ve tehdit suçlarından açılan davanın duruşması başlıyor."

 

Avukatım konuştu önce. Sesi sakindi, kendine güveniyordu. Benim yaşadıklarımı tek tek anlattı. Dosyalarla, belgelerle, ifadelerle. Ama hiçbir kâğıt benim suskun gecelerimi, banyo zeminine çöküşlerimi anlatamazdı. O yüzden söz hakkı bana geldiğinde ayağa kalktım. Ellerim masanın kenarlarını sıkıca kavramıştı. Sessiz ve soğuk o salonda benim sesim yankılandı.

 

''Ben bugün burada kendimi savunmaya gelmedim. Çünkü artık kendimi savunmam gerekmiyor. Ben bugün burada, bir çocuğun suskunluğunu, bir genç kızın kabuğunu ve bir kadının haykırışını aynı anda taşımaya geldim." Derin bir nefes aldım." Ben Haluk Altan tarafından, çocuk yaşta, rızam olmadan defalarca cinsel saldırıya uğradım. O zamanlar bunu kimseye anlatamadım çünkü anlatacağım kişilerin beni susturacağını, inanmayacağını ya da daha kötüsü, suçlayacağını biliyordum. O da bunu bildiği için beni bununla tehdit ederek çığlığımı susturdu.''

 

Duraksayarak gözlerimi tam karşımda avukatının yanında oturan adama çevirdim. Ellerini masanın üzerine sabitlemiş bir şekilde beni izliyordu. Onunla göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçırdı. İfadesiz bakışlarım bu sefer babama döndü, o da beni izliyordu. O gözlerini kaçırmıyordu, yalnızca izliyordu. Belki de ilk defa duymuştu çığlıklarımı. Duymuştu çünkü bu sefer ben izin vermemiştim kulaklarını tıkamasına.

 

Gözlerim son kez Furkan'a döndüğünde onun gözlerinin Haluk'un üzerinde olduğunu gördüm. Bacağını titreterek yalnızca ona kitlenmiş bir şekilde izliyordu. Haluk ise ona gözlerini değdirmemeye çalışıyordu.

 

Furkan çok geçmeden bana döndüğünde, ona ufak bir tebessümle karşılık verdim. O benim gülüşlerimi hak eden tek kişiydi.

 

Tekrar hâkime hanıma dönerek cümlelerimi toparladım. ''Ben tüm her şeyi ifadelerimde de avukatım aracılığıyla da anlattım. Bunu anlatmak, yıllardır içimde hapis kalan küçük kızı özgür bırakmak gibi. Ben artık kurban değilim. Bu ülkedeki sayısız kadından biriyim sadece. Ama ses çıkaran, susmayan, korkmayan biri olmaya karar verdim. Ve inanın, bu bile yıllar süren bir mücadeleydi.'' Gözlerim dolmuştu elimde olmadan. Ben buradaydım ama her kadın benim kadar şanslı olamıyordu. Burnumu çektim ve kendime gelmeye çalışarak tekrar konuştum. ''Adaletin terazisi sizsiniz ama hakikat benim sesimde. O terazinin kefesine benim suskunluğumu değil, onun suçunu koymanızı istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar."

 

Cümlelerim bittiğinde tekrar bir sessizlik sarmıştı salonu. Ölüm sessizliğiydi çünkü ben yıllardır içimde gömdüğüm o küçük kızı nihayet toprağın altından çıkarmıştım. Bir mezarın başında değil, bir dirilişin tam ortasındaydım.

 

''Sanık Haluk Altan, size de söz hakkı tanınacaktır. Söylemek istedikleriniz varsa, beyanınızı alabilirim." Cevabı ise koca bir sessizlikti. Bu sefer ben susturmuştum onu. Sesim onun suskunluğundan daha yüksek çıkmıştı. Yıllarca üzerime örtülen o sessizlik örtüsünü tek bir cümleyle yırtmıştım. Artık susturulan ben değildim, artık susan oydu.

 

Avukatı bir şeyler konuştu ardından. Kendini aklayacak belgeler çıkarttı ama hiçbir belge benimkiler kadar gerçek olamazdı. Benim psikolog raporlarımdan, küçücük yaşta tutmaya başladığım günlüğüme dek tüm her şeyim vardı. Kendini aklayamazdı.

