Hayatta daima yanlışların beraberinde doğruları götürdüğünden bahsedilirdi. Derler ki, ne kadar yanlış yaparsan o kadar doğrun silinir. Ama bende işler çok farklıydı. Benim tek doğrum tüm yanlışlarımı alıp götürmüştü.
Tek doğrum Furkan'dı. Furkan hayatıma girdiği anda tüm yanlışlarım silinmiş, ben yepyeni ve tertemiz bir sayfaya adım atmıştım. Onunla farklı bir dünyada yaşamaya başlamıştım. Bu dünya aşk, sevgi ve huzur doluydu.
Ben yalnızca bu dünyada yaşadığımı hissetmiştim.
Sıcak ve güven dolu göğsüne başımı yaslamış bir şekilde gözlerimi araladığımda ilk onun gözleriyle karşılaşmaktı bana yaşadığımı hissettiren. Onun gülümsemesiydi, sarıp sarmalamasıydı, evine alıp bana yuva olmasıydı.
''Günüm aydı,'' dedi gözleri tüm yüzümde gezerken. Tedirgin bir bakışı olsa da huzurlu ifadesi her halinden belli oluyordu. Göğsüne yaslı olan başımın üzerine uzun ve kokulu bir öpücük kondurduğunda yeni aralanan gözlerimi tekrar kapattım ve öpücüğünü en derinlerimde hissettim. ''Günüm gece vakti aldığım bir mesajdan sonra aymaya başladı.''
Söylediği cümleyle gözlerimi araladım ve kıkırdadım. Bugün güzel bir olacaktı eminim, güzel uyanmıştım ve mutlu hissediyordum.
''Sen ne güzel gülüyorsun öyle kıkır kıkır,'' demiş ve hareketlenerek beni kendisinden ayırmıştı. Beni yan tarafa bırakarak bedenini bedenim üzerine bıraktığında alt dudağımı ısırarak bana yukarıdan bakan gözlerini izledim. ''Böyle gülmeye devam edersen seni bırakamam ama ben.''
Alt dudağımı dişlemeyi bıraktıktan sonra ellerimi çıplak omuzlarına götürdüm, avuçlarım esmer teninde gezinirken omuz silktim. ''Bırakma.''
''Emin misin bebeğim?" dedi dudakları dudaklarıma yaklaşırken. Burnunun ucunu burnuma sürterek beni huylandırdığında istemsizce ondan uzaklaşmış ve kafamı refleksle yastığın üzerinde sağa çevirmiştim. Bu onu gülümsetti. ''Daha şimdiden kaçıyorsun.''
''Kaçmıyorum!'' diyerek aksi bir dille konuşmuş ve kaşlarımı çatarak tekrar ona dönmüştüm. Huysuz ifademi uzun uzun süzdükten sonra kafasını geriye çekerek arkaya attı ve kahkaha atmaya başladı. Onun hoş tınısını dinlerken istemsizce yüzümde bir tebessüm oluşmuş ve omuzundaki bir elim yumuşak ve oldukça uzamış saçlarına uzanıp parmaklarının arasından geçirmişti.
Furkan'ın tek bir gülüşü için kendimle beraber çoğu insanı feda edebilirmişim gibi hissediyordum. Bu oldukça sağlıksız bir düşünce yapısıydı ama ben bundan rahatsızlık duymuyordum.
Başını tekrar bana doğru eğerek dudaklarını burnumun ucuna dokundurduğu. Küçücük bir buse bıraksa da ben onu her zerreme dek hissetmiştim. Zaten hep öyle oluyordu, bana parmağının ucuyla bile dokunsa tüm vücudumdan geçip beni etkisi altına alacak bir etkiyle baş başa bırakıyordu beni.
''Bebeğim, sen her kaşlarını huysuz huysuz çattığında sinirli gözükmek yerine minicik bir kedi gibi görünüyorsun,'' Söylediğiyle tekrar istemsizce kaşlarımı çattığımda gülerek dişlerini birbirine bastırıp ses çıkarmıştı. ''Böyle bakmaya devam edersen yiyeceğim seni!''
