"...çok sevdiğim bir kitapta şöyle bir söz geçer; 'Ayrıldığın tüm herkesle son kez bir araya gel ve veda et, affedemediğin herkese bir adım at ve herkesi affet.' Tüm her şeyi sırtında yük olarak tutmak yerine yüklerinden kurtul Mercan. Affetmediğin ya da vedalaşmadığın hiç kimseyle hiçbir hikaye son bulmaz. Tüm hikayeleri vedalaşarak ve affederek sen noktala ve hayatına daha rahat bir şekilde devam et."
Dakikalar önce belki de saatler önce duyduğum bu cümleler beni yalnızca annemin mezarının başına getirmişti.
Psikoloğum bu cümleleri söylerken belki de amacı buydu bilmiyordum ama vedalaşmam ya da affetmem gereken kişi yalnızca oydu. Beni görüyor muydu görmüyor muydu bunu da bilmiyordum ama her şeye rağmen onu affetmemi istediğini biliyordum.
Çünkü dün gece rüyamda kendisi söylemişti. Beni affet demişti. Özür dilemişti, benden yaptıkları için değil yapamadıkları için af istemişti. Bizim annemle zaten o kadar az anımız vardı ki yaptıklarını, kırdıklarını küçük Mercan çoktan unutmuştu. Onu sineye çekmiş ve her defasında daha büyük bir açlıkla yanına gitmişti.
Onun en büyük açlığı sevgiyeydi çünkü. Anne sevgisi, baba sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi belki bilmediği daha çok sevgi... Birisi başını okşasın, onu tebrik etsin, göğsünde uyutsun, ona onu mutlu edecek gülümsetecek kelimeler versin diye didinip dururdu. Belki de bundandı yanlış kişiden sevgi bulması.
İşte bu yüzden annesinin yaptığı her şeyi unutmuştu. Sarılmadığı günleri bir bahaneye bağlamıştı. Belki üstüm kirli diyedir demişti, öpmediği günleri ödevlerimi yapmadığım içindir demişti, saçlarını okşamadığı günleri saçlarım o gün yıkanmadığı içindir demişti. Her şeye bir kılıf bulmuş, zorla da olsa sarıldığı tek günle haftalarca yatıp kalkmıştı.
Ama şimdi anlıyordum, bir annenin çocuğunu ne yaparsa yapsın sevdiğini. Bir anne çocuğunu yanlış yaptığı için, ödevlerini yapmadığı için ya da kıyafeti kirli diye sevgisinden alıkoymazdı. Kızardı, bağırırdı, ceza verirdi ama sevgisini eksiltmezdi.
Bir anne çocuğundan sevgisini yalnızca sevmediği için alıkoyardı.
Küçük Mercan artık büyümüştü çünkü gerçek sevgiyi tatmıştı. Artık bahanelere ihtiyacı kalmamıştı. Bir zamanlar çok görülen sevgi onu büyütmüştü. İşte şimdi gerçekleri bu sevgi sayesinde görüyordu.
Annemin ve babamın beni sevmediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Bir şeyleri doğru ya da her şeyi doğru yapmak zorunda değildim, tüm her şeyim yanlışta olabilirdi çünkü küçük bir çocuktum. Ama onlar anne ve baba olarak beni sevmelilerdi. Bunun bir bahaneye ihtiyaç olunmadığını şimdi anlıyordum.
Onlara anne ve baba kelimeleri ağır gelmiş olmalıydı.
Şimdi ise af istiyorsa onu affediyordum. Tüm yüklerimden kurtulacaksam, bu beni rahatlatacaksa ve ben bir daha onu rüyamda görmeyeceksem onu çoktan affetmeye hazırdım.
"Merhaba," dedim yavaşça yere doğru çökerken. Başına ve ayaklarına küçük bir odun parçası yerleştirilmiş mezara bakarken gözlerim yavaşça yazılara kaydı. Gülsüm Atabey. "...anne." dedim belki de son kez.
Yavaşça gülümseyip kalçamı da yere yasladım ve çantamı kenara bıraktım. Dizlerimi kendime çekip ellerimi de bacaklarıma sararken çenem belli belirsiz dizlerime değmişti. Gözlerim mezardan ayrılmıyordu ama ilk defa ona bakarken ağlamıyordum. Ona kararımdan bahsetmediğim hâlde içimde bir rahatlama oluşmuştu.