 

Gözlerim onun üzerindeyken onu ilk defa bu kadar sessiz ve sakin görüyordum. Kabullenmişti, kaçarı yoktu. Suçlu olduğunu biliyordu, belli ki babamı bile ikna edememişti.

 

''Karar! Sanık Haluk Altan'ın Türk Ceza Kanunu'nun 102. ve 106. maddeleri gereğince 19 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir."

 

Vurulan tokmak yalnızca o zemine değil benim geçmişimin üzerine de vuruldu. Tüm geçmişimin yükü sırtımdan tek seferde çekilip alındı ve ben kambur kaldığım yerde aniden dikleştim.

 

Gözlerimi kapatarak gülümsedim. Ne ağladım ne öfkelendim, yalnızca gülümseyerek içimde yıllardır yere kapanmış hâlde bekleyen o küçük kızı bulup kulağına fısıldadım. "İntikamını aldım. Özgürsün. Artık eğilme."

 

Gözlerimi açtığım ilk anda gözlerim sevgilimi buldu. Yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki gururla bana bakıyordu. Gözleri her zamanki gibi bir şey anlatıyordu ve ben anlıyordum. ''Bitti,'' diyordu. ''Bitti ama biz yeni başlıyoruz.''

 

Önce elleri ellerimi sardı, sonra kolları bedenimi, en sonda yüreği yüreğimi sardı. Herkese sığındığım tek yeri gösterdim. Artık hiçbirine ihtiyacım olmadığını, onlara tek bir an bile bakmadığımda ve o salondan çıkıp gittiğimde herkese gösterdim. Yuvamı, ailemi ve artık kim olduğumu.

 

Ellerim yine ellerini sarmışken içimdeki çocuksu mutlulukla az önce hayallerimde bile korkarak geçtiğim o koridorlardan şimdi tüm gerçeğimle geçtim. Kazanmıştım.

 

''Mercan!''

 

Duyduğum sesle ikimiz de duraksadığımızda derin bir nefes aldım. Korkmuyordum dönmekten çünkü beni artık kıramazdı. Ben kırardım, tek bir parçasından eser bile bırakmazdım ama o bu saatten sonra beni asla kıramazdı.

 

Furkan elimi bırakmaya yeltense de daha sıkı tuttum ve bize doğru gelen babama döndüm. Gözleri Furkan'da ve sımsıkı tuttuğumuz ellerimizde dolaşıyordu. Tam önümüzde durduğunda bakışlarını bana çıkarttı ve bir süre sessiz kalsa da daha sonra konuştu. ''Mercan, ben bunları bilmiyordum.''

 

Bu bile yetmişti. Yıllarca susan bir adama göre çok bile konuşmuştu.

 

''Bilmemeye devam et. Ben mücadelemi az önce verdim ve bilmesi gerekenler de öğrenip gereğini yaptılar. Sen bundan sonra yalnızca bunu değil, beni de bilme tamam mı? O gün kapıma gelip söylediğin gibi, Mercan diye bir kızın olduğunu unut çünkü ben bir babam olduğunu çoktan unuttum bile.''

 

Bu cümleler o kadar ağırdı ki bir anlığına üzdü beni. Bana o kadar şey yaşattılar ki kendi canımdan, kanımdan olan babamı gözümü bile kırpmadan hayatımdan çıkartabiliyordum. Yaşadıklarıma üzüldüm ama az önce yaşadığım olayla çoktan unuttum bile.

 

''Bana söyleseydin böyle olmazdı.''

 

''Söyledim,'' dedim ona yaklaşırken. ''Söyledim ama o adama inandın. Sen kendi kızına iftira attığını söyledin. Sen kendi kızını o alçak için tek seferde silip attın. Şimdi utanmadan karşımda hâlâ neyi sorguluyorsun? Beni bu zamana dek görmedin, bundan sonra da görmemeye devam et. Sen de bundan sonra yoksun benim için!''

 

Bir şey söylemesine izin vermeden arkamı dönerek Furkan'ı da kendimle birlikte sürüklemeye başladım. Ama saniyeler içinde durdum. Dilime kadar gelen şeyi yutmadım ve dolu gözlerimle tekrar arkamı dönerek bıraktığım yerde duran bedene baktım. ''Senin için ölecek bir evlada sahiptin ama sen kendi ellerinle onu öldürmeyi seçtin. Asıl sorgulaman ve yapabilirsen üzülmen gereken tek şey bu olmalı.''

 

Sonra ise çıkıp gittim oradan. Geçmişime ait ne varsa arkamda bırakarak geleceğime yürüdüm, Furkan'la beraber.

 

Sessizdi sonrası. Furkan durmadan bakışlarıyla beni kontrol ederken ben aklımdakileri toparlamaya ve bir an önce eve ulaşmaya çalışıyordum. Bugün bizim miladımız olacaktı çünkü. Her anlamda, miladımızdı.

 

Siteye geldiğimizde Furkan çok geçmeden arabayı durdurdu ve inmeden bana dönerek ellerini yüzüme koydu. "Bana kızma ama öğrenmem gerek, iyi misin? Mercan bunu gerçekten soruyorum. Lütfen duygularını saklama benden. Zaten senin için hiçbir şey yapamıyorum ama en azından duygularına ortak olabileyim. Ağlayacaksan tutma içinde, kollarımda ağla."

 

Benim için hiçbir şey yapamadığını mı söylemişti? Bazen koca bir aptala dönüşüyordu. İfadesizliğimi bozmadan gözlerine bakarken yüzümü ellerinden kurtardım ve elimi kapıya götürdüm. "İnelim Furkan." Ona bakmadan inerken arkamdan afalladığını, tedirgin olduğunu hatta korktuğunu anlayabiliyordum. Korkmalıydı. Biraz olsun korkmalıydı ki bir daha böyle aptalca bir cümle kurmamalıydı.

 

Eve doğru giderken o da arkamdan geliyordu. Bir defa seslendiğini duysam da bakmadım ve cebimden anahtarı çıkartarak kapıyı araladım. İçeriye adım attığım ilk anda Tarçın ayaklarıma dolanırken eğilerek başının üzerini öptüm ve onun tüylerini okşarken Furkan'ın da eve girmesini bekledim. Kalbimi biraz olsun sakinleştirmem gerekiyordu ve Tarçın sakinleşmem için bilmeden bana yardımcı oluyordu.

 

Furkan içeriye girerek kapıyı kapattığında ayakkabılarını bile çıkartmadan bana doğru yürüdü ve yanımda eğildi. "Mercan? Yanlış bir şey mi yaptım? Seni üzecek bir şey mi söyledim? Özür dilerim güzelim..." Durmadan konuşuyordu ama ben sessizce Tarçın'ı seviyordum. Ona hiç cevap vermeden bakışlarımı saate çevirdim ve ayaklandım. Hava kararıyordu.

 

Tarçın'ın mama kabını doldurmak için ilerlediğimde Tarçın ve bir adet konuşan Furkan da peşimden geliyordu. "Mercan neden cevap vermiyorsun? Neden iyi olmadığını benden saklıyorsun? Neden yine sessizliğe gömülüyorsun? Benimle paylaş bebeğim, lütfen. Susma, tıpkı bugünkü gibi konuş. Lütfen susma sevgilim."

 

Tarçın'ın mamasını doldurduktan sonra Furkan'ın kolundan tuttum ve onu yatak odasına sürükledim. İçeriye girdiğimiz ilk anda kapıyı da arkamızdan kapatırken hızlıca önce üzerimdeki ceketi daha sonra da kazağımı çıkartarak içimdeki yarım atletimle kalmıştım. Furkan'ın şaşkınca bana baktığını gördüğümde derin bir nefes alarak ona bir adım attım. Şaşırmakta haklıydı çünkü biz aylardır beraber yaşasak bile birbirimizin sınırlarına saygı duyuyorduk.

 

"Mercan,"

 

"Bak buraya," diyerek omzumla dirseğim arasındaki moraran yeri gösterdim. Gözleri orayı ilk defa görmüş olacak ki şaşkın gözleri büyüdü ve elini koluma uzattı. "Ne oldu buraya? Neden morarmış?"

 

"Bana iyi geldiğin için morardı. Benim için bir şeyler yaptığın için morardı Furkan," Gözleri kolumdan yavaşça bana çıkarken anlamadan gözlerime bakıyordu. Artık anlayacaktı. Bugünden sonra bana yaşattığını ve beni yaşattığını anlayacaktı. Bir daha da böyle bir cümle kuramayacaktı.

 

"Ben yaptım." dedim gözleri gözlerimdeyken. Kolumda elleri gevşerken, "Sen neyden bahsediyorsun?" diye sordu kısık bir sesle. Boştaki elimi elleri üzerine koydum ve ben de onun gibi kısık bir sesle konuşmaya başladım. "Ben morarttım orayı. Denemek istedim, vücudumda bir morarıklık ya da bir kızarıklık olduğunda hissettiklerimi, duygularımı, düşüncelerimi ve neler yapacağımı merak ettim. Görmek istedim. Ve bu kimin sayesinde oldu biliyor musun? Senin sayende oldu. Senin sayende iyileştiğimi ispatladım kendime. Bu da iyileştiğimin kanıtı."

 

Gözleri tekrardan kollarıma düştüğünde ona biraz daha yaklaştım ve ellerinin üzerindeki elimi sıkılaştırdım. "Ben iyileştim, hem de senin sayende. O yüzden bir daha bana senin için bir şey yapamıyorum dersen bir daha yüzümü bile göremezsin Furkan."

 

Derin bir nefes aldığında ortamın gittikçe yoğunlaştığını hissedebiliyordum. Bu beni korkutmuyordu, aksine uzun zamandır düşündüğüm ve olmak istediğim bir andı. Furkan sessizdi, bir süre ona bu sessizliği hak tanıdım. Onun yerine ben konuştum. "Ne düşündüğümü sormadın," diye fısıldadım dudaklarına doğru. Sertçe yutkundu. "Onun senden gelmesini istedim, yalnızca kolumda değil bedenimin her yerinde senden bir iz taşımak istedim. Aşkımızın izlerini taşımak istedim."

 

Furkan sıkıca gözlerini kapatıp geri çekildiğinde ellerinden tuttum ve kaçmasını engelledim. Göğsü hızla inip kalkarken gözlerini araladı ve bakışlarında beni korumak isteyen bir his saklıydı. Ama ben artık korunmaya ihtiyaç duymuyordum.

 

"Mercan, bugün olduğu için böyle hissediyorsan," diye kesik kesik konuştuğunda gülümsedim ve kollarımı boynuna sararak yüzlerimiz arasındaki mesafeyi indirebildiğim kadar indirdim. Artık nefeslerimiz birbirine karışıyordu. "Bugün, dün hatta önceki gün olduğu için böyle hissediyorum. Her anımda sen vardın çünkü. Sen yanımda olduğun her an ben böyle hissediyorum." Kollarını hâlâ bedenime sarmayışı dikkatimden kaçmadı. "Şimdi kollarını boşta sallamak yerine ait olduğu yere, belime sar."

 

İçinde nasıl bir savaş olduğunu bilmiyordum ama o savaşı kaybetti ve söylediğim gibi ellerini belime götürerek sıkıca sardı. Alınlarımızı birbirine yasladığında yavaşça gülümsedim, o sırada o konuştu. "Emin misin? Mercan bundan gerçekten emin misin?"

 

"Evet, emin olduğum tek şey."

 

"Sana aşığım."

 

"Ben de sana aşığım."

 

O gece bedenim, ilk defa kalbime ihanet etmedi. Ne istediysem, ne dilediysem, hepsi onun kollarında gerçeğe dönüştü. Sessizlik, aramızdaki tek dil olmuştu ama o sessizlikte bile milyonlarca şey söylendi. Her dokunuşla bir travma söküldü benden. Her öpüşle bir zincir kırıldı ve sonunda ben o kadın oldum. Kendinden kaçmayan, geçmişine diz çöktürmüş, geleceğine adım atabilen bir kadın.

 

Şimdi o mezar taşının sonuna eklemek istiyordum, 'Mercan artık yalnızca kendi nefesiyle değil, bir başkasının kalbine yaslanarak var oluyor.'

 

Bölüm : 08.05.2025 18:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...