Bir şey söylememe bile izin vermeden dişlerini yanağıma geçirmiş ve ufak ufak ısırıklar bırakmaya başlamıştı. Şımarık bir çığlık atarak kahkahalarla ellerinden ve dişlerinden kurtulmak için debelenmeye başlasam da buna izin vermeden beni daha sıkı tutmuştu. ''Bırak beni salak kafa!'' Beni umursamadan buna devam ettiğinde gülerek bağırmaya devam ettim. ''Milo! Tarçın! Neredesiniz?! Kurtarın beni bu adamdan!''1
Dudakları ısırdığı yerde gerildiğinde güldüğünü anlayarak debelenmeyi kesmiş ve tekrar ellerimi saçlarına çıkartarak sevmeye başlamıştım. Bu sırada ısırmayı bırakmış yerine ısırdığı yerleri ufak ufak öpmeye başlamıştı. Gözlerimi kapatarak kendimi anın tadını çıkartmaya bıraktığımda dudaklarım istemsizce aralandı ve az önceki tondan sıyrılarak huzurla mırıldandım. ''Keşke favori günlerimiz olsa ve bunu istediğimiz her zaman tekrar tekrar yaşayabilsek.''
Furkan'ın dudakları duraksadığında gözlerimi açmadım ve saçlarındaki hareketime devam ettim. Benden uzaklaşmasını istemediğim için durmamıştım. Hayatımın sonuna dek sevebilirdim bu tutamları.
''Favori gün mü?'' diyerek az önce beni ısırmadan önceki pozisyonuna geldiğinde gözlerimi aralamış ve tekrar onunla göz göze gelerek, ''Hm hm,'' diye mırıldanmıştım. Yüz ifadesi yumuşayarak gözleri dudaklarıma indi ve başını hafifçe aşağı yukarı sallayarak beni taklit etti. ''Hm hm...''
Söylediğimi umursamadan beni taklit etmesiyle kaşlarımı çatarak konuşmak için dudaklarımı araladığımda dayanamıyormuş gibi gözlerini yumup bir saniye sonra tekrar araladı ve iki elini yanaklarıma bastırarak öne doğru büzülen dudaklarımı dudakları arasına alarak sertçe öpmeye başladı. Bu hareketine şaşırsam da çok geçmeden ona karşılık vermeye çalıştım ama sadece çalıştım. Çünkü Furkan iki dudağımı birden öpüyordu!
Beni gerçekten bugün yemeyi kafasına koymuştu sanırım!
Omzundan ittirerek geri çekilmesini sağladım ve sinirli bir şekilde ona baktım. Gerçekten sinirliydim bu sefer!
"Noluyor ya sabah sabah?" diye çıkıştığımda bir elini yanaklarıma koyarak tekrar öne doğru büzmüştü. Öpeceğini sandığım için geri çekilmeye çalışsam da bu sefer öpmemiş sadece içli içli bakmıştı. "Deliriyorum, o oluyor. O kadar tatlısın ki kafayı yememek için seni yemeye karar verdim."
Büzülen dudaklarımla birlikte, "Sensin tatlı," diye ona ters ters bakarak çıkışmış ve ardından tekrar elinden kurtulmaya çalışmıştım. "Canımı acıttın salak aptal!" Dudakları tekrar dudaklarımı hedef almış ve yanaklarıma olduğu gibi küçük küçük kelebek öpücükler bırakmaya başlamıştı. "Geçti mi?"
"Geçmedi, defol git!" Gülerek tekrar eğildi ve tekrar küçük küçük öpmeye başladı. Çoktan sakinleşmiştim ama bu tatlı öpücükleri hoşuma gittiği için ona ters ters bakmaya devam ediyordum. Tabii o da bu bakışlara karşılık utanmadan yüzüme sırıtıyordu.
"Ne diyorduk canımın içi," diyerek yanıma attı kendisini. Beni az önce uyandığımız şekilde göğsüne doğru çektiğinde kendi gibi mayışarak oraya sinmiştim. Gözlerimi aynı huzurla kapattığımda bir eli saçlarıma çıktı ve okşamaya başladı. "Favori gün. Mesela hangi gününü tekrar tekrar yaşamak isterdin?"
"Seninle tanıştıktan sonraki her günümü." Sesi kesilse de başım göğsünün üzerinde olduğu için tam kulağımın altına denk gelen kalbinin sesleri onun gibi susmamış aksine daha da sesli bir şekilde atmaya başlamıştı. Gözlerimi aralayarak kıkırdadım ve göğsüne bir öpücük bıraktıktan sonra çenemi öpücük bıraktığım yere yaslayıp onunla göz göze geldim. "Böyle de aklını alırım işte."
Onu onun lafıyla vurduğumda başını yastığa yaslamış ve gözlerini yumarak ağlarmış gibi sesler çıkarmıştı. "Allah'ım bana dayanma gücü ver..." Sırıtarak ona doğru yükseldim ve onunla yüz yüze geldim. Gözlerini araladığında bakışları ilk olarak dudaklarıma düşmüştü. Bugün dudaklarımı rahat bırakmayacaktı, belliydi.
Ona doğru yavaşça eğilerek dudaklarımı dudaklarına değdirdiğimde o da çenesini kaldırıp daha fazla öpebilmek için yardımcı olmuştu. O beni öpmek için dudaklarını hareket ettirse de ben az önce onun benim canımı yaktığı gibi dudaklarını sertçe ısırmış ve hızla yataktan kalkarak odanın kapısına doğru koşmuştum. "Mercan!"
Kahkaha atarak koridorda koşuşturduğumda onun da peşimden geldiğini görmemle çığlık attım ve hızla salona doğru ilerleyerek Tarçın ve Milo'yu aradım.
"Buraya gel hileci, göstereyim sana beni kandırmak ne demekmiş!" Sesi çok yakından geldiğinde tekrar çığlık atmış ve çocuklarımın yanına koşmuştum. İkisi de bizi gördükleri gibi ayaklandıklarında bizden kat kat küçük olsalar da arkalarına geçerek bize gelen Furkan'ı işaret ettim. "Isırın babayı! Çabuk!"
Furkan söylediklerimle adımlarını kesmiş ve gözlerini kısarak bana bakmaya başlamıştı. "Hem sen ısır hem de çocukları doldurarak beni ısıttır. Çok kötü bir insansın Mercan!" Alınmış gibi konuştuğunda tekrar kıkırdadım ve omuz silktim. Böyle konuşsa da gözlerindeki mutluluk parıltılarını görüyordum. Eminim ki, benim de gözlerimin içi gülüyordu. Ailemle yuvamdaydım ve mutluydum. Bu bile yetiyordu, daha fazlasını istemiyordum.
"Sen de benim canımı acıttın bana ne!" diye konuştuktan sonra bize saf saf bakan Milo ve Tarçın'ı dürttüm. "Ya ısırsanıza ne bekliyorsunuz?!"
"Onlar babalarına kıyamaz," dedi Furkan üzerime gelirken. Alayla bana baksa da avına yaklaşan bir kaplan gibi tehlikeli görünüyordu. Geriye doğru bir adım attım ve elimi önüme doğru uzattım. "Uzaklaş benden korkunç adam!"
"Senden hiçbir güç uzaklaştıramaz beni," dedikten sonra tekrar bir adım atmıştı. Tarçın ve Milo bizi umursamadan aramızdan çekildiğinde gözlerimi kocaman açtım ve onlara bağırdım. "İnanamıyorum size! Beni nasıl bırakırsınız?!"
Ben onların arkasından bağırırken Furkan ne olduğunu bile anlamadan bana yaklaşıp kucağına aldığında tekrar kahkaha atmış ve ellerimi boynuna sarmıştım. Yüzündeki tehlikeli ifade yerini yavaşça gülümsemeye bıraktıktan sonra dudakları alnıma çıkarak oraya bir öpücük bırakmış ve daha sonra alnını oraya yaslamıştı. İkimiz de yüzümüzdeki ufak tebessümlerle gözlerimizi kapattığımızda Furkan konuştu. "Benim favori günüm, senin bu evde gülüşlerinin eksik olmadığı her gün."
"Sen iste ben hep gülerim ki," diye mırıldandığımda derin bir nefes aldı. "Olay gül demekte değil bir tanem, olay güldürebilmekte."
Boynundaki kollarımı daha da sıkarak alnımı ondan uzaklaştırmış ve bana bakan gözleriyle göz göze gelmiştim. Gülümsedim tekrardan. Hep gülümsemek istiyordum. "Sen beni her zaman gülümsetiyorsun Furkan. Bakışların bana döndüğünde bile sebepsizce gülmek istiyorum ben. Lütfen bunu düşünme, olur mu?"
Gözlerinin bebeklerindeki o parıltıyla alt dudağımı ısırdım ve gülümsemeye devam ettim. Mutluluğu gözlerinden bile okunuyordu. Lütfen dedim içimden, lütfen onu üzecek hiçbir şey yaşamayalım. Bana hep böyle baksın, tüm acıları ben çekmeği yeğlerdim, yeter ki o hep bana böyle baksın ve dertsiz bir şekilde gülümsesin.
"Ah!" Furkan acıyla inlediğinde ben de bacağımda bir tüy hissetmiş ve aşağıya eğilerek gülmüştüm. Tarçın alttan alttan bize bakarken Furkan'ın bacağını ısırıyor ama bana yalnızca sürtünüyordu. Acıktığında gidip Furkan'ı ısırıyordu ve bunu huy hâline getirmişti. Çok acıtmadığını bilsem de Furkan ilgiyi üzerine çekip nazlanmayı seviyordu. "Sizi sokağa atacağım, görürsünüz!"
Yüzümdeki gülümsemeyle kafamı tekrar ona kaldırmış ve göz devirmiştim. Bedenim ondan uzaklaşırken yere eğilerek Tarçın'ın tüylerini okşadım. "Eğer söylediklerini anlayıp üzülürlerse seni döverim Furkan."
"Beni ısırıyor ama!" diye arkamdan sızlandığında omuz silktim. "O sizin aranızdaki bir mesele, oturun çözün." Alaylı cümlemi kurarken ikisinin de mama kaplarını doldurmuştum. Minik bebeklerim anında kafalarını eğerek yemeğe başlamışlardı.
"Bu çifte standart ama!" diye sızlanarak bacağını ovuştururken bir yandan yan gözle bana bakarak yanına gidip gitmediğimi kontrol ediyordu. Bu hâline dayanamayarak yanına ulaştım ve yanağını öperek kendine doğru çektiği bacağına uzanarak bileğini okşadım. "Ben ona ceza vereceğim, tamam mı? Üzülme sen."
"Tamam," diyerek Tarçın'a küskün bir bakış attığında aynı onu taklit etmiş ve alt dudağımı büzerek avuçlarımı yanaklarına kapatmıştım. "Sen benim minik bebeğimsin."
"Bunu başkasının yanında söyleme, tamam mı? Ben dışarıda çok sert bir adamım. Karizmam çizilir."
Kahkaha atarak kafamı geri atmış ve cümlesine uzun uzun gülmüştüm. Aslında doğruydu söylediği, dışarıda göz kara ve sözünü geçiren bir adamdı. Ama benim yanımda üç yaşında, sürekli ilgi isteyen minik bir bebeğe dönüşüyordu. O kadar tuhafıma gidiyordu ki bu durum bazen ondan çekinen kişilere hayret ediyordum.
"Senin karizmanı yerim," dedim kafamı indirip onunla göz göze geldiğimde. Kaşlarını çatsa da yüzündeki gülüşü saklamaya çalışmış ve oyuncu bir tavırla konuşmuştu. "Ben sizin bildiğiniz adamlara benzemem hanımefendi. Yiyemezsiniz hiçbir şeyimi."
"Neyse ki tek bildiğim adam sensin," dedim tıpkı onun gibi oyuncu bir tavırla. Yüzündeki gülüş yavaş yavaş solarken tek kaşını kaldırdı. "22 yaşında bebesin çünkü. Başka adamları da bilme bir zahmet."
Bedenini benden uzaklaştırıp mutfağa ilerlerken arkasından şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştım. Resmen beni hiç tanımadığım, bilmediğim adamlardan kıskanmıştı. Mutfağa girip buzdolabından kahvaltılıkları çıkartırken bizi umursamayıp hâlâ mamalarını yiyen çocuklarıma baktım ve Furkan'ın da duyabileceği sesle konuştum. "Babanız fazla aşktan kafayı yedi."
Cümlemle sırıtmaya başlarken ben de ufak adımlarla yanına ilerledim. Masaya kahvaltılıkları dizmeye başladığında ise bana döndü. "Yeni mi fark ettin onu?"
"Bu kadar geç olması benim hatam," dediğinde omzuna elimi bastırıp parmaklarımın ucuna yükselmiş ve onun yaptığı gibi arka arkaya üç öpücük kondurmuştum yanağına. Elini belime sararak mutfak tezgâhına yaslandı ve beni kendine çekti bir anda. Yüzünden ciddiyet akmasıyla konunun nereye geleceğini bildiğim için derin bir iç çektim.
"Mercan'ım sana hâlâ birazcık kızgın olsam da şu an sadece senin hislerini önemsiyorum. Gerçekten iyi misin? Lütfen bana maske takarak yaklaşma. Kötüysen bunu gizlemeye çalışmak yerine açıkça göster ki bunun birlikte üstesinden gelelim."
Birkaç gün önce annemin mezarına gittiğim o gün sabaha karşı Furkan'ın göğsünde, onun sesiyle ağlayarak uyuyakalmıştım. O zaman soramamıştı ama ertesi sabah o sormadan yaşadıklarımı anlatmıştım. Önce nasıl olduğumla ilgilenip endişelense de daha sonrasında neden kendi başıma gittiğim hakkında uzunca azar yemiştim ondan.
Ama ne olursa olsun artık omzumda bir yük hissetmiyordum. Annemle ilgili tüm hislerimi o vedaya gizlemiştim. O vedayı da toprağın altına gömmüştüm.
Elimden birisini benim için endişelenen yüzüne götürdüm ve yanağını uzun uzun sevdim. Gülümsüyordum ama bu bir maske değildi, onu ya da kendimi kandırmıyordum. Gülümsüyordum çünkü surat asacağım bir şey yoktu. Mutluydum, huzurluydum ve ailem yanımdaydı.
"Sevgilim lütfen sakinleş artık. Sana yalan söylemem ben, biliyorsun. Gerçekten gülüyorum, rol yapmıyorum. Sen buradasın, Milo ve Tarçın burada, evimizdeyiz, iyiyiz, neden gülümseyeyim ki? Beni düşünme ben her şeyi döktüm ve rahatladım." Gözlerimi ondan çekerek tekrar iç çekmiş ve bakışlarım göğsündeyken tamamlamıştım cümlemi. "Hem baş başa yüzleşmek istedim, o yüzden sana haber vermedim. Bir sorun yok, kalmadı."
Uzun uzun yüzümü inceleyip sözlerimi tarttığında kaşlarımı çattım sahte bir sinirle. "Neye bakıyorsun Furkan? Bunca aydır sana yalan söyleyip söylemediğimi anlayacak kadar tanımadın mı beni?" Konuyu başka yere çevirdiğimi gördüğünde gözlerini kıstı. "Sen çok fenasın."
Gülerek ondan uzaklaşmış ve kahvaltıyı hazırlamaya devam etmiştim. O da bana yardımcı olurken konunun kapanmasıyla derin bir nefes almış ve sohbet ederek işlerimizi halletmeye koyulmuştuk. Kahvaltı masasındayken ona sorduğum tek bir soru vardı. "Furkan senin ismin neden Feda?"
Ve daha önce sorduğum gibi aldığım tek bir cevap vardı. "Bu fanlarım ve benim aramda bir sır."
Ne kadar ısrar edersem edeyim bana söylememiş ve gülerek aynı cümleyi kurmaya devam etmişti. Kahvaltının yarısından sonra ise ona küsmüştüm ve söylediklerine cevap vermemiştim. Bu onu daha da eğlendirmişti.
Kahvaltıyı bitiridkten sonra Furkan ajansa uğrayacağını söylemiş ve çok geçmeden evden çıkmıştı. Bugün okula gitmeyeceğim için bir süre evi temizleyip zaman geçirmeyi düşünsem de daha sonra canım istememişti. Zaten bir abla daima gelip temizliyordu, bu yüzden çok yorulmak istememiştim.
Banyoya girip temizlenmiş ve biraz Tarçın ve Milo'yla oynamıştım. Biraz zaman geçirmek için televizyonu açtığımda çalan telefonumla odama doğru ilerleyerek arayana baktım. Sitenin güvenliğiydi.
Furkan yaşanan o olaylardan sonra yeni güvenlik konusunda sıkı sıkı tembihlemişti. Bizim eve gelen ya da başka evlere giden her kişi elini kolunu sallayarak girmek yerine evin sahibi tarafından aranıyor ve onay alınarak içeriye girebiliyordu. Şimdi ise beni aradıklarına göre buraya gelen birisi vardı.
Aramayı yanıtlayıp kulağıma götürdüm. "Merhaba?"
"Merhabalar Mercan Hanım, rahatsız ediyorum ama bir misafiriniz var." Kaşlarım çatıldığında telefonu kulağından uzaklaştırıp 'isminiz neydi?' diye sormuştu. Bir yanıt aldığında tekrar bana döndü. "İsmi Mehmet Atabey."
Tüm gücüm kendiliğinden çekilirken düşmemek için yatağa oturdum. Babam. Babamdı. Mehmet Atabey benim babamın ismiydi. Buraya gelmişti. Sonunda beni bulmuş ve gelmişti.
Ellerim zangır zangır titremeye başlarken kendime gelebilmek için gözlerimi sıkıca kapattım ve derin nefesler aldım. Eski Mercan yoktu. Artık onun karşısında eski Mercan yoktu. Geldiyse konuşacak ve onunla da yüzleşerek omuzlarımdaki yükleri ona verecektim.
Artık omuzlarımdaki yükleri taşımak istemiyordum.
"Mercan Hanım, beni duyuyor musunuz?" diyerek güvenlik tekrar seslendiğinde sesimi bulabilmek için sertçe yutkundum. Sakin olmalı ve ona bu Mercan'ın ne kadar güçlü olduğunu göstermeliydim. "Siteye girebilmesi için onay veriyor musunuz?"
"Evet," dedim güçlü bir sesle. Hızla ayaklandım ve birbirine takılan adımlarımı önemsemeden odadan çıktım. "Evet, girebilir." Telefon kapandığında kapının önüne gelmiş ve sırtımı oraya yaslamıştım. Sakin olmalıydım. Tek yapmam gereken şey, tıpkı annemin karşısında olduğum gibi sakin olmaktı.
Kendimi toparlayabildiğimi hissettiğimde kapıyı yavaşça araladım ve o sırada suratıma çarpan soğuk havayı hissettim. Önemli değildi, hem belki karşısında titrersem korkudan ya da endişeden değil soğuktan olduğunu düşünürdü.
Uzaktan etrafa bakınarak gelen bir adam silüetiyle titrek bir nefes aldım. Yıllarımı geçirdiğim, canından bir parça olduğum olduğum adamdı ama onu hiç özlemediğimi tam şu an anlıyordum. Hatta buraya gelmese onu tek bir an bile düşünmezdim.
Furkan'ın son olaydan sonra bahçe kapısının önüne diktiği korumalar beni görünce yerlerinde dikildiklerinde ben de gözlerimi onlara çevirmiş ve ilerdeki adamı işaret etmiştim. Ne söylediğimi anladıklarında kafalarıyla onaylamışlardı.
Onu bir dakikadan daha uzun bir süre beklediğimde etrafta gezdirdiği bakışları benimle kesişince durmuştu. Onunla haftalar hatta aylar sonra göz göze geliyor olmak bile vücudumda hiçbir şey hissettirmedi. Belki buna sebep olduğu için biraz buruktum ama sadece yabancıya bakar gibi baktım ona.
O ise bana düşmanına bakar gibi nefretle bakıyordu. Tamam, bu biraz canımı yakmıştı.
Adımları hızla bana doğru gelmeye başladığında evin içindeki Tarçın ve Milo'nun da benimle birlikte kapıya çıktığını gördüm. Bana birkaç adımı kalmışken gördüğü Tarçın'la bakışları şaşkın bir hâl aldı. Hatırlıyordu tabii, ona günlerce yalvarsam da sahiplenmek için izin vermediği köpeği.
O an fark ettiğim şey ise, o evde tutsaktım ama yuvamda özgürce yaşıyordum.
Karşıma dikilip tüm gözlerini vücudumda nefretini her zerreme bulaştırmak ister gibi gezdirdiğinde hissettiğim soğukla kollarımı birbirine bağlayarak ben de ona tüm cesaretimle dik dik bakmaya başladım. Eski Mercan, iki küçük laf söyler sonra da karşısında ezilir büzülürdü. Korkardı ondan.
"Sen neredesin lan aylardır?!" Sesini yükselterek nefretini sesine de yansıttığında tepkimin değişmemesi için kendimi zorladım. Korumaların yavaş yavaş bize yaklaştığını hissediyordum. Tarçın'ın ise kulaklarını havaya diktiğini. "Seni kaç defa aradım bana cevap bile vermedin! Aylar sonra bir öğreniyorum ki Mercan Hanım ne idüğü belirsiz bir herifin evlerine sürtüyor!"
"Neden geldin?" diye sordum sakin bir tonla. Delirmiş gibi güldükten sonra aniden suratını buz gibi bir ifade almıştı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?! Ne yapıyorsun lan burada?! Ne boklar yiyorsun bir adamın evinde?!" Onu hâlâ aynı sakinlikle izlerlen derin bir nefes aldı. "Eve gidiyoruz, git hazırlan."
Tek kaşımı kaldırdım ve alayla güldüm. "Sen kendi evine gidebilirsin, ben zaten evimdeydim."
Bir hışımla eli kolumu bulduğunda beni sarsmış ama hızla korumalar onu geri çekmişti. Tarçın havlayarak ona doğru atılsa da onu tuttum ve Milo'yla ikisini eve soktum. Korumalar iki kolundan tuttuğunda onlara döndüm. "Bırakabilirsiniz."
"Bırakın dedim," dediğimde ikisi de bırakmış ve bir adım gerilemişlerdi. Kapıyı kapanmaması için tutsam da Tarçın ve Milo'nun çıkmaması için sonuna dek kapatmış ve bizi görmelerini engellemiştim.
"Burada olduğumu nereden öğrendin?" diye sordum gözlerim onun üzerinde gezinirken. Onda hiçbir değişiklik yoktu, aynıydı. Gözlerim ona çıktığında sinirden tüm dişlerini sıktığını gördüm. "Burada olduğumu nereden öğrendin diye sordum!"
"Haluk söyledi!" diye bağırdı bir anda. O adamın ismini duymak bile tüm bedenimden bir titreme geçmesine neden olduğunda derin bir nefes aldım ve bunu gizlemeye çalıştım. "Seni görmüş, hatta seni ikna edip eve geri getirmeye çalışmış ama ondan kaçmışsın! O da bu yanlıştan dönmen için adresini bana verdi!"
Alayla güldüm cümlelerine. O kadar aptal bir adamdı ki gözünün önündeki tüm olaylara gözlerini kapatıyor ve görmüyordu. Yalnızca o adamın ağzının içine bakıyordu. O ne söylese ona inanıyor, onun söylediklerini doğru kabul ediyordu.
"Sana böyle mi anlattı?" diye sorduğum alaylı tavrımı devam ettirirken. İlk defa bir olay karşısında ağlamak istemiyordum. İlk defa ağlamak yerine konuşmak istiyordum. Boğazıma dizilenlerin hepsi gözyaşım olarak akmasın, bir zehre dönüşüp karşımdakine zarar versin istiyordum.
"Mercan canımı sıkma, yürü git toparlan!"
Kapıyı bırakarak ona doğru bir adım attım. İlk defa onun karşısında gerilemek yerine bir adım atmıştım. İlk defa ağlamak yerine gülüyordum.
"O adam sana yalnızca bunları mı söyledi?" Sesim sakin bir tavırla çıksa da sessiz kalıp yüzüme bakmaya başladığında aniden bastıran sinirle bağırdım. "Ve sen de aptal gibi gidip buna mı inandın?!"
"Ağzını topla!" dedi parmağını bana sallarken. "Karşında baban var, terbiyeni takın!"
"Ne babası, ne terbiyesi ya?!" diye bağırmaya devam ettim. Ona bir adım daha atmıştım. Korkmuyordum, çekinmiyordum. Sadece tüm zehrimi akıtmak ve kalbimdeki bu katran tutmuş anılardan kurtulmak istiyordum. "Sen ne zaman bana baba oldun da saygı bekliyorsun benden? Ya sen ne zaman saçlarımı okşadın, ne zaman 'bir sıkıntın var mı, birisi sana zarar veriyor mu?' diye sordun da baba oldun? Babalık bu mu?!" diye bas bas bağırdıktan sonra onu göğsünden ittirdim. Şaşkınca geriye çekildiğinde bu çıkışı benden beklemediğini biliyordum, ben de beklemiyordum.
"Ev mi diyorsun sen oraya? Ev mi orası ha, söylesene! Güvende olmadığın, sevilmediğin, şiddet gördüğün, önüne konulan bir tabak yemeğin göze battığı o yer ev mi?! Ev burası!" diyerek arkamdaki evimi işaret ettim. "Sevgi gördüğüm, korunup kollandığım, her gün sorunlarımın konuşulduğu, beni mutlu etmek için varını yoğunu döken adamın yanı ev! Ev burası, benim evim burası! Benim yuvam burası, anladın mı?!"
Dudakları aralandı ama bana cevap veremeden gözleri arkamdaki binaya döndü. Sinirlenmeye başladığını hissettiğimde delirmiş gibi güldüm ve ona doğru bir adım daha attım. "Ev konusunda tüm bildiklerini yalanladığıma göre sıra neye geldi biliyor musun? Biricik arkadaşına! O alçak arkadaşına geldi!"
"O adam bana yıllarca tecavüz etti!"
Bu kadardı. Yemin ederim yıllardır söylemek için kendi kendimi yerken aynı zamanda ömrümü de, yaşama sevincimi de yiyip bitirdiğim bu cümle bu kadardı. Korktuğum, çekindiğim, sürekli ertelediğim o cümle yıllar sonra ilk defa burada dilimden dökülebilmişti. Arkamda bir yuvam, yanımda çocuklarım ve kalbimin tam ortasında Furkan vardı. Bunlar bana güç vermiş, yıllardır dökemediklerimi şimdi dökmüştüm.
Karşımdaki adamın tüm yüzü beyazlarken, korumaların da şaşkınlıkla birbirlerine baktığını gördüm. Tanımadığım iki adamın karşısında, sokağın tam ortasında söylemiştim. Yıllardır kendime bile gizlediğim bu gerçeği kimin duyup duymadığını önemsemeden ağzımdan çıkarabilmiştim. Kolaydı, kolay bir cümleydi ama bu cümle canıma yapışmıştı. Söylediğim o anda canım da onunla birlikte çıkacak gibi hissettirse de öyle olmamıştı.
Ben bir yükümden daha kurtulmuştum.
"Ne diyorsun sen?" dedi sesi titrerken. Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde bana bakarken sessizce tepkilerini ölçüyordum. "İftira atma ona."
Sanırım yanlış kişiye dökmüştüm yüklerimi. Çünkü o bu yükü sırtlamak yerine iki katını tekrar omuzlarıma bırakırdı.
Bu cümle ağır gelmişti. Karşıma dikildiğinden beri dudaklarımdan dökülen o cümle bile bu kadar yakmamıştı canımı. Yalan söylediğimi düşünüyordu. Asıl aptallık bendeydi, ben yanlış kişiye açıyordum kendimi. Yanlış kişiden şefkat bekliyordum.
"İftira atıyorum öyle mi?" dedim başımı sallayarak. Gözlerim dolsa bile akmamaları için bakışlarımı gökyüzüne kaldırmıştım. Kapkara bulutlar vardı. Huzur dolmak yerine, içime bir sıkıntı çöktü. "Bir kez daha neden burada olduğumu hatırlattın bana."
"Anladım ben senin derdini," dedi o da başını aşağı yukarı sallayarak. Düşündüğü şeyin doğruluğuna çok emindi. Kim bilir asıl doğru yerine hangi yanlışı doğru olarak kabul ediyordu. Sessiz kaldığımda devam etti. "Haluk amcan seni evine getirmek için uğraşınca o evinde yatıp kalktığın adamla kafayı ona taktınız değil mi? Demişti ama Haluk, işten kovulup tüm evi barkı elinden alındığında sizin yaptığınızı söylemişti. Haklıymış demek ki."
Bir süre sessiz kaldıktan sonra kendime engel olamadan gözlerimi dolduran yaşlara inat kahkaha attım. Delirmiş gibi hissetsem de ondan daha aklı başında olduğuma emindim. "Sen," dedim kahkahamı kesmeye çalışırken. "Sen benim hayatımda gördüğüm en aptal adamsın!"
Eli aniden havalansa da arkasındaki koruma bana değmesine müsaade etmeden iki kolunu da yakalamıştı. Bana doğru gelmeye çalışırken iki adam onu öyle sıkıyordu ki bana bir adım bile atamıyordu. Ben ise sakince onu izliyordum.
"Sakın bir daha karşıma çıkayım deme, duydun mu beni? Seni gebertirim! Duydun mu diyorum Mercan? Git nerede kiminle ne bok yiyorsan ye ama bir daha eve adım dahi atma! Benim senin gibi bir kızım yok artık!"
Bağıra çağıra debelenirken onu bahçeden çıkarıp ileriye doğru atar gibi bırakmışlardı. Bir iki adım sendeledikten sonra dengesini bularak arkasını döndü ve bana baktıktan sonra yere tükürüp arkasını döndü.
Yaşayamadığım çocukluğumun an be an orada çöküşüne bir kez daha şahit olmuştum. Biyolojik ailemi tamamıyla kaybettiğimi anladığım an tam da bu andı. Bu beni üzmedi, aksine bana bir cesaret verdi.
Ben o gün küçük Mercan'a karşı borcumu ödemek için büyük bir adım attım ve karakola giderek Haluk Altan hakkında suç duyurusunda bulundum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.2k Okunma |
1.44k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |