46. Bölüm

kırk altı,

sudedgbkn

 

 

Cam kırıkları... Kırık bir kalp için verilebilecek en iyi örnek cam kırıklarıydı. Bir kalbi kırmak, pencere camına taş atmak kadar kolay ya da elde tutulan bir bardağı yere düşürmek kadar basitti. Kalp; hiç umulmadık kişiden, hiç umulmadık sözler duyarak kırılabilecek kadar hassastı.

 

Kalp kırılıyordu ama kırılan parçalar eskisi gibi toparlanamıyordu. Un ufak oluyor, taneleri bakışların bile yetişemediği yerlere kaçıyordu. Yapıştırılmak için uğraşılıyordu ama aralarda hep bir boşluk kalıyor, eskisi gibi sapasağlam olmuyordu.

 

Bir de toparlamak için uğraşmayan, dağılan kırıkları toparlamadan can acıtmak ister gibi üzerini eze eze basıp geçenler vardı. Onlar, kalbi kırık bir insanı dımdızlak bırakmanın nasıl bir duygu olduğundan habersizlerdi. Sadece kalbi kırık bir beden değil, ışıkları aniden kesilen, zifiri karanlığa gömülmüş bir şehir bırakıyorlardı arkalarında.

 

Bu zamana kadar çoğu kişinin karanlığına maruz kalmıştım. Ne düşündüğümü, nasıl hissettiğimi umursamadan sadece anlık bir eğlence için beni tüketmişlerdi. İnsanlardan kaçmıştım, her zaman gölgede kalmayı tercih etmiş, ışıktan mahrum kalmıştım.

 

Aydınlığın tanımını bile unuttuğum bir dönemde tam karşımdan yüzüme vuran ışık hüzmesiyle afallamıştım. Bu durum karanlığa alışan gözlerimi acıtmış yerimde kalakalmamı sağlamıştı. Bir süre sonra yavaşça onu fark etmiştim.

 

Hayatıma güneş gibi doğan sevgilimi...

 

Gecelerimi gündüze çeviren güneşim olmuştu, geceyi bana sevdiren ışıl ışıl yıldızım olmuştu, karanlığın içinden çekip çıkaran gökkuşağım olmuştu.

 

Bir keresinde bana, sen neye ihtiyaç duyarsan o olurum demişti ve söylediği gibi ihtiyaç duyduğum her şeyi olmuştu.

 

Şimdi ise ben onun ihtiyaç duyduğu her şey olmak istiyordum. Bu zor günlerinde ona yardımcı olmak istiyordum. Zaten bugüne dek yeterince benimle uğraşmışken şimdi tekrardan onu kendimle meşgul etmek istemiyordum.

 

Gözlerim önümdeki kağıtlarda gezinirken belki de yüzüncü kez bakışlarım tekrardan cümlenin başına döndü. Sınavıma çalışsam da kafamda öylesine bir kaos hakimdi ki bir türlü anlayamıyordum. Saatlerdir aynı sayfada takılı kalmış sadece elimdeki kalemi elimde döndürerek boş boş önüme bakıyordum.

 

Oflayarak kalemi bıraktım ve ellerimle saçlarımı geriye attım. Furkan birazdan gelecekti ve biz onunla yaşadığımız o olaydan sonra ilk defa doğru düzgün yüz yüze gelecektik. O salondan çıktıktan birkaç saat sonra yanıma gelerek beni kontrol etmişti. Yüzüme bile doğru düzgün bakmazken iyi olup olmadığımı sormuş ve hemen ajansa gidip geri geleceğini söylemişti. Mesaj dışında tek konuşmamız buydu.

 

Şimdi ise konuşmamız gerekenler vardı.

 

Derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştıktan sonra önümdeki kağıtları toparlamaya çalıştım. Bir süre mola versem iyi olacaktı. Hepsini üst üste dizerken kenardaki kağıdı gördüğümde ona uzanan elim havada asılı kaldı.

 

Yine önümdeki tek kelimeyi bile okuyamamış ama onu en ince ayrıntısına kadar kağıda dökmüştüm.

 

Diğer kağıtları kenara bırakarak ona uzandım ve dudaklarımda yavaş yavaş yeşermeye başlayan gülümsemeyle onu izledim. O kadar güzeldi ki, ona aşık olmamak elimde değildi. Bir erkeğe güzel demek ne kadar doğruydu bilmiyorum ama o tam anlamıyla güzeldi. En ince ayrıntısına kadar güzel bir adamdı.

 

İçli bir nefes aldığımda duyduğum anahtar sesiyle kağıdı masaya bırakarak hızla yerimden ayaklandım ve sertçe yutkundum. Benimle beraber Tarçın ve Milo da ayaklanarak kapıya ilerlerken ben onların odadan çıkışını izledim. Furkan'ın içeriye girip onlarla konuştuğunu ve birkaç öpücük sesinden de onları öptüğünü anlayarak elimi hâlâ masaya atarak ayakta durmaya devam ettim.

 

Sonra birkez daha konuştu. "Anneniz nerede?" Kalbim bu cümleyle deli gibi atmaya başladığında sandalyeye oturdum ama daha sonra tekrar hızla kalkıp aynı pozisyonumu aldım. Heyecandan ve gerginlikten ne yapacağımı şaşırmıştım.

 

"Mercan?"

 

"Buradayım." Onun aksine sesim titrek ve daha kısık çıksa da beni duymuş olacak ki koridorda adım seslerini duydum. Parmaklarımın uçları buz kesse de avuçlarımın içi terlemeye başlamıştı. Sanki onunla ilk defa karşı karşıya gelecekmişim gibiydim.

 

Saniyeler sonra kapıdan içeriye soktuğu bedeniyle göz göze geldim.

 

Kalbim sonu yokmuş gibi daha da hızlanmaya başladığında nefes alamadığımı hissettim. Elimi masanın üzerinden çektim, sonra geri koydum, en son da üzerindeki kağıtlarla oynadım. Aramızdaki sessiz gerilim uzamadan yavaşça gülümsedim. "Hoşgeldin."

 

"Hoşbuldum," dedi kısık bir sesle. Kafasını aşağıya eğerek küçük adımlarla bana gelmeye başladığında ellerimi arkama götürerek birbirine kenetledim ve öylece durmaya devam ettim. "Aç mısın? Bir şeyler hazırlayabilirim."

 

"Değilim, sen yedin mi?"

 

"Ben de aç değilim." Saatlerdir bir şey yememiştim ve onun da hiçbir şey yemediğini biliyordum.

 

"Ne yapıyordun burada?" derken hâlâ yüzüme bakmadığını fark etmiştim. Yüzüme bakmak yerine her yere bakıyordu. Bu sinirlerimi bozmaya başlasa da sustum ve sorusunu cevapladım. "Ders çalışıyordum, az önce mola vermiştim."

 

"Anladım," dedikten sonra kısa bir sessizlik oldu. Bu sırada gözlerinin masanın üzerine kitlendiğini gördüm. Bakışlarını kaçırmadan oraya bakıyordu. Ne olduğunu anladığımda telaşla masaya dönerek onu çizdiğim kağıdı aldım ve göğsüme bastırdım. Biraz utanmıştım.

 

Gözleri bana döndüğünde dudaklarındaki gülümseme ve gözlerindeki ışıltıyla bana bakmasını izledim. Dudakları aralanırken bakışlarının odağı boynuma kaymış ve bir saniye içinde tüm ifadesi allak bullak olmuştu. Gözlerindeki ışıltı yerini endişeye bırakırken bir elini bana doğru uzatsa da yanıma yaklaşmadı. "Mercan, Mercan ben özür dilerim, çok özür dilerim..."

 

Ne olduğunu anlayamadığım için kaşlarımı istemsizce havalandırırken elimi boynuma götürdüm ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Telaşla bana bir adım daha yaklaşsa da eli havadaki yerini korudu ve parmak uçlarıyla bile bana dokunmadı. Elimi boynumda gezdirirken hissettiğim tanıdık bir sızıyla tüm hareketlerim durdu. Nefes alışım bile sekteye uğramıştı.

 

Boynumda morluklar vardı.

 

Elimdeki kağıdı masanın üzerine koyarak derin derin nefesler almaya başlarken masanın kenarına tekrar tutundum. Bu sefer ayakta durmak için yapmıştım bunu. Kendimi sakinleştirmek için içimde kocaman bir güç uygularken Furkan'ın da karşımda bana bir şeyler söylediğini duyuyordum ama algılayamıyordum.

 

Boynumda morluklar vardı.

 

Furkan elini tekrar bana uzatsa da dokunamadan geri çekildi ve ellerini saçlarına götürerek sertçe çekerek bana sırtını döndü. Birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatarak boynumdaki ellerimi göğsüme doğru kaydırıp geri açtığımda Furkan'ın bana döndüğünü ama bu sefer gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm.

 

Boynumda morluklar vardı.

 

"Özür dilerim Mercan, yemin ederim bir daha sana aynısını yaşatmayacağım. Ben sana zarar vermem, ben sana zara-"

 

"Sen yaptın..." dedim titrek bir tonla. Ağlamamak için kendimi sıkarken onun da lafını keserek telaşla bana geldiğini gördüm. Tekrar konuşacakken ben bozdum bu sessizliği. "Sen yaptın ama bana zarar vermedin. Beni sevdin, değil mi? Aşk izi bu. Bana zarar vermek için değildi, beni sevmek içindi."

 

"Evet, evet aşkım, evet bir tanem seni sevmek içindi. Ben sana zarar vermem. Ben sana zarar gelmesine izin vermem, biliyorsun değil mi? Aşk izi bıraktım oraya. Aşkımızın izini bıraktım."

 

Gözümden bir damla yaş aktığında kafamı hızla aşağı yukarı salladım. "Evet, bana zarar vermezsin. Ben bir daha o zamanları yaşamayacağım. Yaşamayacağım değil mi?"

 

Ellerini iki yana kaldırarak yanaklarıma getirdi ama yine dokunamadı, öylece havada asılı kaldı. Sol gözünden bir yaş aşağıya yuvarlanırken o benim aksime kafasını iki yana salladı hızlıca. "Yaşamayacaksın canımın içi, hep güzel hissedeceksin, sana zarar gelmeyecek, mutlu olacaksın."

 

Ellerimi kendimden çekerek hızla ona atıldım ve boynuna sıkıca sarıldım. Bedeni kaskatı kesildiğinde ellerinin de bir süre havada kaldığını hissettim çünkü bana dokunmamıştı. Dudaklarımı omzunun üzerine götürdüm ve bir defa tişörtünün üzerini öptüm. "Kendini benden çekme, lütfen uzak durma benden. Ben senden çekinmiyorum ya da korkmuyorum. Lütfen böyle olmayalım."

 

Sessiz kalsa da bir elinin saçlarımın üzerinden diğerini ise belime gittiğini hissederek gerginlikten sıktığım tüm vücudumu gevşettim ve kollarımı boynuna daha sıkı sardım.

 

"Özür dilerim," dedi kısık bir sesle konuşarak alnını omzuma yaslarken. Bana tıpkı benim gibi sıkı sıkı sarıldı. "Kötü hissettin, kendime hakim olamadım ve benim yüzümden kötü hissettin. Çabalıyorum ama sana bir türlü iyi gelemiyorum."

 

Benim durmadan Furkan'a söylediğim cümleyi bu sefer ondan duyduğumda kalbimin ortasına öyle büyük bir yük oturmuştu ki onun da mı her seferinde böyle hissettiğini sormak istedim. Ama bunun yerine yavaşça ondan ayrılarak ellerimi yüzüne götürdüm ve avuçlarımın arasına aldım. Onun da elleri belimin iki yanına sarılmıştı.

 

"Sen bana çok iyi geliyorsun, yemin ederim çok iyi geliyorsun. Sen beni yaşatıyorsun bir tanem, sen benim yaşama sebebimsin, ben senin için yaşıyorum. Böyle düşünme, benim sorunlarımın seninle hiçbir ilgisi yok, asıl ben bazen seni yorduğumu düşün-"

 

"Daha önce söylemiş miydim, düşüncelerin bir insan olsaydı kafasını kopartırdım." Eskiye atıfta bulunduğunda ikimiz de gözümüzde yaş olsa da sesli bir şekilde gülmüştük. İyiydik, şu an iyiydik ama daha iyi olacaktık.

 

Gülüşümüz yavaş yavaş solarken ikimiz de birbirimizden kaçırmadık gözlerimizi, uzun uzun birbirimizi izledik. Yavaş yavaş utanmaya başlasam da kafamı kaçırmamak için çok uğraştım ama yine de o bakışlarının ağırlığına dayanamayarak alt dudağımı ısırarak alnımı göğsüne yasladım. Yanaklarımın kızardığına emindim.

 

Göğsündeki hareketlenmeyle ve dudaklarındaki kıkırtıyla güldüğünü anlayarak alnımı hafifçe göğsüne vurdum. Sol elini başımın arkasına atarak derin bir nefes aldı. Diğer eli de hâlâ belimde kalırken başını kafamın üzerine yaklaştırarak derin bir nefes aldığını hissettim. "Demek beni çizdin, hm?"

 

"Yanlışlıkla oldu," dedim aniden. Tekrar güldü ve başımın üzerine dudaklarını bastırdı. "Yanlışlıkla beni tüm ayrıntılarımla mı çizdin?"

 

"Evet." derken başımı geri çekmiş bu sefer çenemi göğsüne yaslayarak ona alttan alttan bakmaya başlamıştım. "Elim çizmiş, farkında değildim." Gülse de bir şey söylememiş yalnızca gözlerini yüzüm ve boynum arasında gezdirip durmuştu. Durgunlaşarak, "Ben psikoloğa ne zaman gideceğim?" demiştim.

 

Gözleri yüzüme çıkarak gözlerime tutundu. Dili alt dudağını ıslattıktan sonra o da durgun bir ifadeyle, "Yolda gelirken konuştum. Sınavların bittikten sonra istediğin bir gün birlikte gideceğiz." Yalnızca kafamla onayladım ve sessiz kaldım. Ondan ayrıldığımda o konuştu. "Bana kızıyor musun?"

 

"Hayır tabii ki, sana nasıl kızayım? Bunu benim iyiliğim için yapıyorsun." Kafasıyla aşağı yukarı onayladı. "Evet bebeğim, senin iyiliğin için. Daha iyi hissedeceksin, daha iyi olacaksın söz veriyorum." Sustu ama çok geçmeden tekrar konuştu. "Daha iyi olduktan sonra senden bir şey daha isteyeceğim."

 

"Ne isteyeceksin?"

 

Eli yavaşça yanağıma yerleştiğinde gözlerimi kapatarak yanağımı eline yasladım. Yavaşça gülümsedi. "Kedi seni. Şimdi yemek zamanı, onu da zamanı geldiğinde söyleyeceğim."

 

Bir şey söyleyip üzerine gitmek istemedim bu yüzden onu takip ederek sessizce onayladım. O yemek hazırlarken bir ara ajansta ne olduğunu sordum, bana küçük bir canlı yayın açarak kendisini açıkladığını söyleyerek konuyu kapattı. Laf arasında bana sergi konusunu açarak kabul etmem gerektiğini söyledi.

 

Aramıza soğuk duvarlar girse de ikimiz de bunu kırmak için bir değil birbirimize on adım atmıştık. Ve biliyordum ki hep böyle olacaktı.

 

|||

 


 

|||
 

 

 

Bölüm : 15.12.2024 19:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...