"Beni mi özledin?" diye sordum yüzümdeki gülümseme yavaşça solarken. Bu soruyu sormuş olmak kalbimin üzerine bir ağırlık bırakmıştı. Beni görüyorsa şu an bu cümlem için dalga geçiyor muydu yoksa üzülüyor muydu? Tüm duygularını görmek isterdim. "Dün gece rüyama girdin ve bana bir şeyler söyledin." Bunu söylerken hayret eder gibi çıkmıştı sesim. Çünkü uyanalı yarım günden fazla olsa da hâlâ rüyanın etkisinden çıkamamıştım, ondan bu cümleleri hiç beklemiyordum.
"Ben geceler boyu ağlayıp seni özlediğimi fısıldarken, seni görmek için yalvarırken gelmeyip şimdi gelmen beni tuhaf hissettirdi. Neden daha önceden gelmedin de şimdi geldin?" Bir elim bacaklarımdan ayrılarak mezarının üzerinde gezmeye başladı usulca. Topraklar parmaklarımın arasına karışırken bunu yapmak ona dokunmak gibi hissettirdiği için devam ettim. "Aslında buna alıştım biliyor musun? Ben rüyama gelmediğini hep bir şeyleri yanlış yapmama bağlamıştım. Çünkü sen kendi isteğine göre hareket ediyordun. Seni görmek istediğim zaman gelmiyordun ve bu bana verdiğin bir ceza gibi hissediyordum."
Sıkkın bir nefes verdim ve gökyüzüne baktım. Zaten mevsimimiz kış olduğu için hep kapalı bir hava vardı ama sanırım şimdi yağmur yağacaktı. Siyah bulutlar her yeri sarmıştı. Eskiden sevdiğim şeylerin şimdi içini karartması beni mutlu etmişti.
"Benden af istedin," dedim elimi topraktan çekerken. Onu uzun zamandır ihmal etmiş olmalıyım ki tam ortaya diktiğimi küçük çiçeğin solup gittiğini gördüm. Onun dışında tüm mezar bomboş bir topraktan oluşuyordu. Belki dedim, belki içimde bir gün çiçek açtırsaydın o çiçekleri mezarının üzerine dikerdim ve solmasına asla izin vermezdim. "Benden af istemen beni üzmeli mi yoksa sevindirmeli mi bilmiyorum. Açıkçası hiçbir şey hissetmiyorum da. İçimde bomboş bir his var."
Gözlerim istemsizce bembeyaz mezar taşı olan ve üzeri canlı çiçekler dolu mezarlarda gezindi. Bu beni biraz kırmıştı. Onun da her şeye rağmen böyle bir mezarı olmasını isterdim. "Belki sevinmeliyim çünkü değerimi anladın belki de üzülmeliyim çünkü her şey için çok geç." İçimdeki bomboş hisle elimi pantolonuma sürterek toprakları temizledim ve tekrar bacaklarıma sardım. "Aslında sana birini anlatmak istedim ama onun yalnızca bana özel olmasını istiyorum. Üzgünüm ama seninle paylaşmak istemiyorum."
İlerde bir mezar başında yabancı bir beden gördüğümde gözlerim bir süre üzerinde dolandı. Görebildiğim kadarıyla dua okuyordu ama bir anda ağlamaya başladı. Kısa bir süre daha ona bakarak tekrar önümdeki mezara döndüm. "Eskiden ben de böyleydim değil mi? Sana mı yoksa kendime mi olduğunu bilmediğim ağlama krizlerim oluyordu. Şimdi karşında böyle kalabilmek öyle tuhaf geliyor ki, bir şeyleri aşabilmek beni mutlu ediyor. Sanırım kendimi artık daha güçlü hissediyorum."
Telefonum çalmaya başladığında Furkan'ın eve geldiğini anladım çünkü biraz geç kalmıştım, hava da kararmak üzereydi ve en önemlisi Hülya'yı bir şekilde atlatıp buraya gelmiştim. Delirmek olmalıydı, bu yüzden ziyaretimi kısa kesmeye çalıştım.
"Ben seni affediyorum," dedim bir anda. "Ben seni affetmek ve bu hikayeyi sonlandırmak istiyorum. Eğer bir daha karşılaşmayacaksak, en mutlu zamanlarımda gelip beni üzmeyeceksen seni affediyordum. Artık tüm yüklerimi bir kenara bırakmak ve bir kuş kadar hafiflemek istiyorum. Hem bu yüklerim ona da zarar veriyor. Onun da binbir yükü varken bir de ben ona yük olmak istemiyorum. Artık mutlu olmak istiyorum, onunla. Bence bunu hak ettim, değil mi?"
Yavaşça ayaklandıktan sonra eğildim ve isminin yazılı olduğu tahtayı sevdim. Ona yaşarken dokunmak isterdim. Hayranı olduğum uzun saçlarına, bembeyaz yanaklarına, sımsıcak ellerine çekinmeden dokunmak onu hissetmek isterdim. Ama toprağını ve ismini sevmek nasip olmuştu.
Yerden çantamı da alarak ayaklandım ve ona son kez baktım. Tüm üzüntülerimi, kırgınlıklarımı, bahanelerimi de bu toprağın altına gömmüştüm. Kötü duygularımın hepsini oraya hapsetmiştim. Daha fazla taşımak istemiyordum.
"Gitmeden önce bir şey daha söylemek istiyorum. Bilmiyorum buna üzülür müsün yoksa sevinir misin ama bir annem var artık sanırım," Gözlerim tüm mezarda gezindi ve en sonunda dudaklarım şefkatli bir gülümseme aldı. "Bana daha iyi bakacaklarını biliyorum. Merak ediyorsan mutluyum, hem de çok. Sevindiğini düşünmek istiyorum bu yüzden gözün arkada kalmasın, rahat uyu. Başka bir zamanda görüşmek üzere."
Arkamı dönerek mezarlığın çıkışına ilerlerken başlayan yağmurla gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım ve rahatlamış bir şekilde geri açtım. Mutluydum, huzurluydum ve rahatlamıştım. Belki de sırtımdaki tüm yükleri oraya daha önce bırakmalıydım ve bunun için biraz gecikmiştim. Sorun değildi, durmadan çalan telefonumun bir ucundaki kişiye giderken hiçbir şey için geç değildi.
|||
"Mercan! Neredeydin saatlerdir?! Delirdim meraktan!" Eve yaklaşırken Furkan'ın bana açık kapıdan sinirli bir şekilde bağırışlarıyla onu delirttiğimi fark etsem de istemsizce gülümseyerek alt dudağımı ısırdım ve kafamı eğdim. Benim için endişelenen birisi vardı.
"Bir de gülüyor musun?!" Tam karşısında durduğumda gülümseyen yüzüme kaşlarını çatarak uzun uzun bakmıştı. Sinirli olsa da gözlerine yansıyan endişelerini fark ettiğimde gülümsemem şefkatli bir tebessüme dönüşmüştü.
Ellerimi beline sararak çenemi göğsüne yasladım ve alttan alttan ona bakmaya başladım. "Seni çok seviyorum, bunu biliyor musun?" Pekala onu böyle yumuşatabileceğimi düşünsem de yüzünde bir değişiklik olmayınca alt dudağımı büzdüm. "İnanmıyor musun?"
"O yüzden saatlerce ortalıktan kayboluyor ve telefonlarımı bile açmıyorsun değil mi?" Gerçekten kırılmış olmalıydı, bu yüzden yüzümdeki sahte ifadeyi silip yerine gerçek duygularımı yansıtmıştım. "Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim. Her şeyi anlatacağım ama şimdi içeri geçebilir miyiz? Biraz üşüdüm de."
Gözlerindeki kırılmaları hissettikten sonra tekrardan kaşlarını çatmıştı. "Sırılsıklam olmuşsun şuraya bak, delirteceksin beni en sonunda! Çabuk geç üzerini değiştir ben de sana sıcak bir şeyler yapayım!" Yüksek sesle konuştuğunda kafamı sallayarak ondan ayrılsam da aynı anda başımın arkasına elini atmış ve beni tekrar göğsüne hapsetmişti. Dudakları ıslak saçlarımın üzerinde dolaşırken sıkıntılı bir sesle, "Ne yaşarsan yaşa, lütfen bir daha bana bunu yapma. Tek kelimelik bir mesaj bile olsa at ki iyi olduğunu bileyim." dedi.
"Dileme, bir daha yapmayacağını söyle yeter."
Göğsünün üzerine bir öpücük kondurup tekrar başımı yasladım. "Yapmayacağım, yemin ederim." O da başımın üzerine bir öpücük kondurmuş ve geri çekilmişti. Şimdi daha rahatlamış bir ifadeyle bakarken beni içeriye soktu. "Çabuk gidip giyin, hasta olursan bakmam sana."
"Sen bana kıyamazsın," derken kıkırdamış ve yanından geçip gitmiştim. Arkamdan içli nefesini duyduğumda tekrar güldüm. Çok mutlu hissediyordum, içim içime sığmıyordu sanki.
Üzerimi değiştirip kalın bir şeyler giyindikten sonra ayaklarıma Furkan'ın birkaç gün önce benim için aldığı pembe peluşları geçirmiştim. Altımda siyah bir tayt ve neredeyse dizlerime kadar gelen sarı bir çorap vardı. Üzerime ise pembe tonlarında büyük beden bir sweatshirt giyimiştim. Saçlarımı ise birkaç kez havluyla kurutup ıslaklığını almaya çalışmıştım. Hâlâ nemliydi ama şu an sadece gidip Furkan'a sarılıp ısınmak istiyordum.
Salona girdiğimde Furkan bir kupayla mutfaktan çıkmış ve bana yaklaşmıştı. Ben anında ikili koltuğa gidip dizlerimi kendime çekip oturmuşken o da elindeki kupayı ben ellerimi uzatsam da bana vermeyip önümdeki sehpaya koymuştu. "Çok sıcak bebeğim, ellerin yanar." Yanıma konuşarak oturduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak ellerimi kendime çektim ve dizlerime sardım.
"Saçlarını neden kurutmadın? Üşüteceksin."
"Üşüyorum, bana neden sarılmıyorsun?" Dudaklarımı üzgün bir şekilde büzerek konuştuğumda iç çekti ve ayaklandı. "Başımın belası, bekle burada geliyorum."
"Yalnız tatlı bir bela dersek," diyerek onunla ilk konuşmamıza ithaf yaptığımda sessiz kalmıştı ama salondan çıkarken sırıttığını görerek ben de gülümsemiştim. Önüme döndüğümde Tarçın ve Milo'yu göremediğimde etrafa bakınarak bağırdım. "Tarçın, Milo neredesiniz? Yanıma gelsenize!"
Birkaç saniye geçmesine rağmen ikisinden de ses gelmediğinde Furkan salona elinde bir kurutma makinesi ve battaniyeyle girmişti. Gözleri benim gözlerime takıldı ve bıkkınlıkla konuştu. "Bizim yatağımızda keyif yapıyor bacaksızlar. İyi alıştılar oraya, onlar için bir yatak daha almamız lazım."
Söylediğine kıkırdadığımda battaniyeyi üzerime örttü ve gerilen dudaklarımın üzerine bir öpücük kondurdu. Gülüşüm kesilirken ona birkaç saniye bakakaldım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Öyle güzel gülme, trip bile atamıyorum." Hayıflanır gibi konuştuğunda kaşlarımı çattım. "Ne tribi Furkan? Burada tribi yalnızca ben atarım."
Dalga geçer gibi bir ifadeyle üzerime eğildi ve burnunu burnuma sürttü. "Hm, öyle mi dersin?" Dudakları dudaklarıma öpecek kadar yaklaşıp hafifçe geri çekildi ve bunu bir kez daha tekrarladığında sinirle ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım. "Ya!"
Gülerek doğrulup televizyonun önüne gitti ve arkasındaki boş prize elindeki kurutma makinesinin fişini taktı. "Gel buraya." diye bana doğru konuştuğunda kollarımı battaniyenin altından birbirine kavuşturdum ve kafamı da başka yöne çevirip omuz silktim. "Gelmem." Sanırım biraz ilgi istiyordum.
"Bana ne, yorul." diyerek tekrar omuz silktiğimde kısa bir sessizlik oldu. Ne olduğuna bakmak için kafamı ona çevirdiğim anda kendimi havada bulmamla çığlık atarak boynuna sarıldım. "Salak aptal!"
"Salak aptal ha?" dedi kucağında benimle sehpanın diğer ucuna ilerlerken. Ellerim boynuna tutunuyor, yüzüm ise omzuna yaslıydı. Dudaklarım boynuna değdiğinde kısa bir an duraksadığını hissetsem de boş geçemedim ve oraya derin bir öpücük kondurdum. Furkan bu sırada sertçe boğazını temizledi ve konuşmaya devam etti. "Hem suçlusun hem de bana hakaret ediyorsun. Ceza defterin kabarıyor küçük hanım."
"Hakaret etmedim," diye çıkıştım sahte bir sinirle. Beni sehpanın üzerine oturttu ve kurutma makinesinin kablosunu uzatarak tam tepemde dikildi. Bu yüzden başımı ona kaldırıp kaşlarımı çattım. "Suçlu da değilim," Tek kaşını kaldırdığında dudaklarımı büzdüm. "Tamam birazcık suçluyum, bak bu kadarcık." derken iki parmağımla işaret etmiş ve onu yumuşatmaya çalışmıştım.
Başarılı olduğumu ise aniden eğilerek dişlerini acıtmayacak şekilde yanaklarıma geçirdiğinde anlamıştım.
Kahkahayla çığlık atarak kollarımı boynuna sardım ve onu itmeye çalıştım. O ise boştaki tek eliyle belime tutunarak yanaklarımı hafifçe dişlerini gezdiriyor ve beni güldürmeye devam ediyordu. Kalbime oturan bir hisle kahkahalarım gülümsemeye dönüştü.
"Sana çok aşığım," dedim hisli bir sesle. Bir anda hareketlerini durdurmuş ve dişleri yerine dudaklarını almıştı. Az önce dişlerini gezdirdiği yerlere dudaklarını bastırmaya başladığında gözlerimi kapattım ve bu anın tadını çıkarmaya başladım.
"Canımın içi," diye fısıldadığında gülümsemiştim ve dudaklarımın üzerine de bir öpücük kazanıp gözlerimi aralamıştım. Dudakları yavaşça çenemden aşağıya kayarken elindeki kurutma makinesini bırakarak boşalan eliyle de belimi kavradığını hissettim ve boynuna daha sıkı sarıldım. "Bebeğim, her şeyim."
"Sen de aşık olduğunu söylesene!" diye huysuzlandığımda gülüşünü duymuş ardından boynuma arka arkaya öpücük kondurup beni huylandırıp gülmeme sebep olmuştu. "Ben de sana aşığım."
"Bir daha ben söylemeden söy-" Huysuzluğuma devam edecekken aniden beni havaya kaldırıp çığlık atmama neden olmuştu. Ona yukarıdan bakarken beni havada kendiyle beraber bir tur döndürdüğünde gözlerimi kapatarak kahkaha atmıştım. "Furkan dur!"
Bu hâlime o da gülmüş ve beni dinlemeden tekrar döndüğünde yine kahkaha atmış ve gözlerimi aralamıştım. Kafamı havalandırıp istemsizce gülmeye devam ederken gözlerimin dolduğunu ve hemen ardından sağ yanağımdan bir yaş yuvarlandığını hissettim. Kahkahalarımın dinip yerine hıçkırıklarla ağladığımı ise Furkan'ın telaşlı bir şekilde bana ismimi seslendiğinde anlamıştım.
Beni indirmek istese de bacaklarımı beline, kollarımı ise boynuna doladım ve başımı omzuna saklayarak ağlamaya devam ettim. İçimdeki tüm hisleri atıyor ve rahatlıyormuş gibi hissediyordum ama Furkan'ı telaşlandırdığım için bundan hoşlanmamıştım.
Dakikalar saatlere dönerken sakinleşme sebebim Furkan'ın bizi yatağımızda göğsüne saklayıp bana, benim için yazdığı şarkıyı söylemesiydi. Uyu bebeğim demişti, Uyu bebeğim koynumda uyu. Odamız gökyüzü, yatağımız bulut olsun demişti. Ben ise onu dinlemiş yavaşça uykuya teslim olmuştum. Göğsü en güvenli yerim, kalbi ise yuvam olmuştu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.02k Okunma |
1.39k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |