Herkesin eline doğarken verilen küçük kibritler vardı. Kimileri onlardan kurtulurdu, ayakları altında ezerek kullanılamayacak hale getirirdi; kimileri ise ucunu bile isteye tutuştururdu ve karşısındakileri yakmak için kullanırdı. Ruhlarını yakardı, kül ederdi.
Benim de ruhuma atılan ucu yanık her kibrit çoğalarak koca yangınlara sebep olmuştu. O yangınlar ben söndürmeye çalıştıkça çoğalmış ve artık ruhumla beraber benliğimi de kül etmişti.
Kimse görmemişti acı içinde kıvranışlarımı. Kimse duymamıştı çığlık çığlığa seslerimi. Ben onlara duyurmaya çalıştıkça onlar kulaklarını tıkayıp bana kör ve sağır olmuşlardı.
Görmediler, duymadılar, fark etmediler, ben de anlatmaktan vazgeçtim.
Şimdi beni anlatmasam da anlayan, göstermesem de gören, konuşmasam da duyan birisi vardı. Bana öyle savunmasız bir anımda gelmişti ki kendimi bile açmadan beni kucaklayıp göğsüne katmıştı. Orada bana yer açmış hatta orayı yalnızca bana ayırmıştı. Orada bana kimse zarar veremezdi.
Ama artık orada saklanmak kendime yaptığım en büyük haksızlıktı. Orada yorulduğumda dinlenebilirdim, oraya korktuğumda sığınabilirdim hatta orada yaşayabilirdim ama oraya kaçamazdım.
Bakışlarımı karşımdan alarak çenesinin altını dizlerime sürten Tarçın'a çevirdim. Gözleri üzgün bir hâlde bendeyken ufak sesler çıkartarak kafasını pantolonuma sürterek bana iyi gelmeye çalışıyordu. Tek elimi hâlsiz bir şekilde kaldırıp kafasının üzerine koydum ve tüylerini okşayarak fısıldadım. "Teşekkür ederim."
Gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımda kuruyarak rahatsız edici bir his bırakmış, ağlamaktan hâlim bile kalmamıştı. Sırtımı kapıya dayamış, bacaklarımı da ileriye uzatmış bir şekilde öylece oturuyordum.
En tuhafı da hiçbir şey hissetmiyordum. Sanki ağlarken tüm duygularım gözyaşlarıma karışmış ve onlarla birlikte akarak benim boşluğa düşmeme neden olmuştu. Bomboştum.
Aniden çığlıkvari bir fren sesi duyduğumda istemsizce irkilmiş ve karşıma bakmıştım. Bu sırada Tarçın da hızla ayaklanarak benim baktığım yere kitlenmişti.
Bahçe kapısının önünde gördüğüm arabayla sanki tüm duygularım verilmiş gibi kalbimde bir ağırlık hissederken tekrar gözlerim doldu. Çenem titremeye başlarken Furkan'ın bahçe kapısını kıracak bir sertlikle açarak bana doğru koşuşturmasını izledim. "Mercan! Mercan, bebeğim!"
Birkaç saniye içinde yanıma ulaşarak hızla dizlerini yere koydu ve avuçlarını yanaklarıma yasladı. Ellerim ellerini bulduğunda sertçe burnumu çektim. Telaşla konuştu. "Ne oldu? Ne oldu bebeğim? Ne oldu Mercan'ım?"
"Buraya geldi..." diye fısıldadığımda birkaç saniye duraksamanın ardından gözlerinde yavaşça beliren öfkeyle birlikte yanaklarımdaki elleri sıkılaştı. "Sana bir şey yaptı mı? Sana zarar verdi mi Mercan? Ha güzelim, bana cevap ver."
Kafamı iki yana sallayarak tekrar burnumu çektim. "Tarçın... Tarçın korudu beni. Üzerine atladı, onu uzaklaştırdı. Kaçtı sonra, gitti buradan. Tarçın yaptı. Ben yapamadım çünkü çok sıkıydı elleri... Sesimi de çıkartamadım. Öncesinde çığlık atabildim ama bana kimse yardım etmedi Furkan. Sonra ağzımı kapattı, nefes bile alamadım. Tarçın olmasaydı ben..." Ağlayarak arka arkaya sayıkladıktan sonra ellerinden kurtularak yanımda bizi izleyen Tarçın'a sarıldım bir anda. "Tarçın, beni kurtardın."
Ona sıkı sıkı sarılmışken Furkan'ın arkasına baktığını gördüm. Birkaç saniye baktıktan sonra çenesindeki kaslardan dişlerini birbirine bastırdığını anladım. Birkaç şey söylendikten sonra bana dönerek ayaklandı ve ellerini uzattı. "Kucağıma gel sevgilim, içeriye geçelim."
Tarçın'ı bir kez öptükten sonra kollarımı ona uzatarak kucağına tırmandım ve boynuna sımsıkı sarılarak yanağımı omzuna yasladım. Bacaklarımı kalçalarının üzerine sardı ve yavaşça içeriye girerek Milo ve Tarçın da içeriye girdikten sonra kapıyı kapatıp yatak odamıza ilerlemeye başladı.
Sessizce geçen birkaç saniyelik zamandan sonra beni yavaşça yatağa bırakarak uzanmamı sağladı. O da yanıma oturduğunda çalan zil sesiyle ceketinin cebinden telefonunu çıkarttı ve ekrana baktıktan sonra meşgule atarak komidinin üzerine attı. Daha sonra üzerime eğilerek bir elini yanağıma diğer elini de diğer tarafıma atarak belimin yanından yatağa yasladı.
"Seni koruyamadığım için, yanında olamadığım için. Tekrar bunu yaşamak zorunda kaldığın için. Sözlerimi tutamadığım için. Seni tüm kötülüklerden koruyamadığım için özür dilerim Mercan." Gözleri yavaşça dolduğunda kafamı hızla iki yana salladım. "Senin suçun değil, sen neden özür diliyorsun Furkan? Sen bana her zaman iyi geldin, her zaman beni koruyan sendin. Lütfen yapma, eğer bir kez daha o yaşların dökülürse toparlanamam. Beni birazcık seviyorsan bunu yaşatma bana."
Derin bir nefes alarak kafasını havaya kaldırdı ve kendine gelmeye çalıştı. Dışarıya karşı sert bir görüntüsü olsa da bana karşı o kadar yumuşaktı ki yanımda olduğunda gözlerinin dolduğuna bazen şahit olabiliyordum.
Tekrar kafasını bana çevirdiğinde baş parmağı yavaşça elmacık kemiğimi okşadı. "Senin yıldızların kaymış ama..."
Neşeden uzak bir gülüş çıkarttım. "Dilek tut o hâlde." Cümlemden sonra aynı gülüş onda da yeşerdi. Neşesiz ve alaylıydı. "Senin canın yanarken benim dileklerim gerçekleşir mi sanıyorsun?"
Gözlerimi kapatarak içli bir nefes aldığımda tekrar sesini duydum. "Uyu bebeğim, benim salonda biraz işlerim var onları halledeceğim. Sonra yanına gelirim." Kafamı iki yana sallayarak yanağımdaki elini tuttum. "Sen de benimle uyu." Duraksadığında devam ettim. "Sana sarılarak uyumak istiyorum."
Biraz sessiz kalsa da ceketini bile çıkartmadan yanımdaki küçücük yere sığıştı ve kafamı göğsüne yasladı. Tam bu anda tekrar telefonu çaldığında ağzında bir küfür mırıldanarak elini telefona attı ve kapatarak tekrar aldığı yere bıraktı, sertçe. "Uyu bebeğim, buradayım ben."
Söylediği cümleden sonra bilincim rahatlayarak kapanmıştı. Bunun üzerine ne kadar uyudum bilmiyorum ama bir bağırış sesiyle irkilerek uyandım. Bakışlarım odanın içinde uykulu gözlerle gezdiğinde tek olduğumu görüp yavaşça ayaklandım. Bu bağırma sesi Furkan'a aitti ama kime bağırıyordu bilmiyordum.
Odanın kapısını yavaşça araladığımda koridorun sonundaki salonun da kapısının kapalı olduğunu gördüm. Aramızda uzun bir koridor ve iki kapalı kapı olmasına rağmen sesi öyle yüksekti ki yanımda konuşuyor gibiydi.
"Hemen kovacaksınız lan o zaman onu! Biz evimizi emanet ediyoruz, adam keyfe keder sitenin içinde dolaşıyor! Bu sitenin içine elini kolunu sallayarak giren insanlar olacaksa biz ne sikime güvenlik diye bu adamı dikiyoruz o kulübeye?! Bakması gereken ailesi varsa işini düzgün yapacak! Yarın o adamı sitenin içinde görürsem bu kadar sakin konuşmam seninle!"
Sırtımı duvara yaslayarak gözlerimi kapattım ve benim yüzümden işinden edilen adamı düşündüm. Buraya gelmeseydim o da buraya gelmeyecek ve o adam işsiz kalmayacaktı.
Kısa bir sessizlikten sonra tekrar Feda'nın sesini duydum. Bu sefer bağırmıyordu ama ses tonu korkutucu derece soğuk geliyordu. "Buldunuz mu? Fabrikada mı çalışıyormuş?" Elimi hızla göğsümün üzerine koydum. Ondan bahsediyordu. "Tamam fabrikaya ulaşıp onu kovmalarını söyle. Elinde avucunda ne varsa haciz icra ayağına hepsini al. O orospu çocuğu sokakta bile barınamayacak hâle gelecek. Birkaç adam yolla biraz korkutsunlar, gerisine karışma ben halledeceğim. Bana saniye saniyesine rapor vereceksin, anlaşıldı mı? O aldıklarının parasıyla da sokak hayvanlarına su, mama ayarlayıp dağıttır. Tamam senden haber bekliyorum."
Bir sessizlik daha olduğunda duvardan kayarak yavaşça yere çöktüm ve dizlerimi kendime çektim. Vücudum titremeye başlamıştı. Bu korkudan mıydı, üşüdüğümden miydi, kurtulduğumdan mıydı yoksa başka bir şey miydi bilmiyordum. Tek bildiğim şey Furkan'a güvendiğimdi. O var oldukça eskiler yalnızca bir yara olarak kalacaktı, o yaralara bir yenileri değil üzerlerine yara bantları ve küçük öpücükler eklenecekti.
Adım sesleri duysam da yerimden kıpırdamadım. Kapının önüne dek gelse de telefonunun sesiyle duraksayarak aramayı yanıtladı ve belki de duyduğum en yüksek bağırmasıyla beni yerimden sıçrattı. "Ne var lan, ne var?! Ne arayıp duruyorsun saatlerdir?! Evet yarıda bıraktım konseri, sen de oradaydın. Hatta arkamdan götümü toparlamaya çalışmışsındır büyük ihtimalle. Onur, sevgilim bana en kötü anında mesaj atmışken ben hiçbir şey olmamış gibi orada eğlenerek konser veremezdim! Mercan diyorum lan Mercan, başlarım konserine de insanlarına da! Ne tepkisi? İstedikleri tepkiyi gösterebilirler. Ün, şan, şöhret, popülerlik, para, hayran, hiçbir şey Mercan'dan önemli değil, sen de bunu öğren!"
Kapıyı sertçe aralayarak çıksa da beni görmüş olacak ki duraksadı. Ben de karşımdaki bakışlarımı yavaşça ona çevirip onunla göz göze geldim. Birkaç saniyelik bakışmanın ardından sol gözümden akan yaşla derin bir nefes alarak yanıma gelip önümde diz çöktü. "Burada ne yapıyorsun güzelliğim?"
"Benim yüzümden..." diyerek başımı önüme eğdim. Ellerini yanaklarıma koyarak benimle göz göze geldi. "Ne senin yüzünden?"
"Sen bana iyi gelsen de ben sana iyi gelmiyorum, baksana. Menajerinle konuştun değil mi? Benim yüzümden, benim mesajım yüzümden konserini bırakıp geldin ve bu kariyerine zarar verecek. Ben sana sana zarar veririm demişt-"
"Mercan!" Bana öyle sesli bir şekilde bağırmıştı ki tüm bedenim buz kesmişti. Furkan bana ilk defa sesini yükseltiyordu. Gözlerim şaşkınlıkla ona bakakaldığımda bir hışımla yerinden fırlayarak bakışlarını yukarıdan bana dikti ve aynı ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Kes sesini yoksa kalbini kıracağım!"
Aramızda geçen birkaç saniyelik sessizlikte yalnızca benim hıçkırığım duyulmuştu. Kafamı aşağıya eğerek dizlerimi kendime çektim ve daha da küçüldüm. Onu ilk defa böyle görüyordum.
"Özür dilerim," diye konuştum kısık sesle. Bakışlarım onu bulmuyordu ama elleriyle sertçe yüzünü ovuşturduğunu görüyordum. "Zarar ver-"
"Zarar ver bana tamam mı? Kır, dök, parçala, öldür beni Mercan! Yaşatma, öldür beni! Umurumda mı sanıyorsun?! Tüm bunlar umurumda olsa yanımda, evimde, yatağımda ne işin var?! Ne işin var burada Mercan, söylesene?! Bana durmadan zarar vermekten bahsetme! Bir daha ağzından o cümleyi duymayacağım, duydun mu beni?!"
Kafamı hızla aşağı yukarı sallarken bakışlarım hâlâ dizlerimdeydi. Yüzümün sırılsıklam olduğunu biliyordum, görüşüm bile bulanıktı. Vücudum durmadan hıçkırdığım için sabit durmuyordu. Şu an sadece uyumak istiyordum. Uyursam geçerdi belki.
Sakinleşmek için aldığı derin bir nefesten sonra eğildi ve bir elini bacaklarımın altından diğer elini de sırtımdan geçirerek beni kucağına aldı. Ellerim istemsizce boynuna sarıldığında bakışlarımı çekinerek yüzüne çevirdim. Bana bakmadı, sadece karşısına bakarak yatak odasına girdi ve beni yavaşça yatağa yatırdı.
Üzerime örtü örttükten sonra doğruldu ve arkasını döndü. Gideceğini anladığımda hızla sol eline tutundum ve doğruldum. "Sen? Sen benimle yatmayacak mısın? Sana sarılmak istiyorum Furkan." Bana dönerek elini yavaşça elimden kurtardığında gözlerimi kırpıştırarak ayrılan ellerimize baktım. Gözlerim korkuyla ona çıktığında nasıl bir ifadem vardı bilmiyorum ama bana eğilerek başımın arkasına avcunu yaslayıp beni kendine yaklaştırdı. Dudaklarını da sol şakağıma yaslayıp öptükten sonra geri çekildi.
"Seni yalnız bırakmayacağım, endişelenme. Şimdilik biraz ayrı kalmamız daha iyi olacak. Uyu, ben sonra yanına geleceğim."
Bunu istemesem de başımı aşağı yukarı salladım. Birkaç saniye göz göze kaldıktan sonra Furkan kendini geri çekerek doğruldu. Geriye doğru bir adım attığında ellerimi örtünün üzerinden bacaklarıma yasladım ve onlarla oynamaya başladım. Bu sırada tekrar geriye doğru bir adım atmıştı ama gözlerini benden ayırmıyordu.
"Bu olaydan dolayı başın çok ağıracak..." diye fısıldadım ona bakarken. Sessiz kaldı, arkasını döndü ve ışığı kapatmak için elini lambaya uzattı. Tam bu sırada bundan vazgeçmiş gibi başını omzuna doğru çevirerek gözlerini sol tarafa dikti. Benimle göz göze gelmeden konuşup lambayı kapattı ve odadan çıkıp gitti.
"Başım çok ağıracak biliyorum ama bu baş ağrısı senin ağlamaktan ağırttığın başın kadar önemli değil."
|||
|||
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.57k Okunma |
1.45k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |