
tetikleyici bir bölüm olabilir sizin için!!
|||
Ölmek istiyordum.
Şu an sadece ölmek ve tüm her şeyi zihnimden, bedenimden ve kalbimden silerek ruhumu özgür bırakmak istiyordum.
Ama yapamıyordum çünkü beni durduran biri vardı. Ona söz vermiştim, ondan önce ise istediği gibi kendi kendime bir söz vermiştim. Fakat tam da şu anda bir yanım tüm sözlerimi es geçerek aklımdakini yapmamı söylüyordu. Bu düşünceyi durdurmak için birisine ihtiyacım vardı ve o bana geliyordu.
Kapının önünde yerde dizlerimi kendime çekmiş bir vaziyette otururken çenem zangır zangır titriyor, gözlerimdeki yaşlar da ona eşlik ediyordu. Kriz geçiriyordum ya da geçirmiştim, bilmiyordum. Şu an tek bildiğim şey ağlama isteğimi bir türlü durduramadığımdı.
İğrenç hissediyordum, öyle tiksiniyordum ki kendimden tüm derimi kazıyarak atmak istiyordum. Ama yetmezdi, biliyorum. Ben yok olup gitsem bile bu acımı dindirmezdi.
Bana yine dokunmaya kalkışmıştı. Ve ben bugün ilk defa onu geri püskürtecek kadar büyük bir tepki vermiştim. Boynumda gezinen dudakların hissiyatı tüm midemi boşaltacak kadar büyük bir tiksinlik verirken tüm apartmanda duyulacak bir çığlık atmış ve onun evden kaçarak gitmesine neden olmuştum. Ona ilk defa bu kadar büyük bir tepki vermiştim ve o koşarak gitmişti.
Bana dokunmaya çalışan beden, tüm vücudumda baştan aşağıya ihanet duygusunu hissettirmişti. Önce kendime daha sonra ise kalbimi açtığım adama yaşattığım ihanetle sarsılmıştım. Kendime öncelerde bunu yapsam bile artık yapamazdım. Ben de o da aramızdaki bu hisleri kirletmemi hak etmiyorduk. Bizim duygularımız ve ilişkimiz daima temiz kalmalıydı.
İşte bu ilk baş kaldırışım onun sayesinde olmuştu.
Dudaklarım arasından tutamadığım bir hıçkırık daha hiçliğe karışırken alnımı dizlerimin üzerine yaslayıp sakinleşmeye çalıştım. Yapabilirdim, kendime iyi gelebilirdim. Bunu kendi başıma da başarabilirdim, tıpkı onun bana tek bir saniye yılmadan haftalarca öğrettiği gibi.
Dakikalarca orada durarak sakinleşmeye çalıştım. Kendime güçlü olduğumu fısıldadım. Yılmamam gerektiğini, istersem her şeyin altından kendi başıma kalkabileceğimi hatırlattım. Ben güçlüydüm, ben kendi başıma kalkacak kadar güçlüydüm ve bunu onun sayesinde fark etmiştim.
Kot pantolonumun kumaşından dolayı kızarmaya yüz tutan alnımı kaldırarak bulanık gözlerimle etrafa baktım ve görüntümü netleştirmeye çalıştım. Titremelerim yavaş yavaş azalmaya başlamış, ağlamalarım dinmiş olsa da ara ara dudaklarım arasından kaçan hıçkırıkları durduramıyordum.
Karşımdaki boy aynasına takıldı bakışlarım bir anda. Omuzlarıma sürtünen saçlarım karmakarışık olmuş ve kabarmışlardı. Beyaz tenim şimdi ise kıpkırmızıydı. Tek tenim değil, gözlerim de öyleydi. Yanaklarımdaki ıslaklık yüzünden birkaç tel saçım yüzüme yapışmıştı. Ellerim dizlerime sarılı bir şekilde iki büklüm oturup küçüldükçe küçülmüştüm. Berbat görünüyordum. Bitik hâldeydim. Kendime acıyordum.
Ben karşımdaki görüntüyle bakışırken kapının aniden yumruklanmasıyla yerimden sıçradım. "Mercan! Mercan aç kapıyı!"
Gelmişti.
Sadece ona ihtiyacım olduğunu söylemiştim ve o gelmişti.
Bir anda bedenimi saran heyecanla yerimden tökezleyerekte olsa iki denememle kalmış ve bir adım solumda kalan kapıya koşuşturmuştum. Tekrar gürültüyle yumruklayıp art arda zile basarken hiç bekletmeyip hızla kapıyı araladım ve onunla göz göze geldim.
Gözlerim ilk gözlerine takıldı. Kocaman olmuş göz bebekleriyle nefes nefese bana bakıyordu. Saçları dağınık ve dalgalı bir hâldeydi. Altında gri bir eşofman, üzerinde siyah sweatshirt ve ayağında beyaz renginde arkasına basarak giyidiği spor ayakkabıları vardı. O sırada tek özenli olmayanın ben olmadığıma sevinmiştim.
Gözleri panik bir hâlde tüm yüzümde dolaşarak adımlarını bana ilerletmişti. Yüzü yüzüme yaklaştığında ellerini yanaklarıma sararak, "Ne oldu sana?" diye fısıldadı. Gözleri tek bir yerde sabit kalmıyor durmadan suratımda gezinip duruyordu. "Kim yaktı canını?"
Az önce ağlamalarım dursa da onu gördüğüm anda ağlama isteğim artmış ve burnum sızlamaya başlamıştı. Ağlamak istemediğim için kendimi sıksam da galip gelememiş ve hıçkırarak Furkan'ın boynuna sımsıkı sarılmıştım. Az öncekinden bile daha şiddetli ağlarken bu sefer buna aldırış etmedim. Az önce yalnızlığımla baş başaydım fakat şimdi en güvenli olduğum yerdeydim. İstediğim kadar ağlayabilirdim. O bundan hoşlanmasa bile.
Bir eli belime diğer eli ise başımın arkasına koyarak burnunu saçlarım arasına sokmuştu. "İçim parçalanıyor," Saçlarımın arasındaki eli yavaşça enseme kaymıştı. "Ben seni yaşatmaya çalıştıkça, seni böyle görmek içimi parçalıyor Mercan."
Sen beni hep yaşattın, demek istesem de ağlamaktan konuşamamıştım. Öyle ağlıyordum ki yaşadıklarımı, acılarımı, yorgunluklarımı döküyordum, bana zarar verenleri ona şikayet ediyordum. Beni anlıyor muydu bilmiyordum ama saçlarıma bıraktığı kelebek öpücükleri bana iyi geliyordu.
Dakikalar su gibi akıp geçerken benim sakinleşmemi bekledi tek bir saniye bıkmadan. Saçlarımı öpüyor, okşuyor ve hatta bana sakinleşmemle alakalı cümleler kuruyordu. En sonunda alnımı yasladığım boynundan kaldırarak burnumu çektim ve ona baktım. Bunu fark ettiğinde başını hafifçe eğerek benimle göz göze geldi ve yüzünü acı çeker gibi buruşturdu.
Boğazımı temizleyerek geri çekilmiş ve ondan ayrılmıştım. Büyük ihtimalle sesim kısılmıştı, başım feci bir şekilde ağrıyordu ve gözlerim ateşe yaklaşmışım gibi yanıyordu. Berbattım. Tam anlamıyla berbattım.
"Mercan," dedi tekrar bana yaklaşarak. Avuçlarıyla yüzümü kavramış ve elmacık kemiklerimin üzerindeki ıslaklıkları silerken aynı zamanda sevmeye başlamıştı parmak uçları. "Ne oldu? Kim kıydı sana?"
"Mercan kim?" dedim kısık bir sesle, bakışlarımı kaçırırken. Duraksadığını hissettiğimde gözlerim duvarların üzerindeyken aynı tonda ve yavaşlıkta devam ettim. "Bebeğim değil miydim ben?"
Birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu. Ne tek bir kelime söylemiş ne de bir hareket yapmıştı. Bunu beklemediğini biliyordum, benim de beklediğim bir şey değildi. Sadece tek istediğim bana tüm ilgisini vermesiydi. Sözleriyle, eylemleriyle ve hata bakışlarıyla bile bana ilgisini vermeliydi.
Burnundan gülermiş gibi bir ses çıkarttığında ona döndüm, gözleri tüm yüzümde dolaşırken ifadesi belli belirsiz bir tebessümü andırıyordu. Belki dudaklarına dek ulaşamasa da gözlerinden okunuyordu. Derin bir nefes alarak yanaklarımı daha sıkı kavradı. "Öylesin, biricik bebeğimsin benim."
Memnun olmuş gibi gözlerimi kapattığımda artık onun verdiği bu huzur hissini sorgulamayı bırakmış tadını çıkarıyordum. Yaklaşık yarım saat önce ölecekmiş gibi ağlarken şimdi huzur içindeydim.
"Biriciğim, güzeller güzelim, ne oldu sana?" diye sordu yavaşça. Elleri hâlâ yanaklarımda duruyordu. Alnındaki saçlar, alnıma hafif hafif sürtünüyor ve tatlı bir kaşıntıya sebep oluyordu. Güvende olduğumun bilinciyle yavaş ve çok küçük bir tebessüm eşliğinde gözlerimi araladım ve onun gözleriyle karşı karşıya geldim. Hâlâ endişeliydi benim için.
"O geldi," dedim hâlâ gözlerinin içine bakarken. Tüm bedeni anında kaskatı kesilmiş, nefes almayı bile bırakmıştı. Gözlerinden geçen ifadeyi okuyamadım, orada da bir boşluk oluşmuştu anında. Saniyelerce gözlerimin içine bakmış, en sonunda sert ve kalın bir tonda, yalnızca dudaklarını haraket ettirerek, "Kim?" diye sormuştu.
Kirpiklerimi kırpıştırıp bakışlarımı ondan kaçırdığımda derin bir nefes alarak benden uzaklaştı. Elleri yanaklarımdan kopsa da bir elinin temasını benden kesmeden elimi yakalamış ve parmaklarımızı birbirine kenetlemişti. Sırtını bana çevirip evin içine kısaca bir göz attığında omuzlarım çoktan çöker gibi inmişti. Bu konuşma benim için oldukça zor geçecekti.
Furkan salonu gözüne kestirdiğinde beni arkasından sürükleyerek kapının girişinde bulunan tekli koltuklardan birisine beni yavaşça oturtturmuş, kendisi de hemen karşısında bulunan tekli koltuğun kenarlarından tutup bana yakınlaştırmış ve hemen üzerine oturmuştu. Kalçasını koltuğun ucuna yerleştirerek eğildi ve bana yaklaştı. Tekrar ellerimi tutup "Anlat güzelim, anlat ki seni çekip çıkarabileyim bu karanlıktan." dedi.
Sert bir şekilde yutkunduktan sonra iç çekmiştim. Yine ağlamak istiyordum, içimdeki kötü ve bana acı veren o his hiç geçmiyordu. Kalbimin tam orta yerine bir ağırlık gibi çöküyor, bana nefes bile aldırmıyordu.
"Haluk Altan..." diye soludum bir anda. Tüm dikkatinin bende olduğunu bildiğim hâlde ona bakamıyordum. Yıllarımı çürüttüğüm evi sanki ilk defa görmüş gibi her bir detayını incelerken konuşmaya devam ettim. "Babamın en yakın arkadaşı. İsmi Haluk Altan. Benim ise en büyük kabusum..."
Sıkıntılı bir nefes verse bile sesini çıkartmamıştı. Bu beni konuşmaya teşvik etti, o yüzden duraksamadan devam ettim. " Sanırım 10 yaşlarımdaydım o zamanlar. Eve ilk defa gördüğüm bir adam gelmişti. Annem ve babam durmadan onun rahat etmesi için uğraşıyorlardı, ben de utandığım için uzaktan onu izliyordum. Bana gülümsüyordu hep. Hatta bir ara cebinden bir çikolata çıkarttığını görmüştüm. Beni yanına çağırdı ve bana onu verip başımı okşadı. Ondan kaçıp odamda yemiştim çikolatayı."
Duraksadığımda Furkan ellerimin üzerini baş parmaklarıyla okşamaya başlamıştı. Başımı eğdiğim yerden kaldırarak ona gülümsedim ve ondan da tedirgin ve huzursuz da olsa bir tebessüm kazandım. Onu tatlı gülüşünden öpmek istiyordum. Öpecektim de, belki şimdi değil ama mutlaka bir gün bunu çekinmeden yapacaktım.
"Yıllar o şekilde geçmeye başladı. Sürekli bizim eve gelir giderdi, benimle de çok ilgilenirdi." Gözlerine baktım ve kendimi savunmaya çalıştım hızla. "Furkan, bir çocuğa eğer annesi ve babası ihtiyacı olan ilgiyi vermezse, en ufak bir ilgi gösterene kanması çok kolaylaşır. Eğer başka şartlarda olsaydık ona kanmazdım ama..." Boğazıma oturan kocaman bir yumrukla susmak zorunda kaldım. Sertçe yutkundum ve daha kısık bir sesle devam ettim. "Ama beni sevdiğini gösteren tek kişi oydu Furkan. Ona kanmak kolay geldi."
Gözlerimin önünden geçen görüntülerle gözlerim doldu, ellerim titredi, sadece ellerim değil, bedenimden bir titreme geçtiğinde Furkan ellerimi dudaklarına götürüp ikisinin de üzerini öptü. "Sakin ol bebeğim, şu an güvendesin. Burada yalnızca biz varız. Kimse sana zarar veremez, tamam mı?"
Onu duymamış gibi devam ettim sözlerime. "Bir gün evde ne annem ne de babam vardı. Eve geldi ve ben Haluk Amca geldi diye çığlık atarak ona sarılmıştım. Uzun süredir yoktu çünkü ortada, onu özlemiştim. Sonra... Sonra içeriye girdi Furkan, evi benden iyi bildiği için bizi buraya getirdi." Karşımdaki ikili koltuğa bakarken ilk damlam gözlerimden kayıp gitmişti. Her şey şu an yaşanıyor gibi gözlerimin önünde oynuyordu. Saf ve küçük Mercan tam karşımdaydı.
Sertçe burnumu çektim ve devam ettim. "Karşımdaki koltuğa oturdu ve bana bir sürü çikolata aldığını, eğer kucağına oturursam vereceğini söyledi. İlk defa böyle bir şey istedi Furkan, ben anlayamadım ama ondan zarar görmeyeceğime o kadar emindim ki koşulsuzca oturdum. Bana çok güzel olduğumu söyledi, defalarca 'güzelim' diye seslendi." Gözlerimi kapatıp iki yaşı da özgürlüğüne kavuştururken hıçkırdım arka arkaya. "B-ben bilmiyordum... İstemediğim bir şeyi yapacağını anladığımda durdurmak istedim ama, ama olmadı."
"Mercan," dedi Furkan bir anda. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerinin dolduğunu gördüm. Yüzünü buruşturmuştu, kafasını iki yana sallıyordu. "Mercan, hayır. Hayır, lütfen."
"B-bana te-tecavüz etti." Sesli bir şekilde ağlamaya başladığımda Furkan bir anda aşağıya inerek ayaklarımın dibine oturdu. Elleri ellerimi bırakmış sol gözünden akan yaşla bana bakıyordu. "Mercan..." Saniyeler dakikalara dönüştü ama bir daha konuşamadı. Tek bir kelime söyleyemeden alnını dizime yaslayarak ağlamaya başladı.
Ellerim saçlarına gitse de okşayacak gücü bulamadım kendimde, yalnızca öylece kalakaldı ellerim orada. Ağlasam da devam ettim. Şimdi konuşmazsam hiç konuşamazdım. "Beni babama söylememem için tehdit etti. Eğer babam ya da annem bunu bilirse, benim ona asıldığımı onun da beni reddettiğini ve benim de bunu kendime yediremeyip iftira attığımı söyleyecekti. Annemle babamı tanıyordum Furkan, bana inanmazlardı. Bunu söyleyecek kimsem yoktu, ben daha küçücüktüm o zaman. Sustum bu yüzden. Hep beni manipüle etti. Ne zaman babama söylemeye niyetlensem beni bastırdı. Babamdan korktum, beni suçlu bulur diye korktum ve sustum. O kadar aptaldım ki hep ona kandım. Bu yaşıma kadar defalarca o anların daha beterlerini yaşattı bana."
Furkan ağlama sesleri dışında sesini çıkartmıyordu. Alnı hâlâ dizlerime yaslıydı. Ben ise karşımdaki görüntüye bakıyordum hâlâ. Büyük Mercan burada onu izlerken, küçük Mercan o kanepenin üzerinde üzerindeki yarım yamalak kıyafetlerle hıçkırarak ağlıyordu. Birisine ihtiyaç duyuyordu ama kimse ona yardımcı olmuyordu. Oradan yine kendisi kalkıyor, kendisi kendisinin kurtarıcısı oluyordu.
"Özür dilerim," dedi boğuk bir sesle. Burnunu çekerek başını kaldırmış ve kızarık yanaklarının ıslak görüntüsüyle birlikte bana bakmıştı. "Canını yakanlar adına, seni görüp kurtaramayanlar adına, seni bu hâle getirenler adına, herkes adına, tüm dünya adına senden özür dilerim Mercan." Kırgın ve titrek sesiyle yavaşça gülümsesem de gerçek bir gülümseme değildi, o da bunun farkındaydı. Birkaç saniye bana baktıktan sonra tekrar kafasını eğmişti.
Furkan bir şey söylemeden dakikalarca dizlerimde benim için hıçkıra hıçkıra ağladı. En sonunda kıpkırmızı olmuş yüzü ve göz bebekleriyle kafasını kaldırarak burnunu çekti ve bana tek bir cümle kurdu. "Seni burada bırakamam artık, topla eşyalarını evimize gidiyoruz."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.93k Okunma |
2.68k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |