
Hayat başı ve sonu olan iki duraklık bir zaman dilimiydi. İlk durağı doğum, son durağı ise ölümdü. Bu zaman dilimi sanılanın aksine öyle hızlı ilerliyordu ki, yılların hiçbir hükmü kalmıyordu. O yıllar sorumluluklarla harcanıyor, geriye kalan ise yaşanamayan ve gerçekleşemeyen hayaller oluyordu.
Doğmakta kolaydı, ölmekte... Asıl zor olanı mutlu olduğun ve seçtiğin bir hayatı yaşamaktı.
Gözlerimi boşluğa dikmiş öylece bakarken Furkan'ın karnımın üzerindeki parmakları da ufak ufak hareketlenerek tişörtümün üzerini okşuyordu. İkimiz de sessizdik ve uyanıktık. Güneş çoktan doğmuştu ama Milo'yu düşünmekten uyuyamamıştık. İkimiz de gece boyunca sessiz kalsakta uyanık olduğumuzdan haberdardık.
Arkamdan bana sarılmış bir halde dururken derin bir nefes alarak elimi başımın altından geçirip yataktan aşağı sarkıttığı eline götürdüm ve ufakça dokundum. Elimi dokunduğum anda koca avcunun içine çektiğinde yavaşça kıkırdadım ve konuştum. ''Güneşim doğmuş.''
''Benim güneşim ise hiç batmadı,'' dediğinde tekrar güldüm ve yavaşça sırtüstü dönerek gözlerimi gözlerine çevirdim. Uykusuz ve yorgun duruyordu. Bu durum içimi burksa da konuyu başka bir yere çevirdim. ''Hep beni alt ediyorsun,'' derken kaşlarımı yalandan çatmıştım. Bakışları bir süre yüz ifademde dolaştı ve sessiz kaldı. Onu neşelendiremeyeceğim ya da kafasını dağıtamayacağım için kalbim korkuyla kasılsa da saniyeler sonra yavaşça tebessüm etti. ''Beni bir defa alt ettin zaten, bir daha da toparlanamadım.''
Uzunca bir süre birbirimize baktıktan sonra kaşlarımı bu sefer gerçekten çatmıştım. ''Defol git ya!'' Ondan uzaklaşmak istesem de beni yakalayarak kendine yakınlaştırdı ve saçlarımdan birkaç kez öpüp kafasını kafama yasladı. Tekrar bir sessizlik olduğunda ikimiz yine durgunlaşmıştık. Bu hallerimizden nefret etmeye başlamıştım. Bize sonu gelmeyen gülüşler yakışıyordu. Yine de bu havayı bozamadım.
''Ne olacak şimdi?''
''Hangi konuda?''
Hangi konuda diye düşündüm kendi kendime. Yolunda gitmeyen o kadar çok olay vardı ki bir an boşluğa düştüm. Her şey çok güzel olacak dedikçe sanki her şey daha da berbat oluyordu. Her şey gittikçe çıkmaza giriyor gibi hissetsem de dışarıya karşı yapabildiğim tek şey titrek bir nefes vermek oldu. Sessiz kaldım.
Bir süre odamızın içindeki tek ses nefes seslerimiz olurken bir zaman sonra o sesin arasına kapının açılma sesi karıştı. Kimin geldiğini bildiğim için kendimi bozmadım.
Tarçın yavaş adımlarla yanımıza ulaşıp tek hamlede yatağa atladı ve yanıma yaklaştı. Kolumu hafifçe kaldırıp ona kucağımda yer açtığımda bunu anlayarak açtığım yere oturmuş ve başını üzgün bir şekilde omzuma doğru yaslamıştı. O da Milo'yu özlemişti.
Elimi tüylerine götürüp okşarken bir yandan sessizce konuştum. Tarçın'a doğru konuşsam da Furkan'a da iyi gelmek istiyordum. "Öyle üzgün üzgün durma bebeğim, bugün alıp getireceğiz Milo'yu. Tekrar eskisi gibi birlikte olacağız, mutlu olacağız. Hiç ayrılmayacağız, tamam mı?" İkisi de sesini çıkarmadı. Odayı dolduran ses telefonumun sesi oldu.
Uzanıp komidinin üzerinden onu aldığımda sergi açmak isteyen hocamın aradığını görüp hafifçe öksürdüm ve yavaşça doğruldum. Tarçın'ın rahatı bozulduğu için ayaklanıp başka yere uzanırken Furkan da doğrularak ayaklarını yatağın diğer tarafından aşağı uzatmıştı. O gözlerini ovuşturarak kalkıp lavaboya ilerlerken ben aramayı cevapladım.
"Efendim hocam?"
"Mercan nasılsın? Bu kadar erken aradığım için kusura bakma." Tarçın'ın tüylerini okşayıp kalkarken görmese de kafamı iki yana salladım. "Sorun değil hocam, bir şey mi oldu?"
"Hayır," dedi ben odadan çıkarken. Mutfağa gidip bize atıştırmalık bir şeyler hazırlayacaktım. "Sadece sergi için seçtiğin 4 adet tuvali bugün içinde okula getirebilir misin diye soracaktım? Herkesin çoktan hazır ama sen geç haber verdiğin için bu kadar uzadı." Bana öncesinde reddettiğimden sitem ettiğini biliyordum ve bunu bir kez daha cümlesine yansıtmıştı. Bu konuda bir şey söylemedim. "Tamam hocam, ben gün içinde getirmeye çalışacağım."
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alarak tezgaha yaslandım ve bugün yapacaklarımı düşündüm. Önce Milo'yu almamız gerekiyordu. Daha sonra seçtiğim resimleri okula götürmeliydim. Bugün öğleden sonra bir dersim vardı ama girmeyi düşünmüyordum. Onun yerine burada tüm günümü Milo'yla geçirecektim.
"Bir sorun mu var güzelim?" Furkan'ın sesini duyduğumda kendime gelerek telefonumu tezgahın üzerine bıraktım ve buzdolabına yürüdüm. "Hayır, sadece bugün sergi için tabloları götürmem gerekiyormuş. Önce Milo'yu alalım, daha sonra ben götüreceğim onları."
Buzdolabından sandviç yapmak için birkaç malzeme çıkartırken o da ekmek çekmecesinden iki adet sandviç ekmeği çıkarttı. "Birlikte götürürüz."
Her şeyi tezgaha bıraktıktan sonra domatesleri yıkamak için musluğu açtım. Bu sırada artık işe gidip gitmeyeceğini ya da bu sürecin ne kadar süreceğini düşünüyordum. "Şey," diyerek kafamı ona çevirdim. O da ekmekleri tezgaha bırakarak bana yaklaştığında başımı ona doğru kaldırdım. "Senin bugün işin yok mu?"
"Benim tüm işim gücüm ailem."
Yine beni alt ettiğinde alt dudağımı ısırarak gülümsememeye çalıştım ama başarılı olamadım. Saçlarım gözlerimin önüne doğru düşerken gülüşümü saklamaya çalıştım ama bunu da başaramadım. Arkamdan onun da gülüşünü hissettikten sonra arkama geçerek beni tezgahla arasına aldı. "Ne gülüyorsun öyle kıkır kıkır?"
Omuz silkerek, "Hiç," diye mırıldandığımda uzanarak yanağıma uzun ve sert bir öpücük kondurdu. Yanağını öptüğü yanağıma yaslayıp domatesleri yıkayışımı izlerken, "Kahvaltıdan hemen sonra gidip alalım oğlumuzu. Orada kalmaktan çok hoşlanmıyor. Biraz huysuzdur şimdi." diye mırıldandı.
"Olur, hemen gideriz." dediğimde beni tekrar öperek çekildi ve Tarçın'a seslendi. Ben bize hızlıca sandviç hazırlarken o Tarçın'ın mamasını verip onunla birkaç dakika sohbet etmeye çalıştı ama Tarçın mamasını yerken pek oralı olmadı. O da bu duruma bozulup keyfi kaçmış bir şekilde yanıma geri geldi.
"Bence beni pek sevmiyor," diye mırıldandığında dolaptan soğuk bir içecek çıkartmış bardaklara döküyordum. Bu huysuz tavrına gülümsedim ve bardakları masaya koyduktan sonra karşısındaki sandalyeye oturdum. "Hayır sadece çok aç."
"Ben de açım," dedi sandviçi ısırırken. Ağzı dolu bir şekilde devam etti konuşmaya. "Ama bak hem sana hem de yemeğe zaman ayırabiliyorum." Bu alınganlığını göz ardı ederek onu susturdum. "Sadece yemeğe zaman ayır."
Sessiz ama hızlı geçen birkaç dakikanın ardından karnımızı doyurup mutfaktan çıkmıştık. Ben çoktan kafamda seçtiğim tabloları kenara ayırırken o odaya üzerini değiştirmeye girmişti. Aslında en başından itibaren bu konuda çok hevesli değildim. Tek başıma bir sergi açma düşüncesi beni heyecanlandırsa da herkesin tablolarının yan yana olacağı ve karşılaştırılacağı bir durumun içine girmek istememiştim. Sadece Furkan istediği için bunu kabul etmiştim. O bu konuda çok hevesliydi ve onun hevesini kırmak istememiştim.
Furkan'ın daha önce görüp çok beğendiği 4 adet tablo seçerek kapının girişine koydum ve yatak odamıza ilerleyerek kapıyı tıkladım. "Furkan gireyim mi?"
"Girebilirsin bebeğim."
Ondan onay geldiğinde yavaşça içeriye girmiş ve Furkan'ın hazırlanıp hazırlanmadığına bakmıştım. Onun hazır olduğunu görünce ben de dolaba ilerleyerek birkaç kıyafet çıkarmıştım. Bu sırada o da odadan çıkmış beni yalnız bırakmıştı. Birkaç dakika içinde hızlıca giyinip ben de çıkmıştım.
Dakikalar sonra Furkan tabloları alarak zarar gelmeyecek şekilde arabanın bagajına yerleştirmiş ve ön kapıyı açıp oturmam için işaret vermişti. İkimiz de yerleştikten sonra Furkan arabayı çalıştırdı ve bana kısa bir bakış attıktan sonra sürmeye başladı. Ben de bu sırada ona kaçamak bir bakış atarak dünden beri içimi kemiren soruyu kendime engel olamayarak ona yöneltmiştim. "Hastalığı ne?"
Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra direksiyondaki elini sıkılaştırdı ve dudaklarını araladı. "Karaciğer yetmezliği." Cevabı çoktan gözlerimi doldurmaya yetmişti bile. Onlar yürürken bir yere çarpsa bile acısı benim kalbime sirayet ediyordu. Şimdi bu acıyla nasıl baş edebilirdim ki? Bunu nasıl atlatacaktık?
Burnumu çekerek kafamı camdan dışarı çevirdiğimde kucağıma koyduğum ellerimin üzerinde onun elinin sıcaklığını hissettim. Kafamı tekrar ona çevirip yaşlı gözlerimle baktığımda sol elimi kaldırıp dudaklarına yasladı ve uzunca öptü. "İyi olacağız."
"Evet, iyi olacağız."
Her şeye rağmen iyi olacaktık, bunu hak etmiştik.
Kliniğin önüne yanaştığımızda ikimiz de yavaşça inerek içeriye doğru adımlamaya başladık. Bir an önce Milo'yu görmek ve ona kavuşmak istiyordum. Onsuz bir gece geçirmek bile yetmişti, bir daha aynısını yaşamak değil bunun aklıma düşmesini bile istemiyordum.
Otomatik kapıdan geçtikten sonra dün telaş ve korku içinde geldiğimiz yerde şimdi böyle sakin ve sessiz olmamız tuhaf hissettirse de sesimi çıkartmadım. Bakışlarım ne yapacağımızı bilmediğim için Furkan'a döndüğünde o elimden tutarak beni bir kapıya doğru sürükledi. Buraları çok iyi bildiğini anlamıştım ve bu kalbimde bir sızı oluşturmuştu. Ne kadar uzun süredir bu hastalıkla boğuşuyorlardı.
Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğinde karşımdaki Milo'yla Furkan'ın elini bıraktım ve ona doğru koşar adımlarla ilerledim. "Oğlum," Sedyenin üzerinde bir o yana bir bu yana dolaşıp dururken bizi görmesiyle havlamaya ve sevinmiş gibi etrafında dönmeye başlamıştı. Kollarımı hızla ona uzatıp minik bedenini kucağıma aldım ve ona sıkı sıkı sarıldım. "Çok korkuttun bizi, hep iyi ol bebeğim lütfen."
Furkan da bize yaklaşıp Milo'nun tüylerini dalgın bir şekilde okşamaya başlarken dün de gördüğüm veterinerin sesini duydum. "Bu kadar erken geleceğini bildiğim için hazırlamıştım Milo'yu." Masasından kalkarak önümüzde durdu ve gözlerini bana çevirdi. "Merhaba, Milo'nun doktoru Kemal ben." Başımla onayladığımda tekrar Furkan'a döndü. "İyi durumda merak etme, serum taktık ve gece boyu dinlendi. Sizi rahat bırakmaz bugün, enerji doldu beyefendi."
"Kemal," dedi Furkan keyifsiz bir hâlde. Kemal yüzündeki gülümsemeyi silerek sıkkınca üfledi ve bana kaçamak bir bakış attı. "Şimdi gidin vakit geçirin. Daha sonra tekrar konuşuruz bu konuları. Benim bu konuda biraz daha araştırma yapmam gerekiyor."
Odada küçük bir sessizlik olduğunda omzumda belli belirsiz bir acı hissedip yerimde sızlandım. Furkan çıkan sesle bana dönerken ben de Milo'nun kafasını omzumdan çekerek kaşlarımı çattım. "Omzumu mu ısırdın sen?" Dişlerimi minik kulaklarına götürüp hafifçe ısırırken bu sefer o huysuzlanmaya başlamıştı, bu hâline gülerek daha sıkı sarıldım.
"Biz çıkalım artık. Yanına uğrayacağım bir ara," dedi Furkan kolunu belime doğru atarken. Kemal onu onayladığında belimden yönlendirerek odadan ayrılmış ve klinikten de çıkıp arabaya binmiştik. Furkan hâlâ sessizdi ve ben onun bu hâlini sevmiyordum. O benimle uğraşmalıydı, sürekli şaka yapmalı ve bizi hep güldürmeliydi. Ona bu hâller yakışmıyordu.
"Milo iyi," dedim elimi ona uzatırken. Milo kucağımda otururken sağ elim onun üzerinde sağ elim ise Furkan'ın yanında elinin üzerindeydi. "Bak, çok iyi." dedim elinin üzerini okşarken. Başını çevirerek hafifçe aşağı yukarı salladı ve elimi elinin içine alıp arabayı öyle sürmeye başladı. Yine konuşmamıştı. Okula gideceğimizi bildiğim için ben de sessiz kalmıştım.
Bir süre sonra okula yaklaştığımızı gördüğümde, "Ben burada ineyim," desem de durmadı. "Saçmalama, birlikte gireceğiz." dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm. "Hayır Furkan, seni gören olur."
"Görsünler. Burada konser verdiğimde de girmiştim hatırlarsan," diyerek göz kırptığında derin bir nefes aldım. Bazı zamanlar ünlü olduğunu unutuyordu. "Sence o zamanla bu zaman bir mi? Seni görmesinler, işler daha da çıkmaza girer. Sen beni burada indir, ben hemen tabloları verip geleceğim. İşim uzun sürmez." diyerek elimle durmasını işaret ettim. Biraz oflayarak sızlansa da durmuştu.
Arabayı kenara park ederek durdurduğunda Milo'yu yavaşça kucağına bıraktım ve "Sakın dışarı çıkma, ben hemen geliyorum. Bir de bagajı aç." diyerek yanağından öptüm ve kapıyı aralayıp kendimi dışarı açtım. Bagajı açtığında tabloları bir zarar vermeden aldım ve etraftan geçen öğrencilere aldırmadan okula doğru yürümeye başladım. Birkaç dakika içinde kartımla okula girmiş ve beni arayan hocamın odasına doğru ilerlemeye başlamıştım.
Etraftakilerin gözlerini üzerimde hissediyordum ve bu beni germek yerime heyecanlandırıyordu. Bu heyecan bir şeyleri başarmanın vermiş olduğu tatlı heyecandı. Ben eskiden buradan kafam aşağıda, sessizce ve dikkat çekmeden geçip giderdim. Eğer karşıma birisi çıkmazsa bu benim için ödül gibiydi ama şimdi herkesle göz göze geliyor, başım dik ve omuzlarım dik bir şekilde yürüyordu. Gözlerini kaçıran taraf artık ben değildim.
Kendi kendime gülümseyerek birkaç dakikalık yolu tamamladım ve hocanın kapısının önüne geldiğimde tabloları yere indirip biraz soluklandım. Daha sonra kapıyı tıklayarak içeriye girip tabloları teslim ettim. Bu sürede biraz sitem ve çokça övgüden sonra geri çıkarak okuldan çıkmak için bahçeye doğru ilerledim.
İlerlerken eski arkadaşım Jale'yi bahçedeki bir bankta yeni arkadaşlarıyla otururken gördüm. Çoğu zaman onunla karşılaşırdık ama benim onun arkadaşlığını reddetmemin üzerinden ve bana iftira atmasının üzerinden bir daha hiç konuşmamıştık. Şimdi ise yanındaki sohbetten soyutlanmış bir şekilde gözlerini üzerime dikmişti. Birkaç defa daha bu bakışların odağı olmuştum o yüzden alışıktım. Kafamı onun yönünden çevirerek saçlarımı geriye attım ve duraksamadan ilerlemeye devam ettim.
"Mercan!"
Arkamdan bağıran bir erkek sesiyle yerimde duraksadım ve arkamı döndüm. Daha önce birkaç defa gördüğüm ama tanımadığım bir çocuk bana doğru geliyordu. Önümde durduğunda istemsizce bir adım atmış ve yakınlığımızı koparmıştım. Esmer ve benden uzun olan çocuk nefeslendikten sonra elini bana doğru uzattı. "Emir ben." dedi. Eline kısa bir bakış attıktan sonra başımla onayladım. "Evet?"
Elini bozuntuya vermeden indirdikten sonra gülümsemeye devam etti. "Sen de sergide yer alacakmışsın. Açıkçası resim yeteneğinden daha önce haberdardım ve Aynur Hoca'nın seni seçmesini bekliyordum."
Şu an konuşmanın nereye varacağını ya da amacını anlamadığım için kaşlarımı istemsizce havalandırdım. "Teşekkürler de..." Gülümsemesi büyüdü. "Tanışmak ve işin yoksa belki bir şeyler içeriz diye düşündüm."
Derin bir nefes vererek bakışlarımı etrafta gezdirdim. Çoğu kişinin gözleri üzerimizdeydi ve işte tam o an rahatsız hissettiğim ilk andı. Yerimde kıpırdanarak tekrar geriye doğru bir adım attım. "Maalesef, işim var." Arkamı dönecekken tekrar konuştu. "Tamam müsait olduğun başka zaman içeriz."
"Hiçbir zaman müsait olmayacağım." Arkamı tekrar dönerek ilerlemeye başladım. Kurtulduğum için derin bir nefes verdiğim anda kolumun üzerinde tutuşunu hissettiğimde yerimde kaskatı kesildim. Tüm vücudum titremeye ve zihnim bana berbat sahneleri hatırlatmaya başlarken o karşımda bir şeyler konuşuyordu ama algılayamıyordum bile. "Bırak beni."
Dilimden dökülen iki kelime bile zar zor çıkarken onun tutuşu arttı ve hâlâ karşımda gülümseyerek bir şeyler anlatmaya devam etti. Tüm herkes, her şey dönüyordu, midem bulanıyordu, tüm vücudum titriyordu ama o beni bırakmıyordu hatta tutuşu sıkılaşıyordu, beni mengene gibi sarıyordu.
Ne kadar geçti, ne oldu, ne bitti bilmiyordum tek bildiğim şey Furkan'dı. Furkan'ın bir anda belirip tüm herkesin içinde o çocuğa yumruk atıp beni kendine çekmesiydi.
Her şey yine mahvolmuştu ve bunun sebebi yine bendim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.93k Okunma |
2.68k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |